Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@msmarvi

 

 

Merhaba!🤩

 

Umarım iyisinizdir. Beklenen bölüm geldi. Emin olun çok heyecanlı ve su gibi okuyacağınız bir bölüm. Lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Benim için çok değerli.♥️

 

Keyifli okumalar.

"Gökçe001 yeniden konumlanın."

Gelen emirle bulundukları konumları hızlıca değiştirdiler. Bir anlığına kesilen ateşlerle sessizlik çöktü.

"Gökçe001 ateş açın."

Tekrar ateş açtılar. Çok geçmeden yeniden konumlarını değiştirmelerini istenmişti. Bir süre bu şekilde devam ettiklerinde kimsenin ne yaptıklarına dair en ufak fikiri yoktu.

"Geri çekilin."

Aniden gelen emiri hiç sorgulamadan geri çekilmeye başladılar. Onlar geri çekilirken ön kapıdaki ekip de daha fazla dayanamayacağını söyleyip geri çekilmişlerdi. Normalde susmak bilmeyen Veli dahi sesini çıkarmıyordu. Sessizce içeride ilerleyip dinlenmek için bir yere pustuklarında Veli daha fazla dayanamadı.

"Amirim susayım susayım diyorum ama biz ne yapıyoruz?"

Bu soruyu doğruca Eymen amire yöneltmiş bir cevap beklemişti. Eymen amir ona dönüp sadece bakmakla yetindi. Çünkü o da ne yaptıklarını bilmiyordu. Hiç bu kadar düzensiz ve plansız hareket etmemişlerdi bu zamana dek.

"Biri yaklaşıyor."

Merih duyduğu ayak sesleriyle bunları söyleyerek nişan aldı. Diğerleri de hemen pozisyon almış nefeslerini tutmuşlardı. Gelenlerin timin diğer üç üyesi olduğunu anladığında ise silahını indirdi.

"Bizimkiler."

Tuttukları nefesi bırakıp onları yaklaşmasını beklediler. Yanlarına timden Ahmet, Melih ve Görkem geldiğinde tekrar ilerlemeye başladılar. Ahmet yeni nişanlı, Melih yeni evliydi. Görkem ise felçli annesine ve altı kardeşine bakıyor evin tüm yükünü sırtlıyordu. Üçü de birbirinden efendi ve saygılı vatan evlatlarıydı.

"Bu ne biçim bir düzen? Organize yok, doğru dürüst plan yok. Ordan oraya emirle sürükleniyoruz."

Görkem'in sözleri herkesi biraz daha germişti. Gerginliği fark eden Melih ise "Amirimizin bir bildiği vardır. Sabredin." diyerek ortalığı yatıştırmaya çalıştı. Olası bir karmaşanın hayatlarına mani olacağını çok iyi biliyordu çünkü. O sırada saatine bakıp duran Ahmet'i Eymen amir silahıyla dürttü.

"Ne bakıp duruyorsun saate?"

Ahmet sıkıntıyla onlara döndü.

"Amirim bugün nişanlımın doğum günü. Ona yetişmem lazım." demesiyle Ahmet'in ensesinden saplanan kurşun boğazını parçalayarak dağıldı. Kan olduğu gibi diğerlerinin yüzüne sıçrarken diğerleri bir saniyeliğine donakalmıştı. Ahmet'in gözleri olduğu gibi karşıya sabitlendiğinde bir öksürükle ağzından fışkıran kanlarla dizlerinin üzerine çökmüştü ki Eymen amir ve Merih hızla onu yakalamış yere düşmesine izin vermemişlerdi. Görkem "Ahmet..." diye fısıldarken Veli ve Melih arkadaşlarına dönüp bakamadan onlara açılan ateşe karşılık vermeye başlamışlardı. Merih, Ahmet'in başını dizlerine yatırıp çaresizce eliyle boğazına tampon yapmaya çalıştı.

"Baş amirim Ahmet vuruldu! Acil destek!"

Verdiği rapora karşılık bir ses duyulmadı. Eymen amir Ahmet'e bağırırken uyumamasını söylüyordu.

"Kalk oğlum! Daha nişanlının doğum gününe gideceksin kalk!"

Ama Ahmet ne bir kelime söyleyebilmiş ne de nefes alabilmişti. Ciğerlerine dolan kanla boğulmuş son nefesini sessizce vermişti. Henüz yirmilerinde yağız bir delikanlıyı kaybetmenin acısıyla kavrulan yürekler yas dahi tutamadan geri çekilmeye başladılar. Görkem direnip "Onu burada bırakmam!" diye bağırsa da Merih onu tutup geriye sürükledi. Gözlerinin önünde şehit olan arkadaşını o da orada bırakmak istemiyordu. Ama kalmaya devam ederlerse hepsi ölecekti.

"Amirim!"

Hâlâ Ahmet'in başında kalan Eymen amir evladını kaybetmiş gibi bir acıyla başbaşa kalmıştı. Merih'in seslenişiyle kendine geldi. Uzanıp Ahmet'in açık kalan gözlerini kapattı ve hızla geri çekilmeye başladı. Merih tüm vücudunun yandığını hissediyordu. Daha önce hiçbir silah arkadaşını kaybetmemesine rağmen bunca zamandır bunun acısına hazırlık yapmışlardı. Hazır olduğunu da zannediyordu. Kader deyip geçeceğini düşünmüştü. Ama "Vatan sağolsun." dahi diyemedi.

"Köşeye sıkıştık!"

Veli nefes nefese şarjör değiştirirken bunları söyledi. Geri çekilmek de bir çözüm değildi artık. Dağılmışlardı. Toparlanmazlarsa her şey çok daha kötü olacaktı ki birden biraz uzaklarına bir el bombası yuvarlandı.

"Yere yat!"

Eymen amirin bağırışıyla herkes yere kapanırken Merih'i iten Görkem koşarak bombanın üzerine kapandı. Kapanır kapanmaz bombanın patlamasıyla geriye savrulan Merih defalarca kez yuvarlanmış duvara çarparak durabilmişti. İnleyerek nefes almaya çalıştı. Kulakları çınlıyor üzerine cam parçaları yağıyordu. Elinde bir an olsun bırakmadığı silahıyla sürünerek doğrulmaya çalışırken hemen yanıbaşında kopmuş bir el kanlar içinde yerde duruyordu. Arkadaşlarına bir hayat bağışlayan Görkem oracıkta can verdi. Belki parçaları dahi bulunamayacaktı. Merih daha hemen yanıbaşında duran elin şokunu atlatamamıştı ki bir inilti duydu. Ortalıktaki toz dumandan bir şey anlaşılmıyordu ama biraz ileride Veli'nin "Dayan! Seni çıkaracağız buradan." diyen sesi duyuluyordu. Gözlerindeki bulanıklık ve kulaklarındaki uğultunun dinmesiyle Merih bu kez Melih'i gördü. Yere ayaklarını uzatmış sırtını duvara yaslamıştı. Karnından göğsüne dek yaran koca bir cam parçasıyla inim inim inliyor güç bela nefes almaya çalışıyordu.

Veli onun yüzünü ellerinin arasına almış irice açtığı dolu mavi gözleriyle bir şeyler söylüyordu

Veli onun yüzünü ellerinin arasına almış irice açtığı dolu mavi gözleriyle bir şeyler söylüyordu. Merih hızla doğrulup yanlarına atıldı.

"Melih, Melih dayan." dedi ne yapacağını bilemeyerek. Ardından Veli'ye dönmüş "Hadi Veli. Onu çıkaralım buradan." demişti nefes nefese. Onu durduran Melih güçlükle yutkundu. Bir şey söylemek istiyordu. Merih ona biraz daha yaklaştı. Elini cebine götürüp cebinden bir şey çıkartan Melih uzanıp Merih'in elinden tuttuğunda avuçlarına cebinden çıkarttığını bıraktı. Merih eğilip avuçlarına baktı. Bu bir bebek patiğiydi.

"Nasip olmayacak yavruma kavuşmaya." dedi yüzünde buruk bir tebessümle. Merih tek kelime edemedi. Kabus muydu bunların hepsi? Gözleri seğirmiş boğazı düğümlenmişti.

"Size emanet evladım. Zeliha'ya da deyin ki; Melih seni çok seviyor."

Boydan boya kana bulanmış renksiz cam parçası kıpkırmızı olmuştu. Gözlerini kapayıp derin bir nefes bırakan Melih şahadete kavuştuğunda Veli bağırarak "Hayır! Hayır! Hayır!" diyerek ellerini yüzüne sürdü. Merih ise avucunda babasının kanıyla boyanmış bez patiğe öylece bakakalmış kendine gelememişti. Oysa en başından beri biliyordu başına böyle bir şey gelebileceğini. Şimdi neyin dehşetini yaşıyordu?

Üzerindeki molozu iterek kalkan Eymen amir endişeyle etrafa bakındı. Etrafa bolca toz duman ve insan uzuvları vardı. İleride yere çökmüş Merih, Veli ve Melih'i gördüğünde koşarak onların yanına gitti. Önce kanlar içinde kalmış Melih'e sonra yutkunarak diğerlerine baktı. İkisi de nerede olduğunu unutmuştu adeta. Hatta öyle ki Veli kolundan akan kandan habersizdi. Muhtemelen bir şarapnel parçası çarpmıştı. Veli'nin yanına çöküp hemen kolunu sardı sıkıca. O sırada kulaklıktan Furkan'ın sesi duyuldu.

"Zehra'yı bulduk. Acil çıkış kapısındayız. Onu dışarı çıkarıyoruz."

Ardından bir sessizlik çöktü. Eymen amir Merih'e baktığında hiç hareket etmediğini gördü. Bir şey de söylememişti. Uzanıp Merih'in sertçe kolundan tutup onu kendine çevirmişti ki işte o bakışı hiç unutacağını zannetmiyordu.

 Uzanıp Merih'in sertçe kolundan tutup onu kendine çevirmişti ki işte o bakışı hiç unutacağını zannetmiyordu

Gözlerinde çaresizlik vardı. Ama iradesini kaybetmiş değildi. Nasıl oluyordu da bu kadar çabuk kendini toparlıyordu? Eymen amirin bir şey söylemesine gerek kalmadı. Merih ayağa kalkmış hızla yandaki acil çıkış kapısına yönelmişti. Eymen amir de Veli'yi ayağa kaldırdığında sert bir tokatla kendine getirdi. Ardından yüzünü ellerinin arasına alıp ona bakmasını sağladı.

"Deliveli! Kendine gel!"

Bir süre boş boş amirin gözlerine bakan Veli sakinleşti. Silahını tekrar ona veren Eymen amir onun göğsüne birkaç kez vurmuş iyi olduğundan emin olduktan sonra Merih'in peşinden gitmişti.

Merve ve Caner de köşeye sıkışmış geri çekilmeye başlamışlardı. Geri çekilirken Caner duvarda asılı olan yamuk tabloyu düzeltmeyi ihmal etmedi. Merve ona "Ciddi misin?" bakışları atarken Caner omuz silkti. İkisi de tek kelime etmiyordu. Ancak köşeye sıkıştıklarını da çok iyi biliyorlardı. Birbirlerini kollamakla meşgullerdi. Vurdukları polis kılıklı soyguncuların yaklaşmasına müsade etmediler. Timdekiler onların çağrılarını duymuyordu. Muhtemelen telsizde bir sıkıntı vardı. Buradan kendi başlarına çıkmak zorundaydılar. Şahin hedeflerini kaçırmıyor Batuhan ise keskin nişancının yerini arıyordu.

Eymen amir merdivenlerden inip bir kapının yanına sindi ve diğerlerine işaret etti. Veli de kapının diğer yanına sindiğinde Merih kapıyı tekmeyle açıp içeri daldı hızla. İçeridekiler panikle onlara döndüğünde timdekiler olduğunu anlayınca silahlarını indirdiler. İçlerinden Turan konuştu:

"Sizin burada ne işiniz var?"

Merih onu aldırmadan hızla Zehra'nın yanına koştu. Elleri kelepçeliydi. Merih sıkıca ona sarılırken saçlarını derince koklayıp "Şükürler olsun." dedi. Ardından geri çekilip yüzünü ellerinin arasına aldı.

"İyi misin?"

Zehra şaşkın görünüyordu. Kekeleyerek "İyiyim." diyebildi. O sırada arkadan gelen Veli "Buraya geliyorlar." demişti. Hepsi anında toparlanıp odadan çıkarak diğer odaya geçtiler. Ellerinde siyah koca çantalar vardı.

Hızla ilerlerken Merih, Zehra'yı yanına almış bir yandan onu kolluyordu

Hızla ilerlerken Merih, Zehra'yı yanına almış bir yandan onu kolluyordu.

"Baş amirim neler oluyor?"

Eymen amir dayanamayıp telsizle bunu sorduğunda baş amir konuştu:

"Beklenmedik olaylar gelişti, geri çekiliyoruz."

Kimse bu cevaptan memnun değildi. Herkesin kafası karışmış yaşadıklarını sindirmeye çalışıyorlardı. Öndeki Taner dönüp timin başka bir üyesine kapıyı işaret ettiğinde hızla kapıya ilerleyip dışarı çıktı. Ama dışarı çıkmasıyla şakağına bir mermi yemesi bir oldu.

Arkadan gelen bir kurşunla yere öylece yığılan arkadaşını gören Merih hızla geri dönüp onlara sıkan adamı mermi yağmuruna tutmuştu

Arkadan gelen bir kurşunla yere öylece yığılan arkadaşını gören Merih hızla geri dönüp onlara sıkan adamı mermi yağmuruna tutmuştu.

Arkadan gelen bir kurşunla yere öylece yığılan arkadaşını gören Merih hızla geri dönüp onlara sıkan adamı mermi yağmuruna tutmuştu

Ardından dışarı çıkmak için koştu. Ama önüne fırlayan bir polis arabasıyla kendini geriye iterek son anda altında kalmaktan kurtuldu.

 Ama önüne fırlayan bir polis arabasıyla kendini geriye iterek son anda altında kalmaktan kurtuldu


"Zehra!"

"Burdayım!"

Kapının dışında ne yapacağını şaşırmış ellerini korkuyla başının iki yanına koymuştu. Merih hızla ayağa kalktı. Ardından Zehra'yı tekrar yanına alarak bir çöp konteynerinin yanına çöktü.

 Ardından Zehra'yı tekrar yanına alarak bir çöp konteynerinin yanına çöktü

"Korkma." dedi Merih. "Buradan sağ çıkacağız."

Zehra'nın gözleri aynı şeyi söylemiyordu. Fazla sessizdi. Tek kelime etmeden yaşananları sindirmeye çalışıyordu. Merih buradan kolay kurtulamayacaklarını biliyordu. Çok kalabalıklardı. Cebinden çıkardığı el bombasının pimini çekip fırlattığında Zehra'yı kendine çekip üzerine kapandı.

Gürültüyle patlayan bombanın ardından biri çöp konteynerinin üzerine fırlamış gürültüyle aralarına düşmüştü

Gürültüyle patlayan bombanın ardından biri çöp konteynerinin üzerine fırlamış gürültüyle aralarına düşmüştü. Kanlar içinde aralarında yatan cesede bakan Zehra kilitlenmiş nefesi kesilmişti. Merih dönüp bakmadan hemen onu ayağa kaldırdı ve yaklaşan kamyonete doğru koşmaya başladı.

Hızla arabaya bindiklerinde Turan'ın ettiği küfürler havada uçuşuyor diğerlerine acele etmeleri için bağırıyordu

Hızla arabaya bindiklerinde Turan'ın ettiği küfürler havada uçuşuyor diğerlerine acele etmeleri için bağırıyordu. Araç vakit kaybetmeden ilerlemeye başladığında geride kalan biri tam araca bineceği sırada sırtından vuruldu.

 Araç vakit kaybetmeden ilerlemeye başladığında geride kalan biri tam araca bineceği sırada sırtından vuruldu

Merih hızla onu içeri aldığında sinirle Turan'a döndü. Yakasını sertçe tutup ona yaklaştı.

"Ne haltlar döndüğünü söyleyecek misin? Yoksa hepimiz geberip gidelim mi!?"

Aklı almıyordu. Ters giden bir şeyler vardı ve herkes buna göz yumup ayak uyduruyordu. Turan "Tek bildiğim buradan kurtulmaya çalıştığımız." dediğinde Merih onu biraz daha hırpaladı.

"Neyden? Kimden kurtulmaya çalışıyoruz!? Biz polisiz! Kaçmayız!"

Turan geri çekilmeye çalışsa da Merih izin vermedi.

"Beş silah arkadaşımı ben bu gece şehit verdim. Diğerlerinin ölüsünden dirisinden haber yok. Destek ekip nerede?"

Turan, Merih'in neden ona çıkıştığına anlam veremedi. Kendini savunmak isteyerek Eymen amiri işaret etti.

"Bana ne soruyorsun? Amirin burda, ona sor."

Eymen amirin kaşları çatıldı. Onun da kafası herkes gibi karışıktı. Tek bildiği buraya soyguncuları yakalamaya geldikleriydi. Birden arabaya ateş açıldığında tüm dikkatler dağıldı. Yalnızca Merih olduğu gibi kalıp Turan'a sertçe bakmaya devam etti. Bu çocuktan haz etmiyordu. Bildiği bir şeyler vardı ama anlaşılan söylemeyecekti. Turan, Zehra'yı işaret etti.

"Onu korumak istiyorsan..." dedi ve duraksadı. Ardından silahını göğsüne vurup "Gerekeni yap." diyerek geri çekilmişti. Kurşunlar onları teğet geçerken Merih sinirle dişlerini sıkıp araçta asılı duran silahlardan birini aldı.

 Kurşunlar onları teğet geçerken Merih sinirle dişlerini sıkıp araçta asılı duran silahlardan birini aldı

Merih ne düşüneceğini şaşırmıştı. Arkadaşlarının yasını dahi tutamadan bir can pazarının ortasında bulmuştu kendini. Ama önce Zehra'yı koruması gerekiyordu. Onun için gereken ne ise şüphesiz yapacaktı. Onları takip eden araca ateş açtıklarında araç kısa sürede gürültüyle başka bir araca çarpıp devrildi.

 

"Bunlar bizi niye takip ediyor!?"

Veli'nin sorusu patlayan silah sesleriyle güç bela duyulmuştu. Kimse bunun cevabını bilmiyordu. Eymen amir daha fazla dayanamadı. Telsizin frekansını değiştirip destek istedi. Şarjörü biten Merih ise silahını yere fırlatıp başka bir silah aldı.

Geri döndüğü sırada içeri saran beyaz bir ışıkla başını çevirip geriye baktı

Geri döndüğü sırada içeri saran beyaz bir ışıkla başını çevirip geriye baktı. Arabayı süren Taner vurulmuş öylece direksiyonun üzerine yığılmıştı ve karşıdan bir araç hızla onlara yaklaşıyordu. Merih hızla Zehra'nın üzerine atılıp ona siper oldu.

Araç büyük bir gürültüye çarpıştığında herkes bir tarafa savrulmuş Merih, yoldaki bariyerin kopup Turan'ın içinden geçtiğini görmüştü

Araç büyük bir gürültüye çarpıştığında herkes bir tarafa savrulmuş Merih, yoldaki bariyerin kopup Turan'ın içinden geçtiğini görmüştü. Zehra çığlık çığlığa gözlerini kapatırken Eymen amir sertçe başını çarpmış burnunun dağıldığını hissetmişti. Veli tutunduğu koltukla savrulmaktan son anda kurtulurken sıkışan bacağını tereddüt etmeden hızla çekip çıkardı. Kollarına giren cam kırıklarını hisseden Merih ise son anda başını çarpmış görüşü yavaşça bulanıklaşmıştı. Bazen bir karanlık bazen ise aydınlık bir görüntü gözlerinin önüne geliyordu. Zehra'nın onun yüzüne baktığını gördü. Hiçbir şey söylemeden nefes nefese onun yüzünü izlemiş ardından arabadan çıkarak yandaki binaya doğru koşmuştu. Görüş alanından yavaşça çıktığında Merih bilincini kaybetmek üzereydi.

Ne kadar baygın kaldığından habersiz yüzünde sıcak bir nefes hissederek gözlerini açtı. Berserk hemen onun üzerinde endişeyle onun yüzünü yalıyordu. Merih'in uyandığını fark ederek havladı ve hızla kuyruğunu sallamaya başladı. Bir yandan ağzıyla üniformasını tutuyor onu ayağa kaldırmak istercesine çekiştiriyordu. Merih kendine geldi. Şu an uyumanın sırası değildi. Hayalleri, ümit ettiği bir geleceği vardı. Ve bunları gerçekleştirmeden ölmeyecekti. Yavaşça doğrulup diğerlerine şöyle bir baktı. Eymen amir baygın yatıyordu. Veli de onun gibi baygındı. Belki ölmüş bile olabilirlerdi. Merih bunu öğrenmek istemedi. Belki de korkuyordu. O sırada Berserk'in tekrar havlamasıyla başını ona çevirdi. Arabanın ortasına savrulmuş büyük siyah çantayı koklayarak etrafında dolanıyor patisini üzerine koyuyordu. Turan ve Taner'in onları sırtlarında taşıdığını hatırladı. Uzanıp fermuarı açtı hızla. Onu bir çanta dolusu tarihi eser karşıladığında birkaç saniyeliğine şaşkınca bakakalmıştı. Bu da ne demekti? Çatılan kaşları yavaşça düzelirken yumruklarını sıktı.

"Berserk gidiyoruz."

"Hav!"

Ardından doğrulup araçtan çıktı. Alnından akan kanı meskesinin altından hissediyordu. Aldırmadan Zehra'nın peşinden gitti. Kapıdan içeri girdiğinde karanlık bir koridor karşıladı onu. Karanlık hiçbir zaman onun için bir sorun olmamıştı. Eğilip Berserk'i havlamaması için uyardı ve temkinli adımlarla ilerlemeye başladı. Zehra'yı bulmak için etrafa bakınıyor diğer yandan dışarıdan gelen siren sesleri ve mavi kırmızı ışıklarla fark edilmemeye çalışıyordu. Burası müzenin yönetim binası olmalıydı. Her yerde odalar vardı ve çoktan tahliye edilmişti. Merih ilerlemeye devam ettiğinde koridorun sonunda konuşma sesleri duyuldu. Sesin geldiği yöne doğru yürürken arada arkasına bakıp kimsenin gelmediğinden emin oluyordu. Koridorun sonuna geldiğinde seslerin odadan geldiğini fark etti. Odanın ışığı açık kapısı da aralıktı. Dönüp Berserk'e oturmasını işaret ettiğinde Merih'in gözünün içine bakan zeki köpek hemen çökmüş sonraki emiri beklemeye başlamıştı.

"Öldüğünü söylüyorum sana. Plan tam olmasa da bir şekilde işe yaradı. Öldü hepsi."

Zehra'nın sesi geliyordu Merih'in kulağına. Eğilip baktığında ise onu gördü. Karşısında timden Furkan vardı. Yaklaşıp Zehra'nın önce ellerinden tutmuş ardından dudaklarını öpmüştü.

"Ne güzel işte. Her şey tıkırında ilerledi. Bize de koca bir servet kaldı."

Zehra gülümsediğinde hafifçe başını salladı.
Merih o an ölmeyi dilemişti. Keşke bir kurşun da o yeseydi de bunları görmeseydi. İçinde yükselip gelen bir ateş tüm vücudunu sardı. Duyduğu şeyin acı olduğunu dahi fark edemedi. Sadece yandığını hissediyordu. Uzanıp kapıyı biraz daha araladı. Zehra irkilerek Merih'e döndüğünde gözleri irice açıldı. Furkan ise silahı ona doğrultmuş birkaç adım gerilemişti.

"Sen..." diyebildi Furkan kekeleyerek. Zehra'ya dönüp birkaç adım daha geriledi.

"Öldüğünü söylemiştin."

Zehra da dehşete düşmüş "Öyleydi." demişti. Merih hiçbir şey söylemeden kapının önünde duruyordu. Uzun süre yalnızca ikisine baktı. Zehra, Furkan'ın arkasına sinmiş gözlerini utanmadan ona dikmişti. Yüzünde ihanetin utancı yoktu. Bir melek kadar güzel görünen yüzü tüm masumiyetini yitirmiş gibi kararmıştı sanki birden. Körü körüne aşık olduğu kadın gözüne hiç bu kadar çirkin gelmemişti. Cebindeki yüzüğü hatırladı bir an. Yaptığı onca hazırlığı, çiçekleri, hayallerini hatırladı. Bu aşkı emek vererek vakit ayırarak kendi elleriyle inşa etmişti. Karşılığı bu muydu?

"Ne kadardır?" dedi Merih sert bir sesle. Sesi hiç titrememiş hiç olmadığı kadar net çıkmıştı. Yalnızca bilmek istiyordu. Tatlı bir yalanla kendini avutmak ya da bilinmezlikle kendine işkence etmek yerine acı gerçekleri bilmek istiyordu.

"En başından beri." dedi Zehra titreyen sesiyle.

İçindeki yangın gittikçe artıyordu. Aşkın hiç bu denli canını acıtacağını düşünmemişti. Aşk değildi zaten canını acıtan. Bu zamana dek bir yalan için verdiği değer ve emekti canını yakan. Hiç değmeyecek biri için yapılan onca çaba, fedakarlık...

"Neden?" diye sordu bu kez Merih. Anlam verememişti. Neden en başından beri onunla yalnızca oyun oynamıştı?

"Hepsi bir plandı."

"Ne planı?" dedi Merih sakince. Bu sakinlik hem Zehra'yı hem de Furkan'ı korkutuyordu.

"Ne planı Zehra!?"

Birden hiddetle bağıran Merih tüm binayı inletmişti adeta. Zehra sıçrayarak gözlerini kapatırken Furkan bacaklarının titrediğini hissetti. Hiçbir zaman itiraf etmediği şeyi itiraf etti kendine. Merih'ten deli gibi korkuyordu. Öyle ki onu kendi öldürmeye cesaret edememişti. Şu durumda dahi, yaralı olmasına rağmen dimdik ayakta duruyor gözleriyle ikisini öldürüyordu adeta. Uzun boyu ve yapılı vücudu hiçbir şeye yenilmez gibi duruyordu. Oysa yanılıyordu. Bu yenilmez görünen adam yalnızca aşka yenilmişti. Güzel bir gülümseme uğruna, bir damla sevgi uğruna ufalıp yok olmuştu zamanında.

"Bu soygun yıllardır planlanıyordu."

Zehra bunları söylerken yüzünü saklamamış doğruca Merih'e bakmıştı.

"Senin bu time seçilmen, benim sana yaklaşmam, eğitimlerin, emirlerin, görevlerin... Her şey planlıydı."

Merih bir adım atıp "Açıkla." dediğinde Furkan gerileyip nişan aldı.

"Yaklaşma!"

Merih bakışlarını Furkan'a dikti doğruca. Taşlar yavaş yavaş oturmaya başlamıştı. Onun davranışlarını tepkilerini şimdi anlamıştı. Yıllarca omuz omuza savaştığı silah arkadaşının böyle yapacağı hiç aklına gelmezdi. Merih olduğu yerde kalıp Zehra'nın devam etmesini bekledi.

"Bu tim yıllar önce baş amir tarafından toplandı. Önce planına ortaklar buldu, daha sonra yetenekli işe yarar adamlar olarak sizi."

"Biz kim?"

"Eymen amir, Merve, Caner, Şahin, Veli, Batuhan, Mert ve sen."

Demek onların da bu olanlardan kendisi gibi haberleri yoktu. Zehra devam etti:

"Camiada adı duyulan yetenekli kişiler olarak sizi time dahil etti. Sizler yalnızca piyondunuz. Ahmet, Görkem ve Halil gibileri ise çok yetenekli değillerdi ama iyi birer yemdi."

Merih içinden kopup gelen öfkeyi dizginlemeye çalıştı. Cebinde taşıdığı kanlı bebek patiği dile gelmiş feryat figan ediyordu sanki. Bebeğine kavuşamadan göçüp giden arkadaşına yem demişlerdi. Birini bebeğinden, birini ailesinden birini ise sevgilisinden koparıp bir hiç uğruna harcamışlardı. Merih, Zehra'nın her kelimesiyle daha da kahroluyordu. Derin bir nefes alan Zehra yutkunarak devam etti:

"Seni time bağlamamız ve kör etmemiz gerekiyordu. Öyle de oldu. Rehin alındığım yalanına inanıp benden başka hiçbir şey düşünmedin. Hatta öyle kör oldun ki öldürdüğün o insanların gerçek birer polis olduklarını dahi fark etmedin."

İşte o son sözler her şeyin bittiği noktaydı. Tüm vücudu kaskatı kesildi.

"Ne?" diyebildi sadece.

"Onlar polis kılığında soyguncular değil, gerçek polislerdi."

Merih'in dünyası başına yıkılmış gibi öylece kalakaldı. Gerisini dinlemedi. Gözünün önüne kurşun sıktığı polisler geliyor dağılan vücutlarının görüntüleri zihninde yankılanıyordu. Kendi elleriyle meslektaşlarını katletmişti. Hiç çıkmayacak bir kan lekesi ellerine ilmek ilmek işlenmişti. Tüm vücudu uyuşmaya başladı. Kalbi bir et yumrusu olmaktan çıkmış paramparça olmuştu sanki. Çatlaklarından akan kan öylece boşluğa dökülüyor kan kaybediyordu içten içe. Diri diri toprağa girmek istedi. Diri diri toprağa girip cehenneme kendi ayaklarıyla atlamak istemişti. Günahkâr bedenini ancak cehennem aklayabilirdi.

"Öldür beni..." dedi sessizce yüzündeki maskeyi çıkarırken. Karşı çıkmayacaktı. Yalnızca ölmek istiyordu. Zehra ve Furkan şaşkınca ona baktılar. Merih'in yaşadığı dehşet yüzünden okunuyordu.

"Öldür beni!"

Birden bağırmasıyla Zehra kulaklarını kapatmış Furkan ise derin derin aldığı nefeslerle titreyen ellerini ona doğrultmuştu. Merih çıldırmış gibi onlara doğru yürümeye başladı.

"Vursana!"

Böyle bir sorumlulukla yaşayamazdı. Üzerinde taşıdığı kanla yıkanmış üniforma bile lanet etti olanlara. Utandı palaskası, yüreği gibi karardıkça karardı postalları. Onca hayatı söndürdükten sonra kendisi nasıl yaşayabilirdi?

"Bas tetiğe!"

Doğruca onların üzerine yürürken nişan almakta zorlanan Furkan titreyen ellerini kontrol etmeye çalışıyordu. Tam ateş ettiği sırada kapıdan fırlayan Veli, Merih'in üzerine çullanmış aynı anda geride beliren Batuhan bir sis bombası atmıştı içeriye. Etrafı sis sararken Veli, Merih'i sürükleyerek dışarı çıkarmaya çalışıyor diğer yandan Batuhan açtığı yayılım ateşiyle odayı tarıyordu. İkisi de Zehra'nın söylediği her kelimeyi duymuş yaşadıkları dehşeti atlatamadan Merih'i aradan çekip çıkarmışlardı. Kapının eşiğinde içeri havlayarak bir sağa bir sola atlayan Berserk bazen içeri girecek gibi oluyor ama aldığı emire itaatsizlik etmekten çekinerek geriliyordu.

"Berserk geri çekil!"

Veli'nin sözleriyle geri çekilen köpek iniltilerle koridorda gezinmeye başladı.

"Bırak beni Veli! Buraya gömüleceğim!"

Veli dinlemeden onu karanlık koridora çıkarıp tutmaya çalıştı. Ama Merih çıldırmış gibi çırpınıyor hıçkırıklarla ağlıyordu. Batuhan sis dağıldıkça içeride kimsenin olmadığını fark etti. Yangın merdiveninin açık kapısını gördüğünde oradan kaçtıklarını anlamıştı. Niyahet dehşeti yaşamaya vakit bulduğunda hissettiği müthiş bir mide bulantıyla bağırıp çağıran Merih'e döndü. Ne tepki vereceğini bilemiyordu. O da diğer arkadaşları gibi meslektaşlarını katletmişti. Hızlı hızlı aldığı nefeslerle drone ile aldığı kaydı diğer ekip üyelerine gönderdi, yeni bir frekansla telsizlerini bağladı.

Caner ve Merve güç bela müzenin çatısına çıktıklarında bir köşeye sinip derin nefeslerle dinlenmeye çalıştılar. Tüm çıkışlar kapanmış ikisi de kapana kısılmıştı. Ne kulaklık çalışıyor ne de telsizden bir yanıt geliyordu.

"Sanırım daha önce hiç bu kadar ölümle burun buruna gelmemiştim."

Merve'nin sözleriyle Caner ona döndü.

"Buradan sağ çıkacağız."

Son şarjörünü takan Caner, Merve'yle göz göze geldiğinde Merve şarjörlerini çoktan bitirmişti. Silahını yere atıp bıçaklarını çekti.

"Diğerleri sağ mı ki?"

Bunun cevabını ikisi de bilmiyordu. Ama kimseden bir ses seda çıkmadğına göre muhtemelen çoktan ölmüşlerdi. İkisi de sessizce ölümü beklerken pes etmeye de niyetleri yoktu. Sonuna dek savaşacaklardı. Adım seslerinin geldiğini duyduklarında Merve hemen kapının yanına sinmiş Caner ise son şarjörüyle doğruca kapıya nişan almıştı. Kapıdan fırlayan birkaç polisle Merve birinin hakkından gelerek bıçağını adamın göğsüne sapladı.

"Üniformamızı kirletmeye nasıl cürret edersiniz?"

Sinirle bunları söyleyen Merve onu yere attığında diğer iki polisi de vuran Caner kanın üniformada dağılışını izlemiş öfkeyle adamın suratına bakmıştı. Bir soyguncu olarak fazla ileri gitmişlerdi. O sırada gelen mesajla kulaklıklarında Zehra'nın itirafları yankılanmaya başladı. Başta ikisi de ne olduğunu anlamamışlardı. Ama her bir sözün ardından bütün taşlar oturmaya başladı. Ve o son bitirici cümle yankılandı:

"Onlar polis kılığında soyguncular değil, gerçek polislerdi."

İkisi de buz kesildi. Öylece yerde yatan meslektaşlarına baktıklarında Caner pustuğu yerden doğruldu. Elindeki silahı yere düşürdüğünde Merve "Hayır, hayır, hayır!" diyerek koşarak bıçakladığı polisin yanına çökmüş eliyle kanı durdurmaya çalışmıştı.

"Hayır ölme. Ölme lütfen yalvarırım!"

Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Nefesinin daraldığını hissetti.

"Caner! Yardım et yaşıyor!"

Caner onu duymamıştı bile. Sendeleyerek geriye düştü. Gözleri gökyüzünün karanlığında kandil gibi parlayan yıldızlardaydı. Acımasızca arkadaşlarını öldürmüştü. Bilinen en cani katil o olmalıydı. Duyduğu bu acıyla nasıl baş edeceğini bilmeden yerde uzanırken seğiren gözleri ve uyuşan sol tarafıyla kısmi felç geçirdiğini dahi fark etmedi. Merve kollarındaki meslektaşını yaşatmaya çalışırken polis, katilinin kollarında onun gözlerine bakıp "Hainler..." diyerek son nefesini verdi. Duyduğu son sözle Merve kalbinin söküldüğünü hissetmişti. Dolu dolu gözlerinden yanaklarına yaşlar süzüldüğünde çaresizce ne yapacağını bilemeden çığlık çığlığa ağlamaya başladı.

Mesajı en son alan Şahin tüfeğinin başında dakikalarca öylece kaldı. Ne bir göz yaşı dökebildi ne de bir ses çıkarabildi. Doğrulup sırıtını duvara yasladı. Cebinden çıkardığı sigarayı zippo çakmağıyla yakıp derin bir nefes aldığında başını geriye yaslayıp onca hayatın ellerinden nasıl kayıp gittiğini düşündü.

Diğer yandan Merih'i güç bela sakinleştiren Veli ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle sıyırıp attığı maskesinin altıdan çıkan kel başını tutmuş acısıyla başa çıkmaya çalışıyordu.

"Ne yaptık biz?"

"Ne yaptık biz?"

"Ne yaptık biz?" diye sayıklarken bağırmaktan kısılan sesi güç bela çıkıyordu. Öldürdüğü meslektaşlarının görüntüleri gözünün önünden gitmeyen Batuhan bu acıya dayanamayacağını biliyordu. Kulaklıktan gelen Merve'nin çığlıkları içini yırtıp geçiyordu sanki. Dayanamadı da. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı ve silahının namlusunu çenesinin altına dayadı.

"Ben bu acıyla yaşayamam."

Sözlerini fark eden Veli duraksayıp "Yapma Batuhan!" diye bağırdığında ise artık çok geçti. Yüzünü dağıtıp geçen kurşunla bir sanat eseri gibi duvarı boydan boya boyayan kan etrafa saçıldığında Veli ve Merih de duvar gibi arkadaşlarının kanıyla boyanmıştı. Birini daha kaybetmenin acısını yaşayamadılar. Merve duyduğu silah sesiyle irkilerek bir eliyle ağzını kapattı. Kusmak istiyordu. Sürekli uğraşıp dalga geçtiği Batuhan'ın intiharına tanık olmak dehşetini katlamıştı. Siarayı tam ağzına götürürken duyduğu silah sesiyle duraksayan Şahin ise gözlerini kapattı acıyla. Veli dizlerinin üzerinde ağlayarak yere kapanmış Merih gözünü dahi kırpmadan hâlâ kanlar fışkıran cesede bakıyordu öylece. Ne bir tepki verebiliyor ne de bir şey söyleyebiliyordu. Kim olduğunu unutmuştu adeta. Neler olduğunu nerede olduğunu unutmuştu. Hiçbir şey duymuyordu. Gözleri bakıyor ama görmüyordu. Ölüyor muydu? Birden yüzüne yediği sert bir tokatla irkildi. Biri onu tokatlıyor yakasından sarsıp bağırıyordu. Boğuk sesler aniden netleşti. Nefes almayı hatırlamış gibi nefes alırken refleksle onu tokatlayan Eymen amiri tutmuş ona bakmıştı. Alnından oluk oluk kan akan Eymen amir mesajı dinlerken güç bela arabadan çıkıp yanlarına gelmişti. Anlaşılan fazlasıyla geç kalmıştı. Batuhan'ın tanınmayan yüzüne şöyle bir bakıp Veli ve Merih'i sarstı.

"Kendinize gelin!" dedi ve devam etti: "Merve! Caner! Şahin! Size de diyorum!"

Gözleri iri iri açılmış duyduğu müthiş bir öfkeyle yeryüzünü birbirine katmaya hazır görünüyordu.

"Bize, meslektaşlarımıza bunu yapan şerefsiz hâlâ buralardayken siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz!?"

"Ağlıyor musunuz?"

"Ağlayın!"

"Merve, sen katilsin!"

"Caner, sen katilsin!"

"Şahin, sen katilsin!"

"Deliveli, sen katilsin!"

"Merih, sen katilsin!"

"Biz katiliz!"

"Bu işe başladığımız ilk günden itibaren bizler katildik!"

Hiddetle bağıran Eymen amir, Merih ve Veli'yi çekiştirerek ayağa kaldırdı ve yan yana hizaya getirdi.

"Kim için? Ne için? Düşünün!"

Veli'nin göğsüne sertçe vurup "Kim için? Ne için Deliveli!?" diye sorduğunda Veli başını kaldırıp "Vatan için amirim!" diye bağırmıştı.

"Üç beş vatan haininin sırf kendi çıkarlarını korumak için ettiği ihanete bizler ortak mıyız!?"

Deliveli tekrar "Değiliz amirim!" diye bağırdığında Eymen amir "Bizi kullandılar." dedi, "Bizi vezire bir piyon gibi, balığa bir yem gibi kullandılar."

"Ellerimizdeki kardeş kanı hiç silinmeyecek, günahlarımızdan asla arınamayacağız."

"Ama ölen kardeşlerimizin intikamını alacağız. Kanlarını yerde bırakmayacağız."

Bu sözlerin ardından Merve ağlamayı kesmiş içinde dolup taşan öfkeyle ayağa kalkmıştı. Caner de doğrularak hâlâ uyuşuk olan sol tarafını umursamadan ayağa kalktı. Şahin sigarasını söndürmüş tüfeğine uzunca bakmıştı. Deliveli yerden hemen silahını kaptığında Merih kapalı gözlerini öfkeyle açtı. Cayır cayır yanıyordu sanki gözleri. Acı çekmenin ya da yas tutmanın sırası değildi. Bu oyunu tersine çevirmenin zamanı gelmişti. Hepsinin hissettiği tek bir duygu vardı; müthiş bir öfke. Ve tek bir istekleri vardı; intikam.

"Plan nedir amirim?" diye soran Merve'yle, Merih eğilip Batuhan'ın silahını aldı. Yüzüne bakmaya cesaret edememişti. Yalnızca ellerine son kez dokunarak silahı almıştı. O an aklına bir anı geldi. Batuhan'ın babannesinden başka kimsesi yoktu. Dedesi gibi babasını da şehit vermiş annesi ise onu doğururken vefat etmişti. Anne tarafı Batuhan'ı annesinin ölümünden sorumlu tutarak hiçbir zaman görüşmek istemedi. Yaşına rağmen ona sahip çıkan babannesi ise Isparta'nın bir köyünde hayvancılıkla ve Batuhan'ın gönderdiği parayla geçimini sağlıyordu. Ramazanda eğitim için Isparta'ya gittiklerinde çarşı gününde babannesinin ısrarıyla tüm tim toplanıp köye gitmiş iftarı babannesinin evinin avlusunda yapmışlardı. İhanetten habersizce sofrasına oturtan Batuhan'ın yüzü öyle güleç öyle mutluydu ki... Hatta bir ara dayanamayıp göz yaşı dökmüş "Ne güzel oldu bu, tıpkı aile gibiyiz." demişti. İçten içe bastırdığı aile özlemini çekinmeden dışa vurmuştu. Taner'in ona sıkıca sarılıp sırtına vurduğunu hatırlıyordu Merih. Batuhan ise bir hainin omzu olduğundan habersiz dakikalarca göz yaşı dökmüştü. Hep beraber yaşlı kadına yardım etmişler hatta günlük işleri bile baş amirle birlikte halletmişlerdi. Sofrada dönen bol kahkahalı muhabbetleri şakaları unutamıyordu. O zaman 'Neden?' diye sormadan edemiyordu insan. Neden böyle yaptılar? Neden...

"Benim oğluma sahip çık yavrum. Benden başka kimsesi yoktur. Benim de ondan başka kimsem yok. Dedesini, babasını şehit verdim, vatan sağolsun ama Batu yavrumu da toprağa verirsem ben ne yaparım? Sana emanet tek canım, Batuhan'ım."

Baş amire bu sözleri söyleyen babannesi dolu dolu gözlerini yemenisiyle silmiş baş amire sarılıp öpmüştü oysa. Baş amir ise babanneye sarılıp "Sen içini ferah tut teyzem. O timin en küçüğü, gözümüz gibi bakıyoruz ona." demişti. Yumruklarını sıktı Merih. Her şeyin bir rolden sarfedilen bu içten sözlerin bir yalandan ibaret olduğunu kabul edemiyordu.

"Özür dilerim..." dedi birkaç gözyaşı dökerken, "Özür dilerim fark edemediğim için."

Ona bir "Dur." dahi diyememişti. "Yapma." diyememişti. İzlemişti yalnızca. Ne yaptığının dahi yeni farkına varıyordu. İçindeki yangın gittikçe daha da harlandı. Veda etmedi, gözyaşları bir vedaydı onun için. Bir süre gözlerini tekrar kapatıp çenesini sıktı. Öyle ya da böyle olanları kabullenmesi gerekiyordu. Ayağa kalkıp çıkardığı maskesini tekrar yüzüne geçirdi ve doğruca çıkışa yöneldi. Onun peşinden koşan Berserk biraz daha hızlanarak önüne geçmişti.

"Plan falan yok." dedi buz gibi çıkan sesiyle. Onun için rütbenin bir önemi yoktu artık. Saygı da duymuyordu. Kimseden emir almayacak bu işi kendi yöntemiyle çözecekti.

"Öldürün ama ölmeyin. Çünkü öldüğümüzde bizi cehennem bile kabul etmeyecek."

Kimse sesini çıkarmadı. İtiraz etmedi. İlk toparlanan Şahin oldu. Ağzına attığı bir sakızla tüfeğini alıp omzuna attı. Ardından Merve ve Caner birbirlerine bakıp tekrar maskelenmiş intikam ateşiyle tekrar içeri girmişti. Veli, Merih'e şöyle bir göz atıp peşinden gitmek yerine yangın merdivenine yöneldiğinde Eymen amir geldiği yola geri dönmüştü. Böylece hepsi dağıldı. Ve Merih'in sesi yankılandı kulaklarında:

"Beni duyuyor musun Yalçın amir?"

"Her zaman senin için gidiyordum şimdi senin için geliyorum."

"Hangi deliğe girersen gir, hangi cehenneme gidersen git seni bulacağım."

"Ve tuttuğum yas için göz yaşı yerine senin kanını dökeceğim."

İşte o an düşünmeyi bıraktı Merih. Ölmeye de öldürmeye de hazırdı. Kendini bilerek, isteyerek öfkenin kollarına atmıştı. İntikam arzusunun verdiği ateş tüm vücuduna dağılıyor sol koluna yediği kurşunun acısını dindiriyordu. Onca olana rağmen hiç olmadığı kadar diri hissediyordu kendini. Sanki görünmez bir çelik yelek giymiş gibi ölümsüz hissediyordu kendini. Kollarında, bacaklarında, göğsünde, sırtında dolaşan kuvveti iliklerine kadar hissediyordu. Kanının son damlasına kadar savaşacak ve intikamını alacaktı.

O sırada güvenlik kameralarından müzenin içini ve dışını izleyen Yalçın amir, Merih'in sözlerini yanındaki adamlarıyla birlikte çok net duymuştu. Ortam birden gerilmiş adamlar tereddüte düşmüştü. Çünkü timdeki herkes namı değer Avcı'nın yeteneklerinin farkındaydı. Ve onlar için geleceğini söylüyordu. Yalçın amir bunun olacağına ihtimal verse gerçekleşeceğini çok düşünmemişti. Aslında hepsinin o karmaşada ölüp gideceğini planlamıştı. Ama her şeyin kusursuz ilerlemesi bir mucize olurdu. Elbette beklenmedik krizler olacaktı. Önemli olan bununla nasıl baş edileceğiydi. Yalçın amir göğsünde bağladığı kollarını indirmeden rahatça "Konumlarını takip edin." dedi. Operasyonun başından beri üzerlerindeki takip cihazıyla herkesin yerini anlık olarak izleyen Yalçın saate baktı. Zaman daralıyordu. Polisler onları enselemeden eserleri almaları ve buradan iz bırakmadan çıkmaları lazımdı.

"Hepsi dağılıyor. Takip ediyoruz."

Yalçın bu kez kameralara baktı. Adamlarının eserleri hızla çantalara doldurduğunu gördüğünde sordu:

"Oğuz, ne kadar kaldı?"

Eserlere maddi kayıp yaşatacak zararlar vermeden çantalara dolduran adamları organize eden Oğuz kulaklığından gelen sesle duraksayıp dinledi. Ardından cevap verdi:

"Biraz daha zamana ihtiyacımız var."

Yalçın saate bakıp düşündü. Yanında dikilen Altay'a dönüp "Yanına iki kişi al ve Merih'i hallet." dediğinde Altay kaşlarını çattı.

"Ben senin ortağınım, piyonun değil."

Yalçın göğsünde bağlı kollarını çözdü ve bir süre Altay'a baktı. Hafifçe başını sallayarak onayladığında masaya doğru yaklaştı. Ardından masanın üzerindeki silahı kaptığı gibi doğruca tüm şarjörü Altay'ın üzerine boşaltmıştı. Delik deşik olan Altay öylece yere yığıldığında "Elim yeterince kanlı ve daha fazla kana bulamaya da çekinmem." dedi. Kapının önünde duran Oktay'a döndü bu kez.

"Dediğim gibi, Merih'i süzgece çevirmeden geri gelmeyin."

Oktay reddetme gibi bir lüksünün olmadığını anladığında hafifçe başını eğip başka iki adama işaret etti.

"Siz benimle gelin."

İki adam hızlıca hazırlandığında kendilerini Oktay'ı takip ederken buldular. Verilen konuma ilerlerken ikisi de soğuk terler döküyordu. Oktay onların gerginliğini fark ettiğinde ilerlemeye devam edip konuştu:

"Merak etmeyin. Tüm giriş çıkışlarda adamlarımız var. İçeri girmesi imkansız. Üstelik yaralı ve cephanesi az. Onu kek gibi yiyeceğiz."

Bu sözlerle ikisi de biraz rahatlamıştı. Ne de olsa üç kişilerdi.

"Öfkesi gözünü boyamış durumda. İradesini kaybetmiş inatçı bir keçi gibi bize kafa tutuyor sadece. Bugün o av, biz avcı olacağız."

Diğerleri kibirle güldüklerinde silahlarına daha sıkı sarılıp aralarında iddiaya girmişti.

"Onu vuran ben olacağım. Bin lirasına bahse varım."

Diğeri alayla güldü.

"Bin beş yüz."

Oktay ise "İki bin." diyerek noktayı koymuştu. Aralarında gülüşerek merdivenleri indiklerinde Oktay onlara dönüp dalga geçti.

"Altınıza bez bağlayın."

İkisi de gülmek yerine birden donakaldılar. Yüzleri bir sonbahar yaprağı gibi solmuş gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Birisi silahını indirdi yavaşça.

"Hass*****..." dediğinde ise Oktay başını yavaşça onların baktığı yöne çevirdi. Kapının girişi adeta bir kan gölüne dönmüştü. Ama korkunç olan bu değildi. Asıl korkunç olan kapıda nöbet tutan ortaklarının cesetlerinin bir eser misali boş cam fanusların içinde sergilenmesiydi. Kimisinin uzuvları yok kimisinin yüzleri tanınmayacak haldeydi. Kurşun deliklerinden sızan kanlar yerde gölet oluşturuyor iğrenç bir koku yayıyordu. Oktay'ın gerisindeki iki adamdan biri dehşet içinde titremeye başladı.

"Nasıl?" dedi. "Bunu bir insan yapmış olamaz."

Oktay uzun süre kendine gelemedi. Onu kendine getiren kulaklığından gelen sesti.

"Ne duruyorsunuz hedef tam karşınızda."

Oktay hızla silahına sarıldı. Karşıda canlı kimse yoktu. Bir elini kulaklığına götürüp konuştu:

"Burada kimse yok."

"Hedef tam karşınızda görünüyor."

Oktay bir kez daha uzunca karşıya baktı. Görünen tek şey cesetlerdi. Saçlarından alnına doğru soğuk bir ter çenesine doğru süzülürken birden tüm ışıklar söndü. Üçü de korkuyla irkildiğinde karanlığın Merih için tek bir anlamı vardı;

'Geliyorum.'

Oktay diğer ikisine seslendi.

"Kendinize gelin. Onu bulacağız."

İçlerinden biri birden sinirle bağırdı.

"Onu bulmak mı!? Kör müsünüz adam bildiğin bizimkileri sergiye çıkarmış! Canıma susamadım, ben gidiyorum!"

Kalbi deli gibi çarpıyordu. Bu mesleği hiç yapmak istememişti zaten. Varsa yoksa derdi paraydı. O yüzdendir ki şerefini, vicdanını, kendini para için satmıştı. Birden bir ses duyuldu:

"Şh! Müzede yüksek sesle konuşulmaz."

Bu şüphesiz Merih'in sesiydi. Üçü de korkuyla silahına davrandığında etrafa bakınmaya başladılar. Ses çok yakından gelmişti.

"Lütfen eserlere dokunmayalım."

Ses yukarıdan geliyordu. Üçü de aynı anda yukarı baktıklarında duvardaki küçük bir balkondaki mermer Ares heykelinin önünde oturan Merih'i gördüler. Bir ayağını aşağı sarkıtmış diğerini kendine çekmişti. Bir elini dizine diğer elini ise silahının üzerine koymuştu. Beklemekten sıkılmış bir hali vardı. Oktay, Merih'i uzun süredir tanıyordu. Defalarca birlikte göreve çıkmışlardı. Yetenekliydi evet ama hiç böyle görmemişti onu. Bambaşka biri olmuştu sanki. Hiç bilinmeyen biri olarak ayın görünmeyen yüzü gibi ortaya çıkmıştı. Yüzündeki maske değil gözleriydi ürkütücü olan. Bomboş ve soğuktu. Eski sevgi dolu, gençlik ateşiyle parlayan gözleri soluktu. Kana susamış bir vampir gibi eli yüzü kan içinde doğruca onlara bakıyordu. Fırsatı varken neden onları öldürmemişti? Oktay'ı korkutan asıl soru buydu. Üçü de onu görür görmez silahlarını ateşlerken yere düşen boş kovanların sesleri yankılandı. Ama ateş ettiklerinin yalnızca bir ayna olduğunu kırılan cam sesleriyle farkına varmaları uzun sürmedi. Üzerlerine düşen ayna parçalarıyla kendilerini korumak için ellerini siper ettiklerinde gözlerini açar açmaz aralarında dikilen Merih'i gördüklerinde üçü de neye uğradığını şaşırdı.

"Böö!" diyerek korkak olanın başına dayadığı silahı ateşleyen Merih vakit kaybetmeden diğerine dönmüş diğer elindeki bıçağı adamın çenesinin altından kafasına doğru hızlı bir darbeyle yüzünü ikiye ayırmıştı. Karanlıktan kopup gelen Berserk korkunç hırıltılarla Oktay'ın üzerine atladığında kaptığı kolunu kopararcasına çekiştirmeye başladı. Dikkati dağılan Oktay'a bir tekme geçiren Merih elindeki silahı düşürdüğünde onu yakasından tuttuğu gibi kendine doğru çekerken "Kim av? Kim avcı?" diyerek zerre acıma duygusu barındırmadan boynunu kırmıştı. Tek kelime edemeden yere yığılan Oktay anında öldü. Merih, Oktay'ın yüzüne şöyle bir bakıp geri döndü. Gözünün önünden birlikte geçirdikleri vakit, görevler geçerken yerden silahını alıp ilerlemeye devam etti. Geride fanusların içinde sergilenen cesetler ve bir kan göleti bırakmıştı. Yukarıdaki savaş tanrısı Ares heykeli olanlar karşısında kendi tanrılığından şüphe etti. Tek kişinin verdiği bu savaşın cesareti onu tatmin ederken özlediği kan kokusu onu rahattı. Gözlerini Merih'in üzerinden ayırmadan gülümsedi. Verdiği savaştan sağ çıkabilecek mi? asıl merak ettiği buydu.

 Verdiği savaştan sağ çıkabilecek mi? asıl merak ettiği buydu

 

Bölüm sonu.

 

Bölümü nasıl buldunuz? Fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın. 🥰

 

Sevgilerle, haftaya görüşmek üzere!

 

 

Loading...
0%