@msmarvi
|
Merhaba değerlilerim, Günümüz "İşte benim hikayem." Merih uzun süre hatırlamak istemediği anıları tekrar gün yüzüne çıkarmıştı. Aradan neredeyse üç yıl geçmesine rağmen olanlar hâlâ dün gibi aklındaydı. Muhtemelen Alçin'in bundan sonra Merih'e bakış açısı değişecekti. Belki onu korkutabilirdi dahi. Ama öyle olmadı. Alçin tek kelime etmeden sadece onu dinlemekle yetinmiş son cümlesinin ardından çayından bir yudum daha almıştı. Başını hafifçe kaldırdığında yüzünde garip bir alaycı gülümseme vardı. "En az benimki kadar kötü bir hikaye." Dehşet dolu bir geçmişle yüz yüze kalan Alçin hislerini yokladı. Bomboş bir odayı andıran kalbinde ne bir üzüntü ne de bir duygu kırıntısı vardı. "Anlatmadığın sürece hangisinin daha kötü olduğunu bilemeyiz." Merih'in sözleri onu hislerini aramaktan sıyırmıştı. "Henüz anlatamam." "Neden?" "Çünkü benim hikayem daha bitmedi." Merih susup onu izledi. Zayıf yüzü diğer günlerden daha solgun görünse de dudakları bir o kadar renkli saçları ise parlaktı. Kandilin zar zor aydınlattığı ışıkla uzun kirpiklerinin gölgesi yüzüne düşüyordu. "Hikayen bittiğinde ya çok geç olursa?" Alçin duraksadı. Yüzünde yeniden bir alaycı gülümseme belirdi. "O zaman hikayemi anlatmak için cehennemde seni bekliyor olacağım." Bu sözlerle Merih de güldü. Alçin, Merih'in güldüğünü hissettiğinde içinde garip bir heyecan belirmişti. "Hâlâ gülebiliyorsun." Merih bakışlarını ondan çekip elindeki fincana dikti, gülümsemesi yavaşça soldu. "Elimden başka bir şey gelmiyor. Gülebiliyorum ama içimdeki o boşluk bir an olsun bana rahat vermiyor." Alçin'in gözleri karşıya dikilmişti. Merih'in söz ettiği 'boşluk'tan kastını kavramaya çalıştı. "Yaptıkların için pişmansın yani?" Başını eğip bir süre sessiz kalan Merih ne diyeceğini bilemedi. İç dünyasına dalıp bir his kırıntısı arasa da hiçbir şey duymuyordu. Heyecan ve hevesi tatmayalı çok uzun zaman olmuştu. Sevgi onu korkutmaya başlamış aşk derin bir yara olarak kalmıştı yüreğinde. Yaptıklarından gerçekten pişman mıydı buna bile cevap veremiyordu. Hissettiği tek şey; hiçbir şeydi. "Bilmiyorum. Belki öyleyim, belki de değilim." "İntikam?" diye sordu Alçin başını hafifçe yana eğerek. "İntikam mı? İntikam yalnızca beni tüketir." diye karşılık verdi Merih. Alçin'in yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi yeniden. Aklına bir şey gelmiş gibi duraksamış bakışları durgunlaşmıştı. "Senin aksine intakamın yaşattığı bir adam tanıyorum." dedi ve tekrar duraksadı. Ardından sesi de bakışları gibi yumuşayarak "Kader sizi bir araya getirecek gibi hissediyorum. İyi anlaşırsınız." diye devam etti. Merih bir şey söylemedi. Kısa bir süre yeniden sessizlik oldu. Merih de Alçin de bambaşka şeyler düşünüyordu. Nihayet Alçin konuşacak gibi oldu. Ama nedense duraksadı. Bir an tereddüt etti ve yalnızca ağzını açmakla yetindi. Başını hafifçe yana eğmiş kaşları merakla çatılmıştı. Bir süre daha öylece kaldı ardından sordu: "Peki ya aşk?" Merih durup düşündü. Zamanında aşk diye çabaladığı anlar gözünün önüne geldi. Bir çift göz için kalbinin cayır cayır yandığını, ilk öpücük için karnında uçuşan kelebekleri hatırladı. Şimdi o kalp buzdan bir kanlı şato olmuş karnında uçuşan o kelebekleri kusmuştu acıyla. Aslında hiç sevilmediğini hatırlayarak derin bir hüzün denizine attı kendini. Hâlâ dün gibi canını yakıyordu nasıl kullanıldığını hatırlayınca. "Aşk gideni yaşatır, kalanı öldürür. Ben gideni öldürüp kalanı yaşattım." "Sen kendini yaşattığını mı zannediyorsun?" Alçin'in sözleri bir an onu boşluğa sürdü. Farkındalıkla başını kaldırdığında garip bir utanmışlık hissediyordu. Bunları anlattığı için hemen pişman oldu. Uzun zamandır bastırmaya çalıştığı o tarifsiz huzursuzluk bir kemik gibi acıyla midesine oturmuştu. Gözlerine o günden parça parça görüntüler geliyordu; kanlı eller, karanlıkta bir sigara dumanı gibi havaya karışıp giden hızlı nefesler, korku dolu gözler, hemen başını sıyırıp geçen kurşunlar, çığlıklar... "İnsanlar bana baktığında... Sanki yüzümden olanlar okunuyor gibi. Sence bir canavar gibi mi görünüyorum?" Sorusuyla Alçin bir süre sessiz kalıp onu dinledi. Merih uzanıp boynundaki derin yara izine dokundu. Zehra'nın açtığı bu yara dışarıdan iyileşse de içeriden hâlâ ilk günkü gibi sızlıyordu. Vücudunda taşıdığı onca bıçak, yara, yanık ve dikiş izlerini her gördüğünde sanki bedeni bir kil tabletmiş de çivi yazısıyla üzerine işlenmiş gibi okunabiliyordu her seferinde yaşananlar. Sadece onun bildiği bir dille yazılmış, yalnızca onun duyacağı bir acıyla işlenmişti. "Evet, öyle görünüyorsun." Merih şaşırdı. İçinde geçmişin acı kamçısı yüreğini dağlıyordu.Gözleri fincanın içinde yuvarlaklar çizerek dalganan çaya dikilmişti. Böyle bir cevabı beklemiyordu. Bunu yalanlayıp aslında çok iyi biri olduğunu duymayı ummuştu. Ama bunun aslında vicdanını rahatlatmak başka bir işe yaramayacağını fark etti. Yalnızca kendini kandırırdı. Alçin'in ağır hareketlerle kıpırdayıp bir elini ona uzattığını fark ettiğinde başını kaldırdı. Uzun ince parmaklarının eklemlerinin her bir kıvrımı zayıflıktan oldukça belirgindi. Mavi mor soğuk damarlar parmakları gibi ince beyaz teninin altından kollarına kadar uzanıyordu. Merih uzanıp elini tuttu nazikçe. Onu incitmekten korkarak sanki bir kuş yavrusunu tutuyormuşçasına gevşekti parmakları. Bir cesedi andıran soğuk eli hissettiğinde ürperdi. Bir insan bu kadar soğuk olabilir miydi? Alçin ise uzun zamandır duymadığı bir sıcaklık hissettiğinde içini saran ılık bir hisle hafifçe doğruldu, Merih'e doğru yaklaştı. "Ama benim için değil. Neyse ki göremiyorum." Merih biraz daha şaşırdı. Alçin uzanıp diğer elini Merih'in göğsünün ortasına koyduğunda devam etti: "Benim gözlerim hislerimdir. Hisler ise bir gözün göreceğinden çok daha fazlasını görür. Sen canavar falan değilsin." "Kim olduğunu dahi bilmeyen, kendini affedemeyip ömrünü pişmanlıkla çürütüp giden ve bunu yaptıklarının bir cezası olarak gören korkağın tekisin." Alçin yavaşça elini çekti, doğruldu ve ayağa kalktı. Ona tepeden bir bakış atarken "Canavar değil, zavallısın." dedi. "Ne istediğini bilmeyip köşeye çekilen ve başına gelen her kötü şeye şükredip sabreden bir eziksin. Gerçekten istediğini bilip o uğurda savaşan ve hayatına kendi elleriyle şekil verip inandığı yolda savaşan eski bir Merih varmış. Ve ben o cesur Merih'i şimdiki korkak olana tercih ederim." Merih bu sözleri duymaya daha fazla katlanamadı. İçinde müthiş bir öfke peyda oldu. Ayağa kalkıp alayla "Bir katili mi savunuyorsun?" dedi. Neden öfkelendiğini bilmiyordu. Sadece bu kadına tahammül edemediğini hatırlamıştı birden. Ama içindeki aslında öfke değil acıydı. Anıların acısı yıllar geçse de tazeydi. Alçin onun öfkeli ses tonunu dikkatle dinledi. Geriye döndü, başını hafifçe omzunun üzerinde çevirdi. "İnandığın yolda yürüdüğün müddetçe hangi tarafta yürüdüğünün bir önemi yok." Merih sinirle güldü. "Manyağın tekisin." Bu cesur sözler Alçin'i sinirlendirlenmedi. Onun yalnızca canı yandığı için böyle sözler sarfettiğini biliyordu. Bu güne dek kimse onun yüzüne gerçeği çarpmamıştı anlaşılan. Geçmişi bir kuyu gibiydi. O kuyunun içindeki pis ve çamurlu suda boğulmaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu onun kendini cezalandırma şekliydi. Acınası ama etkili bir yöntemdi. Yavaş adımlarla cam köprüden geçip gözden kaybolduğunda Merih aldığı derin soluklarla arkasından bakakalmıştı. Birden göğsünün ortasına giren bir sızıyla elini göğsüne götürdü. Geçmiş hâlâ ona ilk günkü gibi acı veriyordu. Yıllar geçmesine rağmen konu geçmiş olunca ilk günkü çıkmazda hissediyordu. Ölene dek bu gerçek onun peşini bırakmayacak düşüncesiyle birden dehşete kapıldı. Ayakta durmakta zorlanarak tutunacak bir yer aradı, bulamadı. Yaşadığının bir panik atak olduğunu dahi fark etmeksizin nefes almaya çalıştı. Dakikalarca etkisinden çıkamadan ortada öylece dikildi. Nihayet sakinleştiğinde ise kendini acınası bir halde bulmuştu. Sabahın ilk saatlerinde ise kendini spor salonunda buldu. Tüm gece uyumamasına rağmen yorgun değildi ve uzun süredir hareketsiz kaldığını fark ederek bu sabah uyumak yerine biraz spor yapmayı tercih etmişti. Kaldırdığı ağırlığı biraz zorlanarak yerine yerleştirdi. Eskiden kolaylıkla kaldırdığı ağırlık artık onu zorluyordu. Formdan düştüğünü fark ederek buraya daha sık ve düzenli uğraması gerektiğini düşündü. Spor yapmak onun zihnini boşaltıp rahatladığı nadir anlardandı. Öyle olduğunu zannediyordu ancak aslında ruhsal acısını fiziksel acıyla örtmek istiyordu yalnızca. Saçlarından alnına düşen terlerle bir süre öylece oturdu. Ellerindeki eldivenleri düzenleyip derin nefeslerle bir duvarı yerden tavana kadar tamamen camlarla kaplı olan salondan dışarı doğru baktı. Güneş ağaçların arasından yükselerek gökyüzünü pembe turuncu bir kızıllığa boyuyordu. Yeşil çimlerin yapraklarında tutunan çiğ taneleri sabahın ışıklarıyla ışıl ışıl parıldarken açık camdan içeri tatlı bir serinlik çökerek Merih'in terli vücudunu okşuyordu. Kızarmış yanaklarıyla uzanıp su şişesinden biraz su içtikten sonra kıpkırmızı kesilmiş dudaklarını yaladı ve burnuna doğru süzülüp inen teri elinin tersiyle sildi. Ardından ayağa kalkıp üzerindeki bol, siyah sıfır kollu tişörtünü sıyırıp çıkardı, şortunu düzeltti ve yavaş adımlarla açık cama doğru yürüdü. Tişörtünü tuttuğu elini cama yaslayıp dışardan gelen temiz havayı derince içine çekti. Sabahın bu saatlerinde yaptığı bu ağır çalışma ona eski günleri hatırlatmıştı. Devreleriyle şakalar eşliğinde eğitim yaptığı günlere özlem dolu bir bakış atarken bahçedeki bir melek heykelinin önünden iki beyaz kelebek birbiri ardından uçuşarak geçti. Etraf sessiz ve sakindi. Sanki yıllar sonra hayatına bir dur demiş gibi derin bir nefes aldı. İçini saran ılık bir huzur hissetti uzun zamanın ardından. Sakin geçen günleri ne kadar da özlemişti böyle. Sanırım her şey düzeliyordu. Annesi ne yapmıştı acaba? Aklına düşen bu düşünceyle bir an endişelendi. Onu bir süredir gözetlemediğini fark etti. "Merih." Adının seslenişiyle düşüncelerini terk eden Merih başını çevirip geriye baktığında ona seslenen annesini ve yanında dikilen Alçin'i gördü. Yavaşça bedenini de onlara çevirdiğinde Diloş, Alçin'e yan bir bakış atıp oğluna doğru ilerlemeye başladı aceleyle. "Böyle çıplak durmamalısın kadınların yanında." Bunu duyan Alçin'in kulakları kabarmış merakla başını biraz daha kaldırmıştı. Merih de bir an tişörtünü giymeyi düşünmüş ardından Alçin'in göremediğini hatırlayarak rahatlamıştı. O sırada dışarıdaki kelebekleri fark eden Dilay'ın tüm dikkati dağıldı. "AA! Beyaz kelebek! Kelebekleri severim!" diyerek kendini dışarı attı. "Bekle anne." Merih onun düşüp kendini incitmesinden korkarak peşinden dışarı çıkmıştı. Kapının eşiğinde ellerini önde bağlamış dimdik duran Alçin, Merih ve Dilay'ın uzaklaşan sesleriyle içeri adım atacak gibi oldu. Ardıdan duraksayıp yutkundu. Evin her köşesini ezbere bilse de çocukluğundan beri spor salonu ve yüzme havuzuna adım atmış değildi. Etraftaki aletlerin yerini bilmiyor çarpıp düşme korkusuyla kapıda dikiliyordu. Bir an bilmediği ve tanımadığı bir yerde olmanın korkusu sardı içini. Kendi evindeydi ama burası neresiydi bilemiyordu. Havuzun klorlu kokusunu alabiliyor içerinin basık havasını hissedebiliyordu. Nefes alışverişi sıklaşarak önünde birleştirdiği ellerini açtı iki yana hafifçe. Bir yere tutunmak, dokunmak istiyordu. Kendini koca bir boşlukta bulduğunda panikle birkaç adım attı ama havuzun nerede olduğunu bilmiyordu ve içine düşerse boğulması yüksek ihtimaldi. Vücudu yüzmeyi bırak yürümeye dahi zor dayanıyordu. Boğulma düşüncesiyle adım atmaktan vazgeçti ama başı dönüyordu. "Jules!" Nihayet sesi çıkmış, tüm gücüyle bağırmıştı. "Jules neredesin!?" Avazı çıktığı kadar korkuyla bağırırken bir yandan nefesler almaya çalışıyordu. Merih bahçede annesinin peşinden giderken içeriden gelen tiz sesi duyduğunda duraksadı. Alçin'in korku dolu sesiydi bu. Dönüp geriye baktığında kaşları çatıldı. Güneş doğruca camdan yansıdığı için içeriyi göremiyordu. Dönüp tekrar annesine baktığında ileride koştuğunu gördü. Annesi daha önemliydi. Tekrar önüne dönmüştü ki yumruklarını sıktı. Vicdanını dinleyip geri dönüp eve doğru koştuğunda içeri girer girmez etrafa bakındı. Kapının eşiğinde nefes nefese kalmış Jules'un adını haykırıyordu. Merih hızla ona yaklaştığında biraz ilerisinde duraksadı. Onu tutacak gibi oldu ama korkacağını düşünerek vazgeçti. "Alçin." Alçin duyduğu sesle nefesini tuttu. Birinin varlığını dahi hissedememişti. Korkuyla ileriye doğru uzandı. "Lütfen, lütfen elimi tut." Merih uzanıp Alçin'in titreyen elini tuttu önce. Ardından yavaşça kendine doğru çekti ve diğer elini de hemen omzunun aşağısına koydu. O kadar nazik ve kibardı ki Alçin kendini güvenin kollarına atmış gibi derin bir nefes alıp diğer elini de Merih'in koluna koymuştu. Ona iyice yaklaşıp titreyen vücudunun dahi farkında olmadan yutkundu. İkisi de ne olduğuna anlam verememişti. Merih endişeyle etrafa bakınıp dışarıdan bir tehdit ararken Alçin'in tek hissettiği korkuydu. Etrafta kimse yoktu. Onu bu kadar korkutan neydi? Merih başını eğip hemen boynunun dibinde hızla soluyan Alçin'e baktığı sırada Alçin de başını kaldırmış birbirlerine karışan nefeslerle kısa bir süre sessizliğe bürünmüşlerdi. "Ben, ben-" diyerek konuşmaya çalışan Alçin'i ilk defa böyle gören Merih daha da şaşırdı. Hayatında gördüğü en acımasız ve duygusuz olabilen bu kadın şimdi küçük korkak bir çocuk gibi karşısında duruyordu. İçinde zamansız bir merhamet uyandı. "Tamam. Her ne ise geçti." Çekinmeden onu teselli eden Merih uzanıp saçlarını okşadı nazikçe. Ellerine değen ipek gibi yumuşak koyu saçlar parmaklarının arasına dolmuştu hemen. Alçin başında hissettiği şefkat dolu elle kendine gelmeye başladığında bir kez daha yutkundu. Zayıflığını öylece gözler önüne sermişti. Şimdi de bunun korkusu sarmaya başlamıştı içini. Zayıf ve kör bir kadına saygı duyan olmamıştı bu güne dek. Merih'in onu aşağılayacağı düşüncesiyle dehşete düştü. Gösterdiği bu şefkat bir yalandan ibaret olmalıydı. Belki de ona acıdığındandı. Bu onu daha da korkuttu, hızla geri çekildi. "İyiyim. Sadece başım döndü." Merih çekilmesine engel olmadı. Yavaşça onu bırakıp bir süre yüzüne baktı. Gözlerine bağlı bez parçasısının iki ucu omuzlarından göğsüne kadar uzanmıştı. Kıyafetleri her zamankinden daha özenli ve gelenekseldi. Daha çok asya kültürünü andıran bir elbise vardı üzerinde. Dışarı mı çıkacaktı? Alçin geri döndüğü sırada Merih sordu: "Neden buradasın?" Alçin durup düşündü. Sahi neden buradaydı? Ona bir şey sormak için geldiğini hatırladı. Odasında bulamayınca annesine sormuş Dilay da spor salonunda olduğunu söyleyerek ona eşlik etmişti. "Doğru ya." diyerek Merih'e döndü, "Evde bir röportaj olacak. Güvenlik için bir saatliğine eşlik eder misin?" diye sordu. Merih şu durumda bunu itiraz etmek istemedi. Alçin göremese de hâlâ titriyordu. "Saat kaçta?" "Öğleden sonra." "Tamam." "Bunun için ekstra ödeme alacaksın." Merih sesini çıkarmadı. Alçin gitmek için adımını attığında tekrar duraksadı. Nasıl geri döneceğini bilmiyordu ama yardım istemedi, başı dik, titreyen ellerini elbisenin bol kumaşına saklayarak ilerlemeye başladı. Merih onun itiraf etmediği korkusunun farkındaydı. Hiçbir şey söylemedi, tişörtünü giyip onu geriden takip etmeye başladı. Belki yardıma ihtiyacı olurdu. Onu odasına gidene dek takip etti. Bir gölge gibi sessizce, onu gücendirmeden, korkutmadan. Alçin de onun peşinde olduğunu biliyordu. Varlığını bilmenin huzuruyla attıkları adım daha da korkusuzlaşmıştı. Öyle ki yolunu kolayca bulmuş yeniden tanıdık bir yerde olmanın rahatlığı çökmüştü üzerine. Odasına girip kapıyı kapattığı an soluk yüzünü süsleyen bir gülümseme belirdi dudaklarında. Merih'in iyi niyeti ve merhamet dolu yüreği onu her seferinde hayrete düşürüyordu. Oysa gece ona acımasızca sözler dayatmış onun yarasına çekinmeden tuz basmıştı. Buna rağmen ona kin gütmek yerine bir gölge gibi takip etmişti ardından. Birden onun yarı çıplak bedenine ne kadar yakın olduğunu hatırlayarak duraksadı. Yanaklarını saran sıcak pembelikle gülümsemesine engel olmak için dudağını ısırdı. Yapılı bedeni ne kadar sıcak ve güçlüydü öyle. Saçlarına, ellerine ve kollarına dokunan elini hatırladıkça içinde rahatsız edici sıcak bir his uyanıyordu. Yaslandığı kapıdan doğrulup terasa doğru yürüdü. Ormanın temiz havasını içine çekip güneşin onu ısıtmasını istiyordu. Belki de yaşananları hatırlayıp tekrar içindeki heyecanı hissetmek istiyordu. Merih kapanan odanın kapısına bir süre daha bakmış ardından yavaşça geri dönmüştü. Kendini onun iyi olup olmadığı düşüncesinden alıkoyamadı. Salonda onu korkutan her ne ise sebebini bilmek istemiyordu, yalnızca iyi mi değil mi onu merak ediyordu. Düşünceleriyle yürürken onu karşılayan annesi kendi kendine söylenerek neşeyle ilerliyordu. Başta oğlunu fark etmedi ardından onu gördüğünde çocuksu gülümsemeyle koşturarak yanına gitti. Yumruk yaptığı avuçlarını yavaşça açarken "Bak Merih, çok güzel değil mi?" demişti. Ama beklemediği bir manzarayla karşılaştı. Kelebek çoktan ölmüş nazik beyaz kanatlarını iki yana açmıştı. Dilay kelebeğin hareket etmediğini görür görmez yüzü soldu. "Aa? Hey kelebek, ne oldu sana?" Merih derin bir nefes aldı ve ellerini annesinin ellerinin altına koydu. "Kelebeklerin çok nazik olduklarını unuttun sanırım. Onlara dokunursan ölürler." Dilay o kadar çok üzülmüştü ki kelebeği bir süre bırakmamakta inat etti. "Ama ben onları çok seviyorum. Ellerimde tutmak istiyorum." Merih gülümsedi. "Bazen ne kadar sevsek de sevdiklerimize zarar vermemek için onlardan uzak durmamız gerekir." Bu cevap Dilay'ı tatmin etmese de onaylayıcı bir mırıltı çıkardı ve yan yana ilerlemeye başladılar. Kısa bir sürenin ardından Merih'in annesinden beklenmedik bir onay geldi. "Alçin Hanım'a yardımcı olduğun için memnunum." Merih bakışlarını annesine çevirdiğinde şaşkınlıkla ona baktı. Dilay devam etti: "Beni salonda bıraktığın için üzülme çünkü ben görebiliyorum. Alçin Hanım için çok zor olmalı. Seni aradığını söylediğinde ben de ona yardım ettim çünkü ben çok iyi biriyim." Merih onun sözlerini sevecenlikle dinledi. Kendi iyi niyetini annesinden almıştı. Ne hissettiğini çok iyi anlıyordu. "Ona yardım etmeye devam et. Ben de yeni tarifler öğrenip ona lezzetli yemekler yapacağım." Merih sessizce onayladı onu. İkisi de odalarına çekildiklerinde Merih duş alıp kahvaltısını yapmış hemen ardından biraz uyumak için yatağına girmişti. Yorgun ve uykusuz bedeni kısa sürede uykuya daldığında uykusunun en derinlerindeyken telefonunun çalmasıyla uyandı. Bir süre duymazdan gelse de ısrarla çalan telefonla gözlerini açmaya çalışıp komodinin üzerinde duran telefonun ekranına baktı. Buğra arıyordu. Şaşırmadı, zira Merih'i ondan başka arayan biri olmazdı. "Efendim." "Alo? Bu ses ne? uyuyor musun hâlâ?" "Evet, köy horozu gibi beni uyandırmasaydın tabii..." Buğra bu cevapla keyifle güldü. "Nasıl gidiyor merak ettim sadece." Merih sırt üzeri uzanıp bir eliyle gözlerini ovdu. "Gayet iyi. Bir sorun yok." Buğra'nın içi rahatlamış derin bir nefes almıştı. "Sana söylemiştim. O değil de, siz gittikten sonra evin tadı tuzu kalmadı. Arada uğrayın." Merih arkadaşının samimi duygularını göz ardı etmedi. "Haftasonu uğrarız, merak etme." "İyi madem, neyse sonra haberleşiriz." "Görüşürüz." Telefonu kapatıp saate baktı. Neredeyse öğlen olmuştu. Doğrulup banyoya girdi ve elini yüzünü yıkadı. Üzerini de değiştirdikten sonra kendine son bir çeki düzen verip odasından çıktı. Annesine bir göz atmak için onun odasına girdiğinde ise içeride kimseyi bulamadı. Muhtemelen mutfaktaydı. Tahmini doğru çıktı. Mutfağın önünden geçerken telaşlı telaşlı bir şeyler doğradığını gördü. Uzaktan bir süre onu izleyip sorun olmadığından emin olduktan sonra salondaki gazateciler dikkatini çekti. Fazla kalabalık olmayan bir ekip kameraları ayarlıyor, bazıları Atilla Bey ile bol kahkahalı bir sohbetin içinde eve ve icra ettiği sanata dair övgülerini dile getiriyorlardı. Yerleştirdikleri büyük projektörleri gördüğünde yolunu yarıda kesti. Kaşları çatılmış, projektörleri yerleştiren genç gazeteci çocuğa yaklaşmıştı. Gazeteci çocuk hemen önünde duran takım elbiseli kalıplı adama başını kaldırıp baktığında Merih'in yakışıklı sert yüzüyle gerilmişti. Merih projektörleri göstererek "Projektörler kullanılmasın. Alçin Hanım'ın gözleri ışığa karşı hassas." dediğinde gazeteci doğruldu. "Projektörler en kısık seviyede çalışacak. Yarım saatten bir zarar geleceğini düşünmüyorum." Merih taviz vermeden "Nereden biliyorsun?" diye sordu. Gazateci ne diyeceğini bilemedi. O sırada sohbeti yarıda kesip konuşulanlara kulak kesilen Atilla Bey araya girdi. "Genç adam doğruyu söylüyor." dedi Merih'i kastederek. Ardından ekledi: "Ama ekranda güzel görünmek istiyorsa bu ışığa katlanmak zorunda. Güzellik acı verir neticede." Merih bu kez Atilla Bey'e döndü. "Alçin Hanım'ın güzel görünmek için acı çekmesine gerek yok, onun güzelliği yeterince acı veriyor zaten." Bu cesur sözlerle herkes sustu. Atilla Bey güldüğünde gösterişli bastonunu biraz daha kendine çekti. "Annesine çekmiş." Merih bozuntuya vermeden "Eminim öyledir." dedi ardından önünde duran gazeteciye döndü. Projektörü tuttuğu gibi tek eliyle kaldırdı. "Bunları hâlâ kullanmayı düşünüyor musunuz? Gazeteci sürüye sürüye buraya güç bela getirdiği projektörü tek eliyle kaldıran Merih'e şaşkınca bakarken telaşla "Hayır, hayır. Sizi temin ederim. Kullanmayacağız." dedi. Merih'in çatık kaşları düzeldi. "Güzel, çok dayanaklı bir şey değil sanırım. Zarar vermek istemem." Projektörü tekrar yere bıraktığında geri dönüp yoluna devam etti. Ekip üyeleri şaşkınca onun ardından bakarken aralarından kıdemli olanı ortamı yumuşatmaya çalıştı. "İşini gerçekten iyi yapıyor." Atilla gözlerini uzun süre Merih'in ardından çekmedi. Sert yüzüyle "Fazlasıyla." dedi ardından hızla bir gülümseme takınıp yarıda kalan sohbetlerini devam ettirdi. Merih, Alçin'in odasının önüne geldiğinde kapıyı tıklattı. İçeriden belli belirsiz bir ses geldiğinde yavaşça kapıyı araladı. İçeri adım attığı anda burnuna güzel çiçeksi bir koku gelmişti. İstemsizce sakin ama derin bir nefes aldı. Ardından Alçin'i gördü. Bir makyaj aynasının karşısındaki pufa oturmuş makyözün ona makyaj yapmasına izin veriyordu. Kapının açılmasıyla başını hafifçe omzunun üzerinde çevirerek kimin geldiğini anlamak için adımları dinledi sabırla. Üzerinde beyaz çiçek desenleri olan siyah bir elbise vardı. Araya işlenmiş yaldızlı sarı yapraklar geleneksel elbiseye bir hareket katıyordu. Uzun saçlarının yarısı başının tepesinde geniş bir topuz yapılmış altın rengi büyük tokalarla iki yandan tutturulmuştu. Kendi gibi zarif bir takı tercih etmiş güzel yüzünü iki yanına düşen ufak perçemle süslemişti. Asil duruşuyla hiçbir şey söylemeden Merih'in gelişini dinledi. Her zamanki gibi huysuz ve durgun görünüyordu yüzü. Hemen yanı başında dikilen Oğuz, Merih'i görünce rahatladı. "Ah Merih! Senin varlığın içime su serpiyor." Her zamanki enerji dolu adımlarla Merih'in yanına gidip koluna girdi ve sessizce, "Bu cadının sağı solu belli olmuyor." dediğinde Alçin huysuzca, "Gözüm görmüyor olabilir ama kulaklarım gayet iyi duyuyor, sevimsiz şey." dedi. Makyöz kendini tutmaya çalışsa da başaramadan güldüğünde bu kez ona doğru döndü. "Hoşuna mı gitti? Yerden bitme." Kadının oldukça kısa bir boyu vardı. Alçin ise oturmasına rağmen ondan daha uzun görünüyordu. Oturduğu yerden kalktığında zaten uzun olan boyu ayağındaki topuklu ayakkabılarla daha uzamış kadına tepeden küçümser bir bakış atmıştı. Neye uğradığını şaşıran makyözün dili tutulmuş gibi olduğu yerde çakılı kaldı. Oğuz sıkıntıyla Merih'in kulağına daha çok yaklaştı. "Bugün heyheyleri tepesinde. Röportaj sırasında yapacaklarından korkuyorum. Ah! Kariyerimin bittiği gün bugün olsa gerek." Geri çekilen Oğuz, keyifli ama yapmacık bir kahkahayla ellerini çırptı. "Ah! Güzeller güzeli prensesimiz Alçin'imiz. Her zamanki gibi harika görünüyorsun. Şu güzel işlemeli elbiseye bir bak, ne kadar güzel bir seçim-" Onu hiç duymuyor gibi umursamazca yanından geçip giden Alçin ilerleyip heykelin elinde duran kuşağı alıp gözlerini bağlamaya başladı. Sözlerinin hiçbir değeri olmadığını anlayan Oğuz omuzlarını indirip sıkıntıyla nefesini dışarı verdi ardından Merih'e döndü. "Doğru ya! Sana bir şey vermem gerek." Telaşla etrafa bakınıp bir şeyler aramaya koyuldu. Siyah bir çanta bulduğunda hızla Merih'in koluna girip doğruca terasa sürükledi. "Biliyorsun Alçin çok değerli bir sanatçımız. Çok iyi korunması gerek. Ayrıca zayıf bedeni olduğu için ekstra özen göstermeliyiz. O yüzden..." diyerek duraksadı ve terasın beton küpeştelerine dayadığı çantayı açtı. "O yüzden tedbirli olmakta fayda var." Merih çantanın içindeki silah ve bıçakları görür görmez içini saran huzursuzlukla uzun süre çantanın içine baktı. "Merak etme hepsi ruhsatlı. Eski polis olduğuna göre kullanmayı da iyi biliyorsundur." Merih cevap vermedi. Çantanın içine baktıkça tüyleri ürperiyordu. Zihninde canlanan geçmişin kötü anıları bütün yaralarını yeniden açmış gibi sızlamıştı tüm vücudunu. Bir zamanlar bir uzvu gibi olan silahlar şimdi ona o kadar yabancıydı ki dokunmayı bırak görmek dahi istemiyordu. Silahların dile gelip 'Sen katilsin' diye haykırmasından korktu, başını çevirdi acıyla. "Bunlara ihtiyacım yok." Oğuz şaşırdı. Böyle bir cevap beklemiyordu. Aksine ne kadar güzel makineler olduğu hakkında övgüler bekliyordu. "Ne demek ihtiyacım yok?" Merih kararlılıkla Oğuz'a baktı. "Bu zamana dek bunlar sayesinde mi hayatta kaldım zannediyorsun?" Oğuz bir şey söyleyemeden ona baktığında Merih devam etti: "Sandığından çok daha fazlasıyım." Merih'in en büyük silahı elleriydi. Hiç çıkmayacak bir kanla yıkanmış kaç canın ruhu dolanmıştı parmaklarına. Ona kalsa ellerini koparıp atardı. Şimdi ise o ellerin tekrar silah tutmasını istiyorlardı. Küçük bir çocuğun nasıl uzak durması gerekiyorsa Merih'in de öyle uzak durması gerekiyordu silahlardan. Korkuyordu. Yine kendini kaybedip Azrail'le yarışmaktan, duyduğu tek şeyin nefret ve öfke olmasından korkuyordu. Her şeyden vazgeçmişken eline aldığı silahla tekrar intikam ateşine düşmekten korkuyordu. Onun artık almak istediği bir intikamı ya da düşmanı yoktu. Tek istediği huzur ve barıştı. Kan dökerek barıştan söz eden tek varlık insandı zaten. "Ama Alçin..." diyerek itiraz dolu bir cümleye başlayan Oğuz'u Merih susturdu. "Alçin'i kendi yöntemlerimle koruyacağım. Daha çok insanları Alçin'den korumam gerek gibi ama..." Alçin bunları duyduğunda keyifle hafifçe gülümsemişti. Kendi işinde gibi görünse de onları dikkatle dinlemişti. Merih tekrar odaya girdiğinde Alçin yüzündeki gülümsemeyi ustalıkla gizleyip donuk yüz ifadesine geri dönmüştü. Kapıya doğru ilerleyip "Gidelim." dedi, "Zaman geldi." Önde Alçin hemen arkasında Oğuz ve Merih ilerlerken salona girer girmez herkes sesini alçalttı ve toparlandılar. Atilla Bey gülümseyerek Alçin'i alkışlayarak keyifle onu karşıladı. "İşte benim dünyalar güzeli biricik kızım." Şefkat dolu gözleri onu görür görmez ışıl ışıl parlamıştı. Alçin ona karşılık vermedi. Verilen selamlara, sarf edilen övgü dolu güzel sözlere de karşılık vermedi. Bu durumu hiç umursamayan Atilla keyifli adımlarını kızına doğru yönelttiğinde ona olan sevgisini göstermekten çekinmeyerek kızına koltuğa oturması için yardım etti. Kendisi de yanına oturduğu vakit Alçin elini tutan babasından kurtulmak için isteksizce elini geri çekti. Bu durum kimsenin gözünden kaçmadı, hatta Alçin'in kayıtsızlığına karşı oldukça umursamaz olan babasının dahi bir anlığına yüzü düşmüştü. "Oldum olası temastan hiç hoşlanmaz." Atilla gülümseyerek bunları söylediğinde diğerleri de ona eşlik edip güldü ve onayladı. "Hazırsak kayıta başlayalım." Baba kızın yan yana oturduğu koltuğun hemen karşısına kurulan son model kameraların başındaki kameramanlar son hazırlıkları yaptıklarında röportaj başladı. Klasik bir selamlama ve sorularla ilerleyen röportajın sorularını genelde Atilla cevaplıyor, Alçin ona doğrudan bir soru yöneltilmediği müddetçe bir heykel misali koltukta oturuyordu. "Daha önce bahsettiğiniz sergi üzerine konuşmak istiyorum. Sergi için verilen tarih oldukça yaklaştı. Herhangi bir aksaklık var mı?" Atilla kendinden emin bir şekilde ellerini önünde birleştirdi. "Sergilenecek eserler hazır. Bazı ufak aksaklıklar zaman zaman baş gösterse de halledilmeyecek şeyler değil. Sergi, planlanan tarihte yapılacak." Aldığı cevaptan memnun kalan sunucu konuyu biraz daha irdelemek istiyordu. Yaklaşık üç senedir dillerde dolaşan bu olası sergi sanat camiasının merakla beklediği bir sergiydi. Türkiye'nin en önde gelen sanatçılarından birinin düzenlediği bu sanat dolu sergi için beklentiler çok fazlaydı. "Sergi için beklentiler büyük. Yıllar süren ve titizlikle yapılan bu sergi eminim sanat dünyasına kalıcı bir iz bırakacak. Peki bu sergide Alçin Hanım'ın da eserlerini görebilecek miyiz?" Atilla kızına dönüp gülümsedi ve ona bakmaya devam ederken cevap verdi: "Sergilenecek her bir eserde onun da katkısı olacağından şüpheniz olmasın. Bu sergi o olmasaydı yapabileceğim bir şey değildi, ona minnettarım." Alçin dışarıdan hiçbir şey belli etmemesine rağmen içi öfkeyle kaynıyordu. Söylemek isteği cümleleri yutmak için güçlük çekiyordu. Babasının yakınlığı ve sevgisi onu tiksindiriyor midesini bulandırıyordu. "Kesinlikle eserleri dünyada ses getiren kıymetli yazarımız Hinata Hanım ve sizin gibi değerli eserler veren iki sanatçının çocuğu olmak büyük bir şans. Doğuştan gelen yeteneğini geliştirip bu genç yaşına rağmen sanat camiasında büyük ses getirmeye devam ediyor. Alçin Hanım, en son çizdiğiniz eser eleştirmenlerden tam not almıştı. Aradan aylar geçmesine rağmen başka bir çalışma sunmamanızın bir nedeni var mı?" Alçin ona yöneltilen soruyla hafifçe başını kalırdı. "Hayır yok." dedi sakince, "Çizmeye değecek bir şey yok sadece." Bu cevap herkesi şaşırtmıştı. Birbiri ardına dizili süslü cümleler kullanarak bahanelerin üstünü ustalıkla kapatması beklenmişti. Ama Alçin doğruca içinden geçenleri söylemiş bu sözlerinin ona sert eleştiriler getireceğini umursamamıştı. Atilla Bey de onaylamayan bakışlarını kızının üzerinde gezdirmişti. Ne kadar tembihlese de kendi bildiğinden vazgeçmiyordu. O sırada bakıcısıyla salona giren Umut evde gördüğü yabancılardan çekinerek bakıcısının bacaklarının arkasına saklanmış onları geriden gözetlemişti. Atilla oğluna doğru uzanarak "Umut, buraya gel oğlum." dedi. Umut ise babasına bir yabancıya bakarmış gibi bakmış ablasına ise tedirginlikle göz gezdirmişti. Alçin, Umut'un adını duyar duymaz bir heykel olmaktan çıkmış gibi bedeni can bulmuş onun nerede olduğunu anlamak istercesine başını çevirmişti. Umut, bakıcısının teşvikiyle babasının uzanan elini tuttuğunda yavaş adımlarla ona doğru yürüdü. Atilla oğlunu kucağına oturtup başını okşayıp gülerek öpmüş ve kameralara dönmüştü. "En son gördüğümüzden bu yana oldukça büyümüş." Bu sözleri başıyla onaylayan Atilla'nın ardından tekrar bir soru geldi. "Küçük Bey de babası ve ablası gibi büyük bir sanatçı olacağından eminim. Ne tür resimler çiziyorsun?" Umut utangaçlığını bir kenara itip "Hayır ben sanatçı olmayacağım." dedi. "O zaman annen gibi yazar mı olacaksın?" Umut inatla itiraz etti. "Hayır, kitap okumaktan nefret ediyorum. Ben futbolcu olacağım." dediğinde babasının çatılan kaşlarını dahi fark etmeden devam etti: "Ben resim çizmeyi hiç sevmiyorum. Hikayeler de çok aptalca. Büyüdüğümde dünyanın en iyi futbolcusu olacağım." "Ama annen ve baban-" diye söze başlayan gazeteciyi susturan Alçin oldu. "Sorularınızı kime sorduğunuza dikkat edin. Buraya Umut'a değil babam ve bana röportaj yapmaya geldiniz." Alçin'in hiç olmadığı kadar sert çıkan sözleri ortamı germişti. "Suna, onu odasına götür lütfen." Suna tereddüt etse de Umut'a doğru yöneldi. Atilla tek kelime etmeden oğluna bakıyordu. Umut kucağından inip salondan çıkana dek arkasından bakmaya devam etmişti. Babasının hislerinin verdiği uğursuz havayı hisseden Alçin ne kadar gerilse de belli etmedi. Başı dik, sözleri kesindi. Alçin tarafından azarlanan gazeteciler bir süre toparlanmaya çalıştılar. Onun cadılıklarına kendilerini hazırlamışlardı ancak yine de yalpalamadan edemediler. Merih olan biteni dikkatle izlemiş eski benliği uyanmış gibi her an tetikte etrafı kontrol ediyordu. Bir süre daha sorulan sıkıcı soruların ardından baba kızın yan yana bir fotoğrafını istediler. "Son olarak baba kızın yan yana bir fotoğrafını alalım. Alçin Hanım rica etsek göz bağınızı açabilir misiniz? Yüzünüzü kadraja tam alabilelim." Alçin huysuzluk edecek gibi olsa da ortamı yeterince gerdiğini fark ederek uyum sağladı ve uzanıp başının arkasındaki bağı çözdü. Oğuz eğilip Alçin'in elinden bağı aldığında ise birbirlerine daha çok yaklaşmaları için baba kıza bazı direktifler verildi. Her şey ayarlandığında ise Alçin doğruca karşıya bakarken ne olup bttiğinden habersiz kargaşanın gürültüsünü dinliyordu. Gittikçe yorulmaya başlamış hisleri kalabalıktan dolayı körelmeye başlamıştı. Gazeteci güzel bir poz yakalayabilmek için doğru açıyı ayarlayıp tuşa bastığında flaş kapağının açılmasıyla Merih hızla öne atılıp eliyle flaşı kapatmaya çalıştı ancak parmaklarının arasından bir şimşek misali fışkıran ışığı engelleyememişti. Flaşın doğruca gözüne çakılmasıyla Alçin'in gözlerini ve başını dayanılmaz bir acı sardı. Hızla gözlerini yumup başını yana çevirdiğinde acıyla inleyip başını tuttu. Oğuz hemen onun yanına çökerken Merih sinirle kamerayı aldı. Kimsenin ona yaklaşmasına ve kameraların olan biteni çekmesine izin vermeyerek önüne geçtiğinde ne yaptığını fark eden gazeteciler boş özürler sıralamaya başlamışlardı. Atilla öfkeyle kızına baktı. Kameraların karşısında kendini acınası gösteriyordu. Bir çocuk misali ellerini başına dayamış ışıktan saklanacak yer arıyordu. Oğuz doğrulup bu işe bir son vermek isteyerek ellerini çırptı. "Burada bitirsek iyi olur. Emekleriniz için teşekkürler." Atilla Bey de ona katılarak samimi ama soğuk gülümsemesiyle gazetecilerden müsaade istedi. "Lütfen bizi birkaç dakika yalnız bırakır mısınız?" Gazeteciler tek tek salondan ayrıldığı sırada Oğuz Alçin'e yardım etmek için tekrar geriye dönmüştü ki ayağa kalkan Atilla onu engelledi. "Oğuz, Alçin kendi işini kendi halledebilecek yaşta." Az önceki samimi gülüşü buz kesmiş kızına karşı sevecen tavırları aniden yok olmuştu. Duraksayan Oğuz endişeyle Alçin'e bakarken acısını yaşayamadan babasının sözlerine maruz kalan Alçin ise inlemesini bastırmak için dilini ısırıyordu var gücüyle. Ağzına dağılan kan tadıyla midesi daha çok bulandı. "Şu haline bak." dedi babası sertçe. "Acınacak hâldesin. Kendine gel." Alçin yutkunarak zihninde acıyla yankılanan ışığı dindirmeye çalıştı. Parlak beyaz bir ışıkta boğuluyordu zihni. "Artık küçük bir çocuk değilsin. Işıktan korkmak da ne demek? Acıyla baş etmeyi çok daha erken öğrenmen gerekirdi." Ona tepeden öyle aşağılayıcı bir bakış atıyordu ki Alçin bunu görse muhtemelen aylarca kendine gelemezdi. "İradeni terbiye edeceksin Alçin. Hiçbir fiziksel acının bedenini çökertmesine izin vermeyecek, hiçbir duygu barındırmayacaksın kalbinde. Hissedeceksin, en derinlerinde hissedeceksin ama yaşamayacaksım. Kolun kopsa dahi dimdik duracak başını eğmeyeceksin. Duygular, hisler zayıflıktır. Ve bu camiada adını duyurduysan soy adıma leke sürmeyecek zayıf anılmayacaksın." Alçin her sözle yüreğine dağılan bir soğuklukla dinginleşti. Öfkeliydi. Nefret dolu, tahammülsüzdü. Ağzını açıp tek kelime etmedi. Merih olanları izlerken soğukkanlı kalamıyordu. Şaşkındı, çünkü hiç kimseye taviz vermeden herkesin üstesinden gelen Alçin, söz konusu babası olunca kılını dahi kıpırdatmadan ona boyun eğiyordu. Oysa Alçin, Merih'in aklına gelmeyecek birçok sebebi düşünüyordu. İstese şüphesiz ona karşı gelir nefretini herkese kustuğu gibi babasına da kusabilirdi. Ancak düşünmesi gereken kendisi değil küçük kardeşi Umut idi. Babasının bu sözlerini Alçin'e yöneltmesinin sebebi küçük kardeşinin kameralar karşısında söylediklerine karşı duyduğu öfkeden dolayı olduğunu iyi biliyordu ve en ufak karşı çıkışında alamadığı hıncını Umut'tan çıkaracağını çok iyi bildiği için susuyordu. Yıllardır Umut'u korumak için kendini feda ediyordu. Çünkü ailesinden geriye kalan tek kişi oydu. Zamanında gücü yetip koruyamadan kaybettiği ablasının, abisinin ve annesinin tek umudu oydu. Ne olursa olsun onu koruyacaktı. Merih dayanamadı. Alçin'e yönelip ona uzanmıştı ki Alçin onu fark edip şiddetle eline vurdu. Çektiği acıya rağmen, duyduğu duygusal karmaşaya rağmen hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı. Kaşları çatılan Merih bunu onun huysuzluğuna verse de Alçin'in bunu onu korumak için yaptığından habersizdi. Merih, Alçin'in babasını tanımıyordu. Onunla ne geçmişte karşılaştığı düşmanlar ne de onların acımasızlığı boy ölçüşebilirdi. Onun düşmanlığı hiçbir şeye benzemezdi. Sakince yutkunup duygusuzca ayakta dikilen Alçin tek kelime etmeden yürümeye başladı. Nerede olduğunu bilmiyordu, zihninde yankılanıp duran acı hislerini köreltmiş yönünü bulamaz olmuştu. Korkuyordu. Kayıp düşmekten, çarpmaktan korkuyordu. Buna rağmen sadece yürümeye devam etti. Korkmanın bir faydası yoktu.
Bölüm sonu.
Umarım okurken keyif almışsınızdır. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Yakında görüşmek üzere. Hoşçakalın! ♥️✨
|
0% |