11. Bölüm

Bölüm 11

MsOpia
msopia7

 

Telefonumun çalma sesiyle uykumdan gün doğmadan uyandırıldım.Başucu saatim henüz beşi bile göstermiyordu.Başımı yastığımdan kaldırmadan telefonumun yerini yokladım.Elim üzerine kapanır kapanmaz tuşa basarak sessize aldım. Ekranı kendime çevirmemle “Sultanım Arıyor…” yazısını görmem bir oldu.

 

 

Annem ve babam birkaç yıl önce İtalya’ya taşınma kararı almıştı.Türkiye’de olan üzüm bağlarımızda her ne kadar çok verimli ve lezzetli ürünler yetişse Urfa ve Antalya’daki bağlar yurt dışına gönderim için yeterli gelmiyordu onlar da hem emekli hayatı yaşamı için hem de yurt dışı işlerini biraz daha kontrol altına alabilmek için büyükçe bir bağ alıp güzel bir ev de yaptırarak Toskana’ya yerleşmeyi uygun gördüler. Oradaki turistik hava yetmemiş olacak ki iki ay önce de bir cruise tatiline çıktılar bu yüzden de uzun bir süredir konuşamıyorduk telefonu heyecanla açmamın en önemli etkenlerinden biri de buydu.

 

 

“Anneciğimm.”

 

 

“Anneceğimm oy benim kuzum nasıl da özlemişim sesini nasılsın annem?”

 

 

“Ben de seni çok özledim güzelim ne yapıyorsunuz, neredesiniz, nasıldı?”

 

 

“İyiyiz annecim gemi Sorrento’ya yaklaşıyor şimdi biz de babanla telefonlar çeker çekmez hemen aradık sizi.”

 

 

“Fark ettim anne henüz güneş bile doğmadı orada da aynıdır eminim ki.”

 

 

“Aaa nanköre bak dayanamadık kızım ne yapalım?Baban da abinle konuşuyor diğer tarafta hem sen niye öyle dedin arayamaz mıyız biz çocuklarımızı?”

 

 

“ Yok sultanım kızma hemen benim jetonlar daha düşmedi seninle ayık kafayla konuşamayacağım diye öyle dedim ,o güzel sesinin her bir tınısını aklıma kazımak istiyorum da ondan.”

 

 

“Hıhı kesin öyledir eşek seni.”

 

 

“Hehe öyleyim.”

 

 

“Bir sorun yok değil mi kızım iyisiniz?”

 

 

“İyiyiz anneciğim sen merak etme ne zaman geliyorsunuz onu söyle.”

 

 

“Biz de gelmek çok istiyoruz annecim ama hem biraz dinlenelim hem de baban biraz işlerle ilgilensin öyle kuzum.”

 

 

“Babana veriyorum kuzucum araşırız tamam mı dikkat edin kendinize.”

 

 

“Tamam sultanım çabuk bitirin işleri, bekliyoruz.”

 

Ufak tefek hışırtı seslerinden sonra Vural ÜZÜMCÜ’nün oturaklı sesi duyuldu hatta.

 

 

“Neva’m?”

 

 

“Babacığım.”

 

 

“Ohh nasıl özledim seni güzel kızım bir bilsen.”

 

 

“Biliyorum babacığım biliyorum ben de seni çok özledim. Nasılsın , gemi havası iyi gelmiştir umarım.”

 

 

“İyiyiz civcivim sadece sizi çok özledik annenle her yerde sizi konuşup durduk ‘ keşke çocuklarda olsaydı.’ Diye.”

 

 

“Karı koca güzelce vakit geçirdiniz işte fena mı oldu hem biz iyiyiz burada siz merak etmeyin.Hem sen niye ilk oğlunu aradın da beni aramadın”

 

 

“ Annenle taş kağıt makas oynadık kızım bana da Tan kaldı yoksa ben prensesimi aramadan arar mıyım hiç o kazmayı?” Babam

 

“Bir saniye kızım .” dediğinde arkadan gelen kapı sesini duymuştum. Karşısındakiyle bir şeyler konuştuktan sonra geri döndü.“ Limana yaklaşmışız kızım toparlanın diye uyarı yapıyorlar.”

 

 

“Tamam babacığım siz işinize bakın ama çabuk gelin olur mu ,çok özledim.”

 

 

“Tamam prensesim elimden geleni yapacağım. İyi bakın kendinize , birbirinize sahip çıkın tamam mı?”

 

 

“Görüşürüz baba.”

 

 

“Görüşürüz prensesim.” Demesiyle telefonları kapattık.Telefonu bıraktığımda yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. Onları görememenin üzerine bir de konuşamamak özlemi iyice harlamıştı şimdi seslerini duyabilmek iyi hissettirdi.Yatakta bir süre tavanı izledikten sonra uyumaya karar verdim bu saatte bir boğa burcu olarak yapabileceğim en cazip şey uyumaktı. Yüz üstü uzanıp kendimi uykuya bıraktım. Bıraktım bırakmasına ama kendisi beni bir türlü kabul etmedi bir o yana bir bu yana dönüp debelendikten sonra uyuyamayacağıma karar verip kalktım. Güneş yeni yeni doğuyordu ben de güneşi karşılamak için yapabileceğim en iyi şeyin yürümek olduğunu düşünerek hazırlanmaya başladım hem belki biraz da koşu yapardım. Altıma siyah bir spor şortu altına da yine kısa olan bir spor taytı giyip üzerime de gri bir sweatshirt geçirdim. Saçlarımı topuz yakptıktan sonra suyumu doldurdum ve ayakkabılarımı giyerek dışarı çıktım.

 

 

Kapının önünde beni soğuk bir hava karşıladı.Rüzgarın minik ısırıkları burnum kulaklarım ve bacaklarımın üstünden geçti.Normalde koşuda ve yürüyüşte kulaklıklarımı takardım ama ağaçların arasından yükselen kuş sesleri şuan daha cazip geldiği için cebime yerleştirdim. Sitenin içinde dolaşmaya başladım işlerine gitmek için yeni açılmaya başlayan ışıklara ev sahipliği yapan evlerin yanından geçerken mimarilerini inceledim kafamda içlerini dizayn ettim.

 

 

Sitede üç tur attıktan sonra tempomu biraz daha arttırarak yürümeye başladım güneş biraz daha yükseldiğinde karanlık yerini biraz olsun aydınlığa bırakabilmişti.Bir turluk tempolu yürüyüşün ardından koşmaya karar verdim .Bir evin önünde durup kulaklığımı taktım ve telefonuma bağladım şarkı listemi açıp dinleyeceğim parçaya karar verdim.Elimdeki sulukla rahat koşamayacağımı düşünerek koyabilmek için kuytu bir köşe aradım. Yanında bulunduğum evin iç kısmında olan çalıların arasına koymak için eğildiğimde omzuma konan elle sıçrayarak uzaklaştım.

 

 

“Hop hop, sakin ol ,benim.” Sesin sahibine bakarken nefesimi düzenlemeye çalışıyordum.

 

 

“Aral?”

 

 

“Tamam. Sakinleş yok bir şey.”

 

 

“Korkuttun beni.”

 

 

“Pardon korkutmak istememiştim sadece bahçemle ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.” Sözleriyle birlikte başımı eve çevirdim.

 

 

“Aaa burası senin evin miydi ,gelmediğim için bilmiyorum kusura bakma. Suluğumu koymak için kuytu bir yer arıyordum.”

 

 

“Bu saatte ne yapıyorsun dışarıda.”

 

 

“Uyku tutmadı ben de yürüyüşe çıktım.Sen ne yapıyordun bu saatte?”

 

 

“Ben de uyuyamadım motorla turlamaya çıktım.” Diyip başıyla arkasında kalan motoru işaret etti.Anladım dercesine başımı salladım.Biraz kaldık öyle ikimizden de ses çıkmayınca ben de

 

 

“Görüşürüz o zaman.” Diyerek yanından geçtim.

 

 

“Görüşürüz.” Birkaç adım atmıştım ki “Neva” demesiyle ona döndüm.

 

 

“Şey turlamak ister misin?”derken elini ensesine götürdü. “Sabah her yer sessizken daha güzel oluyor, gündoğumunu izlemek falan.Gerçi biraz geç kaldık ama hoşuna gideceğinden eminim.” Diyip beklentili gözlerle bana bakarken diğer elini de beline sabitlemişti.

 

 

“Ama dersim var.”

 

 

“Dersine daha var.” kaşlarımı kaldırarak gözlerine baktım.

 

 

“Yani saat daha altı dersin en erken dokuzdadır.Var zamanımız yani.”

 

 

“Doğru dedin.” E herhalde der gibi başını salladı .

 

 

“Peki o zaman.”

 

 

“Ben garajdan kaskını alıp geliyorum o zaman.” Diyerek eve doğru yöneldi.Kaskını? İyelik,sahiplik,benlik,benimlik eki? Birkaç dakika sonra kask elinde yanıma geldi kaskı başıma geçiriken;

 

 

“İntercom da aldım senin için artık seslerimiz daha rahat duyabileceğiz , sarkı da dinleyebilirz.”

 

 

“Benim için?” bir an bakakaldığını hissettim.

 

 

“Artçım için yani iletişim daha iyi olsun diye.” Şu ana kadar şarışın turizimle de birlikte bir sürü artçısı oldu ama intercom bu güne nasipmiş herhalde.Kendi kaskını da taktıktan sonra motora bindi sonra elini uzatıp benim binmeme de yardımcı oldu.Motoru çalıştırdı çok gaz vermeden siteden çıkıp ana yolda bir fırının yanında durdu.

 

 

“Sesimi duyabiliyor musun?”

 

 

“Evet.”

 

 

“Güzel . Ben şimdi kahvaltı için bir şeyler alacağım bekle olur mu, istediğin bir şey var mı?”

 

 

“Yok.” Dememle fırına doğru ilerledi. 5 dakikanın ardından yanıma geldiğinde elindeki poşeti bana uzattı.

 

 

“Tutabilecek misin?”

 

 

“ Tutarım tabi .Neden tutamayacakmışım?”

 

 

“Bu sefer önceki gibi olmayacak. İçinde de ayran var bir şey olursa mevzu çıkarırım ona göre.”

 

 

“A-a tamam be poşeti tutacağım altı üstü bir şey olmaz ayranına merak etme.”

 

 

“Hadi bakalım.” Diyip motora bindi.

 

 

“İstek parça var mı?”

 

 

“Fark etmez.” Telefonunu eline alıp çalma listesinden önüne çıkan ilk parçaya basıp telefonunu aparata yerleştirdi. Yana doğru çekilip başıyla bana dönerek;

 

 

“Evet küçük ceylan gazlama vakti. Sıkı tutun.” Deyip vizörümü şak diye kapattı.

 

 

“Heyy!” diye çıkışmama gülerek önüne dönüp motoru çalıştırdı.Şarkının sesini açtı ve yolu kontrol edip gaza bastı.

 

 

Erkin KORAY – Tek Başına

 

Kim olursan ol ne istersen yap

 

Sen de bu dünyada tek başınasın

 

Anne kolunda

 

Baba yolunda

 

Kardeş yanında tek başınasın

 

Tek başımıza

 

Tek başımıza

 

Hep tek başımıza

 

 

Hızını arttırırken belinin yanından tutan ellerimi önünde birleştirdi.Şarkının arasından sesi duyuldu.

 

 

“Kolların beni sarmalayacak Neva.”

 

 

“Ellerin önümde duracak , poşeti görmem lazım yoksa sana güvenemem.”

 

 

Ellerim sıkı sıkı birleştirerek bedenine sokuldum, rüzgarı hissettim , şarkıyı dinledim , yanlarından geçerken artık göremediğim ağaçları izledim. Rüzgarı tenimde daha çok hissetmek için bir elimi açmamla yavaşlaması bir oldu.

 

 

“Ne oldu?”

 

 

“Havayı hissetmek istiyorum, kollarımı açabilir miyim?” dediğimde hızını daha da düşürerek isteğimi yerine getirdi.

 

 

“Vizörünü aç .Temiz havanın kokusu başka güzel oluyor,içine çek.” Dediğinde söylediğini yaparak vizörümü açıp havayı içime çektim gerçekten temiz havanın kokusu daha da hissedilir oluyordu hatta bence salatalıklı el kremi gibi kokuyor.Ellerimi de açıp gözlerimi kapayarak bu anın her parçasını hissetmeye çalıştım.Bir süre sonra yüzümde istemsiz oluşan gülümsemeyle bu keyifli anın tadını çıkartarak gözlerimi açtım. Dikiz aynasından bana bakan Aral’la göz göze geldğimde o da gülümsüyordu kısılan gözlerinden anlayabildim. Gözlerini kaçırarak yola döndü. Ellerimi tekrar ona sararak “Hızlanabiliriz .” dediğimde hemen aksiyon alarak gaza yüklendi.

 

15 dakika daha süren yolculuğun ardından tepe gibi bir yere geldik her yer yeşillikler içindeydi . Şehir sağımızda ormanlık alansa solumuzda bize eşlik ederken Aral’ın beni indirmesiyle merdivenlerin başında olan beton, bank benzeri şeyin yanına ilerledim. Merdivenlerin aşağısından berrak bir dere geçiyordu etrafında ceviz ağaçları ve meyve ağaçaları vardı. Renkli merdivenlerin korkuluklarını sarmalayan mor salkımlar etrafa kokusunu verirken bu yeşilliğin içinde parlıyordu. Sanki dünyevi alandan bir anda uhrevi bir alana geçmiştik.

 

 

“Bence de.” Demesiyle bakışlarımı Aral’a çevirdim, bakışlarımız birbirimizdeyken;

 

 

“Gerçek üstü bir güzelliği var.”demesine başımla onay verdim.

 

 

“Nereden buldun burayı?”

 

 

“Küçükken annemle gelirdik.” Aral’ın annesini hiç görememiştim o daha kuçükken öldüğünü biliyordum ama daha önce ondan bahsettiğine şahit dahi olmamıştım, gerçi babası hakkında da pek konuşmuyordu. Ama abimin gördüğü fotoğraflardan söylediği kadarıyla melek gibi bir kadınmış.

 

 

Elindeki poşetten çıkardığı simidi bana uzattı.

 

 

“Bu fırının Ankara simidi çok iyi oluyor tat bakalım.” Elinden simidi aldıktan sonra iki parçaya bölüp bir tarafından ısırdım. Aral da çalkaladığı ayranı açarak bana verdi.Bir yudum aldıktan sonra.

 

 

“Bak gördün mü bir şey olmadı değerli ayranına, rahat rahat içebilirsin.”

 

 

“Ayrıca bu ne ya , çok iyiymiş bu gevrek gevrek inanılmaz. Sen de yesene.” Diğer simit parçasını da ona uzattım. Elimdeki parçaya bakıp tebessümle gözlerini kaldırdı;

 

 

“Sen bir doy ben sonra yerim.” Ağızımda lokmayla kalakaldım.

 

 

“Yok olmaz öyle birlikte yiyelim . Hem sen bana çok mu yiyorsun demeye çalışıyorsun.” Küçük bir kıkırtıdan sonra;

 

 

“Yok canım sadece iştahlı yedin ya ondan dedim belki hepsini yemek istersin.”

 

 

“E tabi oksijen çarptı biraz benim de iştahım açıldı haliyle.”

 

 

“Hımhım.” Diyerek ona uzattığım simidi alarak yemeye başladı. Sessizce elimizdekileri yedik . Konuşmadık, sorgulamadık, sustuk. Rahatsız da olmadık bundan sadece sustuk. Birinin yanında konuşabilmek kadar susabilmek de önemliyidi nezlimde. Birbiriyle konuşabilen herkes yan yana durabilirdi ama susanlar olmak zordu , ‘ E hadi konuşalım’ demektense kendini telaşsız bir şekilde sessizliğe bırakmak susarak yan yana durmak... Susarak birbirini anlayabilmekse daha da zordu.

 

 

 

Aral beni eve bırakmadan önce birbirimize teşekkür edip ayrıldık. Kapıyı saksının altındaki anahtarla açıp içeri girdiğimde saat sekizi biraz geçmişti. Tan’ın uyandığını mutfaktan gelen seslerden anlayabildim. Ayakkabılarımı çıkartıp içeri doğru adımladığımda başını uzatarak beni süzdü.

 

 

“Neredeydin?” diyip tekrar tezgaha döndü.

 

 

“Yürüyüşe çıktım.”

 

 

“Aç susuz ne yapıyorsun iki saattir, gel kahvaltı edelim.” Anaam suluk bahçede kaldı . Ayrıca çok centilmensin Tan’cığım ama ben kahvaltımı yaptımm.

 

 

“Duş alıp öyle geleyim. Sen açsan ye istersen benim pek iştahım yok.” Hee iştahın yok 3 simit yedin neredeyse.

 

 

“Dersin kaçta?”

 

 

“Bir buçukta. Senin?”

 

 

“Onda benimki de . Sen kendi arabanla gelirsin o zaman.Ya da işin yoksa gel yüzmeye gidelim.”

 

 

“Gelemem, mücver yapacağım.”

 

 

“Nevoş bana da tiramisu yapsana canım çekti.”

 

 

“Bakarız.”

 

 

“Bakarız mı ,vicdansız canım çekti diyorum bu biçare abine bir tiramisu yapmayacak mısın?”

 

 

“Şu triplere bak sanki yapmayacağım dedim. Yaparım tabi benim minik su aygırım.” Diyerek yukarı çıktığımda o da arakamdan;

 

 

“Yaaa Nevaaa!Gerçektan aygır mıyımmm?” diye çocuk gibi sormuştu.

 

 

“Heee aygırsın. Su aygırı.”

 

 

Duşta kendime 2000’ler pop şarkılarından oluşan çalma listemi açtım kıvırta kıvırta, bağıra çağıra söyleyerek keyifli bir duş geçirdim. Banyodaki işlerimi bitirdikten sonra giyinip mutfağa indim. Abim çoktan çıkmıştı onun yerine de Neriman sultan gelip temizliğe başlamıştı.Önce tiramisu için kremayı hazırlayıp soğuması üzere buzdolabına yerleştirdim bu sırada da dolaptan kabak,peynir ve ihtiyacım olan diğer malzemeleri çıkardım.Mutfaktayken çalma listem de tabi ki bana eşlik etmeye devam ediyordu.Kabakları yıkadım ,soydum, rendeledim ama bu sefer elimde kalan büyük parçayı içine atmak yerine kenara koydum. Peynirleri ezmek yerine minik minik doğradım kalan malzemeleri de aynı özenle koyup karıştırdım. He ne gerek vardı bu kadar özene ben de bilmiyorum, içimden öyle geldi.

 

 

Dolaptaki kremayı çıkarıp önceden hazırladığım soğuk kremayla karıştırdıktan sonra bir kısmını da ayırıp bir ölçek protein tozuyla karıştırıp ayrı bir kaba kahveli mısır patlaklarıyla hazırladım. Çünkü neden? Tan bey.Krema ile kedidillerini birleştirirken yağı da kızması için ocağa koydum. Tatlıyı dolaba kaldırdım mücverleri kızarttıktan sonra fazla yağını çekmesi için havlu kağıdın üzerine koyup hararetinin geçmesi için kenara bıraktım.Odama hazırlanmak için çıkarken Nöro da mutfağa geçip akşam yemeği hazırlığına başladı.Hazırlanma faslını da bitirip mücverleri plastik kaba koyduktan sonra Nöro’yu öpüp arabama geçtim.

 

Okulun otoparkına geldiğimde yolda birkaç kez beni arayan Feray elleri belinde beni karşıladı.

 

“Aramalarıma neden cevap verilmiyor acaba?”

 

 

“Araba kullanıyırdum Feroşş”.

 

 

“Fark ettim de açıp ‘arabadayım’ demek bu kadar mı zordu.” Derken arabadan eşyalarımı alıp kitledim.

 

 

“Haklısın pardon.” diyerek yavru kedi bakışları attım.

 

 

“O ne ?” diye sorarak elimdeki kabı işaret etti ve yürümeye başladık.

 

 

“Mücver yaptım?”

 

 

“Ver de bir tane yiyem.”

 

 

“Olmaz.”

 

 

“Niye ya!?”

 

 

“Aral’la iddiaya girdik ya ona yaptım.”

 

 

“İyi de Aral kazanmadı ki?”

 

 

“Olsun” dediğimde tek kaşını kaldırarak baktı.

 

 

“1 puanla kaybetti o da kaybetti sayılmaz. Kaybettiyse bile o sondaki hareketi bile tek başına galibiyeti hak ediyor.Sen onu bunu boşver de yatay geçişle gelen çocuğu gördün mü, tam senin kalemin.”

 

 

“Hangisini Gökberk’i mi?”

 

 

“Evet , filinta gibi çocuk vallahi.”

 

 

“Sarışın o.”

 

 

“Yani?”

 

 

“Sarışın erkek mi olur Neva? Sarışın civciv olur, bebek olur, platin kız olur.Erkek mi olur?”

 

 

“ Pardon . Nasıl isterdin hanımım?”

 

 

“Şöyle 1.85 üstü esmer kara kaş kara göz olacak , kumral bile kabul etmiyorum. Hafif böyle de yapılı olacak ama çok da değil ayı mı alıyoruz yani? Kirpikleri böyle kapkara ve uzun olacak o güzel gözleri daha da ortaya çıkacak düşünsene bir off , erik gibi maşallah. Şöyle anlatayım sana Akasya Durağından Fato aneyin de dediği gibi ‘döşü kıllı erkek istiyem.’ Esmerin olduğu yerde sarışın getir götür yapar anlayacağın.”

 

 

“Büyük konuşuyorsun Feroş’um.”

 

 

“Ben bilmem, tercihlerime saygı duyacaksın. Sarışınla asla diyorum.”

 

 

“İyi , bir sarışına gönlünü kaptırınca görürüm ben seni.” Konuyu kapatıp bana giydireceği elbiseyle ilgili konuşmaya başladı. Tek tek neresini nasıl yapacağını anlatırken ben de etrafa bakıyordum . Nasıl yapacağıyla pek de ilgilenmiyordum ne yaparsa giyecektim nasılsa ödeviydi ve elinden gelenin en iyisini yapacağından eminidim. Ayrıca tarzlarımız da öyle çok farklı değildi Feray bana göre daha iddilalıydı o kadar. Feray’ı dinleyerek etrafı kolaçan ederken gözüme tanıdık bir sima takıldı bakışlarımı tekrar o yöne çevirdim. Aral biriyele konuşarak gülüyordu ama konuştuğu kişi çam ağacının arkasında kaldığı için onu göremiyordum.

 

 

“Ne gülüyorsun kız?” diye soran Feray’ın sesini birkaç dakika sonra duydum.

 

 

“Gülmüyorum.”

 

 

“Nereye gülmüyorsun , kör müyüm ben gülüyorsun işte.Neye gülüyorsun sen?” diye sorarak o da benim kitlendiğim yere baktı.

 

 

“Offf Neva sen iyice tutuldun bu Aral’a.”

 

 

“Aral’ın gamzeleri mi vardı?” derken gözlerim yüzünde gezindi dik gelen güneşin ve gülüşünün de etkisiyle şekilli kaşlarının altında olan gözleri kısılmıştı ama da yine de elalarının renginin açıldığını ayırt edebiliyordum. İnce olmayan dudaklarının arasında parlayan beyaz dişlerini hemen yanlarındaki gamzeleri süslüyordu. Feray’ın söylediklerini idark ederek;

 

 

“Ne alakası var ya ,nereden çıktı tutulma falan.”

 

 

“Hee dakikalardır pişmiş kelle gibi gülen benim çünkü gözlerini bile ayıramadın çocuktan.” Bir hışımla başımı çevirdim.

 

 

“Al bakmıyorum oldu mu?” diyip gözlerimi tekrar eski konumuna getirdim.

 

 

“Haklısın mücverleri de bana yapmıştın doğru.”dediğinde yürüdüğümüzden artık ağacın ardındaki kişi de görünür hale gelmişti. Gözüm ona kaydı. Sarışınlardan.

 

 

Sarışınlardan mı? Gerçekten sarışınlardan birine mi böyle gamzeli gülüyor? Ya biz daha saatler önce iki kuru simidi paylaşmadık mı? BANA NEDEN HİÇ BÖYLE GÜLMEDİ?

 

 

“Al Feray . Al arkadaşım.” Derken kabından çıkardığım bir mücveri ağzına tıktım.

 

 

“Afiyet olsun . Hepsini sen bitir, ona verme.” Bize yaklaşan Hüseyin’i gördüm. “Hatta siz bitirim ama ona vermeyin tamam mı?” dediğimde diğer mücveri de onun ağzına vermiştim.

 

 

“Dur kız dur, n’apıyon?” derken lokmasını çeviriyordu.

 

 

“Krize girdi.”

 

 

“Ne krizi? Mücver ne alaka? Bu arada çok iyi olmuş.”

 

 

“İddia için yapmıştım ama Aral müsait değil bayatlamadan siz bitirin hadi.”

 

 

“Tamam , yeriz yeriz de bak abinler çardakta oturuyor onlar da yesinler, ben yepsini bitiremem hassas bir bünyem var.” diyip bizi abim, Mert ve Merih’in olduğu çardağa götürdü.

 

 

“Hoş geldin güzelim.” Diye karşıladı abim cevap olarak ağzına bir mücver tıktım.

 

 

“Hadi yiyin şunları da bitsin. Hadi hadi!” diyerek hepsine birer tane verdim.

 

 

“Ellerin dert görmesin kardeşim çok güzel olmuş . Dediğimi de yaptın di mi?”

 

 

“Yaptım eve gidince yersin.” Derken birer tane mücver daha vermiştim.

 

 

“Başka ne yaptın Neva vallahi çok güzel olmuş geleyim de onu da yiyeyim.” Diyen Mert aldığı diğer mücveri yiyordu. “Allah’ım çok güzel olmuş. Lezztinden göbek atasım geldi şu an .” Ellerini Fatih ÜREK gibi kıvırtarak oynamaya başladı.

 

 

“Gerçekten çok lezzetli olmuş Neva ellerine sağlık.” Diyen bu sefer Merih oldu.

 

 

“Afiyet olsun .Bak bir tane kalmış hadi onu da ye de bitsin.”

 

 

“Yok yok doydum ben eline sağlık.”

 

 

“Aaaa olur mu öyle? Bir tane zaten onu da yersin hadi lütfen .” derken mücveri elime alarak Merih’ e doğru götürdüm. Dişlerinin arasına koyacağım sırada bir el bileğimi kavradı.

 

 

“Hop hop , benim o .” diyen kişi Aral’dı. Gözlerim gözlerine dokundu.

 

 

“Ben yemedim benim o.” diyerek elimi kendine yakınlaştırmaya çalıştı.

 

 

“Yoo değil .” diyip bileğimi kurtararak mücveri Merih’in ağzına bıraktım. Gözleri sorar gözlerle bana bakıyordu tıpkı diğerlerinin de bize baktığı gibi.

 

 

“Nasıl değil. İddia için bana yapmadın mı?”

 

 

“Ne alakası var iddiayla sen kazandın mı ki de benden ödül istiyorsun.Hem benim ödülüm nerede? Hangisine verdiğini unuttuğundan bulamıyor musun?” dediğimde Hüseyin boğazını temizledi.Gözlerimi Hüseyin’e çevirdim uyaran gözlerle bana bakıyordu.

 

 

“Neyse ödül falan istemiyorum zaten ,eğlencesine oynadık. Hepinize de afiyet olsun.Benin derse yetişmem lazım.” Diyip çantamı alıp Aral’ın yanından sıyrılarak dersliğime ilerlemeye başladım. Biraz yürüyüşün ardından kapıdan içeri girecekken Aral önümde dikildi.

 

 

“Ne oldu ya?”

 

 

“Yok bir şey.”

 

 

“Nasıl yok ,çekip gittin.”

 

 

“Dersim var Aral.”

 

 

“Mücver de vermedin bana.”

 

 

“Merih’in hakkıydı.”

 

 

“Ellerinle yedirmen de mi hakkıydı?”

 

 

“Ne oldu kıskandın mı?” diyeceğimi beklemediğinden önce bir afalladı ama sonra çarpık bir gülüş kondu dudaklarına.

 

 

“Daha çok sen kıskanmış gibiydin ceket imaları falan.” Kaşlarımı çatarak ona bakarken içeriden kapının açılmasıyla bana biraz daha yaklaştı. Başımı kaldırıp gözlerinin içine bakarken;

 

 

"Öyle olmasını isterdin değil mi?"

 

 

"Aynen , işim gücüm yok seni kıskanacağım ABİciğim." Diyip omzuna vurarak hızla amfiye girdim ama onun da kaşlarının çatıldığını görebildim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

🤨

 

 

 

Bölüm : 03.11.2024 16:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...