@muhammedguner46
|
09.06.2021
Eğitimin dünyanın en önemli kavramlarından biri olduğu şüphe götürmez. Onsuz insanlar, insanlıktan pek uzaktırlar! En mükemmel eğitim ise kişinin kendini eğitmesidir. Yine de toplumsal olarak gelişmede; zorunlu eğitim olması, zorunludur! Bu konuda özgürlük hakkı kime tanınacak ki? Küçük bir çocuk, eğitimin ne olduğunu bilmediğinden; ret ya da kabul etmesi mantıklı olmayacaktır. Diğer yandan ailesinin reddetmesi ise çocuğun en berrak dönemini çöpe atabileceğinden, doğru olmayacaktır. Buradan, çocukların kendi haklarında karar verecek yaşa gelinceye dek; zorunlu eğitim görmesi gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Hepsi bir yana "eğitim" kavramının vazgeçilmez unsuru eğitmenlere ya da bir diğer deyişle öğretmenlere gelelim. Bütün öğretmenler, eğitici eğitim almalarıyla lisans programlarından da geçiyor fakat bu yine bir nevi "zorunlu" eğitim oluyor. Öğretmen olmak isteyenlerin geçmesi gereken "zorunlu" eğitim. Fakat öğretmenlerin gönüllü ve daimi öğrenciler olmaları gerekiyor. Ki "eğitim" sağlıklı bir şekilde gerçekleşsin. Eğitim ve öğretim kavramlarının en önemli unsurlarından biri olan "öğretmen"in, öğreniminin durması tam bir faciadır! Kendini eğitmeyen (kendi eğitimini durduran veya hiç başlatmayan) birinin "eğitici" olması mümkün müdür? Eğer mümkünse bile verimsiz ve sağlıksızdır. Eğitici, eğitebilirliğini sürdürebilmesi için asla kendi eğitimini durdurmamalıdır! Çünkü; "Öğrenmek, akıntıya karşı yüzmek gibidir; ilerlemezseniz gerilersiniz." * Bunu yakın zamanda başlayan ve halen devam eden "corona virüs" üzerinden benzetme yoluyla anlatmaya çalışalım. Aşıların bulunmasıyla birlikte ilk aşı yapılan grupların başında doktorlar geliyordu. Bu doğal ve zorunluydu. Çünkü; henüz virüs belasından kurtulamamış ya da mücadele eden sağlık çalışanlarının, "sağlıklı" bir şekilde diğer insanları kurtarmaları pekâlâ mümkün değildir! Bu nedenle mantıklı olan yapıldı ve onlara öncelik tanındı. Diğer insanlara daha etkin bir şekilde yardım edebilmeleri için. Bütün bunları eğitim sürecine uyarlayacak olursak; eğitimde kaçınılan ve insanların korunulması gereken "virüs" cehalettir! Çaresi(aşısı); öğrenim ve eğitimdir! Bu nedenle öğretmenlerimizi doktorlara benzetecek olursak, "cehalet"ten (virüs) korunması gereken ilk grup da onlar oluyor; yukarıda bahsettiğimiz sebepten ötürü! Eğitim ve öğretim de "aşı" olacağı için şu yorumu yapmalıyız: Eğitim ve öğretim aşısı; sınırsız dozda ve mezara dek her fırsatta uygulanmalıdır! Eğer "cehalet"ten kurtulmuş, sağlıklı bir toplum istiyorsak; öğretmenlerimize bağışıklık kazandırmamız gerekmekte! Peki bu eğitim ve öğretim aşısını öğretmenlere nasıl uygulayacağız? Evet gönül ister ki öğretmenlerimiz gönüllü ve isteyerek bu "aşı"yı önce vurmayı öğrenerek ve daha sonra daima kendilerine uygulasınlar. Fakat görünen o ki bu pek de mümkün değil! "Zorunlu" eğitim ve öğretime alışmış olan öğretmenlerimiz için güzel ve zorunlu bir gelişim planım var. Bu plan; yıllık belirli sayıda ve kalitede kitabı okuma zorunluluğunun yanı sıra yine belirli aktiviteleri yapmayı da zorunlu kılacak. Zaten "zorunlu" eğitime alışmış öğretmenlerimizin, bununla kendilerini çok üzeceklerini düşünmüyorum. Zorunluluk kısmını YÖK tarafından "belirlenen kitaplar"dan çıkarılacak sorulara, yıllık maruz kalacak öğretmenlerimiz halledecektir. Umulur ki aşıyı "YÖK"ün elinden alıp, kendine vurmaya yönelecek öğretmenlerimiz de çıkar. Fakat çıkmasa da bu sınavlarda verilen notlara göre mesleki puanlarında iniş-çıkış durumları ve aynı zamanda ödül-ceza yöntemiyle cehalete karşı eğitim-öğretimde bağışıklık kazanan bir toplum olacağımız inancındayım. Böylelikle öğretmenlerimiz; nehre karşı yüzmeyi bırakmamış ve gelişmeye-geliştirmeye devam etmiş olacaktır. Cehaletten uzak bir hayat yaşamanız dileklerimle...
Esen kalın.
*Çin Atasözü |
0% |