@muhammedguner46
|
19.06.2022
İbrahim son çare olarak; sahil kenarında yalnız yaşadığını öğrendiği bilgeyle görüşmek istiyordu. Anlamı bulamamak ve arayamamak kendisini çok yormuştu. Sahil kenarına henüz varmıştı. Bulunduğu yerde ev göremedi. Etrafına iyice bakındı. Sahilin kenarında ada olmasına ramak kalmış bir dağ gördü. Dağın üzerindeki çok mütevazi bir kulübeyi de zor seçebildi. Dağa giden yol o kadar inceydi ki uzaktan bakan birisi adeta onun suyun üzerinde yürüdüğünü sanırdı. Ufak bir gemi çarpmasıyla yolun yok olacağını ve dağın adaya dönüşeceğini düşündü. Upuzun bir yokuşu tırmanmasının ardına bilgenin kulübesine ancak varabildi. Bir insanın bu yamacı tırmanabilmesi için gerçekten boşluğa düşmüş olması ve tüm samimiyetiyle varoluşun anlamını araması gerekirdi. Bu yalçın kayalarla dolu olan dağa tırmanırken; bir ayağının kayması demek, lodosla birlikte denizin dibini boylamak demekti. Böylece anlam aranırken, ömür kaybedilebilirdi. Tüm bu düşüncelerinden, dalındaki domatesi doyasıya koklayan bilgeyi gördüğünde sıyrıldı. Kendisinin asla bir domatesi koklamadığını ve hatta yerken tadını bile tam hissetmediğini anımsadı. Bilge o kadar narince domatesleri topluyordu ki âdeta bitkinin dalını incitmekten korkuyor ve onlardan özür diliyordu. Benzer davranışlarla salatalıkları ve en sonunda da birkaç tane yumurta alıp evine geçti. Anlamı bulmak heyecanıyla çok erken saatlerde kahvaltı bile yapmadan evden çıkmıştı. Neyse ki bilge, onu kendisinin bilgeyi görmesinden önce görmüş olacak ki; "Hadi genç adam neyi bekliyorsun? Kahvaltı hazır." dedi. Kahvaltı yaparken bilge; "İsmin ne senin? İbrahim mi?" dedi. İbrahim çok şaşırdı ve "Evet" dedi. "Ancak o bu kadar çok sorgulamakta ve aramaktaydı." İbrahim, anlamın bilge de olduğunu hissetti ve tam anlamın ne olduğunu soracakken; ağzını silen bilge; "Gel benimle, sorunun cevabını daha güzel bir yerde vermek istiyorum." Topraktan muazzam deniz manzarasına karşı yapılan iki koltuğun bulunduğu yere gittiler. Bilge oturdu ve İbrahim'e oturması için diğer koltuğu işaret etti. Yerden bir avuç toprak aldı ve doyasıya kokladı. İbrahim yine daldı. Bilge; "En çok da yağmur yağdığında; toprakla yeni buluşan suyun yaydığı kokuya hayranım. Yaratılışıma kadar alır götürür beni o koku." dedi. Bir müddet durdu ve tekrar başladı; "Biliyorum buraya anlamı, hayatın anlamını sormaya geldin ve benim bildiğime de inanıyorsun. Hadi sor bakalım yine de." İbrahim derin bir nefes aldı ve "Efendim. Ben yıllardır arıyorum. Neredeyse tüm dinleri araştırdım. Karşı cinsleri için yaşayan ve ömürlerini başkalarının bedenlerini elde etmek için heba edenler kadar bile mesut değilim. Anlamsızlık beni kahrediyor. Var olmak ne büyük ne zor bir sorumluluk. Anlamsızlık her geçen gün beni yok ederken; keşke hiç var olmasaydım diyorum. Hayatın anlamını bulamıyorum ve üşeniyorum. Belki siz bana yardımcı olabilir ve küllerimden tekrar canlanmamı sağlayabilirsiniz. Efendim yalvarıyorum bulduğunuz anlamı benimle paylaşınız. Efendim ben neden varım, bütün bu yaşadıklarım ne için, hayatın anlamı nedir?" Bilge tüm sorun ve soruları hıfz etmiş, kafasında soruları da düzenlemiş bir rahatlıkla manzarayı seyrediyordu. Lodosun serinliğini ciğerlerine doldurdu ve hayatın anlamını tamamıyla çözmüş bir edayla; "Evlat belliki sen yanlış arıyorsun. Tüm dinleri layıkıyla araştırmış olsaydın, hakikati tüm çizgileriyle keşfedebilirdin. Kuvvet muhtemel kendi dinini layıkıyla öğrenmediğinden, sağlıklı karşılaştırmalar yapamadığın ve safsatalara dayanamayarak; tüm dinlerin yanlışlığına hükmettin. Hakikat arayışında yola silahsız çıkmışsın. Yaşaman bile mucize. Anlamı sana birkaç kelime ya da cümle ile ifade edemem. Ki bu zaten mümkün değildir. Anlam; anlattığını kapsayıcı ve anlattığından büyük olmak zorundadır. Hayatın anlamı her şeye yüklenebilir; en aşağısından en yücesine kadar. Fakat biz en elzem, en mükemmelini keşfetmeli ve gereklerini yapmalıyız. En mükemmelinin keşfi ise hayata anlam vereni bulmakla olur. Hiçbir sistem kendiliğinden kurulamaz ve sürdürülemez. Etrafına bakar mısın; bu kusursuz sistemin elbette bir kurucusu ve sahibi var. Şu üç soru çok mühimdir: nereden geldim, gelmiş olduğum yerde ne yapmalıyım ve nereye gideceğim? Hayatın anlamı, bu üç sorunun içerisinde gizlidir. Kimi inanışlar, yalnızca "dünya"da ne yapmalıyımla ilgilenirler. Çünkü; gelinen ve gidilecek bir yer olmadığına inanırlar. Bunlara benim bir sözüm var: "Alemin küfre göre hem başı hem sonu hiç; iki hiç arasında, varlık olur mu ki hiç?"* Evlat bunlar pişkinliklerinin yanı sıra hak dinin cahil ve ümmi mensuplarını küçümserler fakat Nuh'un gemisinde paspas olarak da kurtulunabileceğini bilmezler. Günümüzde Avrupa bölgesi her şeyiyle gözde olduğundan; dine de onların gözüyle bakarlar. Avrupalıların din dediği Hristiyanlıktır! Bizim diplomalı cahillerimizse kopyala yapıştır usulüyle Avrupalıların Hristiyanlık hakkında söylediği ne varsa, İslam'a ithaf ederler. Hakikat aramakla bulunur evlat fakat her daim inanmak lazım. Oduna bile olsa inanmak!.. Fakat körükörüne değil! Daima sorgulayarak ve araştırarak. İnanç değiştirmek de öyle çok korkulası bir şey değildir. Onlarca din var ve bu onlarca dinin onlarca ayrı yolu!.. Bu da yüzlerce ve hatta binlerce yol demek. Hakikat tekse; hakikate tek bir yoldan gidileceği de aşikar. Öyleyse birinin haricindeki tümü yanlış ve o yolun yolcuları da yanılıyor! Böyle bakınca çok korkutucu öyle değil mi?" Genç adam kesik bir nefes almasına rağmen derin bir iç geçirdi ve "Evet efendim. Zaten beni bunalımlara sokan da bu. Ömrüm boyunca arasam da bulamayacakmışım gibi hissediyorum. Bu da rehavete düşmeme ve aramamama neden oluyor." dedi üzülerek. "Evlat; aramak o kadar mühim ki!.. Ömrünce arayanın kesinlikle bulacağına inanıyorum. Varsayalım ki bulamadı. Hakikat karşısında çok gerçekçi bir gerekçeye sahip; 'Ama ben ömrüm boyunca samimi bir şekilde aradım!' gibi!.. Hakikati bulmanın ödülünü alamasa bile asla ve asla cezasını da almayacaktır! Bütün bunlar bir yana hakikati bulsak dahi aramaya devam etmeliyiz! Hakikati bulduğumuzda aramalı ve bulduğumuzu başka yerlerde aramaya devam etmeliyiz. Bu anlattıklarımla hakikati bulabilirsin. Şimdi git ve ara..." Genç adam derin derin uzaklara baktı. Sanki ilahi bir nur içini aydınlatmıştı. Henüz hakikati keşfedememiş olsa da hakikati keşfedecek çok şey keşfetmişti. Bilgenin ellerinden öptü ve görünmez bir güç tarafından sürükleniyormuşçasına ilerledi. Donmuşluğunu bilgenin; "Evlat" sesi bozdu. Genç adam döndü ve aynı donmuşlukla bilgeye baktı. Şüphe çölünde pusulasız bırakmak istemediği gence bir Kur-an meali uzattı. Bilge bu kez yalnızca gözleriyle konuşmuş ve genç adam da gözleriyle minnet duygusunu belli etmişti. |
0% |