Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.) Ni̇şan 🎬

@muhayyell_


•••

 


İki yüz liraya aldığım muhteşem terliğimi giymiş ve tabiri caizse sürüne sürüne apartmandaki nişana, üçüncü kata çıkıyordum. Evet terlikle nişana gidiyordum, çünkü bir kat üste çıkmak için topuklu ayakkabı giyemezdim.


Bizimkiler çoktan orada olmalılardı, bense hocalık yaptığım hafızlık kursundan anca gelip duş alıp çıkabilmiştim evden.


Zile basıp beni hemen duymaları için içimden dualar ediyordum, şu içerden gelen sesle baya imkansıza benziyordu çünkü bu.


İkinci kez zile bastığımda neden burada olduğumu sorgulayan kalbime ket vurmaya çalıştım. Sırf yüreğimin sesini duymamak için üzerimdekilere bakıyordum şimdi.


Nişan için annemin zorla aldırdığı bordodan hallice, siyah düğmeleri olan göğüsten pileli ve ayağa kadar uzanan feracem gayet hoş duruyordu bence. Anneme alırken mızmızlansam da, şimdi iyi ki demiştim. Madem hayatıma devam etmek zorundaydım, bu zorundalıktan kimsenin haberi olmamalı, kimse bana acımamalıydı.


Başımda genelde başka renk takmadığım kahve gözlerimle uyumlu simsiyah pamuklu şallardan bir tanesi yerine gül kurusu bir şifon şal vardı. Siyahla beyaz tenimin daha çok ortaya çıktığını söyleyenler olsa da bu umrumda değildi genelde. Dışarıda bütün dikkatleri üzerime çekecek renkler giymek bana göre değildi.


Bugünse müstesnaydı...


Kapı nihayet açıldığında biricik en best kuzenim Fatmanur ışıl ışıl abiyesiyle karşımda duruyordu.


"Nazenin, hoşgeldin!" diyen Fatmanur kapıyı ardına kadar açtığında "Hoşbulduk kuzen." deyip ona karşılık verdim ve terliklerimi fırlatmak suretiyle çıkarıp içeri geçtim.


"Ee, kadınlar ne tarafta?" dediğimde gözlerimle odaları tarıyordum. Fatmanur nişan sahiplerinin de kızıydı aynı zamanda. Abisinin nişanı vardı bugün. Bizim aksimize mahremiyet konularına pek dikkat etmezlerdi lakin Elhamdulillah ki sülalecek namaz hepimizde dinin direğiydi.


Olması gerektiği gibi...


Bazen mahremiyette beni bunaltsalar da her şeye rağmen seviyordum geniş ailemi. Aralarda çatlak yumurtalar yok değildi elbette. Eh, ne yapalım onlar da nazar boncuğu olsundu.


"Şu an herkes terasta kuzi. Hadi biz de çıkalım." deyip koluma girdi kuzenim. Önceden olsa ısrar ederdi feracemi çıkarmam için ancak, o da alışmıştı bu duruma. Hafızlık yaparken dış kıyafetle ilgili olan ayeti ezber ettikten sonra, tefsiri ve zamanın şartlarında sahabe hanımlarının ayet iner inmez, buldukları ilk kumaşla üzerlerini kapatmaları beni çok etkilemişti.


Şimdi, bunca imkan varken neyin ardına sığınıp örtüyü ihmal edecektik?


O gün bugündür üzerime ferace giymeden erkek kuzenlerimin dahi karşısına çıkmamıştım. Yıllarca babaannemler yengemler hala ve teyzemler çok fazla yıldırma politikası uygulamışlardı üzerime; elbiselerin suyu mu çıkmış mış! O güzelim çiçekli elbiselerimin üstünü kara-koyu şeylerle örtmem gençliğime yazık mış! Fakat çok şükür direnmiş ve herkesi bu halime bir şekilde alıştırmıştım.


Annem...


O zaten benim biricik dayanağımdı. İlk ferace giydiğimde de bugün de hep yanımda o olmuştu.


Babam yoktu. Ben altı yaşındaydım, erkek kardeşim Enes de üç... Vefat etmişti. Göçüp gitmişti ötelere ve kavuşmamız başka bahara kalmıştı hep.


Ne bayramda, ne özel günlerimizde babasızlığı hissettirmemek için amcalarım da dayılarım da pervane oldu etrafımızda lakin yetmedi işte. Bir baba etmedi hiçbiri. İşin sonunda biz hep annemle kaldık yine...


Babam göçüp gitmişti ancak biz ezelden beri baba tarafının apartmanında yaşıyorduk. Annem vefalı kadındı. Ayırmadı babaannemlerle bizi. Anneannemler de burada kalmamızı uygun görmüştü zaten. Böyle küçük yerlerde kimse kızının eve dönmesini istemezdi.


Hem de iki çocukla...


Dalgın dalgın çıktığımız terasta gördüğüm kalabalık beni kendime getirmişti neyse ki. Şu meselelere bir daldım mı çıkamıyordum nedense.


"Kuzum! Geldin mi annem?" diyen anneme gülümseyip yanağını öptüm.


"Geldim Aysel sultan, geldim."


Anneme bazen böyle takılır, bir nebze tebessüm etsin diye kırk takla atardım. Hoş, annem zaten mütebessim bir kadındı ama bazen hüzne dalıp gidince çıkarması da bize düşüyordu elbette.


Kalabalık arasında kapı önünde annemi hemen bulsam da kardeşim Enes'i görememistim henüz.


"Ay Nazen! Bir an gelmeyeceksin sandım kız." diyen halamın benden bir yaş küçük sözlü kızı Aysima'ydı. Evet, bazen ismimi kısaltıyorlardı.


"Niye gelmeyeyim kız Ays!" deyip yapmacık bir gülümseme kondurdum dudaklarıma. Yapmacık olduğunu benden başka anlayan olmasın diye de dualarla süsledim içimden.


Ve işte... Kalabalık, bir anda tam karşımı, ortayı boşalttığında geldiğimden beri görmemek için bin takla attığım Ali Haydar ve müstakbel nişanlısı yan yana durmuş yüzüklerinin takılmasını bekliyorlardı.


Boğazımdan koca bir ateş topu yuvarlanıp yüreğimin kapısına oturduğunda dolan gözlerimi bulutlara kaldırıp ağlamamak için kendimi sıktım.


Ali Haydar... Çocukluğumun en güzel yılları, gençliğimin zehirli sarmaşığıydı.


Büyük bir aptallık edip bana abilik yapan hala oğluma gönül vermiştim, evet. Öyle aptaldım ki... Sırf babama benziyor diye hayran olduğum adama olan hislerimin büyüdükçe farklılaşacağını hesap edememiş bir zavallıydım. Büyüyünce de hayranlıktan ibaret kalsaydı ya hislerim. Değişmeseydi ya! Değişip beni mahvetmeseydi ya!


Konu komşu, aileler ve herkes... Durmuş onları izlerken kız tarafından bir adam, kim olduğunu cidden bilmiyordum, Fatmanur'un tuttuğu tepsiden yüzükleri alıp önce gelin hanıma, ardından Ali Haydar'a yüzüklerini taktı.


Dua için eller havaya kalkarken ben de herkesi taklit ettim. İçimde büyük bir yaradan kanlar fışkırırken yüzümü gülmeye zorluyordum. Geline, Emine'ye baktım. Mahallemizin güzel kızlarındandı. Tesettürlü değildi ama insanların günahı onları ilgilendirirdi, biz yalnızca öğüt verebilirdik. Sonuçta Allah Teala'nın emirleri açıktı...


Bir seneye yakındır görüşüyorlardı Ali Haydar'la. Beklenen bir nişandı bu lakin bir ben alışamamıştım şu duruma.


Alışacaktım. Başka yolu yoktu...


Emine'nin üzerindeki elbise dikkatimi yeni yeni çekiyordu. Diz üstü, oldukça albenili beyaz bir elbise giymişti. Beyaz ve mini elbise... Ali Haydar'ın kızın bu elbiseyi giymesini istemediğine adım kadar emindim. Nasıl ikna etmişti onu, takdire şayandı cidden.


Mimiklerim şaşkınlıkla kalkarken, gözlerim bu sefer de Ali Haydar'ı buldu. En olmaması gereken kişiyi. Esmer yüzünün kızardığını anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Buradan bakan herkes anlardı. Belki insanlar heyecanına yoracaktı lakin ben biliyordum. Bu heyecan değildi, sinirdi.


Onu öyle iyi tanıyordum ki... Bütün hislerini okuyabiliyordum artık yüzünden.


Yanıma gelip ellerini göğsünde bağlayan Fatmanur'a, ne iş der gibi baktım.


"Emine'nin elbisesini soruyorsun, değil mi?" dediğinde, bilmiş bir ifadeyle başımı salladım.


"Bilmiyorum kuzi. Abim küplerde geldiğinden beri. Bizim aileyi de biliyorsun, en açığımızın elbisesi bilekten bir karış yukarıyı geçmez. Babam desen, la havle çekip duruyor. Abim olay çıkarmadan şu nişan bitse, şükredeceğim yani!" diyerek göz devirdi. Duygularımdan hiç kimseye bahsetmemiş olmanın ekmeğini çok yemiştim. Fatmanur'un bu kadar rahat konuşması da bu yüzdendi elbette.


"Şimdi herkes haklı, kime ne desem bilemedim." deyip ağzıma hayali fermuar çektim.


Emine'nin kendi tercihiydi. Ancak bizler tercihlerimizde sevdiğimiz insanların duygularını, düşüncelerini de önemsemeliydik. Özellikle böyle bir aileye gelin geleceğini bilen bir kızın, oldukça iddialı bir elbise giyip sevdiği adamı zor durumda bırakması bana pek mantıklı gelmiyordu.


Ya Emine yeterince sevmiyordu, ya da... Yadası beni ilgilendirmezdi gerçi.


Emine'den aldığım gözlerim yeniden Ali Haydar'ı bulduğunda, kahve gözlerimle koyu yeşil gözler kesişmişti. Bu ani bakışma beni hiç sarsmamış gibi yapıp güzel bir tebessümle başımı hafifçe eğip selam verdim sevdiğime.


Eski sevdiğim, artık.


Bakışları yumuşayıp göz bebeklerine şefkat yerleşince içim titredi. Bana hep böyle bakıyordu. Baba şefkatine muhtaç küçük bir kız çocuğuna bakar gibi... Şefkat ve merhametle.


Fakat ne ben altı yaşında küçük bir kızdım, ne de Ali Haydar on yaşında beni bakkala götüren oğlan çocuğu...


"Nazenin, gelsene abimlerle fotoğraf çektirelim. Kız tarafından sıra gelmeyecek birazdan."


Fatmanur'un tatlı sitemine gülümseyip, "Bir şey olmaz. Kalabalık bir dağılsın çekiliriz." dedim. Esasen birazdan aşağı, eve inmeyi planlıyordum.


Neden erkek tarafında nişan yapılıyor diye sorarsanız, Emine'lerin eve bizim apartman bile sığmazdı.


"Hadi kuzi ya!" diyerek beni çekiştiren kızla bütün planlarım suya düşmüştü. Ama ben bu fotoğraf karesinde olmak istemiyordum ki!


Sesimi çıkarmadan çekiştirilmek suretiyle Ali Haydar'ın yanına atılmıştım. Evet evet! Tam anlamıyla atmıştı beni oraya sevgili dostum, kuzenim, canım!


Diğer tarafa, yani gelinin yanına kendi geçerken bense iki üç parmak mesafede kara sevdamın dibinde duruyordum. Ali Haydar'ın yüzü, yanına geçer geçmez bana döndüğünde heyecanla yutkundum. Dudaklarımı kıvrılmaya zorlarken gözlerimin içi kırıklarla doluydu. Ve buna çok yakından şahitlik etti en olmaması gereken kişi...


Hemen fotoğraf makinesine dönüp, Ali Haydar'ın gerilen çehresini görmezden geldim. Umarım, birazdan karşıma geçip iyi misin gibi şeyler zırvalamazdı.


Değildim. Ve yalan söylemek bu dünyada en nefret ettiğim eylemdi.


•••


Bölüm Sonu

Loading...
0%