@muhayyell_
|
••• Nişanın üzerinden bir hafta geçmişti ve yeniden bir Cuma gününe daha ulaşmıştık çok şükür. Bu süre zarfında işten eve, evden işe kapanmış ve gerekmedikçe kimseyle görüşmemeye başlamıştım. Bestim Fatmanur'u bile öldüm mü diye beni kontrol etmeye gelmesiyle görmüştüm bu hafta. Zaten en zoru da sevdiğim adamın; en yakın arkadaşımın, yani en yakın kuzenimin abisi olmasıydı. Bu isteme-nişan olaylarından önce günlük birbirimizi görmeden duramayan biz, benim kendimi geriye çekmemle beraber haftada bir, iki anca bir araya gelir olmuştuk. Yapacak bir şey yoktu. Fatmanur'u görmek için bile olsa, onunla karşılaşmak istemiyordum. Bundan sonra Ali Haydar'ı göreceğim tek yer düğünüydü. Böyle olmalıydı. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen, isteklerim yerine gelsin diye kırk takla atan, beni dayısından bir parça gibi gören adamı artık yok saymalıydım. Her kafası estiğinde bize gelip anneme hal hatır soran, ihtiyacımız var mı diye dört dönen tek erkek kuzenim olmasa belki her şey daha kolay olurdu. Canı sıkkın olduğunda bile gelir, Enes'le bilgisayar oyunu oynar kafası dağılınca giderdi. Benimse o geldi diye bir beş çayı hazırlamadığım kalırdı. Börekler, kekler çaylar masalarına bir görev insanı gibi gider gelirdi o gün. Fakat bir şey olmuştu. Bir şey çok kötü olmuştu ve Emine'yle konuştuğunu öğrenmiş, yıkılmıştım ben. O günden sonra gün aşırı bizde takılan adam artık gelmez olmuştu. Hakkını yemeyeyim, haftada bir iki gelir Enes'le oyununu oynardı ama, eskisi gibi sık değildi işte, anlıyor musunuz? Bense zavallı gibi, ömür boyu böyle süreceğini zannettiğim durumun tepe taklak oluşuyla bir müddet evden dışarı adım atamamıştım. Neyse ki, Hafızlık hocalığı işi imdadıma yetişmişti de beni bu bunalımdan çekip almıştı hamdolsun. Öğlene kadar süren işim lise çağındaki kızlara hafızlık yaptırmaktı. Şimdi de kurstan çıkmış güneşli bir Aralık ayının soğuk esen rüzgarı eşliğinde eve gidiyordum. Kurs evime yakındı, yürümeyi sevdiğim için de aheste aheste dolanıyordum evimize giden sokakta. Yolda etrafıma bakınırken tam da cuma vakti, mahallenin delikanlılarından Kayhan'ı bir kızla konuşurken gördüm. Allah bu çocuğa da hidayet versin, diye geçti içimden. Cuma cuma... Fakat kızın birazcık yana kaymasıyla kim olduğunu görmek beni şoka uğratmıştı. Emine? Hararetli hararetli ne konuştuklarını duyamasam da kaşlarım çatılmıştı bu görüntüye. Kadınlar bilmese de kızlar arasında dönen bir muhabbette bir aralar sevgili olduklarını duymuştum bu ikisinin. "Tövbe ya Rabb'im! Aşkın gözü kör, diye boşuna demiyorlar cidden. Yazık Ali Haydar'a..." İçimdeki şeytanlar, bula bula bu kızı mı buldun Ali Haydar diye tepinirken birden durup "Sana ne kızım?! Sana ne?! Belki Emine çok iyi bir kız, sen kendi nefsine bak!" deyip şeytanı susturduktan sonra yoluma devam ettim. Kendi iyiliğim için eve varıp ılık bir duş aldıktan sonra, dinlensem çok iyi olacaktı. Apartmandan asansörle ikinci kata geldiğimde çantadan anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım. Evde elbette kimse yoktu. Bu saatler annem ve apartmandakiler için babaannemlerin evinde kahve saati, demekti. Bir saatlik muhabbetleri hepsine iyi geliyordu, özellikle yalnız başına kalmış anneme... Canım benim. Normalde olsa çantayı atar aşağı koşarak inerdim ancak son zamanlarda bu enerjiyi kendimde bulamıyordum. Hemen duş için lazım olacak malzemeleri toparlayıp suyun altına attım kendimi. Su gibisi var mıydı? Elhamdulillah! Nasıl olsa kimse yok ayağına uzun uzun çiçek ve vanilya kokularını boca ettiğim bir duş aldım. Annem olsa duşun uzunluğuna biraz sitemle, evin her yeri çiçek gibi koktu güzel kızım, derdi şimdi. Gülümseyip çamaşırlarımı giydim. Ardından dolabımdan çiçekli gül kurusu bir elbise alıp üstüme geçirdim. Sarıya çalan saçlarımı nemlendirip kuruttuktan sonra tarayıp topladım. Rahatlamış bir şekilde üstümde bir sekinetle mutfağa geçtim. Kursta öğle yemeği çıktığından açlığım yoktu. Güzel bir kahve içmek istiyordum ama. Makineye kahve çekirdeklerini koyup süt haznesine biraz süt ekledim. Kahve bardağımı da yerine yerleştirdikten sonra düğmeye basıp o eşsiz kahve kokusunu içime çektim usulca. Gözlerim zevkle kapanırken çalan zille anında açılmıştı. Kesin Enes cumadan gelmişti. Hayır, çocukta anahtar da vardı ama illa beni kaldıracak! Kapıyı açacağım için odadan gidip krem bir şal alıp gelişi güzel doladım başıma. Sanırım beklemeye dayanamamıştı beyimiz. Yavaş yavaş açılmaya başlayan anahtar sesiyle olduğum yerde durup kollarımı göğsümde bağladım. Onu, nasıl haşlasam diye düşünürken Enes'in "Gel abi." demesiyle ardındaki kişiye kaydı gözlerim. Ali Haydar... Ellerim usul usul göğsümden ayrılırken içeri geçen adamla karşı karşıya gelmiştik. "Abla madem evdesin niye açmıyorsun? Ağaç olduk ya!" diyen kardeşimi duymuyordum şu an, evet. "H-hoşgeldiniz." Ali Haydar'ın gözleri elbiseme değdiğinde utançla kıpırdandım yerimde. Feracem neredeydi benim?! "Hoşbulduk çiçeğim, naber?" Al işte! Kalbim yine binbeşyüz atıyor! Onun alışkanlıkla söylediği cümleye yüreğimin verdiği tepki canımı daha da acıtıyordu artık. "İyi." deyip uçarak odama geçtim. Yüreğimin atışı yavaşlasın diye göğsüme vururken bir yandan da günlük feracelerimden birini geçirdim üstüme. "Allah'ım sen sabır ver!" Söylene söylene odada volta atarken Enes'in sesiyle mutfağa yönelmiştim. "Abla! Kahven olmuş." Mutfakta bana bakan ikiliyi es geçip kahvemi aldıktan sonra tam kapıdan çıkarken "Bize kahve yok mu Nazenin?" diyen adamla olduğum yerde kaldım. Ardıma dönüp yüzüne bakmadan Enes'e hitaben konuştum. "Ablacığım. Sen yaparsın değil mi kahve?" deyip başımı hafifçe eğdim, evet demesini kolaylaştırmak için. "Abla ben beceremiyorum bu mereti biliyorsun. Uzatmasan? Biz odama geçelim abi, ablam yapar kahveleri. Hadi..." deyip cevap vermemi beklemeden çıktı mutfaktan. Ben sana gösteririm sonra! Kapı kenarında durmuş Ali Haydar'ın da çıkmasını beklerken, gözlerimle her yeri taradım resmen. Neyse ki o da kapıya doğru adımlamaya başlamıştı. Ama neden sonra bana dönüp karşımda durdu. "İyi misin?" diye sorduğunda gözlerimi kapattım. Ne diyeceğimi bilemiyordum çünkü. "Çok mu önemli?" diye saçmaladığımda dudağımın kenarını ısırdım. Böyle mi belli etmeyecektim kötü olduğumu?! "O nasıl soru çiçeğim? Bendeki yerini bilmiyor gibi konuşuyorsun." Histerik bir hıh sesi çıktı boğazımdan, dudaklarımı açmadan sessizce... Kafamı iki yana sallayıp "Biliyorum." deyip yutkunduğumda sesimin titrememesi için cümlemi kısa tutmuştum. "Sen... İyi değilsin. Ne oldu Nazenin? Günlerdir evden çıktığını da görmedim. Biri bir şey mi yaptı? Kim canını sıktı? Söyle, gidip eceli olayım!" dediğinde sesi hala aynı düzeydeydi ancak hacmi artmış, öfkesi tınısını değiştirmişti. Onun bu haline dayanamayan yüreğim yelkenlerini suya indirdi. Canı yansın istemiyordum. "İyiyim, gerçekten. Fakat büyümek sancılı bir işmiş." dedim gülümsemeye çalışarak. Gözlerine bakmasam da ara ara iletişimde yüzüne değiyordu harelerim. Gözlerinin dudağımın kenarındaki minik çukura iliştiğini gördüğümde hemen toparlanıp, gülüşümü kestim ve boğazımı temizledim. O artık nişanlı bir adam, Nazenin! "Tamam. İyiysen, problem yok. Ben geçiyorum o zaman içeriye." deyip eliyle kapıyı gösterdi. Ona başımı salladıktan sonra gidişini izledim. Ona kapıldım, diye kendime kızmakla haksızlık ediyordum bazen. Küçüklüğünden beri uğraştığı tahtaları, mobilyaları dayısının yani babamın yarım bıraktığı atölyede işliyor ve çoğu sanatçının eline su dökemeyeceği nadide sanat eserine dönüştürüyordu. Sanatçı ruhu bir bakanda bir daha dönüp baktıracak kadar güzel duruyordu üzerinde. Boylu poslu bir adamdı da Ali Haydar. Adı gibi, aslan gibi bir delikanlıydı. Hangi kıza yüz verse, eminim tav olurdu... Yeşil gözleri babamınkinin aynıydı. Öyle yemyeşil değildi bir kere. Kopkoyu harelere sahipti. Uzaktan gören kahverengi zannedebilirdi rengini lakin değildi. Çok yakından şahit olduğum için ezber etmiştim artık. Halam bile benim gibi kahve gözlere sahipken, onun dayısına bu kadar benzemesi herkesi şaşırtıyordu muhakkak. Gerçi, ben de bu aileden bir tek kahverengi gözlerimi almıştım. Genel olarak anne tarafına benziyordum. Sarışın klasik bir tenim ve oldukça sarı saçlarım, yuvarlak ama keskin hatlı bir yüzüm vardı. Baba tarafımsa, aksine esmer tenliydiler. Kahveleri hazır edip tepsiye koyduğumda dün yaptığım kekten de bir kaç dilim kesip tabaklara yerleştirdim. Onları da tepsiye koyup mutfaktan çıktım. Enes'in odasına varmadan derin bir nefes çektim ciğerlerime. Ardından açık olan kapıdan girip oyun oynayan ikiliye doğru ilerledim. "Buyrun." deyip önlerinde bulduğum boşluklara kahve ve kekleri koydum. Geri çekileceğim esnada Ali Haydar'ın çalan telefonuna kaymıştı bakışlarım. Emine arıyor... Okuduğum yazı canımı yakarken Ali Haydar telefonu cevapladı hızla. Odadan bir an önce gitmek istemekle, kalmak arasında sıkışıp kalmıştım. "Efendim Emine?" "..." "Eve geçeceğim birazdan, hayır mı?" "..." "Apartmandayım." "..." "Kimde olduğumun ne önemi var? Hepsi benim ailem!" "..." "Saçmalıyorsun." "..." "Evet, tahmin ettiğin yerdeyim. Oldu mu? Rahatladın mı?" Konuşma bu minvalde sürüp bittiğinde Enes de ben de duymamış gibi yapmaya devam ediyorduk. Telefonu kapatıp ayağa kalkan adamla Enes "Abi nereye? Yeni başlamıştık daha..." demişti. Ali Haydar bir bana, bir on dokuzundan gün almamış gibi oyun oynamayı bekleyen kardeşim Enes'e bakıp "Başka zaman devam edelim koçum. Benim biraz işim var." dedi. Bunu o yelloz Emine'nin istediğine adım kadar emindim. En azından salak değilsem o konuşmalardan çıkan sonuç buydu. Enes peki tarzında mırıldanıp oyuna devam ederken Ali Haydar önde, ben arkada odadan çıktık. "Ben seni geçireyim." deyip dış kapıyı açtığımda bir anlık göz göze geldik onunla. Hemen gözlerimi kaçırıp yere bakarken Ali Haydar'ın ofladığını işittim. Kesinlikle ailesi ve sevdiği arasında kalan adam tribiydi bu, nerede görsem bilirdim. "En iyisi sen bir daha bize gelme Ali Haydar." Dediğim şeye ben bile inanamazken dışarı adım atmak üzere olan adam geri dönüp bana baktı. Şaşırdığı şey, ona Ali, değil de Ali Haydar demem miydi, yoksa bir daha gelme, mi bilmiyordum. Belki de her ikisiydi... Çünkü ben ona kendimi bildim bileli Ali, derdim. Herkes Ali Haydar, derken ben bir ayrıcalığım olsun istemiş ve ona yalnızca Ali, demiştim bu yaşıma kadar. Abi, demek zaten katiyen lügatımda yoktu. Herkes alışmıştı bir kere küçüklükten bu yana, kimse de abi diyeceksin dememişti. "Ne?" deyip kara kaşlarının altına gizlenmiş yeşil gözlerle yüzümü taradı. Şaşkındı... "Yani... Eğer sorun oluyorsa, gelmene gerek yok buraya. Neden sorun olduğunu bilmesem de sonuçta nişanlın, evleneceğin kadın istemiyorsa gelmen doğru olmaz, Ali Haydar..." Aslında bu konuşmayı yüreğime yapıyor gibiydim. O da duysun, o da anlasın bir şeyleri istiyordum. Ama ne fayda... Benim laftan anlamaz bir kalbim vardı. "Saçmalama Nazenin. Evleneceğim kadın bile olsa, ailemden vazgeçmemi isteyemez benden. Kaldı ki, yok öyle bir şey..." deyip kaşlarını çattı. Onun ebedi ailesiydik biz. Kardeşi ve annesinden ayırmadığı ailesi... Sanırım ona neden böyle davrandığımı, böyle hitap ettiğimi çözmeye çalışıyordu. Cevapsız kalıp, gitmesini beklerken beklediğim soruyu sormuştu işte. "Hem... Sen hiç Haydar ismimi kullanmazdın. Ne değişti de yılların alışkanlığını bir çırpıda attın öyle?" dedi. Sesinden hiçbir duygu anlaşılmıyordu. Ama öfkeli olduğunu hissedebiliyordum. Başımı kaldırıp omuzlarına diktim gözlerimi ve "Kocaman insanlar olduk Ali Haydar. Sen yakında evleniyorsun bile. Kim bilir, senden s onra sıra bana da gelir belki? Bu saatten sonra çocukluk alışkanlıklarımı sürdürecek değilim." dedim kırgın ama mağrur bir edayla. Pek güzel bir bahane değildi, ama idare edecekti artık. Bölüm Sonu
•••
İnstagram: @muhayyell_ Bugün yeni bir kaç bölüm daha atmayı düşünüyorum İnşaAllah. Gözünüz buralarda olsun :) Hazırda 21 bölüm var vaktim oldukça yayınlayacağım İnşaAllah. Bu arada okuyanlar birer yıldız bırakırsa çok sevinirim. |
0% |