Yeni Üyelik
29.
Bölüm

28.) SAKLI ODA 🎬

@muhayyell_

 

 

Elinde mavi bir dosya ile hastaneden çıktı Ali Haydar.

 

Beyin cerrahına gitmişti. Problemi yeniden dinlemiş, aynı sözleri bir başka doktordan da teyit etmişti böylece. Baştan çekilen tomografi hiçbir işe yaramamış, bu doktor da bir çözüm yolu gösterememişti. Travmatik durumlarda fiziki bir müdahale imkanı yoktu maalesef.

 

Beyninde oluşan travma sonucu ara ara hafızasının böyle tepkiler verebileceği, özellikle psikolojisinin unutmayı istediği şeyleri kısa süreli belleğe alıp stresin de etkisiyle daha çabuk unutabileceğini söylemişti profesör.

 

Fakat Ali'nin tek unuttuğu şeyin bu olması da bir başka absürtlüktü. Acaba unutmuş muydu, yoksa zaten böyle bir durum yok muydu?

 

Arabaya binip yine hiçbir sonuca ulaşmadığı yerden dükkana doğru sürdü. Bugün yoğun bir iş günü olacaktı, her anlamda...

 

Dükkana geldiğinde İbrahim'in çoktan işlere başladığını gördü genç adam. O da olmasa omzunu yaslayabileceği kimsesi yoktu şu dünyada. Ne mesleğini bilen, ne de yorulduğunda sırtını okşayan hiç kimse yoktu. Marangoz Ali Haydar'ın neye ihtiyacı olurdu ki zaten? Ama devleti için çalışan Ali Haydar için aynı şey söz konusu değildi.

 

"Selamun Aleykum İbo!"

 

"Oo, Aleykum Selam ahbap! Neredesin, bu saat oldu?"

 

Ali Haydar dosyayı, anahtarı ve telefonu masanın üzerine bıraktı. Tozun içinde tahtaları oyan arkadaşına döndü sonra da.

 

İbrahim de dostunu daha iyi görmek için gözündeki marangoz gözlüğünü çıkardı ve ellerini çırparak bulunduğu yerden, iç kapıdan çıkarak dükkanın girişinde bulunan Ali'nin ofis masanın önündeki sandalyeye oturdu. Arka tarafına da Ali Haydar geçip oturduğunda "Haber var mı?" diye sordu İbrahim. Neyden bahsettiğini ikisi de biliyordu.

 

"Arayacağım şimdi başkanı." diyerek saçlarını dağıtıp ofladı Ali Haydar.

 

"Ne oldu? Bu dosya ne?" diyen İbrahim'in sorusuna karşın "Yok bir şey İbrahim. Sen ne yaptın, bitti mi Keskinoğlu Ofis'in işleri?" diye soludu.

 

"Bitti sayılır. Sen başkanla konuş, ben de o arada tamamlarım. Bugün zaten beni iyi bir haşladı. Malum konu çok uzadı, diyor."

 

Ali Haydar İbrahim'in dediklerinden sonra başını sallayıp ayağa kalktı. Arka odaya geçerek kilitli telefonu çıkardı ve başkanı arayıp telefonu kulağına dayadı. Beyninden dumanlar çıkıyordu resmen telefonu kapattığında. Hali hazırda içinde bulunduğu durum yeterince sıkıntı verirken, bu akşam kayınvalidesinin evine girip Nazenin'den varlığını öğrendiği kilitli kasayı açması gerekiyordu.

 

Yapardı, çocuk oyuncağıydı ancak aile içinde pek kolay değildi bu işleri halletmek. Hem de kimsenin ruhu duymadan. Eğitimini aldığı, yıllarca bir baykuş gibi her yöne döndürdüğü zekası, el becerisi ve pratikliği teşkilatta parmakla gösterilenlerdendi genç adam.

 

Sadece bu... Arada kalmışlık, sıkışmışlık ve dahi dayısı hakkında bildiği ya da bilmediği her şeyin o evde olduğu hissiyatı mantığına iyi gelmiyordu. Üstelik başkan eskisi gibi değildi. Bir tuhaflık vardı, uzun süredir hissediyorsa da üstüne karşı gelemez, emrini yok sayamazdı haliyle.

 

O gün verilen görevi her şekliyle güzelce bitirebilmek istiyordu genç adam. Bundan sonra belki daha rahat devam edebilirdi meslek hayatına, vatanı savunmaya, belki evliliğine de...

 

Nazenin aklına düşünce yüreği sızladı yeniden.

 

Bütün günü ahşapları şekillendirerek bitirdi, Ali Haydar ve İbrahim. Bir ara Turan da uğramıştı dükkana. Eskiden olsa çıkmazdı adamın yanından, ancak kız kardeşinin yaptıkları yüzünden Ali'yle araları bozuktu. Söz konusu vatansa gerisi teferruat olduğundan gelmişti bugün de, bil-mecbure...

 

İkindiye doğru Ali, Nazenin'e akşam geç geleceğini yemeği annesinde yenmesini tembih eden bir mesaj çekti. Böylece akşam işi garanti olmuştu.

 

"Gazamız mübarek olsun."

 

•••

 

Ali Haydar eve giderken yol üstünde bulunan pastaneden soğuk baklava aldı. Yengesi, yani kayınvalidesi severdi bu tatlıyı.

 

Küçüklüğünden beri en sevdiği yengesi şimdi annesi olmuştu. Dünya garip bir yerdi doğrusu. Bazen aklına gelmeyen şeyler kaderin oluveriyordu. En şaşırtıcı şey de buydu belki, yaşamın keyfiyetinde bizim güzelliğini tahmin dahi edemediğimiz şeyleri Rabb'imiz öyle bir yoluna koyuyordu ki, sanki doğduğundan beri bu anı beklemiş gibi oluyordu insanoğlu...

 

Genç adam apartmanın kenarına arabasını park edip yan koltuktan tatlı poşetini aldı eline. Arabadan çıkıp kapıyı kapattıktan sonra elindeki anahtarın kilit tuşuna bastı. Gözleri kayınvalidesinin penceresine kaydığında bir an dejavu yaşadığını zannetti. Nazenin'le eskiden olduğu gibi pencere önünde kesişmişti yine gözleri. Ve yine eskisi gibi perdeyi çabucak kapatıp ayrılmıştı oradan.

 

Adamın dudakları buruk bir tebessüme ev sahipliği yaptığında aklına bu gece bitirmesi gereken iş yeniden hücum etmişti. Bu sefer can sıkıntısıyla ofladı dış kapıdan içeri adımını atarken.

 

"Allah'ım sen yardım et."

 

Hem işi hem evliliği zihnini işgal ederken nihayet Aysel Hanımların kapısına varmıştı. Zile basıp beklerken kapıyı Nazenin'in açmasını umdu ancak pek tabii umduğu olmamıştı.

 

"Hoşgeldin abi."

 

"Hoşbuldum Enes. Selamun Aleykum, nasılsın?"

 

Ali içeriye adımını atarken sahte bir gülümseme eşlik ediyordu yüzüne. Enes'i de çok severdi aslında.

 

Genç adam bir an duraksadı. Bu çekirdek ailede sevmediği kimse yoktu doğrusu. Dayısı ona güzel bir aileyi miras bırakmıştı. Ve bir kaç bilinmeyen sırrı...

 

"Ve aleykum selam abi, iyiyim hamdolsun. Sen?"

 

"Elhamdulillah abiciğim."

 

Enes Nazenin'e nazaran daha çok benziyordu kendisine. Esmer, kara kaşlı kara gözlü yağız bir delikanlıydı. Göz rengi haricinde epey benzedikleri su götürmez bir gerçekti.

 

Salona geçtiğinde kayınvalidesinin sofrayı kuran güler yüzüyle karşılaştı genç adam. Karısı hala ortalıklarda yoktu. Tatlıyı masa kenarına bırakıp gülümsedi yeniden.

 

"Hoşgeldin oğlum. Niye zahmet ettin? Nazenin geç gelecek demişti, çok sevindim seni gördüğüme." deyip kızını çağırmak için aceleyle mutfağa döndü Aysel Hanım.

 

Ali ise yüzünde güçlükle tuttuğu tebessümü geri bırakmıştı. Karısını iyi görmedikçe bu devamlı böyle olacağa benziyordu.

 

"Kızım, Ali Haydar oğlum geldi. Hadi al yemekleri de geçelim masaya." diyen kadına hiçbir şey söylemeden dediklerini yaptı Nazenin. Bu akşamı nasıl atlatacaklardı hiç bilmiyordu. Bütün yaşadığı sıkıntılar yetmez gibi bir de yeni çoraplar örmüşlerdi başına. Bunu Ali'yle konuşması gerekiyordu ama nasıl?

 

Odaya geçtiğinde ilk işi servisleri masaya koymak oldu kadının. Ardından ısrarla onu izleyen çimen gözleri buldu çehresi. Kanadı kırık kuş gibi çırpındı yüreği, nasıl özlemişti... Ancak ailesiyle birlikte olmasalar yine bakmazdı gururunu çiğneyip.

 

Bu karşılıklı hasret yüklü bakışmada en saydam haliyle duygularını ifade eden Ali Haydar olmuştu. Nazenin'se gizliyordu hislerini. Yoksa kocasına koşup, kollarında teselli bulma isteğini nasıl bastırırdı?

 

"Hoşgeldin."

 

"Hoşbuldum Nazenin..."

 

İkilinin ettiği tek kelime buydu. Aysel Hanım da bir terslik olduğunu fark etmişti. Zira kızını da damadını da iyi tanırdı. Elinde büyüyen çocukları kim tanımazdı zaten?

 

"E hadi o zaman, sofraya geçelim." diyerek neşe dolu bir sesle aradaki soğuk rüzgarlara adeta set olmak istedi kadıncağız.

 

Yemekler yenip artık çay faslına geçildiği sırada lavaboyu kullanmak için izin istedi genç adam. Hemen sonra sessiz ama gergin adımlarla lavaboya yöneldiğinde durup etrafına bakındı. Herkes salonda çay içiyor olmalıydı, bu iyiydi.

 

Hemen yönünü değiştirip dayısının çalışma odasının kapısına yaklaştı. Yeniden etrafı kolaçan edip kapı kulpunu indirdiğinde artık odadaydı. Kapıyı yavaşça kapatıp tuttuğu nefesi bıraktı.

 

Görevi tamamlamaya artık çok yakındı.

 

Oda tertemiz olsa da şimdi yaşanmışlık yoktu. Bir zamanlar devletin bekası için şu ahşap masada çalışan dayısı yoktu. Çocukken merakına yenilip bu odaya girdiğini ve dayısının gözlüğü üstünden ona gülümseyip yanına çağırdığını anımsadı aniden.

 

Gıcırdayan zeminde usul usul yürüyüp, aynı o gün ki gibi masanın karşısında durdu genç adam. On yedi sene önce, dayısının ölüm haberi gelmeden bir kaç hafta öncesi gibi, dayısına bakar gibi bekledi olduğu yerde. On yaşındaki Ali Haydar gibi hissetti başta. Ne yapacağını bilemedi. Heyecanlandı. O gün de gizlice girmişti çünkü.

 

Tek fark, bugün dayısı yoktu odada...

​​​​​

 

"Dayı. Sen burada mıydın?"

 

Hayranı olduğu adam samimiyetle gülümsedi yeğenine. Afacan Ali, yine iş başındaydı anlaşılan.

 

"Evet tabii ki küçük adam. Burası benim odam, biliyorsun. Esas sen söyle bakalım, burada ne yapıyorsun?"

 

Küçük Ali Haydar dudaklarını dişleyip çekinerek başka yerlere kaçırdı bakışlarını. Ellerini birbirine bağlayıp bir kaç tur döndürdü önünde. Bu odaya girmesinin yasak olduğunu biliyordu ancak, çocuktu o! Yasak şeyler hep daha cezbedici gelirdi çocuklara...

 

"Neyse bakalım. Madem beni ziyarete geldin... Gel yanıma, sana biraz iş öğretelim." diyerek yeğeninin utanmış haline kıyamayıp, yanına gelmesini sağladı dayısı.

 

Göz rengine kadar kendisinin kopyası olan yeğeninin küçük kollarından tutup dizlerine oturttu sonra. Ali Haydar mahalledeki yaşıtları gibi tombik bir oğlan değildi. Çok zayıf olmasa da uzun ince bir çocuktu. Eh, dayısı da kalıplı uzun bir adam olduğundan tüy kaldırır gibi alıp kucağına oturtmuştu yavrucağı. Çizdiği mobilya tasarımlarını gösterdi, bir kaç teorik kelime fısıldadı ve en sonunda gözlüğünü çıkarıp küçüğe döndü yüzünü.

 

"Ali'm. Bak oğlum, ben bu akşam buradan uzaklarda bir yere, işe gideceğim. Dönmem zaman alabilir. Belki haftalar, belki aylar, belki de daha fazla... Nazenin ve Enes'e ben gelene kadar abilik yap. Onların yanında ol hep. Özellikle Nazenin... Çok hassas ve kırılgan bir kız ama sen. Sen çelik gibi güçlü ve her Türk çocuğu gibi akıllısın yavrum. Onu ve kardeşini koruyup kollayacağına şüphem yok aslan parçam!"

 

O an karar vermişti küçük Ali mesleğine. Dayısı gibi olacaktı. Nasıl olacaktı bilmiyordu fakat öğrenirdi. O ne iş yapıyorsa Ali Haydar da yapabilirdi. Hele biraz büyüsün, dayısını gururlandıracak bir evlat olurdu elbet!

 

Akıl bali olduğunda bildi her şeyi Ali Haydar. Dayısının demek istediği şeyleri, yaptığı mesleği ve ne uğurda can verdiğini artık öğrenmişti. Yalnız, o bulmamıştı bütün her şeyi, onu bulmuşlardı. Liseli Ali nasıl anlayabilirdi istihbarat neydi, teşkilat nasıl çalışırdı zaten?

 

Bir gün okul dönüşü siyah takım elbiseli adamlar Türk bayrağı armalı bir kimlik gösterip onunla konuşmak istemişlerdi. Henüz liseye giden o çocuğun dünyası işte birden değişivermişti böylece...

 

...

 

Gözünden ne zaman aktığını bilmediği yaşı hızla sildi genç adam. Artık acele etse iyi olurdu. Masanın sağ altındaki kapağı açtı ve cebindeki cihazı çıkarıp Nazenin'in bahsettiği karşısında duran kilitli kasanın şifresini kırdı kolayca.

 

 

"Elhamdulillah!"

 

Kasanın kapağı kolayca açılırken içindeki gizli dosyayı anında fark etmişti. Yerde oturmuş eline aldığı dosyayı karıştırırken gördüğü şeylere gözleri inanamadı adamın. Bu, İngilizlerin Türklerle olan savaşında sonlarını getirecek derecede büyük bir bilgiydi. Kraliyet için ölüm kalım meselesi gibi gözüken dosyadaki bilgilerle kalbi kulaklarında atmaya başlamıştı. Bu bilgiler yıllardır burada, yanı başında mıydı gerçekten?

 

Hızla dosyayı kapatıp ayağa kalktığında namlunun ucuyla göz göze geldi genç adam.

 

Karşısında ona doğrultulmuş silah ve o silahı tutan eller...

Bu da ne demek oluyordu?

 

"N-Nazenin..."

 

"Ali, o dosyayı he-hemen masaya bırak!"

 

 

•••

Loading...
0%