@muhayyell_
|
••• "Nasılsın tontonum?" "Allah'a şükür kızım. Hasret bırakıyorsun kendine, her gün o güzel yüzünü görsem daha iyi olacağım. Aynı apartmanda özler olduk." dedi babaannem. Bugün günlerden pazardı ve babaannemlere kahvaltıya inmiştim. Bugün bütün aile burada olacaktı. Gerçi, daha bir Allah'ın kulu yoktu ama ben erkenden gelip biriciğimi görmek, hem de büyükler gelmeden onlara sürpriz yapmak istemiştim sofrayı hazırlayarak. Dedem içeride uykusuna devam ederken babaannemi zorla sandalyeye oturtmuş mutfakta kahvaltı hazırlıyordum. "Çalışıyorum babaannem. Yorgun oluyorum haliyle de... Ama söz, daha sık uğrayacağım eskisi gibi." deyip tezgahtan arkama döndüm ve öpücük attım yaşlı kadına. "Deli kız." deyip gülen babaannemle sırıtıp yeniden önüme döndüm. Patates kızartması, sucuklu yumurta, yine haşlanmış yumurta, kuymak, peynirli börek ve sosis pişirmiştim sıcak olarak. Gerisi de klasik kahvaltılıklardı. Her şeyi mutfaktaki masaya çıkardıktan sonra bahçedeki büyük masayı hazırlamak için arka kapıya gidecekken, çalan zille ön kapıya yöneldim. Babaannemler girişten biraz yüksek olan dairede oturuyorlardı. Üzerime feracemi geçirip kapıyı açtığımda elinde ekmeklerle Ali Haydar'ı beklemiyordum açıkçası. "Günaydın." deyip tebessüme zorladı kendini. Hissetmiştim. "Günaydın, hayırlı sabahlar." deyip içeriden geri çekilecekken Ali Haydar "Geçmeyeyim ben. Emine'yi almaya gideceğim. Ekmekler geçe kalmasın diye alayım dedim." deyip iki poşet ekmek ve bir de simitli poğaçalı poşeti bana uzattı. Demek bugün kahvaltıda Emine de olacaktı. "Peki." deyip ekmekleri elinden beceriksizce aldım adamın. Vücudum benden bağımsız, yine harekete geçmişti... Kapıyı kapatıp ardına yaslandığımda gözümden bir damla yaş firar etti. Yüreğimin avazını bir kaç damla yaşla susturmaktan başka çarem yoktu yine. Ben bu sevdayla ne yapacaktım Allah'ım? Boşta elim olmadığından kollarımla göz yaşımı silip adımı seslenen babaannemin yanına, mutfağa gittim. "Kızım, kimmiş gelen?" diye merakla soran kadına "Ali Haydar, babaanne. Ekmekleri verip gitti. Nişanlısını alıp gelecekmiş." dedim katı bir sesle. Babaannem suratını buruşturup "Aman! O mendebur suratlı kızı da bir sevemedim gitti. Keşke işi falan çıksa da gelmese..." diyen babaannem tebessüm etmeme neden olmuştu. "Şş babaanne! Ayıp ama. Halam duysa üzülür." dedim sahte bir kızgınlıkla. "Kızmaz bana halan. Sanki o çok mu istiyor? Bizim gül gibi kızımız varken gidip elin ne olduğu belirsiz kızını yamadı başımıza! Allah aşkına yavrum, biraz olsun edep, saygı görsem seveceğim valla bak! Lakin nerede...? Burnu havada, saygısızın teki!" Ah babaannem ya... "Olsun babaanne. Sen yine de deme öyle şeyler. Ali Haydar'ı düşün. Müstakbel karısı hakkındaki düşüncelerinizi bilse nasıl üzülür?" dedim içim kan ağlayarak. Babaannemin gül gibi kızımız varken, diye kastettiği kızın kim olduğunu herkes biliyordu. Ben de dahil... Ama biz kuzendik ve nasipten öte yol yoktu. Değil mi? Evet sadece kuzen! Sanki aynı babanın evladısınız. Eğer kınanacak bir durum olsaydı, bir kere Allah Teala yasak ederdi kuzenle nikahı... İç sesimin çemkirmesine kulak tıkayıp babaanneme döndüm yeniden. "Sen de haklısın kızım, üzülmesin benim yakışıklı evladım." Üzülmesin... Ardından hızla bahçeye masayı kurarken açık havada burnuma gelen yağ kokularıyla midem bulanmıştı. "Ay! Üstüm çok kötü kokmuş babaannem ya! Ben bir koşu değiştireyim şunları." deyip çoktan sandalyesine kurulmuş kadına baktım. "Tamam yavrum, git sen. Allah razı olsun her şeyi hazırladın zaten. Ananlar, halanlar da daha uyanıp gelecek!" deyip söylenmeye başlayan kadının yanaklarını öpüp "Hadi gittim ben. Dedemi de kaldır istersen, gelirler şimdi." dedim. Evden çıkıp yukarıya tırmanırken yengem, amcam ve kuzenlerle karşılaşmıştım. "Günaydın. Nereye kızım? Kahvaltıya gelmiyor musun?" diyen yengeme "Hayırlı sabahlar hepinize. Geleceğim yenge birazdan, geçin siz." deyip devam ettim yoluma. Sırık Mustafa arkamdan şalı asılınca sinirle dönüp gıcık suratına baktım. "Kaç yaşındasın sen?!" deyip çemkirdiğimde sırıtıp "Bağırma kız abine." deyip göz kırptı. "Pardon! Bir yaşın abiliği mi olurmuş? Ben Ali Haydar'a bile abi demiyorum, be hey!" deyip gıcık bir gülümseme gönderdim karşımdaki gıcığa. "Hakikaten sen Ali Haydar abime niye abi demiyorsun kız?" deyip gözlerini kıstığında "Salak salak konuşma Mustafa, ağız alışkanlığı işte... Niye olacak?" deyip gözlerimi kaçırdım. Kalbim anında hızlanmıştı! Bu çocuk benim süt kardeşim olmasının yanında zeki de bir çocuktu. Bazen çok isabetli imalarda bulunsa da benim de kendime göre savunmalarım gelişmişti ona karşı. "Ha, ondan yani..." "Allah'ım sen sabır ver! Amca, oğlunu alır mısın başımdan?" deyip yoluma devam ettiğimde yengemler gülüşü ve ardından kuzenimin "Kaç bakalım, kaç sen." deyişi kulaklarıma ulaşmıştı. ••• Eve geldiğimde üzerime daha hafif bir ferace alıp, şalı da lacivert olanla değiştirdim ve elimi yüzümü yıkadım. Onun üstüne de geniş bir hırka geçirdikten sonra bizimkileri de alarak aşağı indiğimizde kapıyı bize Emine açmıştı. Ya sabır, ya selamet... Annem ve Enes önden girdiğinde selam verip içeri gireceğim sırada Emine'nin "Hazır sofraya gelmek tam da sana yakışan bir hareketti." demesiyle olduğum yerde durdum ve ona döndüm. Üzerinde göbeği açık beyaz bir atlet vardı. Adı her neyse, ilgilenmiyordum. Bana göre o, atletti. Altındaysa dizlerinin hemen altında biten fakat yırtmacı olduğuna adım kadar emin olduğum dar bir etek... Saçları kızıldı. Boyalı kızıllardan. Güzel bir kızdı Emine ancak bana şimdiye kadar gösterdiği hiçbir yüzü güzel değildi. Yanılıyor olmayı o kadar çok isterdim ki... "Sana cevap verip kendimi yoramayacağım, Emine." dediğimde kapıyı çarpan kıza aldırış etmedim ve o arkada ben önde bahçeye çıktık. Sofradakilere göz ucuyla bakıp "Afiyet olsun." deyip boş bir sandalye çektim. Enes'in yanıydı ve yanımda başka kimse de yoktu. Kafamı kaldırıp karşıya baktığımdaysa Ali Haydar'ı gördüm. Yelloz Emine'yse onun yanındaki sandalyeyi çekip oturmuştu benim ardımdan. Kızın yapmacık hareketlerine kusacak gibi bakarken gözlerim Ali Haydar'ı buldu saniyelik bir sürede. Onun da gözleri, kaşları kalkmış bir şekilde yüzümde dolanırken yakalanmanın verdiği utançla tabağıma bir şeyler doldurmaya başladım. Nişanlısına hiç de güzel olmayan bir tavırla bakarken yakalanmıştım resmen! Rezalet! Kahvaltı bitene kadar ondan tarafa bakamadım tabii. "Sofrayı kuranların eline sağlık. Her şey mükemmeldi!" diyen Emine'yle gözlerim ışıldamıştı. Kolay gelsin, yelloz. Babaannem tahmin ettiğim gibi torununa övgülerini sıralamaya başladığında çatalı bırakıp Emine'nin şekilden şekile giren suratını izlemeye başladım. "Kuranlar mı? Kuran diyecektin heralde, gelin. Güzel torunum, hafızım, Nazenin çiçeğim hazırladı her şeyi. Bu yaşta bu maharet, herkeste yok tabii. Sen ondan bir sürü kişi hazırladı falan sandın." deyip gururla bana baktı. Göz kırptığım kadına gülümseyip önüme dönerken, karşımda oturan adamın "Eline sağlık Nazenin." demesiyle ona baktım. Başımı öne hafifçe eğip, "Afiyet olsun, Ali Haydar." deyip yarım kalan çayımı bitirdim. Karşımda donuk bir şekilde hareketsiz bekleyen adama bakmamak için üstün bir çaba sarf etmem gerekiyordu. İşine baksaydı da ben de kafamı başka şeylerle meşgul etseydim! "Güzelim, bana bir kahve yapar mısın?" Ali Haydar'ın sesini duyduğumda kalbime iğneler batmıştı sanki. Emine'ye, güzelim demişti. Hem de gözümün önünde... "Ah! Tabii aşkım." diyen Emine'yle tuttuğum çatalı var gücümle sıkmaya başlamıştım. Gözümüzün önünde cilveleşmeyin bari! "Millet, kahve yapıyorum. Nasıl alırsınız?" En son duyduğum şey ailemin "Sade, orta alayım ben, şekerli olsun, bir sade de bana gelin hanım..." gibi uzayıp giden cümleleriydi. Gözlerim kanlanıp kendimi zor tuttuğum bir anda aniden ayağa kalkıp bahçeden eve girdim. Yok, ben burada kalamayacaktım. Cebimdeki anahtarı kontrol edip, hızla dış kapıyı açtım. Kimin ne düşüneceği umrumda değildi. Benim ki de candı! Telefonum çalmaya başladığında gördüğüm aramayla oflayıp Enes'i yanıtladım. "Abla neden bir şey demeden çıktın. Kötü bir haber mi aldın yoksa? Kurstaki çocuklarla ilgili mi?" Kardeşimi endişelendirdiğim için artı bir duygusallığa büründüm ama belli etmemek için boğazımı temizleyip, konuştum. "Yok ablacığım, endişelenme. Her şey yağlı olunca, bir dokunur gibi oldu. Eve çıkıyorum, soda içeceğim." Enes'i ikna ettikten sonra telefonu kapatıp evimizin kapısını açtım. Tam kapıyı kapatıyordum ki bir el, kapıyı tuttu. Şaşkınlıkla elin sahibine baktığımda Mustafa'yı görmeyi beklemiyordum. "Mustafa..." "Nazenin, iyi misin kardeşim?" deyip ayakkabısını çıkardığında izin istemeden içeriye daldı. Süt kardeş olmasak buna asla izin vermezdim. "İyiyim Mustafa. Hem sen niye geldin ki, bir şey oldu zannedecekler!" dedim sitemle. "Sansınlar. Biraz da onlar düşünsün, yeter." Anlamayarak yüzüne baktığımda hala kapıyı kapatmamıştım ve koridorda ayakta dikiliyorduk. "Bakma bana öyle. Neden öyle alel acele buraya geldiğini biliyorum. Saklama artık be kızım!" dedi bana yaklaşıp. Gerçekten biliyor olabilir miydi? İçimdeki acı beni kavururken bir de Mustafa çıkmıştı başıma. Dudaklarım titremeye başladığında onları birbirine bastırdım ve gözlerimi kaçırdım Mustafa'dan. "Gel buraya." deyip ansızın sarıldığındaysa ona karşı koyacak gücü kendimde bulamıyordum. "Bizi ancak, biz anlarız Nazo." dediği şeyle gülme gelmişti şimdide. "Salak çocuk!" deyip sarıldığım yerden sırık sırtına vurduğumda o da gülüyordu. Ayrılıp "Hem sen nasıl beni anlıyorsun len?! Ay sen de mi Emine'ye aşık oldun yoksa?! Düşüp bayılırım, yok de!" dedim şaşkınlıkla. Kafama vurup "Iyy, saçmalama be! O yellozla ne işim olur benim? Bizde bir salak Ali Haydar abim var merak etme. Benimki başka..." dediğinde "Ali'ye salak deme, salak!" deyip göğsünden ittim Mustafa'yı. "Doğru, o salak değil ama sen salaksın kardeşim, net." Bölüm Sonu ••• |
0% |