

37. BÖLÜM / FİNAL
Ali Haydar:
Hiçbir zaman, kimsenin bir şeyinde gözüm olmadı benim... Ve hiçbir zaman benim olmayanı zorlamadım ben. Olanda bir, olmayanda bin hayır ara derdi, Tarık dayım. Aradım. Her zaman o hayrın peşinden koştum.
Daha küçücük çocukken bile benim olan benim, dışarıdakiler başkalarınındı mesela.
O zamanlarda Nazenin'e fazlasıyla bağlı olduğumu fark etmiş ve bunu mahalledeki çocukların da yakıştırmalarıyla, "Sen ona aşıksın, galiba." sözleriyle on yaşındaki akranlarıma hak verip ben onun abisiyim, demeden kabullenmiştim bunu...
Günler ayları kovalarken Nazenin'in de bana olan bağlılığı bunu iyiden iyiye perçinlemişti pek tabii. O küçük elleriyle ellerimi tutup kırmızı yanakları ve sarı saçlarıyla benimle mahalle maçlarına bile gitmişti. Hiç ardımdan kalmazdı güzelim... Ah o günler!
Ortaokula gittiğim o zamanlarda babamın kurduğu bir cümle beni büyütürken, o büyülü rüyadan da uyandırmış ve artık çocukluk aşkımı kimsenin, kendimin dahi bulamayacağı o gizli rafa kaldırmama sebep olmuştu. öyle bir silmiştim ki Nazenin'i sevdiğimi düşündüğüm o anları, ortaokuldan sonra kızın bana abi demesi için üzerinde baskı kurup durmuştum. Canım karım, öyle inat etmişti ki... Asla demem Ali! Diye küplere binmişti. Herkesin içinde onu öyle zora sokuyordum ki, bana abi desin ve eski defterler tamamen kapansın diye... Çocukluk aklı işte!
Sonunda elbette kazanan o olmuş ve benimle aylarca küs kalmıştı. Tabii sonrası malum, gönüller alınmış ama o konuşulmayan aylardan sonra eski bağımız da zayıflamıştı. Bu arada ben liseye başlamış yavaş yavaş yaşıtlarımla takılırken delikanlılığa yakışmaz diye Nazenin'i yanımda hiçbir yere götürmemiştim o dönem. Eh, benim ergenlik zamanı geçene kadar da Nazenin büyüdüğünden bu sefer o beni çok yaklaştırmıyordu yanına.
Zaten ben üniversiteye başladığımda o da hafızlık kursunda yatılı kalmaya başlamıştı. Öyle böyle derken sonunda ikimiz de eve döndüğümüzde ne kadar beraber büyüsek de tanıdık birer yabancıya dönüşmüştük ne yazık ki...
Eve döndüğümüz o zamanlar, yani benim istihbarat eğitimim onun hafızlık eğitimi; benim onları kollayıp ailenin babası gibi davrandığım zamanlarda uzaktan uzağa selamlaşıyorduk.
Sonraları gün geçtikçe ikide bir onların evinde kendimi bulduğumdan mıdır bilinmez, yakınlığımız çocukluktaki kadar olmasa da biraz daha artmaya başlamıştı Nazenin'le. Artık o benden ben ondan çekinmiyor, (ona göre) İslam'ın izin verdiği ölçüde hasbihal ediyorduk. Onun eskisi kadar neşeli olmayışı ya da vakarlı duruşundan mıdır bilmem, kıza olan saygım günden güne artmaktaydı. Nazenin gözümde öyle bir noktaya gelmişti ki, elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakın ancak elimi uzatmaya çekineceğim kadar da uzaktı...
Artık üniversiteye giden genç kız eve okuldan her döndüğünde beni karşısında bulmaya başlamıştı. Enes'le abi kardeşten de öte olmaya başladığımızdan bir an olsun dayımın emanetinin elini bırakmak istemiyordum, çünkü Nazenin'in bıraktığı bayrağı o alıp sürdürüyordu sanki. Bu yüzden Enes ne zaman çağırsa gidiyor, bilgisayar oyununu bahane eden çocuğun sıkı sıkı bana tutunan ellerini avcumda olmasa da yüreğimde tutuyordum. Ne güzel zamanlardı...
Nazenin gelir gelmez bize çeşit çeşit kek yapar, güzel bir şeyler duymak için gözlerimize bakardı. Beğeni mırıltıları bile çok sevindirirdi onu. O güzelim kahve gözlerinin rengi açıldıkça açılırdı.
Dediğim gibi işte... Uzansam tutabileceğim bu yakınlık başlarda tabii bir durum gibi gelirdi bana. Kuzendik sonuçta, babamın ta küçük bir çocukken uyardığı cümleler yankılanırdı hep kulaklarımda.
Kardeş sayılırmışız biz. Nazenin'e olan bağım da bundan olurmuş olsa olsa. Ayıpmış!
Ne ayıbıydı bu sahi? Ne yaşadığımız hakkında en ufak bir fikri olmayan insanların ayıplayacağı şeyler ne kadar umrumuzda olmalıydı? Allah Teala'nın yasaklamadığı bir şeyi, toplum neye göre yargılıyordu? Belki evet, bir yerde kendilerince hakları olabilirdi ancak dediğim gibi kimsenin bizim yaşadığımız sıkıntılardan, Nazenin'in küçücük bir çocukken babasız kalışının o müthiş zorluğu bana bağlanarak atlatışından ne kadar haberi olabilirdi?
Zaten babamın beni sarsan o cümlelerinden sonra Nazenin'le aramız anlattığım gibi farklı bir yönde evrilmişti. Ben uzun süre o gözle bakmadığım ve sonrasında da bakmak istemediğim Nazenin'in hal ve hareketleri gün geçtikçe dikkatimi çekmeye ve beni fazlasıyla etkilemeye başlamıştı. ne derler bilirsiniz: ateşle barut yan yana durmaz...
Karımın en çok dinine sarılışında kimseye benzemeyişi, ona kapılmama neden oluyordu artık. Benimle ya da başka herhangi bir erkekle asla baş başa kalmayışı, tesettürü, kişilere göre değişmeyen tavrı bir mıknatıs gibi çekiyordu ruhumu ona doğru. Dayıma yakışır bir evlat olmuştu benim çiçeğim. Vatan sever Türk kadını nasıl olmalıysa işte öylece duruyordu karşımda.
Söyleyin, nasıl kapılmayacaktım ben ona? Taş olsa çatlardı bu güzelliğe ve vakara...
Yine de ona olan duygularım aşk mıydı yoksa hayranlık mı bilemediğim o evrede anneannemin de baskıları ve ön görüsüyle Nazenin'le evlenme fikrine sıcak bakmaya başladığım gün, başıma dünyanın yükünün yıkılacağını nereden bilecektim ki?
Evet hatırlıyordum o günü; Emine'nin kurduğu kumpasa düşmüştüm çaresizce, bir buçuk senemi heba etmiştim bir yalan uğruna!
O günden sonra çok şey gibi Nazenin de değişmişti. Benden bilerek uzak durduğunu anlamayacak kadar salak değildim ancak söylesin istiyordum.
Sen alçak bir adamsın, seni hiç tanıyamamışım diye bağırsın çağırsın istiyordum. Ama o inatla kaçıyordu benden ve konuşmaktan...
Emine'yle geçen bir senenin ardından nişan günü görmüştüm ilk kez Nazenin'in gözlerindeki hayal kırıklığını. Anlam verememiştim o bakışlardaki hüzne... Lakin Emine bir anlam çıkarmıştı ki çok üstüne gidiyordu kızcağızın. Belki de Nazenin kadar güzel ve iyi kalpli olmadığının farkındaydı Emine, bu yüzdendi kıskançlıkları. Neyse ne? O kızı düşünmek bile midemi bulandırıyor...
Velhasıl kelam, kaderin yazgısını minicikken fark eden yüreğimizi yine de biz değil kader bir araya getirmişti. Biz aciz insanoğlu Allah'ın yardımı olmasa neyi başarabilirdik ki zaten?
Yine Allah topladı bizi. Yoksa dağılır giderdik.
İşte şimdi, minicik elleri parmağımı sımsıkı tutan bu küçük adam benim oğlumdu. Bizim oğlumuz...
"Mehmed Fatih'im. Benim aslan oğlum!"
Konuşmamı anlamış gibi ağzını açmış ve anlamsız sesler çıkarmıştı. Artık annesi ve beni tanıyor ve ikimizden başkasına gidince huysuzlanıyordu oğlumuz. Henüz üç aylıktı ama gelişimi diğer bebeklere nazaran önde gidiyordu, doktorumuz öyle demişti.
"Boyu uzun olacak galiba, sizin gibi." diyen çocuk doktorumuz Ferda Hanım'a Nazenin'in bir bakışı vardı ki, sormayın gitsin! Aklıma geldikçe karımla uğraşıp onu sinirlendiriyor ve o kızgın bakışlarını yakaladıktan sonra yüzünün her yerini hiç üşenmeden öpüyordum.
Canım karım.
"Ali'm. Uyudu mu oğluşum?" diye seslenen karıma kaldırdım başımı. Gözleri ışıl ışıl bizi izliyordu...
"Uyudu şimdi birtanem, sen ne yaptın? Bitti mi Kuran okuman?"
Yanımıza doğru adımlayan karım yatak odasına tamamıyla girip başıyla beni onayladı ve kucağımdaki oğlumuzu öptü.
"Oh! Bu koku beni mest ediyor Ali..."
Tebessümüyle kalbimde çiçekler açtıran kadının bu haline ben de gülümsemiştim. Ardından ona yaklaşıp şakaklarından kokulu bir buse aldığımda "Beni de bu koku mest ediyor güzelim, ne yapacağız?" deyip Nazenin'in kızarışını izledim keyifle. O utanmaktan bense utandırmaktan vazgeçemiyordum.
"Hadi, yatağına yatır oğlumuzu kocacığım."
Nazenin'in direktifiyle Fatih'i yatağına koyup usulca kokladım boynundan. Karım yine çok haklıydı. Bu kokunun tarifi olamazdı gerçekten...
Geri çekilip yanıma gelen kadına döndüm yönümü, "Ali'm..." diyerek gömleğimin yakasını düzeltiyordu usul usul.
"Efendim çiçeğim!" deyip burnunun ucuna bir öpücük kondurduğumda, Nazenin yüzünü kırıştırıp "Şunu yapmasan olmuyor, değil mi?" diye söylenmişti. Cıklayarak tekrar öpeceğim sırada geriye çekilecek olan karımı yakalayıp beline sardım kollarımı.
"Tamam tamam, kaçma hemen yapmayacağım. Söyle bakalım sen ne diyecektin?"
"Bu gece izin alsan, gitmesen işe... Hem biliyorsun, yarın evlilik yıl dönümümüz. Bu sabaha seninle uyanmak istiyorum Ali... Neredeyse her gece yalnız kalıyoruz ve bunun için asla şikayetçi değilim biliyorsun ama bu gecelik bir istisna yapamaz mısın?" diyerek masum masum gözlerime bakan kadını ben şimdi nasıl bırakırdım?
İçime içime akan o kahvelerdeki aşk için yapamayacağım şey yoktu bu hayatta. Yüreğim fokurdadı, kanım kaynadı ve "Sen iste yeter ki güzelim benim..." derken buldum kendimi.
Nazenin kolay kolay bir şey istemezdi benden. Yormadan seviyordu ve bu sevgi bana öyle iyi geliyordu ki... Şimdi kırk yılda bir benden bir şey isteyen kadının isteğini geri çeviremezdim. Hem bu benim de işime gelirdi. Karım ve evladımla baş başa kalmak benim için dünyalara bedel bir duyguydu.
Nazenin'in bakışları sevgiyle parıldayıp dudakları sakallarımla buluştuğunda gözlerimi kapayıp anın tadını çıkardım. Uzun soluklu bir buseyi hak eden yanaklarım bayram ederken bu öpücüğün bana yetmeyeceğini anlamıştım. Nazenin geri çekildiğinde fazla uzaklaşmamıştı benden, yüzüne dökülen saçlarını geriye ittim ve "Çok güzelsin Nazenin." diye mırıldandım. O da yeşillerimden çekmiyordu gözlerini. Hem sükunetle beni izliyor, hem de hızlanan nefesini tutmaya çalışıyordu. Bir kadının her şeyini, her hareketini ezberlemek öyle güzeldi ki... Şu an konuşmasa da ne söylemek istediğini biliyor olmak gururumu okşuyordu adeta.
Daha fazla dayanamayıp kadının çenesini nazikçe kavrayan ellerim Nazenin'in yüzünün bana yaklaşmasını sağlamıştı. Gözleri kapanan karımın dudaklarına kendimi bırakacakken evin içinde yankılanan zilse bütün keyfimi kaçırmaya yetti.
"Hay ben bu saatte zile basanın...!"
Zilin sesiyle Nazenin de kapadığı gözlerini açmıştı, belli etmese de o bile sinirlenmişti, biliyordum.
"Kim ki bu saatte?"
Ellerimi iki yana açıp bilmiyorum, der gibi hızla odadan çıktığımda Nazenin de arkamdan geliyordu. Koridoru geçip kapıyı dürbününe dahi bakmadan açmıştım. Gelen tabii ki Fatmanur'du!
"Senin ne işin var bu saatte kapımda bacım!" diye istemesem de gürlemiştim kardeşime. Ya hu evli barklı insanların kapısı öyle haldur huldur çalınır mıydı, hem de akşamın onunda?
Benim sonradan fark ettiğim şeyi gören karım ise "Fatmanur, iyi misin sen ne oldu?" diye sormuştu. Bu kez ne olmuş diye kıza yeniden baktığımdaysa az önce yüksek çıkan sesime pişman olmuştum.
"Abi... Sen evde miydin? Kusura bakmayın, ben abim yok diye gelmiştim sana Nazenin. Gideyim madem. Tekrar özür dilerim-" derken kızı susturan ben olmuştum.
"Bırak şimdi özürü Fatmanur. Ne oldu sana abim, biri bir şey mi yaptı yoksa?!" İşte biz abiler böyleydik. Tırnağı kırılsa mahalleyi ateşe verebilecek kadar severdik kardeşlerimizi ancak en çok da onlara nazımız geçer, onları üzerdik...
"Yok bir şey abi. Ben sonra gelirim sana Nazenin, olur mu? Hayırlı geceler size..."
Fatmanur yukarı giden merdivenlerde gözden kaybolurken aklım onda kalmış, canım fena halde sıkılmıştı. Ben yok diye ağlayarak Nazenin'e geldiğine göre karım kesin haberdardı olanlardan. Bir müddet kapıda durup sonra da içeriye geçmiştik mecburen. Nazenin bir şey demiyordu ancak onun da canı sıkılmıştı bu duruma, görüyordum. Benden kaçıp mutfağa kahve yapmaya diye gittiğinde önünde sonunda salona döneceği için üstelemedim. Yarım saat kadar sonra elinde iki kahveyle salona giren çiçeğimden kahvemi alıp yanıma oturmasını bekledim.
"Nazenin, Fatmanur'a ne olduğunu sen biliyorsun değil mi? Lütfen benden saklama, abisiyim ben onun. Nesi var? Gönül işi mi?" dediğimde karımın bakışlarından çok doğru bir noktaya parmak bastığımı anlamıştım.
"Söz verdim Ali, nasıl anlatırım?"
"Peki, haklısın ancak sorun neyse çözemediğiniz çok belli. Bak biliyorum bazen çok ani çıkışlarım olabiliyor fakat emin ol kız kardeşimin kalp ağrısı çekmesini en çok ben istemem. Belki çözebileceğim, ya da en azından yardım edebileceğim bir şeyler olur. Bak eğer çözümsüzse bilmiyormuş gibi yapacağım, söz." diyerek rahatlatmaya çalıştım Nazenin'i.
Nazenin bir süre sessiz kalıp düşünse de sonunda "Evet, gönül işi..." diyebilmişti. Kaşlarım ister istemez çatılırken ne yapacağımı bilemeyerek koltukta öne doğru eğilip dirseklerimi dizlerime dayadım ve ellerimi ensemden geçirdim. İhtimal versem de bunun gerçek olduğunu duymak, bilmek çok farklı bir histi. Bir süre durumu sindirmek için uğraştıktan sonra yeniden doğrulup sevdiğim kadına dönebilmiştim.
"Karşılıksız mıymış?"
"Ne?"
"Yani... Fatmanur'un se-sevdiği, onu sevmiyor mu?" diye güçlükle sordum. Hemen ardından da önümde sehpada duran kahveyi alıp yudumlamıştım. Nazenin'den gelecek cevap beni fazlasıyla geriyordu çünkü.
"Seviyor, yani ben öyle olduğuna eminim... Ama başka sıkıntılardan ötürü-"
"Bir dakika, bir dakika! Sen tam olarak nasıl emin olabiliyorsun bundan karıcığım?" Kıskançlık damarlarım saniyesinde öyle bir kabarmıştı ki...
"Çünkü kocacığım..."
"Evet, ne diyeceksin çok merak ediyorum Nazenin."
Nazenin bana aşk olsun, der gibi triplenirken yüzünü televizyona doğru çevirmişti.
"Çünkü bahsettiğimiz kişi benim süt kardeşim de ondan!"
******
Tam karşımda oturan Mustafa'ya keskin bakışlar atıp kız abisi moduna girerken bacağımla ritim tutarak, Nazenin'in bu çocuğu gece gece evimize neden çağırdığını anlamaya çalışıyordum.
Ulan herif hem kardeşimin gönlünü kırsın hem de gelsin karşımda otursun! Bu kadarı da fazla ama! "Mustafa, abim sen ne ayaksın?" diye hesaba çekmeye başladığım an kucağında uykusundan uyanan oğlumuzla odaya giren Nazenin ters bir bakış atıp beni susturmuştu. Şu dünyada beni bakışıyla susturabilen tek insandı canına yandığım.
Yanıma oturan karımdan sonra bakışlarımı yeniden kuzenime, aslında üvey kuzenimizdi kendisi, çevirdim. Şöyle ki; Mustafa'nın doğum esnasında annesi vefat etmiş, o gün aynı zamanda da yengemin bebeği ölü doğmuştu. Tevfik dayım da bu garibanın babası dahi olmayıp annesinin de kimsesiz bir kadın olduğunu öğreniyor doktorlardan. Ardından da işte gördüğünüz üzere Mustafa'yı devlet izniyle alıp kaybettikleri evlatları yerine bağrına basıyorlar. Yengelerimin ikisi de süt annesi Mustafa'nın. Ama annelik yapan büyüten Tevfik dayımın karısı.
Ne diyorduk?
Gözlerimden nasıl bir ateş çıkıyorsa, Mustafa büzülüp kalmıştı karşımda. Yeniden konuşacağım sırada Nazenin benden önce davranmıştı.
"Mustafa, çekinme. Ali durumunuzu biliyor az çok. Sen bugün Fatmanur'a ne oldu belki bilirsin diye çağırdık buraya. Yine yengem mi sıkıntı çıkarıyor? Ne olduğunu anlat da çözelim artık şu meseleyi, lütfen. İkinizin de üzülmesini istemiyorum. İstemiyoruz, değil mi Ali?"
Karımın dediklerini ölçüp biçmeye tartmaya çalışırken, bir anda bana dönen oklarla sırtımı dikleştirdim. Ben kız kardeşime göz koyan kuzenime ne yapsam içim soğur diye düşünürken Nazenin'in mesele çözmeye çalışması takdire şayandı cidden. Başımla onu onaylayıp tekrar Mustafa'ya baktığımda genç adamın da en az benim kadar gergin olduğunu anlamıştım.
"Sanırım annem bir şeyler saçmalamış Fatmanur'a. Bana da gelip ters ters konuştu zaten. Kıza bir şeyler dediğinden şüphelenip a-aradım ama açmadı. Demek şüphelenmekte haklıymışım. Kim bilir yine ne dedi de canını sıktı Fatmanur'un!" dediğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Benim kız kardeşimi kaç kere üzmüşlerdi de bu lavuk yine diyordu karşımda!
"Yine derken? Kaç kere konuştu da yengem bu kızla, yine diyorsun sen?!" diye ayaklandığımda beni durduran Nazenin olmuştu.
"Ali ne yapıyorsun? Çocuk korktu! Tamam annem, baba kızmadı ki boncuğum..." deyip bebeğimizi pışpışlamaya başladığında kendime hakim olmam gerektiğini anlamıştım. Geri yerime oturup dik dik baktığım adam benden gözlerini kaçırıyordu şimdi. "Anlat. Mustafa."
"Abi valla ben yıllardır seviyorum Fatmanur'u. Bunu senin karşında söylemek ne kadar zor olsa da gerçek bu. Ama annem... Annem de şüpheleniyormuş zaten baştan beri. Lakin istemiyor Fatmanur'u. Okul okumadığı için, bir de... Of! Bir de Halamla geçinemiyorlar biliyorsun. O yüzden istemiyor. Ama ben konuşacağım, bir daha üzmeyecek Fatmanur'u. Üzerse beni kaybeder, bugün de söyledim. En korktuğu şeyin bu olduğunu biliyorum. Göze alacağı şeyin ne kadar büyük bir bedel olduğunu anladığı an vazgeçecek inadından. Hemen yarın daha net konuşa-"
"Hemen yarın kardeşimi istemeye geliyorsunuz. Gelmezseniz, Fatmanur'u unutursun Mustafa!" diyerek araya girdiğimde apışıp kalmıştı karşımda. Sen hele bir oyala, hele bir gelme de gör bak ben sana neler ediyorum bey efendi!
Yorucu ve bir o kadar da duygudan duyguya geçtiğim bir gecenin ardından oğlumuzu yatağına yatırıp yanıma, yatağa gelen Nazenin'i usulca kollarımın arasına aldım. Ne kadar yorgun olursam olayım ben karısına doyamayan bir adamdım. Bunu bilen çiçeğim de hiç itiraz etmiyordu. Eh, onun da hoşuna gidiyordu bu, biliyordum!
"Ali'm... Teşekkür ederim sana. Bu akşam çok güzel bir abiydin. Sana her geçen gün daha fazla hayran olmama neden oluyorsun. Bu böyle ne kadar sürecek acaba? Kestiremiyorum biliyor musun, konu sen olunca."
Karımı kurduğu cümlelerden sonra daha da sıkı sararken "O hayranlığın hiç bitmesin diye elimden gelenin fazlasını yapacağım karıcığım. Seni her gün daha fazla seveceğim, çocuklarımıza geriye dönüp baktıklarında güzel hatırlayacakları bir aile olmamız için, hayatın bütün güzelliklerini sana getirmek için uğraşacağım bir ömür. Küçüklükten beri bırakmadığım bu eller, ahiret yurdunda da bir olacak İnşaAllah. Beni sana layık bir adam eylesin Allah'ım." dedim.
O ise gecenin sonuna doğru şöyle mırıldanmıştı:
"Şairin dediği gibi: Senin bana nasip olman, şahsi hayatımın en değer biçilmez talihi zaten Ali'm... Daha fazlasında gözüm de gönlüm de yok ki."
Şu kurduğu cümlenin ihtişamına bak! Benim israf ettiğim cümleleri alaşağı eder... Aşığım sana be kadın!
"İyi ki sen benimsin, ben seninim çiçeğim..."
"İyi ki Ali'm, iyi ki...
SON...
Selamun Aleykum canlar.🤍
Bir kitabın daha sonuna geldik. Belki yazılsa daha bir sürü bölüm çıkardı ancak bu hikayenin de böyle nahif bir şekilde bitmesini istedim. 🥹
Wattpad de milyon okunmaya yaklaşan final olmuş 4 kitabımı da inşallah bu platformda yayınlayacağım merak etmeyin.
Üstelik İnşallah yeni bir kitaba daha başlıyoruz. Takipte kalmayı unutmayın Dönemeç'e de özel bölüm gelecek inşallah.
İnstagram: muhayyell_
Allah'a emanet olun hayırlı kandiller. 🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 53.33k Okunma |
5.81k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |