@musa_bilall
|
Ceyda elindeki sararmış kağıtta yazılanları okuduktan sonra herkes birbirine baktı. Zihnimizde bunun ne anlama geldiğini anlamaya ve çözmeye çalıştık. En nihayetinde söze atlayarak kağıdı elime aldım. "Zor bir bilmeceye benzemiyor. Bu şeyden geçmek için el ele tutuşmamız gerektiği yazıyor burda." Ardından portala bakarak elimle orayı gösterdim.
"Tamam, yapalım o halde." Ceyda harekete geçmek için ellerini açtığında sağdaki elini ben, soldaki elini Hamdi tuttu. Ardından Batu da Hamdi ile benim açıkta kalan ellerimizi kendininkiyle kentledi.
"Etrafımızda dönüp 'kutu kutu pense' de yapalım mı?" Hamdi kıkırdayarak eğlenmeye başladı. Ceyda da ona gülerek karşılık verirken gözlerimi kısarak Hamdi'ye baktım. "Saçmalama, dümdüz geçeceğiz işte," diyerek bir yandan portala doğru ilerledim.
Ağır ağır portalın içine girdiğimizde bu sefer ters bir tepki olmadı ve kolaylıkla geçmeyi başardık. Ardından portal ortadan kayboldu.
Gözlerim ile çevreyi taramaya başladım. Burada aynı bizim gibi insanlar mevcuttu fakat bir değişiklik vardı onlarda. Ten renkleri hafif sarı ve parlak bir renkteydi. Sanki içlerinde minik bir güneş taşıyorlardı.
"Hemen şunların resmini çekmeliyim. Bunlar olağanüstü bir şey." Ceyda elini dar kot pantolonunun cebine soktuğunda kaşları çatıldı ve "telefonum nerede?" diye sordu.
Omuz silkerek telefonumu kontrol ettiğim sırada benimkinin de olmadığını fark ettim. Ardından diğerleri de ceplerini kontrol ettiler lâkin aynı durum onlar için de geçerliydi. Hiçbirimizin telefonu yoktu. Halbuki yolun kenarında yatan ölü adamın yanındayken ceplerimizde olduğundan emindik. En azından ben emindim.
Hamdi "Ama bu nasıl olur? Nereye gitti ki telefonlarımız?" dedi.
Onu yanıtlayan Batu oldu. "Buraya gelmemiz ile ilgili olmalı. Eğer geri dönebilirsek telefonlarımıza da ulaşabiliriz."
"Haklı olabilirsin. Gelin, şuradaki insanlardan yardım isteyelim bari. Belki yardımcı olurlar," diyerek ilerlemeye başladım. Tam yaşlı bir kadına bir şey soracağım sırada genç bir adam seri adımlarla yanımıza ulaştı ve ben sorumu sormayı bırakarak onu incelemeye başladım.
Giydiği gri, şapkalı pelerinin yanımıza ulaştığında hareketlenmesi durmuştu. "Merhaba gençler," diyerek hepimize tek tek baktı. "Biz de sizlerin gelmesini bekliyorduk, lütfen beni takip edin."
"Neden?" diye düz bir sesle sordum. Bu adamın kim olduğunu bilmiyorduk ve bizi nereye götüreceği hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.
"Sizler, Ekinoks Büyücüleri'siniz. Kraliçemiz sizleri bekliyor, sizin yardımınıza ihtiyacımız var." Ardından pelerinin şapkasını çıkardı ve "bu arada ben Yorçu. Kraliçemizin yardımcılarından biriyim," dedi.
"Nasıl bir yardımdan bahsediyorsunuz?" Ceyda konuştuğunda gözlerinin benimle Yorçu denen adam arasında gezindiğini gördüm.
"Gençler, ben sadece sizi kraliçemize götürmek için geldim. Size her şeyi açıklayacak olan o, ben değil."
Kollarımı göğsümde toplarken "Size neden güvenelim ki?" dedim. Tanımadığım insanlara karşı daima temkinli yaklaşırdım. "Sizi tanımıyoruz bile."
"Anlıyorum fakat endişe etmeniz gereken bir durum yok," derken eliyle çevremizdeki insanları gösterdi. "İsterseniz halkımızdan birine benim hakkımda soru sorarak kim olduğumu ve kötü amaçlı biri olmadığımı anlayabilirsiniz."
Kısa bir an düşünmenin sonunda Yorçu denen adamla gitme kararı aldık. Güvenlik açısından ise etrafımızdaki insanların birinden de Yorçu hakkında bilgi aldık. Adamın dediğini bire bir doğrulamıştı. Şimdilik bir tehlike teşkil etmiyor gibiydi.
Yaklaşık on dakikalık bir yürüyüşün ardından kendimizi devasa bir sarayın önünde bulduk. Bu saray; parlak sarı renklerin, bolca altın işlemelerin olduğu ihtişamlı bir yapıydı. Saatlerce inceleyip güzelliğine hayran kalınası bir duruşu vardı. Üç kattan oluşuyordu ve en üstünü görmemiz içim kafamızı oldukça yukarı kaldırmamız gerekiyordu.
"Gençler, burası kraliçemiz Günışıl'ın sarayı. Şu anda içeride sizleri beklemekte, hadi gelin." Yorçu elini ileri doğru savurarak önden ilerlemeye başlarken kocaman saray kapısındaki iki muhafız kenara çekilerek bize yol verdiler.
Sarayın içine girdiğimizde ilk konuşan Hamdi oldu. "Oha! Burası ne kadar güzel böyle." Ağzı büyülenmişçesine açılmıştı ve böyle kalmaya devam ederse salyalarının zeminle buluşması kaçınılmaz olacaktı.
Kulağımı sarayın duvarlarından yankılanan adım sesleri doldurduğunda gözlerimi karşıya diktim. Sanırım kraliçe Günışıl dedikleri kişi buydu. Hem sağda hem de solda çapraz şekilde olan merdivenlerin birinden zarif hareketlerle indi ve gösterişli bir tahta oturdu. "Merhaba gençler, hepiniz hoş geldiniz."
Yaklaşık iki metre kadar boyu olan kraliçeden adeta zarafet akıyordu. Beline kadar uzanan parlak sarı saçları, tertemiz ve bembeyaz olan teni ve ışıl ışıl mavi gözleri ile masallardan kaçmış gibi bir havası vardı.
Şaşkınlıktan donup kaldığımızı gördüğünde hafifçe tebessüm etti. "Şaşkınlığınızı anlıyorum fakat merak etmeyin, birazdan kafanızdaki birçok soru işaretini gidereceğime emin olabilirsiniz."
🌗
Ortalama yirmi dakikalık bir konuşmanın ardından tekrardan dünyamıza dönmemiz için ne yapmamız gerektiğini öğrenmiştik. Ağzımı bilekliğimize yaklaştırarak gücümüzün adını söylemek ve "Heres şehrine dönüş." kelimelerini kullanmak, bizi bu evrenden kendi dünyamıza ışınlayacağını söylemişti kraliçe Günışıl.
Evet, hepimizin birer gücü vardı. Benim şimşek, Ceyda'nın rüzgâr, Hamdi'nin toprak ve son olarak Batu'nun ise buz gücü vardı.
Herkes bir bir kendi dünyamıza ışınlanırken sona kalan ben olmuştum. Bunun üzerine bilekliğimi ağzıma yaklaştırdım. "Şimşek Gücü, Heres Şehrine Dönüş," dedim ve etrafımda oluşan şimşekler beni bir anda kendi dünyamıza ışınladı.
Gözlerimi kısarak etrafıma baktığımda bizimkilerin gergin bakışlarıyla karşılaştım. Ardından gözlerini yere indirmeleriyle bende yere baktım ve az önceki yaşadıklarımızın üzerine bir tane daha şaşkınlık duygusu eklendi.
|
0% |