@mutlusonlarinyazar
|
Seni beni bir kenara atıp, İkimizi koydum baş köşeye... Bizi yeniden inşa ediyorum. Artık hayallerin yok, Artık hayallerim yok... Takıldım ikimizin hayallerinin peşine. Onları bir bir hayata geçiriyorum.
Tüm herkes hastanedeydi. Buğra başına toplanan kalabalığa şaşkınlıkla bakıyordu. Doğu onu kucağına aldı, “Ben dayı. Neymişim Buğra. Da-yı.” Çocuk sadece parmağını emerek bakıyordu. “Duru, bu çocuk hiç sana çekmemiş. Konuşmuyor.” “Çok komik!” Sertaç Han adamın kucağından çekti onu, “Çünkü seni sevmedi. Gel buraya Yakışıklı. Ben amca.” “Ben Buya.” Duru güldü, “Asıl seni sevmedi. Sevmediği insanların ona ismi dışında seslenmesinden nefret eder.” Sertaç Han kıza dil uzattı. “Ben ona sevdiririm kendimi.” Çocuğa bakıp kaşlarını çattı, “Şişt, bende çok çikolata var. Sev beni!” Çocuğun dudakları titredi ve ağlamaya başlayınca İrem onlardan kurtardı torununu, “Ay manyak mısınız nesiniz? Oyuncak sanki bu! Gel oğlum gel, sen bakma bunlara.” Ve bütün aile kucağına alıp severken onu, Bora uzaktan izliyordu torununu. Duru babasının yanına gitti, “Neden kucağına almıyorsun baba? Sevmedin mi?” “Çok sevdim.” Gözündeki yaşı sildi, “Sana da gecikmiştim. Ben daha senin büyüdüğünü kabullenemedim. Sen daha çocuksun.” Duru babasına sarıldı, “Babam...” “Kızım benim,” diyerek ona sarıldı. Bir süre öyle kaldıktan sonra ayrıldılar. “Duru.” “Efendim baba.” “Burak Ali’yi idare et olur mu? O baba olduğunu öğrendiği akşam, oğlunun kanser olduğunu öğreniyor. Sana hasretken, şuan imkansızlığınla mücadele ediyor.” Duru başını aşağı yukarı salladı, “Atlatacağız baba. Ben inanıyorum. Artık inanıyorum,” dedi uzakta durup babası ile bir şeyler konuşan sevdiği adama bakarak. Sonra derin bir nefes alıp verdi ve gidip oğlunu alarak babasının kucağına verdi. “Bak oğlum bu dede.” “De-de,” deyince Duru “Ah!” diyerek güldü. “Seni sevdi.” Bora onun kokusunu içine çekerek öptü. “Bende onu sevdim.” Sonra çocuğun kulağına fısıldadı. “Babanla anneni birleştirmeye çalıştığıma bakma, sen çok tatlı geldin, senden bir tane daha istiyorum yoksa babanı hiç sevmiyorum.” Duru başını sağa sola salladı. “Ah Bora Yazgın ah!” Herkese test yapılana kadar Buğra da etrafındakilere alışmıştı bile. Bu Duru’yu çok şaşırtmıştı. Hatta Duygu, Burak Ali’nin kız kardeşi Başak ve Doğu onu hastanenin bahçesine çıkarmış, saatlerce oynatmışlardı. Hiç annesine ağlamamıştı. Eylül Bade’nin yanına geldi. “Hazır mı her şey anne?” “Hazır. Ben şimdi çıkıyorum. Sizde İrem ve diğerleri ile Duru’yu alıp gelin. Söylediğim restoranı Burak boşalttı.” “Tamam.” Bade Burak’a göz işareti yaptı ve birlikte hastaneden ayrılıp, bir gün önce ayarladıkları restorana gittiler. Biraz erken gelip ortamı iyice kontrol ettiler. En ufak bir aksilik olsun istemiyorlardı. Saat yaklaşırken herkes gelip yerlerini almıştı. Duru ne olduğunu anlamıyordu. “Anne ne oluyor?” “Şu küçük kulaklığı tak ve otur.” Duru şaşkınlıkla kulağına takmaya çalıştıkları küçük alete baktı. “Bir şey anlamıyorum.” “Anlayacaksın. Şimdi burada otur ve bekle.” Badenin oturduğu sandalyenin hemen karşısındaki boş sandalyenin arkasına oturttular onu. Duru şaşkınca etrafına bakınırken karşı masada sarı perukla oturan Eylül’ü gördü. “O Eylül teyze mi?” “Sus ve bekle Duru lütfen.” Kız sadece başını salladı. Ve işte beklenen kişi kapıdan içeri geçmişti. Bade elini sallayınca hemen yanına gitti. Etrafına çok da dikkatli bakmamıştı. Masaya oturduğunda hafifçe kıpırdandı ve gülümsedi. “Açıkça bunca yıl sonra benimle neden görüşmek istediğinizi anlamadım.” Bade gülümsedi, ama bu gülümseme karşısındakini korkutacak cinstendi, “Evet, fark ettik. Tehdit etmesek gelmeyecektin,” dedi. “Sizi dinliyor-” Bade susturdu onu, “Aa-aa!” diye bir nida çıkardı. “Yanlış. Biz seni dinliyoruz Şebnem Mazhar. Anlat! Dört yıl önce o evde neler oldu?” - Duru kızın sesini duyduğu an kasılmış, İrem onun elini tutarak sakin olması için gözlerinin içine bakmıştı. Duru da başı ile onayladı onu ve dinlemeye başladı. - “Bakın ben o zamanda torununuza anlattım-” “Bana torun-LARIMA anlattığın masalı değil, gerçeği anlatacaksın!” dedi tehditkar bir sesle. Bu sefer Burak söze girdi, “Bak kızım, şu karşında görüp yalan söylediğin kadın kim biliyor musun? Senin yaşın yetmez onun yaşadıklarına. O Cem Ernez’in kızı, bende o adamın oğluyum. Yani bize yalan söylemeden önce iki kere düşün, sonun çok kötü olur. Ben avukatım, ömrüm yalan savunmaların içinde geçti ve inan bana yalan söyleyen adamı daha söze başlamadan tanırım. Dip not: Seni ilk tanıdığım zamanlarda gözüm tutmamıştı. O yüzden şimdi bizi uğraştırma da doğruyu söyle.” “Yani doğruyu söyleyeceğine hala yalan peşindesin be kızım.” Şebnem dudağını ısırdı, elleri ile oynuyordu ve her şeyi anlattı. Hiç durmadan, Bade ile Burak da hiç sözünü kesmeden onu dinlediler etraftaki herkesle birlikte. “Annem öldüğünde çok yalnız kaldım. O zamanlar tek destekçim Burak Ali’ydi. Sonra da Duru. Aralarındaki değişik ve büyülü yakınlık zamanla dikkatimi çekti ve onları farklı bir gözle izlemeye başladım, başlarda bu oyun çok eğlenceliydi. Meğer bir hastalıkmış, sonradan öğrendim. Sanki Duru benmişim gibiydi. O gün Duru’ya söylediği sözleri, yaptığı ufacık bir teması gece uyumadan önce sanki benimle yaşamış gibi hayal ediyordum. Zamanla bu bir oyuna dönüştü. Başlarda yetiyordu. Sonra Burak Ali bana Duru’ya aşık olduğunu anlattı, o kadar güzel anlatıyordu ki, o an o aşkı ben istedim. Beni öyle sevsin istedim.” Gözündeki yaşı sildi, “Bu hissi anlatamam. Hastalıklı bir şeydi. Sırf benimle ilgilensin diye-” yutkundu, “Şuan bunları söylerken bile utanıyorum, sırf benimle ilgilensin diye kendimi dövmeye, zarar vermeye başladım.” - Duru’nun gözleri kocaman açıldı ve ağzını kapadı. Duyduğu şeye inanamamıştı. Bir insan sırf bir erkek için bunu kendine nasıl yapardı? - “-Onlara da babam beni dövdü, diyordum. O gün ikisi de birbirlerinden kopup sadece benimle ilgileniyorlardı. Sevgili olduklarını öğrendiğim zaman asıl ipler koptu bende. Delice şeyler yapmaya başladım.” Elini boğazına götürdü. “Burak Ali’nin yatak odasına dinleme cihazı koydum. Özel anlarını, konuştukları her şeyi dinliyordum.” - Duru boğulacaktı. Bu ne psikopatça bir şeydi. Elini başının arasına aldı. Yatak odalarına dinleme cihazı koymak nedir Allah aşkına? - “-Zayıf yönlerini, hassas oldukları her şeyi öğreniyordum. Artık onları nereden vuracağımı biliyordum ve her şeyi planlamıştım. O akşam Burak Ali’nin evine gittim. Doktor bir arkadaşımdan aldığım çok ağır bir ilacı içkisine attım. İki kadeh içmesine rağmen, sanki yirmi kadeh içmiş gibi sersemledi ve olduğu yerde yığılıp kaldı. Onu soydurdum, bende soyundum. Bütün gece o haliyle bile beni itip durdu. Dokunmadı bana. Sabah Duru’nun geleceğini biliyordum. Bizi o halde görmesi, parmağıma kesik atıp yattığımız yere damlatmam ve yatak odalarına koyduğum dinleme cihazından duyduğum Duru’nun annesi ile ilgili gerçekler, birlikte olduklarında kurdukları cümlelerin de etkisi büyüktü. Bunlar Duru’nun Burak Ali’den ayrılması için yeterliydi.” Başını öne eğdi, “Yetti de.” Bade ile Burak şok içindeydiler. Duyduklarına inanamamışlardı. “Peki sonra neden kaçtın? Madem istediğini elde ettin, onları ayırdın neden ortadan kayboldun?” Çantasını sıktı, “Aslında planım bu değildi. Duru aramızdan tamamen çıkınca bende Burak Ali ile yakınlaşacaktım. Ama Burak Ali o sabah o kadar sinirliydi ki, beni bir daha görse eminim kafamı koparırdı. Zaten birlikte olduğumuza da inanmamıştı. Bir süre ortadan yok olup, sonra siniri geçince geri gelecektim ama babam her şeyi öğrendi.” Dudağını ısırdı, “Kendi kendime zarar verdiğim bir akşam gördü beni ve her şeyi öğrenene kadar bırakmadı. Ona anlattığım gecenin sabahı yurt dışına götürdü beni. O sene işleri düzelmişti. Uzun bir tedavi gördüm. İşte hepsi bu. Geçen sene döndüm Türkiye’ye.” Bade elini başına koydu, “Yemin ederim bu aileye dadanmış, gelmiş geçmiş en organize çalışan ve en şeytan psikopat sensin.” Sonra sinirle ayağa kalktı, “Senin yüzünden o kız dört sene yapayalnız kaldı.” Gözündeki yaşları serbest bıraktı, “Sevdiği adamın ona ihanet ettiğini düşünerek, sevdiği adamın çocuğunu tek başına doğurdu.” Şebnem elini ağzına koydu. “Ne?” gözleri donup kalmıştı. “Şimdi o çocuk ölümle pençeleşiyor. Belki aramızda büyüseydi bu kadar geç kalmayacaktık. Belki de şimdiye kadar iyileşmiş olacaktı. Sen küçücük bir çocuğun kaderi ile oynadın. Sen genç bir kızın kaderi ile oynadın Şebnem Mazhar!” Duru ellerini masaya koyarak kalktığında etrafındakiler de ayaklanmıştı. Duru’nun ayakları onu taşıyamıyordu sanki. Asya koşup onu tutacağı an kız onu durdurdu. Şebnem de o an etrafındaki kişileri fark edip ayaklandı ve tam arkasına döndüğü an Duru ile yüz yüze geldi. “Duru?” “Neden yaptın Şebnem? Ben seni kardeşim gibi sevdim. Kız kardeşimle paylaşmadığım duygularımı sana anlattım.” Kızın omzuna vurdu, “Şu omuzda ağladım ben, neden o gözyaşlarımı sildin? Sen nasıl bir arkadaşsın? Ben o cehennemin kör dibinde, benimle beni sevdiği için değil zevki için becerdiğini düşündüğüm bir adamın çocuğunu doğururken hıçkıra hıçkıra ağladım! Bana bunu yaşatmaya ne hakkın vardı?” “Duru... Özür-” “Sus!” diye bağırdı. “Ama aptal olan bendim biliyor musun? Sana inanarak aptallık eden bendim.” Eylül ellerini yumruk yapmıştı, çok öfkeliydi, çok kırgındı ve bu kızı ailesine soktuğu için kendine bile kızgındı. “Biz seni evimize aldık, soframıza oturttuk. Sen ise bizi, bizim çocuklarımızın kuyusunu kazdın. Yazıklar olsun sana!” “Çok haklısın Eylül teyze! O yüzden bence dövmek serbest!” diye bağırıp, saçına yapışan Arden’i, ardından da ona katılan Gamze’yi zor ayırmışlardı kızdan. Çınar torunu Gamze’nin koltuk altından tutup çekince Gamze “Bırak beni dede ya!” diye cırlıyordu ayaklarını sallayarak. Bora da Arden’i çekmişti. “Allah’ını kitabını seven tutmasın beni, şunu bir güzel geberteyim!” arkasına bakıp, Bora’yı görünce kaşlarını çattı, “Bora amca, kanun namına emrediyorum bırak beni!” “Kızım bi durun ya! Allah Allah!” İrem ise ona acıyarak bakıyordu, “Sen bir kadın olarak hemcinsine bu acıyı nasıl layık gördün bilmiyorum Şebnem ama ben kızıma yaptıklarına rağmen mutlu olmanı diliyorum kızım. Mutlu ol, sev sevil, gerçek aşkı yaşa ki, kızımın dört yıl boyunca ne kaybettiğini anla. Sana diyecek başka da bir sözüm yok.” Ece ve Aykut’un oğulları Taner araya girerek, “Tamam yeter!” diye bağırdı. Herkes ona bakınca da tekrarladı, “Yeter, tamam, o da hastaydı. Dediklerinizde haklısınız ama zaten sağlıklı çalışan bir beyin bunları yapmaz. Gerçeği öğrendik, bizim için önemli olan bu. Duru’nun ihanete uğramadığını kanıtlamak. Kanıtladık da. Gerisi bizi bağlamaz.” Gidip Şebnem’in karşısında durdu, “Şebnem ailemizden uzak dur, bir kişiye daha zarar verirsen gerçekten sonuçları kötü olur.” Şebnem “Ben sadece aşık oldum!” diyerek ağladı. “Hata yaptım kabul ediyorum. Özür de diliyorum ne kadar geçerli olur bilmiyorum-“ Doğu sinirle kahkaha attı, “Özür mü diliyorsun?” dedi bağırarak, “Bana bak lan, kadınlara el kalkmaz, eyvallahım ona. Ben hayvanlara bile şiddete karşıyım. Ama sen ne kadın, ne hayvan, ne insan sıfatına giriyorsun benim gözümde. Bildiğin şeytanın yansımasısın. O yüzden elimde kalmadan git! Çünkü şuan ablamın gözünden akan her yaşı senin burnundan fitil fitil getirmek için deliriyorum. Hala özür diliyor ya.” Burak herkesin içinden çekti ağlayan kızı, “Tamam ama! Taner haklı. Üstüne gitmeyin o kadar. Biz kötü taraf değiliz. Amacımız Duru ile Burak Ali’nin arasındaki sorunu çözecek şeyi öğrenmekti, öğrendik bitti.” Kıza döndü, “Şebnem, sana hayatta bol şans dilerim. Hadi git kızım, kendine de iyi bak.” Şebnem çantasını alıp oradan ağlayarak ayrılmıştı. Ama Duru iyi değildi. Kızın gitmesi ile, kalktığı sandalyeye bir daha oturdu. Herkes de etrafında toplanıp onu sakinleştirmeye çalışıyordu. “Ben ne yaptım? Nasıl inanmadım ona? Bana dedi, yapmadım dedi. Dokunmadım dedi.” Bora kızının kolunu sıvazladı, “Tamam Duru sakin ol hadi. Bak oğlun hastanede Burak Ali’yle. Hadi yanlarına gidelim.” Başını kaldırdı, “Ben onun yüzüne nasıl bakacağım baba? Ona güvenmedim!” Bade araya girdi, “Aman canım, aaa! O zamanlar tüm oklar onu işaret ediyordu. Herkes hata yapar ve-” Çınar devamını getirdi, “Her aşk ikinci bir şansı hak eder. Eğer hayalin o adamsa, hayallerinin peşini bırakma Duru.” Duru gözyaşlarının arasında gülümsedi, “Benim tek hayalim o. Ama beni asla affetmez.” “O zaman iş yine Ecrin Ernez’in genlerini taşıyanlara düşecek,” dedi Bade kendini beğenmiş bir havayla. “Bir Ecrin Ernez sözü der ki, ‘baştan çıkmayan erkek yoktur, onu baştan çıkaramayan kadın vardır.’ Yani iş bizde bitiyor güzelim. Taarruz başlasın!” Herkes kahkaha atarken Bora arkadan bağırdı, “Önce nikah!” Bade yüzünü buruşturarak İrem’e baktı, “Sıkıcı bu adam ya, boşa sen bunu! Kocam bir haftada halleder.” Sonra mekandan çıkarken arkaya doğru bağırdı, “Cem Ernez’in veliahtları nikahsızda baştan çıkıyor Bora bey, sıkıntı yok!” kocasına baktı, “Nikah diyor ya! Çocukları var ha, nikahsız!” başını sağa sola salladı. *** “Kalem kağıt vereyim mi sana, belki birlikte resim çizmek istersin? Ne dersin?” Çocuk başını sağa sola salladı. “Çizgi film izler misin? Pepee’yi açayım mı sana?” çocuk yine sağa sola salladı başını. “Neden? Pepee’yi her çocuk sever.” Bu sefer omuz silkti. Burak Ali üzgün bir şekilde kafasını kaşırken aklına gelen fikirle birden gülümsedi ve “Gel kucağıma,” dedi dizine vurarak. Çocuk tembel bir şekilde sandalyesinden indi ve adamın yanına gitti. Kucağına oturduğunda boynundaki steteskopu çıkarıp çocuğa taktı, “Şimdi önce kendi kalp atışlarını dinleyeceksin, anlaştık mı?” Çocuk mutlulukla “Evet,” dedi. Burak Ali sonunda onu güldürebilmenin sevinci ile diyaframı oğlunun kalbine koydu. Kalp atışlarını duyan Buğra şaşkınlıkla babasına baktı. “Bak, dum diyo.” “Evet, bakalım benimki ne diyor?” bu sefer diyaframı kendi kalbine koydu. “Dum diyo.” “Cık,” yaptı adam ve çocuğun kulağına, “Bir atışta Duru bir atışta Buğra diyor,” deyip göz kırptı. Çocuk kıkırdadı ve babasının kalbini dinlemeye devam etti. O sırada içeri annesi ile babası girdi, “Selam!” dedi Eylül. Oğlu ile torununun o hallerini görünce mutluluktan uçmuştu. “Hoşgeldiniz. Ya neredesiniz tüm sülale yok oldunuz bir anda?” “Önemli işlerimiz vardı.” Kafasını kaşırken arkalarına bakmaya çalışıyordu ki babası “O Doğu ile gitti,” dedi oğlunun merakını gidererek. “İşi varmış. Bir saate gelirmiş. Bizde eğer senin işin varsa Buğra’yı almaya geldik.” “Yok, biz oğlumla iyiyiz, değil mi küçük Şimşek?” diye sordu. -Ne işi vardı ki? Çocuk babasının kalbini dinlerken başını salladı, “Anni dinliyo Buya.” Burak Ali öksürerek çocuğun sesini duyurmamaya çalışırken bir yandan da boynunu kaşıyordu, “Tamam girme oraya girme.” -Bu çocuklara da bir şey denmiyor arkadaş. Eylül kaşlarını havaya kaldırdı, “Anne mi var orada? Ooo...” “Evet. Buya da vay, bak,” dedi kadına kulaklığı uzatarak. Burak Ali oğluna uyaran bakışlar atıyordu ama çocuk hiç oralı değildi. Bunu fark eden Alihan kahkaha attı, “Flörtlerini anlatmak için yanlış yaş.” Eylül ise kulağına takmış, şaşkınlıkla ses çıkarıyordu, “Aaa... Hakikaten öyle. Duru ile Buğra var burada.” Burak Ali sinirle diyaframı ittirdi göğsünden, “Kalp var bende kalp. Acıktım, tansiyondan atıyor o öyle. Hadi yemeğe gidelim.” -Ayrıca ne işi vardı acaba Duru hanımın? “Aaa harika bir fikir. Hem yolda Duru’yu da ararız, işi bitmişse o da katılır bize.” Burak Ali önlüğünü çıkarırken homurdanıyordu, “Katılsın. Yani o işi de ne anlamadım zaten.” *** Duru Doğu ile bir iki işini hallettikten sonra kardeşini eve bırakıp, onun arabasını aldı. Arabayı geldiği yere park edip, aşağı indi ve kapıya yaklaştı. Kapıdaki zincirlere tutunup yere çöktü. Camlar ve içerisi toz içindeydi. Tabelada inmişti. “Burası ikimizin olacaktı...” diye mırıldandı çikolata dükkanına bakarak. “İkimizin hayaliydi.” Sonra hırsla yerinden kalktı, “Ben yapacağım. Tüm hayallerimizi ben gerçekleştireceğim,” dedi elinin tersi ile gözündeki yaşı silerken. O hırsla telefonunu çıkarıp, ‘Nuterella’ yazan isme tıkladı. “Duru?” “Bade babaanne, taarruza ne zaman başlıyoruz?” Bade şeytanca sırıttı, “Demek kabul ediyorsun?” “Evet, ediyorum. Kabul. Ne dersen yapacağım. Ama aramızda kalacak.” “Anlaştık. Şimdi kural 1- Ona taşınıyorsun.” “Ne?” * Eylül Bade’den aldığı bir iki taktiği hayata sokmak için o da devreye girmişti. “Ee planınız ne?” diye sordu önündeki salatayı yerken. Burak Ali bir yandan sohbet ediyor bir yandan da oğluna yemek yedirmeye çalışıyordu an “Ne ile ilgili?” “Yani Duru ile evlenmeyi düşünmediğini biliyoruz. Ee bu şekilde de kızın senin evinde kalması uygun değil. Nasıl yapacaksınız?” “Evlenmek gibi bir niyetim yok evet.” Bunu gerçekten kendimi söylemişti? Yalanını sevsinler, “Onu affetmiş değilim. Ama bende kalacaklar. En azından oğlum bana alışıp, tek başına bende kalmaya başlayana kadar.” -Aslında çok da sağlıklı bir fikir değildi bu. Eyvah eyvah! * “Hemen çemkirme ‘ne’ diye! Başladın ilk dakikadan itiraza.” “Bade babaanne, ondan öyle bir teklif ya da talep gelmedi. Ne söyleyeyim ben şimdi adama, ben sana taşınacağım mı? Saçma! Hayatta demem.” Bade gözlerini devirdi, “Saf bu kız ya!” dedi kocasına doğru. Sonra kıza çıkıştı, “Ay sen demedin mi eşyalarımız onda kaldı diye?” “Evet ama...” “Aması şu, şimdi onu arıyorsun ve ‘valizim sende kaldı, onu bana aldırır mısın?’ diyeceksin. Onda zaten radarlar açılacak. Hele de sen istiyorsan.” “Ya gel al, derse.” Bade güldü, “Hiçbir Şimşek bunu demez, emin ol. Bak dedene, ‘ayrı hayatlar, ayrı odalar’ dedi dedi, ilk geceden hop-“ “Tamam Bade babaanne devamını duymak istemiyorum.” “Aynı evde her şey daha hızlı gelişir. Ama gidip evde bana penye pijamalar giyme rica ediyorum.” “Yok dantelli iç çamaşırlarımla mı gezeyim? Tövbe tövbe” sonra birden etrafına baktı, neyse kimse yoktu. “Yani gezmediğin bir şey değil ki o çocuk oldu.” “Bade babaanne!” diye inledi kız.” “Ay aman, bunlarda yapar yapar, sonra çemkirirler.” Düşündü, düşündü ve Sertaç geldi aklına, “Beyaz şort makbuldür. Sertaç dedenle denenmiş ve başarıya ulaşmıştır. Hadi görüşürüz.” “Dur... Bade babaanne beyaz şort ne Allah aşkına? Pembe var bende o olmaz mı diyecektim ya?” kız telefona baktı ve “Bak kapattı,” dedi. Arabasına bindi. Bir süre bekledikten sonra derin bir nefes alarak adamı aradı, ilk çalışta açılmıştı -Hala... “Efendim Duru?” Bu ses tonunu özlemişti. “Şey selam.” “Selam,” dedi garipseyerek. “Buğra nasıl?” “Bir iki kere seni sordu ama şimdi sorun yok. Yemekteyiz annemlerle. Sen yedin mi? Yemediysen gel.” “Doğu ile yedik. Sağol.” Biraz durdu, nasıl diyecekti ya... Of Bade Şimşek of! “Ya Burak Ali, eşyalarım sende kaldı. Valizim falan. Nasıl alabilirim? Yada aldırabilir misin sen?” Annesi ile babasından müsaade isteyip masadan kalktı ve restoranın açık bölümüne geçti, “Sebep?” “Ne demek sebep? Akşam annemlerde kalacağım.” “Sebep?” dedi elini cebine koyarak. Sinirlenmişti. “Burak Ali, anlamadım demek istediğini.” “Yok bence gayet iyi anladın. Ya Duru, oğlum beni tanımıyor, ben oğlumu tanımıyorum. En azından şu süreçte seni-beni bıraksak da oğlumuzu düşünsek.” Duru mutlulukla dans ederken ses tonu ruh halinden çok ayrıydı, “Bilemiyorum Burak Ali, bu çok da sağlıklı gelmedi bana.” “Bence çok sağlıklı! Neredesin sen?” “Annemlere doğru gidiyorum. Doğu’nun arabası bende. Onu vereceğim.” “Tamam bir saate alırım ben seni eve geçeriz.” “Tamam. Sonuçlar?” “Yarına alırız.” Derin bir nefes alıp verdi. “Anlaştık. Bekliyorum. Görüşürüz.” İkisini de zorlu iki süreç bekliyordu. Birincisi Buğra, diğeri de kalplerindeki kırıklıklar... |
0% |