@mutlusonlarinyazar
|
Düğünden bir akşam önce hem Duru’nun arkadaşlarıyla tanışmak hemde küçük bir kutlama yapmak için Eylül evlerinin kış bahçesinde yemek düzenlemişti. “Duru nerede kaldı Burak Ali?” diye sordu Eylül. “Aradım anne, havaalanından çıkmışlar. Gelmek üzeredirler,” dedi kucağında acıkan oğluna yoğurt yedirirken. “Anne, bu çocuk yoğurtla doyacak mı ya?” “Oğlum kendi istedi. Yemiyor bir şey. Yoksa köfteler hazır, pişirecektim ona.” “Sen pişir, ben yediririm. Anca sosisle beslemişler çocuğu.” Sonra yeniden seslendi annesine, “Yanında salata da ver. Anası kılıklı bu da yeşillik yemiyor!” Eylül başını sağa sola salladı, “Onu nutella ile makarnaya alıştıranlar utansın,” dedi. Burak Ali birden annesine döndü, “Sen kimden yanasın?” “Aşktan. Her daim.” “Bade Şimşek’in gelini...” Herkes gelmeye başlamış, Duru da araba ile bahçeye giriş yapmıştı. Buğra “Luci!” diye bağırıp babasının kucağından atlayıp adama koşunca Burak Ali kaşlarını çattı ve yine o öfke tüm bedenine yayıldı. Eylül Buğra’nın arkasından üzgün ve kızgın bakan oğlunun elini tutup sıktı, “Sakin ol.” “Anne oğlum benim kucağımdan atlayıp, bu dingile koştu.” “Sen de dayına koşardın.” “O dayım anne, yedi kat el değil. Ben geliyorum,” diyerek içeri geçti ardından da odasına çıktı. Kapıyı kapatır kapatmaz gözünden yaşlar akmaya başlamıştı. “Yapma işte bunu yapma! Tam seni affedecekken yapma!” Öte yandan aşağıda herkes Luca ve Rosa ile tanışıyordu. İkisi de çok sıcak kanlılardı ve yıllardır bu aileyi Duru’dan dinledikleri için neredeyse tanıyormuş gibilerdi. Sonunda tanışma faslı bitince Duru etrafına bakındı, “Eylül teyze, Burak Ali nerede?” “Şimdi gelir. Oğluna yemek yediriyordu, ellerini falan yıkamaya gitti her halde.” “Ben bir bakayım,” diyerek merdivenlerden yukarı çıkıp, adamın odasına girdi. Burak Ali yatağında uzanmış tavana bakıyordu. “Burak Ali, ne yapıyorsun burada? Arkadaşlarım geldi, gelsene. Seninle tanışmak için sabırsızlanıyorlar.” “Biz tanışmıştık unuttun mu?” dedi soğuk bir sesle. “Burak Ali ne oldu?” Sinirle yataktan kalkıp kadının karşısında durdu, “Ne mi oldu? Ne oldu ben sana söyleyim, oğlum herkese sıfatlarıyla sesleniyor, bir bana ‘baba’ demiyor.” “O daha üç yaşında Burak Ali, biraz zaman veremez misin?” “Kucağımda otururken, elin adamı geldiğinde koşarak ona sarıldı. Bana daha bir kere bile öyle sarılmadı. Ben oğlumla bağ kuramıyorum Duru! Bana karşı öyle bir mesafeli ki...” Duru sinirle güldü, “Burak Ali o çok küçük daha. Luca ile aralarında özel bir bağ var. Tıpkı benimle senin deden ve babaannende olduğu gibi. Bende onları gördüğümde nasıl kucaklarına koşuyordum.” Kafasını kaşıdı, “Aynı şey değil!” dedi bağırarak. Sonra çaresiz bir sesle devam etti, “Sabredemiyorum. Her şey bir anda çözülsün istiyorum.” Kadına yaklaşıp öfkeyle gözlerine baktı, “Ve seni affetmeye her karar verdiğimde, her adım attığımda küçücük bir şey oluyor ve seni affetmemi engelliyor. Yapamıyorum.” “Ne demek şimdi bu?” dedi Duru gözleri dolu dolu olurken. “Hani başaracaktık?” “Bensizken mutlu olduğun zamanları gözüme sokma o zaman. Çünkü ben sensizken bir hiçliğin içindeydim.” Gözlerini yumdu, “Bensiz nasıl nefes aldın aklım almıyor! En çok buna öfkeliyim Duru.” Üstüne yoğurt bulaşmış tişörtünü çıkarıp giyinme odasından bir gömlek aldı ve önünü ilikleyerek kızı öylece odasında bırakıp aşağı indi. Luca ile Roza’ya da soğuk bir şekilde “Hoşgeldiniz,” deyip diğer tarafa geçti. Şuan kimseye rol yapacak durumda değildi. Duru da gözyaşlarını silip kendini toparlayarak aşağı indi. Harika en başa dönmüşlerdi. Gece Burak Ali hariç herkes için keyifliydi. Sofrada Luca Duru’nun sağında otururken Burak Ali solundaydı. Roza da Luca’nın hemen yanında. “Duru ailen çok tatlı,” dedi Luca gülümseyerek. “Erkeklerinden uzak durursan sevinirim. Yoksa bu kadınlar senin o çok beğendiğin saçını başını yolar.” Luca korkmuş gibi yaparak ellerini havaya kaldırdı, “Tamam, onlar sizin. Ben evli erkek sevmiyorum zaten. Özgür erkekleri tercih ederim.” “Kardeşim ile Sertaç Han’dan da uzak dur. Güney ile Alkan’dan da.” “Aaa ama Duru güzelim, bütün herkesi yasakladın.” “Evet çünkü onlar benim ailem Luca!” “Duru!” dedi Burak Ali hafif sert bir tonla. Neden sürekli şu herifle ilgileniyordu ki? “Efendim Burak Ali,” diye o da aynı şekilde cevapladı onu. “Bak bu çocuk bir şey yemiyor. Demin annem köfte pişirdi ona, yemedi. Sadece bir kase yoğurt yedi.” “Tamam ver ben ilgilenirim,” dedi onu kucağına alarak. “Şimdi benim oğlum köfte mi yiyecek?” Çocuk başını sağa sola salladı, “Yee-mem!” diye ellerini göğsünde bağladı. “Ama büyüyemez yoksa Buğra.” Luca ona “Yemiyor mu?” diye sordu. “Yok ya.” Luca bir parça ekmek aldı ve içine köfte koyup çocuğa uzattı, “Çünkü o Luca’nın yedirmesini istiyor. Şimdi eğer ağzını kocaman açarsan az sonra seninle şu çimenlerde top oynayacağız.” Küçük çocuk gülümseyerek ağzını açtığında, Burak Ali kaşlarını çattı. “Oğluma rüşvetle yemek yediriyor.” “En azından yediyor Burak Ali.” “Ama kötü bir şey öğretiyor.” Duru gözlerini devirdi. “Yediği için mutlu olamaz mısın?” “Bu adamın ne tercih ettiği beni ilgilendirmiyor Duru Şimşek, önemli olan cinsiyeti ve şuan yanında oturması.” “Birincisi benim soyadım hala Yazgın, ikincisi o benim sadece arkadaşım.” “Benim senin özleminden öleceğim günlerde senin gözlerine bakıyor olması bile onu öldürme sebebimken, şansını fazla zorlama istersen Duru Şimşek!” Duru bıkkın bir nefes vererek oğluna döndü, “Aferin oğluma. Bitecek o ekmek tamam mı?” “Taam.” Duru gülümseyerek onun saçlarını öptü. Gece keyifli bir sohbetle son bulduğunda Duru’nun arkadaşlarını Duru Burak’la birlikte otele bırakmış oradan da evlerine gitmek için diğer yola girmişlerdi. “Bu gün ayın on üçü.” Burak Ali sadece “Biliyorum,” dedi. Duru başka bir şey demeden bakışlarını pencereye çevirdi. O yüzden mi gergindi? Kendisine dokunacağı için mi? Ofladı. O oflayınca Burak Ali kıza bakıp, yeniden yola odaklandı. Onun aklında da farklı bir şey yoktu. O da Duru’nun şu anki gerginliğini az sonra olacaklara bağlıyordu. “İstersen bu gece uyu. Yarın düğün var. Ben Sertaç Han’la görüştüm. Birgün mutlaka ara verilmeliymiş. İstersen yarın-” “Burak Ali keser misin şunu? Seninle bu şekilde ile sevişmek yeterince can sıkıcıyken, bir de randevulaşmasak olur mu?” “İnan bende bu durumdan çok hoşnut değilim Duru!” “İyi, ikimizi de kurtar bu eziyetten ve klinikte yapalım.” Burak Ali sinirle direksiyona vurdu, “Tamam Duru, bu gece ikimizde gerginiz. Kapatalım mı şu konuyu?” onunla bu şekilde, bir işmiş ya da bir görevmiş gibi sevişecek olmak gerçekten de canını sıkıyordu. Burak Ali onunla ikisi de bu birlikteliğe hazır olduklarında, kırılan yerleri iyileştiğinde, en önemlisi onu affettiği anda, gerçekten istediği için, onun teninde kaybolmak için sevişmek istiyordu. Bu şekilde değil. Ama mecbur olduklarını da biliyordu. Eve geldiklerinde genç adam arkada uyuyan oğlunu kucaklayıp onu odasında yatırınca, Duru da pijamasını giydirip onu örterek çıktı odadan. Kapıda ellerini cebine koymuş onu bekleyen adamı görünce de irkildi. “Yarın nikahtan önce hastaneye gideceğiz. Buğra’dan bir iki test için kan alacaklar.” Duru başını salladı ve “Tamam olur,” dedi farklı bir uysallıkla. Sonra sıkıntı ile etrafa bakınırken yeniden bakışlarını adama çevirdi, yerinden ayrılmadığını fark edince de aklındakini söyledi, “Burak Ali senin de dediğin gibi bu gece ikimizde gerginiz.” “Duru, sana dürüst olacağım. Bu şekilde seninle sevişmek canımı çok sıkıyor. Seninde rahatsız olduğunun farkındayım.” “Evet, çünkü beni istemeyen bir adamla yatacak olan benim.” “Lanet olsun Duru, gerçekten seni istemediğimi mi düşünüyorsun? Ben sadece seni affetmeden seninle sevişip, daha sonra bir öfke anımda seni kırmaktan korktuğum için yapamıyorum. Çünkü hala ara ara aklıma gelen şeyler yüzünden öfkeleniyorum Duru, görüyorsun ve bu gerçekten elimde olmayan bir şey.” “Sebebi beni affetmemiş olman. Affetmek isteyip, affedemiyor olman.” Gözündeki yaşı sildi, “Çünkü sensiz yıllarımda bende aynısını yaşadım. Gururumu kaybedip, güçsüzleştiğim anlarda, sana dönmek istiyordum, her şeyin canı cehenneme diyordum. Beni aldatmış da olsa ona aşığım, affedeceğim diyordum. Sonra gücümü toplayıp, ayaklandığım an bana böyle hissettirdiğin için sana öfkeleniyordum. Seni affedemediğim için sana öfkeleniyordum. Kapanmayacak bir yara açtığın için sana öfkeleniyordum. Sonra kendime kızıyordum. Seni yine ve yine affedemediğim için kendimle kavga ediyordum. Burak Ali ben seni anlıyorum. Şuan içinde yaşadığın o savaşı görüyorum. O yüzden hazır olduğumuzda yaşayalım. En azından birkaç gün daha verelim birbirimize.” Kadın merdivenlerden yukarı çıkarken, Burak Ali gidip koltuğa attı kendini. Bu yaşadığı gel-gitlerin de bir an önce bitmesini istedi. Üstünü çıkarmadan öylece uzandı koltuğa ve eskiden birlikte oldukları zamanları düşündü. Sonra kalkıp, yıllar önce Duru ile yazdıkları defteri sakladığı yerden çıkardı. Emindi ki Duru evi alt üst etmiş, ama bunu bulamamıştı. Ve ilk sayfayı açtı... EFSANE AŞIKLAR OLMA KURALLARI 1-Kavga etmek. 2-Barışmak. 3-Taraflardan biri eğer çok kırılmışsa, affettiği an diğer tarafı deli gibi öpecek. Bu bir Efsane Aşk kuralıdır. -Öpüşerek barışmak :) (Bu yüzden her gün kavga edebiliriz) 4-Asla yalan söylememek. 5-Bir taraf diğerine ‘özledim’ dediğinde, hemen yanına gitmek. 6-Sadece sevgili değil, birbirine her şey olmak. Başkasına ihtiyaç duymayacak her şey... Arkadaş, dost... 7-.... . . .
Beşinci sayfayı açtı...
‘BİRLİKTE YAPILACAKLAR LİSTESİ’ Not: İlk madde ortak alınmış bir karardır. :) (Burak Ali: Duru yazıyor...) -Her daim, her istediğimiz an, birbirimizi özlediğimiz her an sevişmek. -Yeniden Paris’e gitmek. (Her doğum günümde ;) -yani onun doğum gününde. Burak Ali yazıyor, ben değil) -Gelinliği birlikte seçmek. -Kırda, beyaz-pembe güllerin arasında evlenmek. -Çikolata dükkanı açmak.
Burak Ali o günü düşünüp kıkır kıkır gülmüştü. Nasıl da kavga etmişlerdi şu maddeleri yazarken. Devam etti okumaya.
-Bolu Abant’a -kimse olmadan- gitmek. -Dağ başında sadece ikimizin yaşayacağı bir evde yaşamak. -...
Ve sekizinci maddeyi okuduğu an aklına gelen şeyle birden gülümsedi. “Elbette... Ben bunu nasıl düşünemedim.” Aklındakini yapmak için saati önemsemeden hemen babasını aradı. Yarına kadar hazır olmalıydı her şey. İşte bu, dedi içinden. *** “Şu tarafa,” dedi kucağındaki çocukla Duru’yu yönlendirirken. Buğra kaşlarını çatarak ellerini göğsünde bağlamıştı, “İne vuvmam!” “Merak etme şampiyon, hiç hissetmeyeceksin bile. Ben bu yüzden doktor oldum,” deyip Duru’ya göz kırptı. Duru da adama gülümsemişti. Birlikte kan alınacak odaya girdiklerinde Buğra ağlamaya başladı. Duru tam yaklaşacakken, Burak Ali onu durdurdu ve o kucağındayken koltuğa oturdu. Hemşire hazırlıkları yaparken Burak Ali çocuğun kolunu açtı. “Sen denizdeki balıkların hikayesini biliyor musun?” “Hayıy!” dedi çocuk sinirle. “Anlatmamı ister misin?” çocuk başını aşağı yukarı salladı. Hemşirenin hazır olduğunu gören Burak Ali biraz beklemesi için işaret verdi ve anlatmaya başladı. “Benle annen küçükken, yani senin yaşındayken hep deniz kenarında yürürdük. Ayağımızı küçük küçük balıklar ısırırdı.” “Geyçek mi?” “Geyçek,” dedi onu taklit ederek. “Acı mı?” “Yok, hiç acımazdı. Seninle de yürüyelim mi?” “Oluy.” “Tamam. Ama önce bir hayal edelim bakalım olur mu?” çocuk yine başını aşağı yukarı salladı. “Gözlerimizi kapatıyoruz,” dediğinde Buğra hemen gözlerini kapattı. “Şimdi kumsaldayız seninle. Böyle ayaklarımıza serin sular yavaş yavaş değmeye başladı,” derken hemşireye pamuğu sürmesi için gözüyle onay verdi. Kadın alkollü pamukla çocuğun elini sildi. “Hissettin mi serinliği?” Çocuk kıkırdadı, “Evet.” “Hafifçe gıdıklandın mı?” “Evet.” Duru kenarda gözündeki yaşlarla izliyordu onları. Küçükken Duru da iğneden korkardı ve aynı bu hikaye ile sakinleştirirdi onu. “Şimdi biraz derinlere geçeceğiz. O yüzden ayaklarımızdaki pantolonları çekmemiz lazım yukarı. Ama biraz sıkacak ayağımızı.” Bu sefer lastiği bağlaması için onay verdi ve kadın eline lastiği bağladı. “Biraz daha geçtik, yürüyoruz.” Kadına başı ile iğneyi batırmasını söyleyince, kadın yavaşça iğneyi batırdı. “Aaa... O da ne küçük küçük balıklar bizi ısırmaya başladı, hissediyor musun?” Buğra’nın dudakları titredi, “Ama acı biyaz.” “Evet, biraz acımış olabilir. Ama bence çok değil.” Kadın üç tüp kan alıp, hemen çekti iğneyi. Buğra ağlayarak “Baba beni çıkay!” deyip adama sarıldığı an Burak Ali’nin nefesi kesilecekti. “Tamam tamam, çıkardım seni oğlum,” dedi o da ona sarılarak. “Çıkardım, bitti.” Gözünden akan yaşlarla oğluna sarılıyor, saçlarını öpüyordu. Duru ikisini gülümseyerek izliyordu. Dudağını ısırırken gözyaşlarını saklama gereği duymuyordu. Oğlu ilk kez ‘baba’ demişti. Burak Ali de oğlunu sararken Duru’ya bakıp gülümsedi ve üçü el ele çıktılar hastaneden. “Baba acı yok. Bak biti, Buya cesuy.” “Elbette, benim oğlum bu dünyadaki en güçlü en cesur çocuk. Vücudumuzdaki tüm kötü düşmanları sen, ben ve annen birlikte yeneceğiz. Anlaştık mı?” “Evet!” diye bağırdı. Burak Ali Duru’ya baktı, “İyileşmenin yarısı savaşmaktan geçiyor. Bizim oğlumuz tam bir savaşçı olacak. Başaracak göreceksin." "Sana güveniyorum." "O zaman hadi gidip evlenelim." "Evlenelim." *** Duru annesi ile babasının evlerinde, eski odasında hazırlanmış aynada kendine bakıyordu. Ama suratı asıktı. “Abla çok güzel oldun.” “Öyle mi?” Duygu gidip ona sarıldı, “Abla neden öyle surat asıyorsun? Bak öyle yaparsan benim aklım sende kalır. Sevdiğin adamla evleniyorsun üstelik.” “Burak Ali’yi görmüyor musun Duygu? Düşmanıymışım gibi bakıyor, öyle davranıyor bana. Tamam bugün farklıydı ama... Bana öfkesi gün yüzüne çıkınca yine aynı şekilde davranacak.” Duygu gülümsedi, “Abla asıl sen görmüyorsun. Ya da görmek istemiyorsun. O adam senin mutluluğun için gözünün içine bakıyor. Seni nasıl sevdiğini herkes görüyor. Sence mutsuz olacağını düşünse babam evlenmene izin verir mi?” “Bir yüzüğümüz bile yok Duygu. Kaç gündür bekliyorum, alırız her halde diyorum. Ama yok. Ne bir hazırlık ne bir şey. Saçma sapan bir nikah töreni ile onunla evleneceğime inanamıyorum,” derken pencereden dışarı bahçedeki beyaz örtülü ve etrafında beş sandalye olan masaya baktı. “Şuna bak, bir çiçek bile yok.” Duygu gülümsemesini saklamaya çalışıyordu. “Evet de...” “Duygu biliyorum, oğlumuz için evleniyoruz. Ama sonuçta evleniyoruz. Bu bir kere yaşayacağımız bir olay. Telafisi yok, ‘aa bu olmadı hadi bir daha evlenelim’ diyemeyiz ki...” “Bence Burak Ali abiye güven. Gerçi enişte mi demeliyim yeniden?” “Eminim artık bu sıfatı sevmiyordur.” O sırada kapı açıldı, “Damat geldi!” diyerek Gamze içeri girdi ve Duru’yu sulu sulu öptü. “Ay kuzum çok mutlu olun inşallah. Gecelerinizin ateşi sönmesin, öpüşmelere, sevişmelere doymayın.” Duru yüzünü buruşturdu, “Kardeşimden uzak tut bunu ya, valla sapık!” diye Duygu’ya fısıldadı. Gamze de kaşlarını çatarak, “Evlenmeden önce çocuk yapan masum küçük kız konuştu,” dedi ve kahkaha atarak “Darısı başımıza inşallah Doğu!” diye bağırdı. “Nereye kaçtı yine bu çocuk ya?” Gamze’nin çıkması ile Güney’le konuşarak giren Burak Ali tam kahkaha atıyordu ki kızı görmesi ile donup kaldı. Tamam gelinliği birlikte seçmişlerdi ama bu şekilde çok farklıydı. Başındaki duvakla büyüleyici duruyordu. Elindeki pembe gül buketini kıza uzattı. “En sevdiğin...” Duru gülümsedi, “Teşekkür ederim.” Eğilip dudağına küçük bir öpücük kondurdu ve elini tutarak onu odadan dışarı çıkardı. Koridordaki herkes onları alkışlarken Luca’nın babası ile sohbet ettiğini görüp, yakasından tutarak onu ondan uzaklaştırdı ve “Babamdan uzak dur yakışıklı!” diye fısıldadı. “Hey sadece sohbet ediyorum!” dedi ellerini havaya kaldırarak. Burak Ali kaşlarını çattı, “Bu çocuğun gerçekten sevgilileri erkek mi?” “Evet. Oğlumuza ilk erkek arkadaşının ismini koyacaktı. Çok yakışıklı bir piç kurusuymuş.” “Oğlumdan uzak dursun o zaman!” Duru kahkaha attı, hiç bu şekilde düşünmemişti. “Çok iyi bir dosttur ama.” “İyi kızımla arkadaş olsun.” Duru birden adama baktı. Ne yani kızlarımı olsun istiyordu? “Olur, öyle yaparız.” “Birgün bir erkeği oğlumdan uzak tutup kızımla yakınlaşmalarını isteyeceğimi asla düşünmezdim.” Kendi aklına güldü. “Kızın mı olsun istiyorsun?” merdivenlerden inmiş dışarı çıkıyorlardı. “Yani oğlumuz sana aşık, bende bana aşık iki kız istiyorum hayatımda. Neden olmasın? Yani bir erkek daha olduğunu düşünsene, iki erkekle seni paylaşmak zorunda kalırım ve bu çok can sıkıcı.” “Hala kıskançsın.” “Hala aşığım çünkü...” Kapının önüne gelen arabayı ve diğer arabaları gören Duru şaşırmıştı. “Ne oluyor?” “Evleniyoruz.” “Bahçede ama...” adam onu beyaz güllerle süslü arabaya bindirmişti bile. O da diğer tarafa binince kadına bakıp göz kırptı ve eğilip emniyet kemerini bağladı. “Burak Ali nereye gidiyoruz?” “Valla ben düğünüm olacağı yere gidiyorum. Belki sende bana eşlik etmek istersin diye düşündüm.” Duru gülümsedi, “Sen ciddi misin?” Burak Ali kızın elini sıkı sıkı tuttu, “Gerçekten seninle o masada öylece evleneceğimi mi düşündün? Beni hiç tanımıyorsunuz müstakbel Şimşek!” ve gaza bastı. Büyük bir konvoy eşliğinde, şehri ayağa kaldırarak düğünün yapılacağı yere doğru gittiler. * Duru geldikleri yere bakıp eliyle ağzını kapattı. “Dördüncü madde.” “Kırda, beyaz-pembe güller arasında evlenmek.” Kızın elini tutarak onu güllerin arasından geçirdi ve nikah masasına oturdular. Buğra babaannesinin kucağında onları büyük bir coşkuyla alkışlıyordu. Duru oğluna gülümseyerek el salladı. Nikah şahitleri çoktan yerlerini almıştı, Burak Ali’nin ki Güney, Duru’nun ki Luca’ydı. Gamze eliyle yüzünü yelliyordu, “Ay sevdiğim adamı bunca yıl kadınlardan korudum, şimdi bu adama kurban gitmese bari.” Sonra masaya doğru bağırdı, “Hey, siz! Sosyal mesafeyi aşmayın lütfen! O benim! Yıllardır bana rezerveli!” diye İtalyanca uyardı adamı. Luca kahkaha atarken Güney elini alnına koymuş, sabır çekiyordu. Bu kız onu delirtecekti. Tabi ki Çağan’ı da... Nikah memuru önce Duru’ya sorusunu sordu ve Duru “Evet!” diye bağırdı. Burak Ali’ye soru doğrultulurken o da “Sonsuza kadar evet!” dedi. İmzalar atılırken nikah memuru tebrik ederek, gelini öpebileceğini söylediğinde Burak Ali kadını ayağa kaldırarak cebinden bir kutu çıkardı. “Burak Ali?” “Yüzüklerimiz,” deyip kutuyu açtı. Kadının yüzüğü pırlantalarla süslü gül şeklinde bir yüzükken, adamınki Duru’m yazılı bir alyanstı. Önce kızın yüzüğünü taktı, sonra da Duru onun alyansını parmağına geçirdi. “Şimdi sıra benim düğün hediyemde.” Doğu’ya dönüp kutuyu istedi. Doğu hemen ablasına uzattı siyah kadife kutuyu. “Bu ne?” dedi Burak Ali kutuyu hafifçe sallayarak. “Patlamaz değil mi?” Kız kahkaha attı, “Hadi aç bakalım Burak Ali Şimşek.” Burak Ali kızın gözlerine bakıp, hafifçe gülümseyerek açtı kutuyu. İçinde bir anahtar ve not vardı. -Hayallerimi bir tek sen süsledin ve seninle bir sürü hayallerimiz vardı. Belki çocuğunu gerçekleştiremedik. Ama bu yarım kalsın istemedim. Hayallerimizin peşini bırakmayalım sevgilim...
Burak Ali gülümserken, şüpheyle “Beşinci madde?” dedi. Kız evet der gibi başını aşağı yukarı salladı. Adam onu kendine doğru sardı ve kulağına fısıldadı. “Sevgili Olma Kurallarından üçüncü maddeyi hatırlıyor musunuz peki sayın Şimşek?” Duru birden durup adama kaşlarını çatarak baktı, “Burak Ali?” “Taraflardan biri eğer çok kırılmışsa, affettiği an diğer tarafı deli gibi öpecek,” “Efsane aşıklar kuralı!” bunu ikisi aynı anda söylemiş ve o an Burak Ali kızı yana yatırıp, onu deli gibi öpmeye başlamış, bir elini de yumruk yaparak havaya kaldırmıştı. Başarmışlardı... |
0% |