Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. BÖLÜM – UMUT IŞIĞI

@mutlusonlarinyazar

 

Yüreğim acıyor, yapma...

Yüreğimden vurma...

Gel kafama sık,

Ama sevdamın saçının teline dokunma...

O benim umudumuzun tek ışığı,

Beni karanlıklarda bırakma!

 

Burak Ali birden kendine geldi ve solunda ona şaşkınca bakan oğlunu görünce, “Buğra odana geç!” diye bağırdı. Çocuk bir an korksa da hemen koşup odasına geçmişti.

Yeniden karşısındakilere dikkat kesildi. Bir iki adım yaklaştığını gören Şebnem “Sakın yaklaşma!” dedi.

Burak Ali çaktırmadan babasını aradı, bir elini de kaldırıp, “Şebnem! Sakin ol lütfen,” diyerek onu yatıştırmaya çalışıyordu. “Hadi o silahı bırak! Bak polis çağırmak zorunda kalacağım.”

Başını sağa sola salladı, “Onları beklemeyi çok isterdim ama Durucuk’la yolumuz uzun, daha taaa cehennemin kör dibine gideceğiz. Değil mi Durucuk?”

“Saçmalama!” diye gürledi. “Bırak o silahı. Şebnem lütfen bırak, beni al, ama o olmaz! Senin derdin benimle!”

Kız Duru ile yavaş yavaş geriye giderken Burak Ali de onlara doğru yürüyordu. Telefona baktı, babası kapatmıştı. Duymuş olmasını ümit ederek kenara attı telefonunu ve o da dışarı çıktı. Şebnem’in uçuruma doğru gittiğini görünce “Hayır! Hayır Şebnem dur!” dedi sakin olmaya çalışarak. “Dur lütfen dur! Bak seni sevmeyen bendim, Duru’nun bir suçu yok! Hadi bırak onu...” gözünden akan yaşların farkında bile değildi.

Duru da ağlıyor, bir yandan da “Burak Ali...” diye sayıklıyordu. Korktuğu gözlerinden belliydi.

“Hala onu düşünüyorsun!” dedi delirmiş gibi bağırarak. “Onun için ağlıyorsun! O ölecek diye ödün kopuyor, onun için acı çekiyorsun! Beter ol ama umurumda değil! Seni bu acıyla bırakıp gideceğim. Gözünün önünde onu uçuruma atacağım ve bu görüntü hayatın boyunca hafızandan silinmeyecek!”

Burak Ali saçını çekiştirdi, “Şebnem yapma! Bak istediğini yaparım bırak onu sadece.” Bir adım daha yaklaştı, “Hem onu öldürürsen eline ne geçecek? Beni al, benimle ölüme git! Hadi bırak onu!”

“Hayır!” diye bağıran bu sefer Duru’ydu. “Sen olmaz!” yutkundu, “Oğlumuza iyi bak Burak Ali...”

“OLMAZ!” sesi yankılanmıştı. “Şebnem yapma, ne olur yapma...” kalbi sıkışıyordu. Daha da yaklaştı onlara.

“Gelme! Burak Ali gelme!” diyerek iki adım geriye gitti.

Bunu gören Burak Ali inleyerek bağırdı, “Tamam! Tamam dur! Dur! Dur! Tamam, gitme geriye!” ensesini sıktı. Kafayı yiyecekti, çaresizlik yüzünden aklını oynatacaktı.

“Karına son sözün var mı sevgilim?”

“Şebnem yapma! Onsuz olmaz! Yapma!” eliyle yüzünü sıvazladı.

Duru acıyla ve gözyaşlarının arasında gülümsedi, “Hadi bana son kez seni seviyorum de Burak Ali Şimşek.”

“Duru...” dedi inanamıyormuş gibi.

“İlk karşılaştığımız gün gibi...”

“Hayır... Hayır veda etme!”

Şebnem bir adım daha geriye gitti. Artık mesafe kalmamıştı. Son bir adım daha atarsa uçuruma düşeceklerdi. Bunu fark eden Burak Ali’nin gözleri döndü. Ya kaybedecekti ya onu kurtaracaktı... Fazla bir tercihi yoktu. Bu kumarı oynamak zorundaydı. Hiçbir şey yapmadan onun uçuruma uçmasını izlemekten iyiydi. Kızın gözlerinin içine baktı. Duru anlamıştı ne yapacağını ve yutkunarak gözüyle onay verdi.

Şebnem arkasına baktı. Bunu fark eden Burak Ali, “Şimdi!” diye bağırdı ve Duru elini uzatırken Burak Ali çok hızlı bir şekilde uzanıp, onu tuttuğu gibi kendine çekti. Şebnem ise aynı anda dengesini kaybetmiş, çığlık atarak uçuruma düşmüştü.

Burak Ali kollarına aldı kızı. “Allah’ım Duru!”

Duru hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, “O... O...” diyerek arkasına bakmak istedi, ama Burak Ali onu göğsüne bastırdı.

“Bakma!” diye bağırdı. “Bakma! Bitti tamam.”

“O... Öldü...”

“Tamam... Bitti. Bitti aşkım! Bitti ruhumun sahibi!”

Duru kendine gelemiyordu. “Bur-Burak Ali... O...”

“Bakma!” diye inledi bu sefer. “Allah’ın cezası, buldu belasını.”

Başını sağa sola salladı, “Bu değildi... Olmamalıydı. Benim yüzümden olmamalıydı.” Adamı itip arkaya bakmaya gittiğinde Burak Ali kolundan çekti onu.

“Gitme! Gitme!” kızın yüzünü avuçlarının arasına aldı, “Seni öldürecekti. Duydun mu beni? Seni öldürecekti! Kendi kendine etti ne yaptıysa!”

“Ö-öldü...” dedi uçurumu göstererek.

“Duru... Kendine gel bebeğim. O kendisi yaptı.”

O anda gelen ambulans ve polis arabalarından inenler hemen ikilinin yanına koştu. “İyi misiniz?”

“Eşim. O şok geçiriyor. İyi değil.” Sonra uçurumu gösterdi, “Kadın karımla birlikte uçurumdan atlayacaktı. Ben son anda eşimi tuttum. Ama diğeri maalesef...” dediği an Duru kulaklarını kapattı. Burak Ali onu kollarına aldı, “Sakin ol. Hadi gel doktorlar sana bir baksın.”

O sırada art arda yedi sekiz araba gelip evin önünde durdular. Bora ile İrem arabadan inip koşar adım gelmişlerdi kızlarının yanına.

“Duru! Bebeğim!”

“Kızım iyi misin?” Bora Burak Ali’ye bakıp, “Ne-ne oldu?” diye sordu.

“Şok geçiriyor. İyi olacak.” Alihan, Eylül, Doğu, Duygu... hepsi gelmişti. Hepsi de Duru’yu merak ediyorlardı. Burak Ali de hepsine birden açıklama yaptı. “Biraz gergin. Doktorlar bir baksın, sonra her şeyi anlatacağım." Başak ile Duygu’ya, “Buğra içeride, çok korktu. Onunla ilgilenir misin?” deyip, Duru’yu ambulansa bindirdi. Doktorlar müdahale ederken o da kadının elini bir dakika bile bırakmıyordu.

“Burak Ali?”

“Buradayım aşkım. Buradayım. Korkma.” Hemşirenin şırıngaya çektiği sakinleştiriciyi görünce hemen araya girip kulağına “Hamile olabilir, kullandığınız ağır bir sakinleştirici,” dedi.

“Aa öyle mi tamam,” diyerek hemen doktoru bilgilendirdi ve farklı bir sakinleştirici vurdular.

“Hastaneye gitmemize gerek var mı?”

“Hayır, her hangi bir terslik görünmüyor. Birazdan uyur. Uyanınca duruma göre hareket ederiz.”

“Tamam, teşekkür ederim.” Duru’yu kucaklayıp eve geçirirken uçurumun yanındaki patikadan çıkan görevlilerin elindeki siyah ceset torbasını gördü. Durup uzun uzun baktı. O torba iki tane de olabilirdi.

Alihan gelip omzuna dokundu oğlunun, “Hadi içeri girelim.”

Burak Ali başını aşağı yukarı salladı ve eve geçtiler hep birlikte. Bütün aile salona geçerken, kendisi yukarı çıkıp Duru’yu yatağa yatırdı, üstünü de örttükten sonra gözleri kapalı olan karısının saçlarını okşadı. Alnına öpücük kondururken içinden bildiği tüm duaları okuyordu.

“Allah’ım sana bir şey olsaydı yaşayamazdım,” diye mırıldanıp yeniden öptü onu ve aşağıda onu bekleyen ailesinin yanına indi.

Kendi aralarında konuşurlarken Burak Ali’nin gelmesi ile bütün gözler onlara çevrildi. İrem hala sakinleşememişti.

O sırada Bora da eve geçmişti. “Polislerle konuştum. Özel durumunuzu söyledim, ama yarın mutlaka gidip ifade vermeniz gerekiyor.”

“Tamam Bora amca, gideriz. Teşekkürler,” diyerek kendini koltuğa attı. Elleri ile saçlarını geriye atmış, o anları gözlerinin önünden silmeye çalışıyordu. “Dünyam yıkılacak sandım. O an yaşam belirtisi olarak sadece nefes alıyordum. Ölüm gibiydi, ölüyor gibiydim.”

Eylül oğlunun yanına oturdu. “Tamam bebeğim. Atlattınız çok şükür.”

Burak Ali acıyla annesine baktı, gözlerinden yaşlar akıyordu. “Anne bu gidişi gibi değildi, nefretle bakmıyordu. Orada, o uçurumun kenarında, başına silah dayalı halde bile bana bakıp gülümsüyordu, gözlerinde aşk vardı. Bu çok... Çok acıydı. Eğer ona bir şey olsaydı...”

Bora elini adamın diğer omzuna koyup ona bakmasını sağladı. “Ama olmadı.” Sonra derin bir nefes alıp verdi, “Senin yerinde başka bir adam olsaydı, şuan kızım yukarıda değil, evinde yatıyor olurdu Burak Ali. Onu alırdım. Ama senin kızımı canın pahasına koruyacağını bildiğim için şuan bu kadar sakinim. Şimdi sende sakin ol.”

“Babacım,” diyerek Burak Ali’nin yanına geldi Buğra ve iki bacağının arasına girip ona sarıldı.

Burak Ali de onu sımsıkı sardı ve saçlarını öpüp öpüp durdu, “Babacığım benim, çok korktun mu?”

“Kokmaz Buyya, sen vaysın ya.”

Bütün aile sevgi dolu mırıltılar çıkarırken, adam oğluna sevgiyle baktı, “Ben varım evet aslanım ve asla sana veya annene bir şey olmasına izin vermem.”

O sırada açık olan kapıdan içeri bütün ekipmanları ile Sertaç Han girdi. “Nerede?” diye telaşla sordu.

Burak Ali ayağa kalkıp, oğlunu Bora’ya uzattı, “Yukarıda, çıkalım,” dedi. Birlikte yukarı çıkarlarken Sertaç Han sorularını sıralıyordu.

“Hiç darbe aldı mı?”

“Hayır. Sadece çok gerildi. Korktum.”

“Tamam şimdi bakarız.”

Arkasındaki yardımcıları küçük ultrason aletini yerleştirirken Sertaç Han hemşiresine, “Kan alalım. Tahlile gidecek,” dedi.

“Peki hocam.”

Diğer adama döndü, “Alet hazır mı?”

“Hazır efendim.”

Burak Ali bir elini karnına koyarak diğer kolu için destek almış, korkuyla bekliyordu. “Belli olur mu?” diye sordu dayanamayarak.

“Yani en azından bu aletle yumurta çatlamış mı çatlamamış mı onu görebiliriz. Ya da kanama var mı diye bakabiliriz.” Gözlüğünü takıp Duru’nun karnını açıp, jeli sürdükten sonra aleti yavaşça gezdirdi. Ekrana bakarken bir iki tuşa basıyordu.

“Eee? Hamile mi?”

“Abi sakin ol,” dedi Sertaç Han gülerek.

“Çok kolaydı sanki.”

Sonra bir iki tuşa daha basınca bir kağıt çıkardı. Üstündeki değerleri okurken abisine dönüp “Ee adını düşündünüz mü?” dedi.

Burak Ali “Hamile mi?” diye şaşkınlıkla sordu.

“Yani büyük ihtimal hamile. Yine de kan testini görmeden emin olamayız. Ayrıca şuan için hiçbir sıkıntı görünmüyor.”

Burak Ali o an ilk kez gülümsedi, “Allah’ım sana şükürler olsun,” diye mırıldanıp kardeşine baktı, “Kan testi çıkmadan kimseye söylemesek olur mu?”

“Olur, sıkıntı yok. Ben sonuç çıkınca ararım seni.”

“Çok sevinirim.” Sonra karısına bakıp, “Adı Umut Işık olacak,” dedi. “O bizim oğlumuzun tek umut ışığı çünkü.”

Sertaç Han “Mükemmelmiş,” diyerek ayaklandı. “Ben çıkıyorum o zaman. Bir şey olursa ararsınız.”

“Tamam.”

Aşağı indiğinde herkes Sertaç Han’ın etrafına toplanmıştı. İlk konuşan İrem oldu, “Kızım? İyi mi?”

“Çok iyi İrem teyze. Hiçbir sorun yok. Şoka bağlı olarak biraz gergin, hepsi bu.”

“Peki... O? Yani hamile mi?”

Sertaç Han herkesin bu sorunun cevabını merak ettiğini biliyordu, “Bilemiyorum. Bakacağız. Çok erken daha, kan tahlilinde çıkar ama.”

“Tamam,” diyerek ona sarıldı İrem.

“Geçmiş olsun hepinize, ben sonra uğrarım zaten.”

Kardeşi çıkınca Burak Ali de kuzenini aradı, “Zümrüt?”

“Efendim Burak Ali.”

“Bana bir ev lazım. Ormanın içinde olabilir, dağın başında olabilir. Şuan ki ev gibi. Bir tık daha büyük olsun. Yani fazladan bir iki odası olursa süper olur.”

“Tamam hallederim iki günde de, hayırdır?”

Burak Ali derin bir nefes alıp verdi, “Anlatırım, uzun hikaye. Bu evde sıkıntı yaşadık.”

“Tamam, ben sana dönerim.”

“Teşekkür ederim. Hadi görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Telefonu kapatıp ailesinin yanına geldi. Gamze kahve yapmış, herkese veriyordu. Saatler geçmek bilmiyordu. Hava kararmış, yağmur başlamıştı ki yukarıdan bir ağlama sesi geldi. Burak Ali koşarak çıktı yukarı, Duru üzerindeki elbiseleri silmeye çalışıyordu.

“Duru, bebeğim! Bebeğim dur!”

“Üstüm kandı. Kan var.”

Burak Ali onu kollarına alarak, saçlarını okşadı, “Birtanem kan falan yok, sakin ol hadi. Bak üstün başın ter temiz.”

“Hayır kirli. Görmüyor musun?”

“Duş almak ister misin?” o sırada diğerleri de yukarı çıkmıştı.

“Evet,” dedi ağlayarak.

“Tamam hadi gel bebeğim.”

Onu taşıyarak banyoya götürdüğünde İrem “Yardım etmemi ister misin?” diye sordu.

“Yok İrem teyze ben hallederim. Birazdan da aşağı indiririm.” annesine bakıp, “Anne siz hepimize yiyecek bir şeyler hazırlar mısınız? Duru da bir şey yemedi bugün,” dedi.

“Tamam oğlum.”

Onlar banyoya girince, hep birlikte aşağı indiler. Burak Ali kızı soydurarak duşun suyunu ayarladı ve kendi de üstündekileri çıkarıp, onu da alarak duşa kabinin içine girdi.

“Suyun sıcaklığı iyi mi güzelim?”

“İyi.”

Burak Ali karısının tüm bedenini yavaş yavaş sabunladı. O sabunladıkça Duru ağlıyordu. Saçını da yıkadıktan sonra iyice durulanıp, bornozlarını giyerek çıktılar banyodan. Onu yatağa oturtup, “Bekle beni,” dedi ve giyinme odasından her ikisine de rahat kıyafetler alıp gelerek yatağın üstüne koydu. O sırada telefonu çalmıştı. Arayan Sertaç Han’dı.

”Hemen cevapladı, “Efendim Serto?”

“Abi, sonuç çıktı,” dedi heyecanla.

“Ee?”

“Ee’si Umut’umuzun Işık’ı geliyor. Duru hamile.”

Burak Ali “Gerçekten mi?” diye sorarken dönüp Duru’ya bakmıştı.

“Evet. Kan testinde çıktı. Yanılma payı yok.”

“Çok teşekkür ederim Sertaç Han, çok teşekkür ederim.”

“Rica ederim abi. Görüşürüz. Geliyorum ben az sonra.”

“Tamam. Yemek yeme o halde, annemler bir şeyler hazırlıyor.”

“Anlaştık.”

Telefonu kapatıp Duru’nun yanına gelerek önünde diz çöktü. Bornozunun ipini çözüp, karnını okşadı. “Birtanem,” diye mırıldandı. “Daha iyi misin?”

Başını aşağı yukarı salladı, “Duş iyi geldi.”

“Bazı zamanlar hayal kuruyorum. Buğra’ya hamile kaldığını bana söyleseydin, bu haberi nasıl karşılardım, sen nasıl söylerdin ya da o anki mutluluğumun derecesi ne kadar olurdu diye.” Kadının karnına baktı, “Karnın büyürken seni izlemek nasıl olurdu acaba, diye.” Yeniden gözlerinin içine odaklanınca gülümsedi. “Ama artık bu duygunun nasıl olacağını öğreneceğim.” Duru kaşlarını ‘nasıl?’ der gibi çatınca, burnunu öpüp devam etti, “Duru Şimşek! Bu haberi normalde anneler verir ama, biz sanırım hiçbir zaman normal olamayacağız.” Derin bir nefes alıp verdi, “Buğra’nın umudu şuan seninle... Burada...” dedi kadının karnını okşayarak.

Kadın birden gülümsedi, “Ger-gerçekten mi?”

“Gerçekten.”

“Hamile miyim?” Burak Ali başını aşağı yukarı sallayınca, bu sefer bağırarak, “Hamileyim!” dedi ve ayağa kalkıp adama sımsıkı sarıldı. Hafifçe birbirlerinden uzaklaştıklarında Burak Ali onun dudaklarını esir aldı. Ellerini açık olan bornozundan geçirip, kalçalarını okşayarak onu daha çok kendine çekti.

O an sesleri duyan aileleri de yukarı çıkmışlardı. Ama gördükleri manzara ile kimisi öksürürken, kimisi kıkırdıyordu.

Burak Ali birden arkasına dönüp, Duru’yu da bedenini siper ederek saklamıştı. “Anne? Baba? Ve sevgili ailem? Hayırdır?” derken sırıtıyordu. Ama çok da sevimli değildi. Daha çok ‘burada ne işiniz var?’ der gibiydi o gülüş. Duru ise bornozunun kuşağını bağlıyordu.

“Bence buraya bir kapı yaptırın, çok edepsizce!” diye homurdandı Doğu.

Gamze ise iç çekti, “Neden sebep? Bence çok seksi. Bende ailelerimize böyle yakalanmak isterdim.”

“Çünkü edepsizsin sen!” dedi Doğu inanamayarak.

Bütün gözler kıza çevrilince Çağan Ecem’e bakıp, “Bu kız bozuk doğdu Ecem!” diye sinirle çıkıştı. “Valla bozuk. Zaten doğarken de ters doğmuştu.”

İrem ise bambaşka bir yerdeydi, “Duru hamile! İnanamıyorum! Bora duydun mu?” dedi sevinçle kocasına sarılarak.

“Duydum bebeğim, ikinci torunumuz ilk torunumuza hayat vermeye geliyor.”

Eylül mutluluktan konuşamıyordu bile, kucağında Buğra ile oğlunun ağzından çıkacak onayı bekliyordu.

Burak Ali gülerek ofladı, “Biz giyinip gelsek de öyle mi konuşsak acaba? Malum çıplağız!”

Bora homurdanarak aşağı inerken, diğerleri meraktan çatlayacaklardı.

 *

Burak Ali sofrada tüm ailesine sevgiyle baktı ve Duru’nun elini tutup, “Evet, bugün Sertaç Han test için kan aldı Duru’dan ve demin aradı. Sonuç pozitifmiş. Yani Duru hamile,” dedi. Sonra kucağındaki oğluna baktı, “Buğra, oğlum sevindin mi?” Çocuk anlamamıştı ne olduğunu o yüzden sessiz kalmış, babasına bakmıştı sadece. Dudağını ısırdı Burak Ali, “Imm... Tamam, daha anlaşılır söyleyelim. Benim aslan oğlumun küçük bir kardeşi olacak.”

Buğra bu sefer sevinçle alkışladı, “Olel!” diye bağırıp, babasına sarıldı.

Herkes sevinçle Burak Ali ile Duru’ya sarılıp, öperek tebrik etmişlerdi onları. Ve gecenin sonunda çok da geç kalmadan kalkmıştı herkes. Onlar gittikten sonra Burak Ali koltukta uyuyan oğlunun yanına gitti.

“Ben Buğra’yı yatırıp geliyorum.”

“Tamam,” dedi gülümsemeye çalışarak.

Burak Ali oğlunu kucaklayıp odasına götürüp, üstünü örttü ve hemen salona geri döndü. Duru’yu pencerenin önünde uçuruma bakarken buldu. Hızla yanına gidip arkadan sarılıp, kendine çevirdi onu. “Bakma oraya bebeğim.”

“İyiyim Burak Ali. Sabah şahit olduğum şey korkunçtu. Kolay kolay da unutabileceğim bir şey değildi. Ama sen haklısın, o sonu kendi kendine hazırladı. Üstelik...” yüzünü acı ile buruşturdu, “Bugün sen beni kurtarmasaydın ve ben o uçurumdan düşseydim-”

“Sus! Sus! Bebeğim deme öyle...” onu göğsüne bastırdı. “Sen o uçurumdan tek düşmezdin Duru, bırakmazdım ellerini.”

“O sadece beni değil, karnımdaki bebeğimi de ölüme götürecekti, hatta Buğra’yı da çaresiz bırakacaktı...”

“Tamam, kapatalım bu konuyu.” Derin bir nefes alıp verdi, “Bu evden gitmek ister misin?”

Duru ağlayarak “Evet Burak Ali, gidelim,” dedi.

“Tamam sevgilim, Zümrüt’le de konuştum zaten, bize ev bulacak ve en geç bir hafta sonra bu evden gideceğiz.”

“Şimdi odamıza gidelim mi, sana sarılıp uyumak istiyorum.”

Burak Ali gülümsedi, “Hemde ömür boyu...”

Ve dedikleri gibi de olmuştu. Bir hafta sonra etrafı ağaçlarla dolu çok güzel bir villaya taşındılar. Duru ilk günler kabuslarla boğuşmuşsa da, gün geçtikçe toparlanıyor, bebeği, oğlu ve onu çok seven kocası için iyileşiyordu.

Evi dizmek için herkes yardıma gelmiş ve çok güzel zaman geçirmişlerdi. Bütün eşyalar yepyeniydi. Duru ile Burak Ali yeni evlerine, yeni hayatlarına sıfırdan başlamak istemişlerdi.

Ve sonunda evi dizme işi bitmiş ve herkes gitmişti. Buğra’yı yatırıp, kendileri de yatağa girdiler.

“Duru!” dedi adam kadını dürterek.

Duru okuduğu kitaptan başını kaldırıp kocasına baktı, “Efendim aşkım?”

“Bak bu masallar çok saçma!”

“Ne okuyorsun ki sen?”

Adam kadına tuhaf tuhaf baktı, “Baba olmayı öğreniyorum Duru. Çocuklarımıza okunacak masallara bakıyorum, ama hepsi abuk sabuk.”

“Yüzyıllardır okunan masalın nesi abuk sabuk?”

“Bak burada diyor ki ‘Prens prensesi öpüyor.’”

Duru ofladı, “Romantik bir mutlu son işte.”

“Olmaz!” diye bağırdı adam. “Ben bunu oğluma okursam, her kızı öpebileceğini sanır. Ben oğlumu öyle eğitmeyeceğim. Benim oğlum benim gibi olacak. Öyle her önüne gelen kızı öpemez. Kızım da her prense kendini öptüremez. Bence ben bu masalı değiştireyim. Bak böyle daha güzel:

-Prens tam prensesi öperken kız birden gözlerini açar ve ‘ben senin bildiğin prenseslerden değilim, beni öpemezsin ahmak herif!’ diyerek tokadı basar!’ Nasıl ama?”

Duru gözlerini devirdi, “Harika... Bir Bora Yazgın daha yetişiyor.”

Loading...
0%