Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. BÖLÜM – ZOR GÜNLERİN İLK DEMLERİ

@mutlusonlarinyazar

 

Hayat kimi zaman sürprizlerle kapınızı çalsa da, bazen acıları da taşıyor valizinde. Size layık gördüğü için değil, mutluluğun değerini bilin diye vardır çoğu acılar. Ya da hastalıklar, sağlıklı zamanlarınızın kıymetini bilin diyedir. Belki de size hayat son bir şans verir, ama siz o şansın son şansınız olduğunu bilemez ve boşa harcarsınız. Sonu ne mi olur? Pişmanlık...

O yüzden her sabaha ‘bugün benim son şansım olabilir’ diye başlayın ve o günü ‘iyi ki bunu yaptım’ diyerek bitirin. Belki de şans verdiğiniz kişinin son şansı sizsinizdir. ‘iyi ki yaptım’ demek her zaman için ‘Keşke yapsaydım’ demekten iyidir.

Affetmeseniz de en azından ‘yine de canın sağ olsun’ deyin. Sizin içiniz rahat olsun, bırakın o yaptığı günahın ateşinde kavrulsun.

Ben Duru Şimşek...

Bugün bambaşka bir güne uyandım. Ya bu bizim son şansımız olacak, ya da benim sonumun başlangıcı...

 

*-*

Adam elindeki içinde çikolatayla dolu olan krema sıkma torbası ile kadının göbeğine kocaman bir kalp yaptı. Kız karnını kaşıyınca yüzünü buruşturdu. Uyanınca onu gebertecekti. Kıkırdayarak sutyenin açık bıraktığı göğüslerinin etrafına da sıktı. Bu sefer Duru ters dönerek karın üstü yattı.

“Of... Yatağı batırdın hayatım, sonra ben suçlu olacağım ha!” diyerek burnunu kırıştırdı Burak Ali ve sırtına ‘Çok tatlısın,’ yazdı. Çarşafı indirerek beline ‘Muck’ yazdı, sonra da bacaklarının birine ‘Burak Ali’nin’ diğerine de ‘Tatlısı’ yazdı. Üstüne çilekle muzları dizip, en son fotoğrafını çekti. Kendi kendine de kıkırdıyordu. İşte enfes waffle’ı hazırdı.

Duru hafifçe gözlerini açarken eli ile gözlerini, yüzünü ovalayınca her yerine buluşan şeyle birden doğruldu. Üstü başı, her yanı çikolataydı. Üstelik yatakta batmıştı. “Burak Ali!” diye cırlayınca adam arkadan “Efendim sevgilim,” dedi.

Kadın ona döndü, “Bu halim ne Allah aşkına, kafayı mı yedin?”

Burak Ali gayet normal bir şekilde kızı süzdü, “Yok, daha yemedim bir şey. Ayrıca ne varmış halinde, gayet de çok tatlısın. Konuşan waffle, çok etkileyici.” Sonra kendini tutamayıp kahkaha attı, “Çok fazla tatlısın ama iştah açtığın kesin.”

Kadın oflayarak oturdu, “Ya Burak Ali yaaa! Yıkanıp yatmıştım.”

“Tamam, sıkıntı yok oğlumuz uyanana kadar ben büyük bir zevkle çikolatayı temizleyip seni yıkarım,” dedi kadına tutkudan kararmış bakışları ile bakarken.

Sonra bir kıkırtı duyunca ikili o tarafa döndü. Buğra annesine bakıp gülüyordu. Duru hemen üstünü örttü. “Komik mi geldi sana oğlum?” sonra Burak Ali’ye öfkeyle baktı, “Bak gördün mü yaptığını? Çocuk gördü işte!”

“İyotalı anni.”

Burak Ali gülerek kaşlarını kaldırdı, “Hiç heveslenme evlat, o kahvaltı benim.”

Duru adama dirsek attı, “Burak Ali!”

“Ne? Benim kahvaltımsın sen. Duru’lu Waffle. Çok havalı bence.” Kadına yaklaştı, “Ayrıca neden bu kadar erken uyandı sence?”

“Cırladım diye olabilir mi acaba?”

Sabahlığını çekip üzerine geçirerek yataktan kalktı, “Siz iki yakışıklı serseriler, anne duş alana kadar kahvaltı hazırlıyorsunuz.” Sonra gözlerini kıstı, “Ve ikinize de iyota yok!”

Burak Ali inanamayarak kalktı yataktan, “Ya saçmalama. Ben o kadar özenle ‘Duru’lu waffle’ hazırladım ya. Canım çekti. Göz hakkı denilen bir şey var.”

“Oğlun uyandı Burak Ali!” dedi sinirle. “Bence yanında benli waffle yemesen daha iyi olur. Malum tarif isteyenlere anlatmasını istemeyiz değil mi? Ya da kahvaltıda ne yedin oğlum bugün, diye soran babama ‘babam iyotalı anni yedi’ demesini hiç istemeyiz.”

Burak Ali yatağa attı kendini ve başını çevirip oğluna baktı. “Seni gidi fantezi dağıtan hortum seni! Waffle canavarı,” deyip yataktan yeniden hızla kalkıp çocuğu kucağına alarak onu gıdıklamaya başladı “Gel buraya minik hortum seni.”

Buğra’nın kahkahaları evin içinde yankılanırken Duru gülümseyerek banyoya geçti, ikili de aşağı kahvaltı hazırlamaya gittiler.

 ***

“Buğra koşturma oğlum! Bak terleyeceksin.”

“Top oynuyo Buyya.”

Duru gülümsedi ve kocasına yaslandı. Burak Ali ona arkadan sarılırken karnını okşuyordu, “Heyecanlı mısın?” diye sordu kulağına eğilerek.

“Buğra’ya hamileyken her doktora gittiğimde cinsiyetini soruyordum. Çok merak ediyordum. Dahası ona bir şeyler almak istiyor, alamıyordum diye de çıldırıyordum.” Burnunu çekti, “Vitrinlere bakınıyordum. Pembe bir şey görsem aklım gidiyor, mavi spor ayakkabılarına bayılıyordum. En sonunda doktor benden sıkıldı ve ‘kızın olacak’ dedi. Meğer üçüncü ayda cinsiyet belli olmazmış. Ama ben adama inandım bir kere ve bir sürü pembiş pembiş şeyler aldım.”

“Adam?” dedi Burak Ali sempatik olmayan bir ses tonu ile.

“Erkek kardeşinde benim doktorum Burak Ali.”

“Ama şimdi ben senin yanındayım. O zamanlar ben yanında değildim ve o heyecana başka bir erkek şahit oluyordu.” Kafasını kaşıdı. “Bu çok can sıkıcı.”

“Kıskandığın şey bu mu yani?”

Burak Ali gözleri ile Buğra’yı izliyordu ki birden diklendi. “Buğra...” dedi kadını güvenli bir şekilde bırakıp ayağa kalkarken.

Duru da ayaklanmıştı. Burak Ali’nin gördüğü şeyi o da fark etmişti, “Oğlum!”

Buğra elini burnuna götürdü ve eline bulaşan kana bakıyordu ki, birden gözleri kararıp yere -kurumuş yaprakların arasına düştü.

Burak Ali verandadaki korkuluklardan zıplayarak hemen yanına gitti, “Buğra, oğlum? Beni duyuyor musun?” onu kollarına aldı. “Buğra! Hadi aç gözlerini, beni duyuyor musun?” iki parmağı ile gözlerini açarak içine baktı, "Bilinci kapalı.”

“Buğra!” diye bağıran karısına endişe ile bağırdı, “Duru arabanın anahtarını getir ve annemleri ara. Çabuk!”

“Ta-tamam. O... O yaşıyor-yaşıyor mu?” gözlerindeki yaşlara engel olamıyordu, korkuyordu.

“Hadi Duru! Hadi güzelim! Benim de telefonumu getir.”

Duru içeri koşarak gitti arabanın anahtarını ve ikisinin telefonlarını alıp yeniden dışarı koştu. Burak Ali oğlunu arkaya yatırmıştı. Duru da onun yanına geçince Burak Ali arabayı çalıştırıp kontrollü bir hızla oradan uzaklaştı.

Yolda hastaneyi aradı, tüm bilgileri asistanına söyledikten sonra “Tüm hazırlıklar yapılsın. Geliyoruz biz,” deyip telefonu kapattı.

Duru da annesini aramıştı. “Anne sen diğerlerini ara,” dedi. Zaten zar zor konuşmuştu. Telefonu kapatıp, oğlunu kucağına çekti. “Buğra... Bebeğim duyuyor musun beni?”

Sonra dikiz aynasından sürekli onlara bakan kocasına korkarak baktı, “Burak Ali neyi var?”

Burak Ali birden gözlerini kaçırdı, “Bilinci kapalı,” diyebildi sadece.

Ve onlara uzun gelen bir sürenin sonunda hastaneye varmışlardı. Hızla çocuğu yoğun bakıma aldılar. Burak Ali de hazırlanıp yanına girdi ve kontrolleri yapmaya başladı.

Duru ve tüm aile kapının önünde beklerken Burak Ali sonunda çıkmıştı içeriden.

“Oğlum?” diye bağırarak ayağa kalkan karısını kollarına aldı adam.

“Sakin ol. Şimdilik durumu stabil. Ama...”

“Ama?” dedi Duru korkarak.

“Doğumu bekleyemez Duru. Hemen taramaları yapıp, tedaviyi başlatarak nakli gerçekleştirmemiz lazım.”

“Riskli demiştin?”

Derin bir nefes alıp verdi ve başka bir yöne baktı. Sakalını sıvazlarken “Evet öyle demiştim,” dedi acı ile. “Ama denemekten başka çaremiz yok. Söz veriyorum, üçünüzü de korumak için elimden geleni yapacağım.” Onun omuzlarını tuttu. “Bana güven, tamam mı?”

Duru başını aşağı yukarı salladı, “Güveniyorum. Ne gerekiyorsa yapalım.”

“İkisi de benim de evladım Duru. Hangi bir canıma kıyarım ki? İkisi için de elimden geleni yapacağım.”

Ve yapılacak taramalar için Duru özel bir odaya alındı. Bütün testler yapıldıktan sonra da oğlunun yanına geri döndü. Oğlunu öyle makinelere bağlı, gözleri kapalı görmek onu perişan etmişti. Birkaç gün önce gördüğü rüya geldi aklına. Delirmiş gibi başını kaşıdı.

Rüyasında, gerçekte hiç tanımasa da görmese de anlattıkları anılardan tanımış kadar olduğu Alihan babasının dedesi olan Cem Ernez’i görmüştü. Ona gülümsemişti, yüzünü net göremese de hissetmişti gülümsediğini, başını okşamıştı. Gerçek gibiydi, ona ‘Her insan ikinci bir şansı hakkeder. Sen hayattan ikinci bir şansı istiyorsan, senden isteyen kişilere de o şansı vermelisin,’ demişti. ‘Hayat, mutluluk ikinci şansın mucizesinde gizlidir. Ben bana verilen ikinci şans sayesinde çok iyi bir insan oldum. Sende ver... O zaman huzur da mutluluk da seninle olacak...’

İşte bu rüya ona şimdi anlamlı gelmişti...

“Ben geliyorum anne, siz buradan ayrılmayın,” dedi ve oradan hızla uzaklaştı.

İrem arkasından “Kızım ne oldu? Duru nereye?” diye seslense de cevap gelmemişti.

 *

“Duru...” dedi kadın şaşkınlıkla karşısındaki kızına bakarken.

“Başıma daha ne kadar kötü şey gelir bilmiyorum. Ama şuan en kötüsü geldi. Oğlumla sınanıyorum. Senin benimle sınandığın gibi.”

Kübra hanımın dudakları titredi, “Kızım...”

Duru sinirle gözündeki yaşını sildi, “Ben onu bırakmadım, ben onsuz tek bir gün bile nefes almadım. Ama işte sınanıyorum.” Yutkundu. “Şimdi deseler ki bana ‘oğlun yaşayacak Duru, ama bırakıp gitmen lazım...” acı ile hıçkırdı, “Onun fazladan tek bir nefes alması için ben giderdim.”

Kübra hanım da ağlıyordu kızıyla...

“Şimdi senden anne olarak bir annelik yapmanı istiyorum. Seni affetmesem de artık anlıyorum.” Başka tarafa bakıp hıçkırıklarını dizginlemeye çalıştı. “Beni büyütmesen de, dünyaya getirdin. Dokuz ay karnında taşıdın. Bir yıl baktın. Bu önemli... O yüzden bana hakkını helal et... Lütfen...”

Kübra hanım gözündeki yaşlarla kızını kendine çekip sarıldı ona, “Helal olsun bebeğim. Her bir damlası helal olsun. Seni doğurduğum için bir gün bile pişman olmadım. Ama seni verdiğim her gün yandım.”

“Neden verdin o zaman?” hıçkırıklarından konuştukları çok da anlaşılmıyordu.

“Zorunda kaldım. Senin dediğin gibi sen yaşa diye bırakmak zorundaydım.”

“Oğlum kanser.”

Kübra hanım birden ayrıldı kızından “Ne?” diye inanamayarak sordu.

“Oğlum kan kanseri.” Elinin tersi ile yüzünü sildi. “Sana asla ‘anne’ demem. Bu benim için her şeyi göze alıp beni büyüten o kadına saygısızlık olur. Ama eğer başarırsak sana oğlumu getiririm.”

“Çok mutlu olurum. Çok çok mutlu olurum Duru.”

“Hoşçakal...” tam gidecekken geri döndü... boynunu kaşıyordu gerginlikten. “Beni doğurduğunda neden bana isim koymadın.”

“Koydum. Kendimce sana seslendiğim bir ismin vardı.”

“Neydi?”

“Umut... Umudum gibi bakıyordum sana çünkü... Başaramasam da.”

Duru gözyaşlarının arasında gülümsedi, “Teşekkür ederim, biz başaracağız,” diyerek hızla uzaklaştı oradan.

 *

“Merhaba Şebnem...” dedi elindeki çiçekleri toprağın üzerine bırakarak. Sonra gökyüzüne bakıp derin bir nefes alıp bıraktı. Yeniden toprağa baktı, “Sana karşı kendimi çoğu zamanlar suçlu hissetsem de aslında aranızda belki de en masumu bendim. Ama en büyük bedeli de ben ödedim.” Başını öne eğdi, “Ölüm... Kurtuluş muydu bilmiyorum? Bu sonu sen seçtin. Bugün benim için çok anlamlı bir gün. Oğlumun en büyük umudu olan kardeşi ya ona yeni bir hayat olacak ya da ben tükeneceğim artık.”

Toprakta ellerini gezdirdi... “Şebnem... Sana bunu söyleme fırsatım olmadı. Ama eğer sende hakkım varsa helal olsun. Lütfen sende her neredeysen duy sesimi ve hakkını bana helal et.” Gülümsedi, “Yanındaki meleklere söyle, oğlumu almaya gelmesinler. Bana bunu borçlusun Şebo’m. Keşke böyle bitmeseydik.” Gözündeki yaşı sildi, “Bazı zamanlar senin dizlerini özlüyorum, o iğrenç kahveni, karga dediğim sesini bile özlüyorum. Ben Şebo’mu çok özledim ve yemin ederim o gün kapıma af dilemek için gelseydin, seni tüm kalbimle affetmeye hazırdım. Şimdi de tüm kalbimle söylüyorum, seni affettim. Ruhun rahat uyusun. Sana karşı hiçbir kırgınlığım yok.” Ayağa kalktığında hafif, ılık bir rüzgar saçlarını savurunca gülümsedi, “Bende seni seviyorum deli kız... Hoşçakal...”

 ***

Burak Ali asistanı ile sonuçları incelerken “Tüm programım boş değil mi?” diye sordu hafif bir gerginlikle.

“Evet hocam. Dediğiniz gibi, bütün hastalarınızı yeni gelen doktora yönlendirdim.”

Bilgisayar ekranını açtı. Yüreği deli gibi atıyordu. Gördüğü sonuçla farkında bile olmadığı nefesini rahat bir şekilde verdi, “Uyuyor... Kardeşinin iliği uyuyor!” gözyaşlarını silerek sevinçle ayağa kalktı. “Uyuyor... Oğlum kurtulacak...” gözlerini yumdu. “Kurtulacak...”

“Eşiniz çok sevinecek hocam. Hemen haber verin.”

Heyecandan konuşamadı, sadece başını aşağı yukarı salladı. Derin derin nefesler alıp verirken hemen odasından çıkarak oğlunun yattığı yoğun bakıma doğru yol aldı. Cebinde tuttuğu kutuyu sıkıyordu. Odaya girdiğinde Duru oğlunun uyuduğu yatağın başında oturmuş, ağlayarak elini tutuyordu.

Cebinden çıkardığı kutuyu açarak kızın önüne koydu. Duru bir an doğrularak baktı. Küçük, pembe, melek kanatlı patiklerle gülmekle ağlamak arasında kalmıştı.

Burak Ali hafifçe kadının kulağına eğildi, “Dedem cennetten bize küçük bir melek göndermiş. Oğlumuzu kurtarmak için.”

Duru patiklere bakarken hıçkırıklarla, “Uyuyor mu?” diye sordu.

Adam arkadan karısına sarılırken elini karısının elinin üstüne koydu, “Uyuyor güzelim, uyuyor. Ama pabucun dama atılacak gibi, evimizin yeni prensesi geliyor.”

Duru gülümsedi, “Desene kraliçe olma zamanım geldi.”

“Yarın oğlumuzu tedaviye hazırlayacağız Duru. Şimdiden söylüyorum, çok zor bir süreç bizi bekliyor. Kemoterapinin yan etkileri çok fazla olacak. Buna hazır mısın?”

“Hazırım,” dedi bütün cesareti ile. “Ve sana güveniyorum.”

Loading...
0%