@mutlusonlarinyazar
|
Uzun bir süre boyunca Duru oğlunu sadece bir camın ardından izledi. Nakilden önce kemoterapi ile bedenindeki bütün hücreleri yok edeceklerdi. O acı çektikçe Duru paramparça oluyordu, o kustukça Duru fenalaşıyordu. Onun saçları döküldükçe Duru kendi saçlarını da yolmak istiyordu. Burak Ali bir an bile oğlunun yanından ayrılmıyor, odadan çıkmıyordu. Her anında ona destek oluyor, uyuması için ona masal okuyor, müzik dinletiyordu. Ama oğlunun iyileşeceğine de, bu dönemi atlatacağına da inanıyordu. Bu süreçte tüm ailenin haricinde Rosa ile Luca da Duru’nun yanından ayrılmamışlardı. Luca camın ardından Buğra’yı sürekli güldürmeye çalışıyor, başarılı da oluyordu. Ve son gün Burak Ali odaya elinde bir makine ile girdi. “O ne?” diye sordu Buğra. “Bu...” dedi elindekini sallayarak. “Baba-oğul arasındaki bir sır.” “Nediy?” “Şimdi bence şu saçlarımızdan bir kurtulalım ne dersin? Burada çok temizleyemiyoruz,” kulağına eğildi, “Ve çok yakında buradan çıkacağız. Bitlenirsek anne bizi eve almaz. Ne dersin, keselim mi saçlarımızı?” Buğra ağlayarak başını aşağı yukarı salladı. “Tes. Dötüldü zaten hep. Çiykin odu Buyya.” Onu kollarına aldı Burak Ali, “Çirkin olmadı Buğra. Buğra dünyadaki en güçlü çocuklar arasına girdi. İyileşiyorsun ve yakında ikimizin de saçları yeniden çıkacak. Anlaştık mı?” “Tamam.” Burak Ali getirdiği aynayı ikisinin önüne koydu. Önce kendi saçlarını kesti, sonra da gözyaşları içinde oğlunun saçlarını... Duru ise camın ardında yere oturmuş, eli ile ağzını kapatarak ağlıyordu. O an kimse ona karışmadı, ‘ağlama’ demedi, diyemedi, susturmak için çabalamadı. Çünkü bir anne için bunun ötesindeki tek acı ‘ölüm’dü... * Duru heyecanla sedyeye yatarken yanda oğlu ona gülümsüyordu. “Anni teni özledim.” Duru ağlayarak elini uzattı oğluna ve sıkıca tuttu, “Çok az kaldı bebeğim. Bende seni özledim. Hemde çok özledim. Yakında hiç ayrılmayacağız.” “Kaydeşim bana ilaç veyecek bilyoy musun? Babam dedi.” “Biliyorum bebeğim. O senin koruyucu meleğin.” O sırada hazırlanan Burak Ali içeri girdi. “Duru şimdi rahmine doğru küçük bir kamera uzatacağız. Kordonunu kameradan görmemiz lazım ve tam o bölgeyi uyuşturup bebeğin kordonundan kök hücreyi alacağız. Kamerayı geçirirken biraz acı hissedebilirsin korkma.” “Tamam. Hazırım. Korkmuyorum.” Şuan korktuğu tek şey çocukları için duyduğu endişeydi. Kadını alnından öptü, “Başaracaksınız.” “Başaracaksın.” Gülümseyerek yerine geçti ve operasyon Sertaç Han’ın da katılması ile başladı. Kök hücre dört saat süren bir operasyonla kordondan alındıktan sonra Sertaç Han hemen bebeğin durumunu kontrol etti. “Kızımız gayet iyi abi, sıra sizde,” dedi gülümseyerek. Duru “Çok şükür,” diye rahat bir nefes verip, yandaki oğluna baktı. Burak Ali başı ile onayladı ve hazırladığı oğluna gelen kanı naklettirmek için işleme başladı. Tüm işlem boyunca da gözünü bile kırpmadan oğlunun başında bekledi. Ve saatler süren nakilin ardından oğlu yine aynı odaya alındı. Burak Ali kontrollerini yapıp, o uyuduktan sonra dışarı çıktı. Duru yanına geldiğinde ikisinin de gözlerinden yaşları akıyordu. “Bitti bebeğim,” diyerek kadının yanaklarını tutup kendine çekti ve dudağına uzun bir öpücük bıraktı. “Bitti. En zoru atlattık.” Duru inanamıyordu, adamın kollarında tir tir titriyordu, “Bitti mi gerçekten?” “Bitti.” Bora hemen yanlarına geldi, “Şimdi ne olacak? Bitti mi gerçekten, çıkacak mı?” “Henüz değil. Hücrelerin kan üretmesi iki ile dört hafta içerisinde meydana gelir. Bu sürede sürekli kan sayımına bakacağım. Bağışıklık sisteminin de tam olarak çalışması altı ay sürer. Bu süre içinde bir çok şeye dikkat edilmesi gerekiyor. Bu süreçte gerekli görülürse bir iki kemoterapi daha görebilir. Tedavinin bir çok yan etkisi olabilir, onları kontrol edeceğiz. Birkaç gün ya da hafta davranış bozuklukları da yaşanabilir. Ama üç aya kadar düzelir.” Duru’ya baktı, “Bu süreç hepinize zor gelebilir, ama inanın asıl zor olanı atlattık. En azından bu olanlar iyileşme sürecinde olacak. İki hafta maksimum yirmi gün sonra taburcu edebilirim. Ama benim düşüncem bağışıklık sistemi yeniden çalışana kadar burada, steril odada kalması.” “Ne gerekiyorsa onu yapalım Burak Ali,” dedi Duru elini tutarak. Gözünden günler sonra ilk defa mutluluk gözyaşları akıyordu. “Teşekkür ederim. Sana güveneceğimi biliyordum.” Burak Ali onu kollarına alıp sarıldı. “Tamam artık ağlama. Hepiniz iyisiniz.” Elini kadının karnına koydu, “Küçük savaşçımız ve sen harika bir iş çıkardınız. O bebek minicik haliyle abisinin hayatını kurtardı.” “Seni seviyorum.” “Sizi seviyorum,” diye karşılık verdi Burak Ali. Alihan oğluna sarıldı, “Sana sonuna kadar güveniyordum. Seninle gurur duydum oğlum.” “Teşekkürler baba.” Ve yeniden aynı sürecin içine girdiler... *** Günler, aylar herkes için zorlu geçiyordu. Özellikle Duru için. Oğlunun yanında olamamak onu fazlasıyla üzüyordu. Burak Ali oğlunun sıkıldığında girdiği bir iki ağlama krizinde Duru’yu büyük tedbirlerle içeri almış ve ikisi oğullarını zar zor sakinleştirmişlerdi. Ama sonunda Buğra iyileşme sürecine girmişti, hatta saçları bile çıkmaya başlamıştı. Başındaki şapkayı çıkardığında babası aynayı verdi eline Buğra çıkan koyu kumral saçlarını görünce mutlulukla babasına sarılmış, onu öpücüklere boğmuştu. Son öpücüğünü verirken dudaklarını yanağında uzun tuttu ve ardından da “Bu anninindi, ona vey,” demişti. “Tamam, büyük bir zevkle veririm,” diyerek onu kollarına aldı. “İyileşiyorsun Buğra, iyileşiyorsun oğlum.” *** “Duru ıkın! Ikınmazsan olmaz!” Sertaç Han tedirgindi. Duru’nun doğumu başlamış ama üç saat geçmesine rağmen hiçbir ilerleme olmamıştı. “Yapamıyorum! Olmuyor!” diye bağırdı. “Yapamıyorum işte!” Burak Ali karısının elini sıkı sıkı tuttu ve “Gözlerime bak Duru,” dedi. Kadın anında denileni yapınca Burak Ali gülümsedi. Duru adamın ne yapacağını anlamıştı. “Bir uçurumun kenarındayız. Önümüzde ucu bucağı görünmeyen bir deniz var. Şimdi o uçurumun kenarında aklına ilk gelen şeyi bağırır mısın?” Duru başını aşağı yukarı salladı ve tüm gücü ile ıkınarak, “Sizi seviyorum,” diye bağırdı. Sertaç Han, “Bir daha, hadi Duru,” deyince, yeniden aynı şekilde bağırdı. “Evet oluyor, harikasın. Devam et!” “Canım yanıyor.” Burak Ali başını sağa sola sallayıp, “Hayır ağrı yok! Siz neler atlattınız Duru, bunu da başarabilirsin,” dedi ve elini sıktı. “Hadi güzelim. Ağrıyı kafamızdan siliyoruz ve bir kez daha deniyoruz.” Ve Duru son kez ıkınmıştı. Bebeğin sesi tüm odada yankılanınca Duru gülümseyerek gözlerini kapattı. Burak Ali kadının dudaklarına, terden sırılsıklam olan alnına öpücükler konduruyordu. “Bitti bebeğim.” Duru gözlerini açıp Sertaç Ali’nin ona uzattığı bebeğe baktı, “Oğlumun meleği...” dedi onu kucağına alıp koklarken, “Bebeğim benim.” Burak Ali ikisinin kulağına yıllar önce Buğra’nın doğduğu gün ona dinlettiği şarkıyı söyledi. “Bilmiyorum sevgilim bir daha güler miyim? Bir gün çalarsın kapımı ben buyur eder miyim? Bilmiyorum bir daha eski ben olur muyum? O gün gelir bende seni unutur muyum?” (Gökhan Tepe-Asmalı) “Çok uymadı ama...” dedi Duru gülerek. “Çaldığın kapıyı açmamak benim haddim değil, gücüm de hiç yok öyle savaşlara, özellikle senin karşında hiç gücüm yok. Elinde gözlerin, kalbin kadar güçlü silahların varsa üstelik. Ayrıca seni hiçbir kuvvet unutturamaz da bana... Sadece oğlum doğduğunda ilk bu şarkıyla ona merhaba demiştim. Onun için söylemek istedim.” Duru bir eliyle kucağında sıkı sıkı kızını tutarken, diğer eliyle adamın yanağını okşadı, “Seni seviyorum Burak Ali Şimşek.” “Seni seviyorum Duru Şimşek.” “Hadi beni buradan çıkar da oğlumla kardeşini tanıştırayım.” “Emin misin? Biraz dinlen istersen.” Duru “Eminim,” dedi. “Ben sizin varlığınızla dinleniyorum.” “Peki hadi bakalım.” Camın önüne geldiklerinde Buğra heyecanla cama yaklaştı. “Abiye ‘merhaba’ de Umut Işık.” Buğra heyecanla “Merhaba Işık’ım,” dedi. Ama karşıdan cevap gelmeyince somurttu, “Neden konuşmuyor benimle?” Burak Ali kendini sterilize edip içeri girmişti. “Çünkü daha demin doğdu ve konuşmayı bilmiyor. Ona sen, ben ve annen öğreteceğiz. Benim sana öğrettiğim gibi, anlaştık mı?” Buğra yeniden gülümsedi, “Tamam, anladı Buğra.” İçeride kaldıkları sürede Burak Ali oğluna tüm kelimelerin doğru telaffuzunu öğretmiş ve Buğra da hepsini öğrenmişti. “Çünkü çok zeki Buğra.” Burak Ali camın diğer tarafındaki karısına ve kızına mutlulukla gülümseyerek bakarken, Duru da oğlu ile kocasına büyük bir gururla bakıyordu. Asıl onların ikisi çok güçlü savaşçılardı. * İKİ AY SONRA... İrem kadının ona ikram ettiği çayı içerken bahçede gözünü gezdirdi. “Evin çok güzelmiş.” Kübra gülümsedi, “Küçük ama yetiyor.” İrem bir yudum daha çay içti ve içinde kopan fırtınalara inat bir sakinlikle konuşmaya başladı, “Neden Kübra? O gün benimle konuşabilirdin, ikimiz elele verip Duru’yu birlikte büyütebilirdik. Ben seni sokağa atmazdım. Neden bana anlatmadın, neden kaçtın?” Kübra başını aşağı yukarı salladı, “Haklısın. Sen kendi pencerenden bakınca bir sürü çözüm bulabiliyorsun, ama ben geldiğim yeri biliyordum. Bir pencereden izlemiyordum o hayatı, o bataklığın içindeydim. Peşimi bırakmazlardı, senin de başını belaya sokardım. Bunu yapamazdım.” “En azından gideceksen bile benimle konuşmalıydın. Bir sabah uyandım ve ‘anne’ oldum, sorumluluk sahibi olarak buldum kendimi.” Kübra utanmıştı, mahcup bir şekilde, “Haklısınız,” dedi. “Sizi zor durumda bıraktım.” “Ben şikayetçi değilim. Duru iyi ki benim kızım olmuş, iyi ki bana bırakmışsın onu. Ama bu yarayı ona yaşatmaya hakkımız yoktu. En azından o şekilde öğrenmemeliydi.” Sonra başını sağa sola salladı, “Neyse, ben buraya seni bir yere davet etmeye geldim.” Kübra şaşırmıştı, “Nereye?” “Torunumla, torununla tanışmaya...” * Burak Ali hayatının en zorlu tedavisini büyük bir başarı ile atlatmıştı ve sonunda Buğra evine dönüyordu. Odadan çıkarken Duru iki aylık olan bebeğini annesinin kucağına bıraktı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. “Buğra...” “Anne,” diyerek ona koşup sarıldı oğlu kadına. Duru hıçkırıklarla onu sarıp, öpüyor, çıkan saçlarına öpücükler konduruyordu. “Hayatım. Göz bebeğim benim. Seni çok özledim. Geçmiş olsun birtanem...” “Bende seni özledim anne.” Ailenin diğer üyeleri de onu sardıktan sonra Burak Ali kızını kucağına alıp oğlunun yanına getirdi, “Işık’a da merhaba demek ister misin?” “İsterim.” Onu yandaki Duru’nun yattığı yatağa oturttular ve bebeği kucağına verdiler. Cem onları fotoğraf çekerken, Duru ve diğerleri mutlulukla izliyorlardı Buğra’nın sevincini. “Merhaba Işık. Ben senin abinim.” Işık anlamış gibi gülümseyince “Anne gülümsedi bana,” dedi sevinçle. “Evet, seni sevdi.” “Her halde sevecek akıllım ben onun abisiyim.” Duru ile Burak Ali onu ve kızlarını ortalarına alıp sardılar. Bundan sonra üçü için yaşanacak bir tek mutluluk kalmıştı. *** Eve geldiklerinde onları bir sürpriz bekliyordu. İrem ve Eylül’ün planı ile Ecem’in restoranından gelen görevliler ve yemeklerle kocaman bir masa hazırlanmıştı. ‘EVİNİZE HOŞGELDİNİZ ŞİMŞEK AİLESİ’ pankartı adı altında her yeri de süslemişlerdi. Duru iki kadına da sarıldı, “Teşekkür ederim, her şey çok güzel,” dedi. Etrafı mutlulukla seyrederken köşede ona buğulu gözlerle bakan kadını fark etti. “O...” İrem kızının elini tuttu, “Ben çağırdım,” diye mırıldandı. “Anne?” “Kızım sorun yok. Kabullenmesek de Buğra onun öz torunu-” “Değil!” “Duru...” “Anne ben zaten Buğra’yı ona götürecektim. Buraya-ailenin içine getirmene gerek yoktu. Bunun senin için ne kadar zor olduğunun farkındayım.” İrem kızının yanaklarını tuttu, okşadı. “O bana seni getirdi. Biz bunu görmedik Duru. O seni bana getirmeseydi ben senin annen olamazdım, babanı tanıyamazdım, Doğu ile Duygu olmazdı ve sen Burak Ali’yle tanışamazdın. Her şeyin, bizim var oluşuşumuzun aslında bu kadının senden vazgeçmesi ile olduğunun farkında değil misin?” Duru annesine sımsıkı sarıldı, “Haklısın anne. Ama ben senin için...” “Ben iyiyim. Beni düşünme ve git ona hoşgeldin, de.” Duru Burak Ali’nin elinden tutarak onun yanına gitti. Tam karşısında durunca ne yapacağını bilemeden, “Hoşgeldin,” dedi sadece. Kübra gülümsedi, “Hoşbulduk kızım. Geçmiş olsun. Çok şükür ki atlatmış.” “Evet. Atlattı.” Dudağını ısırdı ve “Ha,” dedi yeni hatırlamış gibi, “Eşim, Burak Ali.” Kübra onun elini sıktı, “Size de geçmiş olsun.” Burak Ali çok mesafeli bir şekilde, “Teşekkür ederim,” dedi ve Duru’nun omuzlarından tuttu, “Canım ben Cem abilerin yanındayım. Müsaadenizle,” diyerek yanlarından ayrıldı. Kızgındı, bu kadına çok kızgındı. Duru’ya kapanmayacak bir yara bıraktığı için kızgındı ve Duru onu affetmeden de bu mesafeyi kapatmaya niyeti yoktu. “Bana kızgın gibi.” Duru hafif bir gülümseme ile “Bana çok düşkün,” dedi. “Benim yaralarıma tahammülü yoktur, gözyaşı sebeplerime ise asla müsamahası olmaz. O yüzden kişisel algılamazsanız sevinirim.” “Anlıyorum.” Duru karşısındaki kadının güzelliğine hayran kalmıştı ve ona benzediğini yeni fark ediyordu. Gamzesini kesinlikle ondan almıştı. Kadının üzgün yüzü onun vicdanını sızlatınca “Özür dilerim, ağır konuşmak istemezdim,” dedi. “Hakketmeseydim susmazdım.” Başını salladı ve “Oğlumla tanışmak ister misin?” diye sordu. “Çok isterim.” Duru etrafına baktı ve babaannesinin yanındaki oğlunu yanına çağırdı, “Buğracığım, gelir misin annem?” çocuk koşarak annesinin yanına geldiğinde Duru onu Kübra ile tanıştırdı, “Bak bu Kübra teyze. Merhaba, demek ister misin?” “Merhaba.” Kübra gözyaşları ile çocuğun boyuyla kendini eşitlemek için eğildi, “Merhaba küçük savaşçı.” Kızına bakıp, “Sarılabilir miyim?” diye sordu. “Sarılabilirsin.” Kübra ona sıkı sıkı sarıldı, kokusunu içine çekip gözyaşları ile öptü onu. Duru Umut Işık’ı da getirdi, “Bu da ailemizin yeni üyesi Umut Işık. Abisinin ilacı.” “Umut mu adı?” diye heyecanla sordu. “Evet. Çünkü kalan tek umudumuz oydu.” Kübra onu da kucağına aldığında gözyaşları içinde “Sen gibi kokuyor,” dedi. Duru’nun da gözünden yaşlar akıyordu. “Ama ben senin nasıl koktuğunu bile bilmiyorum.” Annesi gözyaşlarının arasında gülümsedi, “Merak edersen seni sarmak için her zaman buradayım,” dedi ve daha fazla orada kalmak istemedi. “Ben gitsem iyi olacak. İrem hanıma daveti için teşekkür ettiğimi söylersiniz.” “Akşam yemeğe kalsaydınız?” “Yok, teşekkür ederim. Bugün gündüz buraya geleceğim için fabrikada akşam vardiyasına yazdırdım kendimi.” “Peki, sizi zor durumda bırakmak istemem. O zaman Doğu bıraksın sizi.” Kübra başını sağa sola salladı, “Kesinlikle hayır. Kimseyi rahatsız etmek istemem. Ben giderim.” Ve Duru’nun itirazlarına aldırmadan taksi çağırdı. Taksi geldiğinde İrem de Duru ile kadını yolcu etmek için yola çıktı. “Geldiğiniz için teşekkür ederim Kübra hanım.” “Çağırdığınız için ben teşekkür ederim İrem hanım. Kızıma hayallerim gibi bir hayat vermişsiniz. Bunun için de çok teşekkür ederim.” İrem derin bir nefes alıp bıraktı, “O benim bebeğimdi Kübra hanım. Allah’a şükürler olsun ki hep istediği hayatı yaşaması için bende babası da, etrafımızdaki tüm insanlar da elimizden geleni yaptık.” “Anladım.” diyerek kızını öptü, “Tekrardan geçmiş olsun kızım.” “İstediğin zaman Buğra’yı ve Umut Işık’ı görmeye gelebilirsin.” “Teşekkürler.” Her iki kadına minnetle bakıp oradan ayrıldı. Doğu annesinin yanındaki Buğra’yı kucağına aldı, “Gel buraya dayısının prensi, bak neler aldı dayın sana,” diyerek onu bir sürü oyuncağın olduğu yere götürdü. Siyah, son model bir arabanın minyatürüne bindirirken onu Buğra’nın sevinci görülmeye değerdi. “Dayı, bu çok süpermiş.” “R’leri diyebilen o ağzını yerim senin,” dedi saçlarından öperken. Yanında ona hayranlıkla bakan Gamze onu dürtükledi, “Doğu bende R’leri söyleyebiliyorum biliyor musun?” Doğu başını yana çevirip, gözlerini kaldırarak baktı kıza, “Allah bağışlasın, maşallah! Git dayın da senin ağzını yesin o zaman, ne deyim Gamze ben sana? Allah Allah!” Buğra kıkırdadı, “Dayı onunkini de yiyebilirsin, ben hiç kıskanmam!” dedi başını sağa sola sallayarak. Gamze yüzünü buruşturdu, “Çocuk senden zeki!” diye homurdandı. Doğu sabır çekip arabanın kumandasıyla bahçede çocuğu gezdirmeye başladı. Duru ile Burak Ali de bir masanın başında durmuş bu mutluluğu izliyorlardı. Duru başını kocasının göğsüne dayayınca, Burak Ali de onu kollarına alarak öptü. “Burak Ali teşekkür ederim.” Burak Ali başını kadının boynuna dayadı, “Duru o benim de oğlum. Teşekkür edip durma rica ediyorum.” “Tamam,” dedi gülerek. “Ama illa ödüllendirmek istiyorsan gece ödülümü alabilirim.” Duru başını kaldırıp adama baktı, “Hımm. Öyle mi?” “Öyle...” burnunu öptü, “Aylar oldu ve çok özledim...” “Bende çok özledim.” “Yeni hayatımıza, sadece mutlulukla dolu günlerimize bu gece başlıyoruz o zaman.” “Başlıyoruz sevgilim.” “Bir de...” dedi Burak Ali e’yi uzatıp, hınzır bir gülümseme ile. “Bir de ne?” “Ben bu hamileliğinden de çok bir şey anlamadım. Acaba üçüncü çocuk için bu gece çalışmalara başlasak mı?” Duru’nun ağzı açık kaldı, “Daha neler? Saçmalama.” “Ne saçmalama,” derken kızı kimseye çaktırmadan gıdıkladı, “Ben senin hamileliğini doya doya yaşamak istiyorum.” Duru kıpkırmızı bir şekilde gülümseyerek etrafına bakındı, “Tamam bakarız. Hadi işine dön şimdi.” “Anlaştık,” dedi çapkınca gülümseyip göz kırparak. “Akşam harika olacak.” “Sabırsızlıkla bekliyorum.” İrem de o sıralar torununa seslendi, “Buğra, gel oğlum bak waffle var, gel ye hadi. Doğu zapt etti çocuğu arabayla, tatlı yediremedik çocuğa.” Buğra arabadan inip anneannesinin yanına koştu, “Çok severim babaanne.” “Oy canım benim,” dedi İrem onu öperek. Eylül de öptü onu, “Aynı Burak Ali gibi o da bayılır.” Buğra koca bir ısırık aldıktan sonra, “Evet,” diye onayladı Eylül’ü. “Bir kere annemi waffle yaptı biliyor musun? Ama annem yedirmedi ona kendini. Böyle her tarafını çikolata yapmıştı. Yatak-” İrem gülümsemeye çalışarak hala bir şeyler anlatan çocuğu göbeğine doğru çekip susturmaya çalışıyor, Duru ile Burak Ali ise yutkunurken, bütün gözler onlara çevrilmiş şaşkınlıkla bakıyordu. “Şey... Üstüme dökülmüştü.” Burak Ali başını sağa sola salladı, “Bebeğim hiç çevirme, bu ailede daha bu tarz şeyleri buradan çevirip de başarıya ulaşabilen biri olmamıştır. Bırak olduğu gibi kalsın.” “Hayır, buradan döner bence,” diye inleyerek fısıldadı. “Döküldü falan dersek.” Burak Ali kıkırdayarak gülerken, “Dene istersen, ben karışmıyorum,” dedi. Duru suratı asık bir şekilde önüne döndü, “Sen ve çikolataların uzak durun benden o zaman!” diye çemkirerek ellerini göğsünde bağladı. Akşam bahçedeki ışıklar yanmış, müzik eşliğinde herkes eğleniyordu. Burak Ali karısını kollarına aldı ve herkesin bir ağızdan söyledikleri şarkıları, o karısının gözlerinin içine bakarak söylüyordu. “Yağmura, buluta, yıldıza, aya, Kara toprağa, düşen yaprağa... Sor... Var mı aşktan öte? Nemli saçlarına, nefes nefesine, Şu çırılçıplak kıvrılan beline Sor... Var mı aşktan öte? Varsa sen söyle! (Demir Demirkan - Aşktan öte)
“Yok olur gitsem de, Sonumu görsem! Ölümü tatsam da yenilmem yine de... Yitip gitsem de, Sonumu bilsem! Ölümü tatsam da yenilmem yine de... Senin için bütün zaferlerim! -Burak Ali kızdan hafifçe uzaklaştı ve tüm gücü ile burayı bağırdı. Onun ve ailesi içindi zaferleri... (Demir Demirkan – Zaferlerim)
|
0% |