@mutlusonlarinyazar
|
Adı neydi içimizdeki o coşkulu sevincin? Sıcaklığı nasıldı güneşin? Suyun verdiği o doygunluk, Çileğin lezzetini, Baharın kokusundaki o heyecanı, Ben senden sonra hepsini unuttum... ‘Mutluluk’ adı altında ne varsa sildim yüreğimden. Hani dışarıda delice bir fırtına kopar, Yağmur gökyüzünden acelesi varmış gibi yağar, Gök yer yüzüyle kavga eder, gürler, şimşekler patlar... Ama sen evinde, sıcacık bir polara sarılmış sadece izlersin o taşkınlığı, Sıcacıktır evin, şöminenden çıkan ses rahatlatır seni... İşte seninle olmak öyle güven duygusuydu benim için... Sensizlik ise, o yağmurda dışarıda olmak gibi perişanlıktı, sefillikti...
Burak Ali gitarını alıp ona koyulan sandalyeye oturdu. “Benim bu dünyada tek hayalim var sanıyordum. Ama Duru, sen benim beklentilerimi çoğalttıkça çoğaltıyorsun. Doyumsuz bir yürek oldum sayende. Sen bana kendinden verdikçe, ben çok daha fazlasını beklemeye başladım.” Yüzünü buruşturdu, “Yüzsüzlük edip, bir şey daha isteyeceğim senden?” Duru gülerek, “Ne istiyorsun?” diye sordu. “Seni... Bir ömür benden bıkmayacak o yüreğini istiyorum. Bana döndüğün için teşekkür ederim.” “Döneceğim o kapıyı aralık bıraktığın için, o cesareti benim yüreğime ektiğin için ben teşekkür ederim Burak Ali.” “Hayatımda bir ilk yaptım,” dedi utanarak. “Duru Şimşek, bu şarkı yalnız senin için yazılıp, bestelendi.” Sertaç dedesine baktı, “Beste için azıcık yardım aldım ama, sözler tamamen bana ait. Hayallerimin yapım aşamasında benim tek dayanağım, bugüne kadar elimi tutan tek kadınım, başımın en tatlı belası ve dünümün anısı, bugünümün rüyası ve geleceğimin tek ışığı ‘Hayalim’ şarkısı senin için yazıldı...” Işıklar sönüp, bahçedeki küçük fenerler yandı. Duru gözyaşları ile adama bakarken, bütün ailesi ikisini gülümseyerek izliyordu. Ve Burak Ali gitarı ile önce müziğe sonra da sözlere giriş yaptı... “Sustuk... Suskunluğumuzdan medet umduk... Kaybolduk... Ayrı ayrı tek başımıza yorulduk...
Yenildik... Yendiğimizi sandığımız o duyguda savrulduk... Hayaldik... Gözlerindeki o ateşin sihriyle gerçek olduk...
Bugün mutluluğun düğünü var... Uzat elini, yanıma gel ey aşk kokan yar... Yarınım, geleceğim sana emanet... Sıkı tut bakışlarımı, beni gözlerinle sar...
Benim teninde, ellerinde adım günahkar, Büyük cesaret inan elini tutmak... Bir gülüşün, o ateşin inan akla zarar, Yeminim, tek hayalim olsun aşkında yanmak... (Söz: Eda Hakverdi)
Ve alkışlar duyulduğunda Burak Ali gitarı yere bırakıp kollarını açarak Duru’yu yanına çağırdı, o da bunu bekliyormuş gibi koşarak adamın yanaklarını avuçlarının içine alıp, dudaklarını öpmeye başladı. Islıklar, ‘oooo’ sesleri arasında ikisi de mutlulukla birbirilerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. “Seni seviyorum tek hayalim.” “Seni seviyorum bütün hayallerimi gerçekleştiren sihrim.” * Herkes gittikten sonra Duru zar zor uyuttuğu kızını yatağına yatırıp görüntülü bebek telsizini alarak aşağı, terastaki kocasının yanına gitti. Burak Ali toplamadığı müzik sisteminden romantik bir müzik açıp, sesi kıstı. “Uyudu sonunda.” Burak Ali arkasına bakıp gülümsedi, “Bu kız aramızı bayağı açacak gibi.” “Valla seni benden uzaklaştırırsa bizim onunla aramız açılacak gibi,” diyerek kıkırdadı. “Öyle bir şey imkansız.” Kadına elini uzattı ve Duru o eli tuttuğunda adam onu kendine çekip kucağına oturttu. “Beni senden, seni benden, bizi çocuklarımızdan ve onları bizden koparacak hiçbir güç yok bu dünyada Duru.” Duru derin bir nefes alıp verdi. “Burak Ali kötü günler bitti değil mi?” “Oğlumuz yukarıda ve sağlıklı, kızımız oldu, mışıl mışıl uyuyor şimdi. Sen kollarımdasın, az sonra yaşayacaklarımız aklımdayken...” dedi kadının boynunu uzun uzun emip, öperek. “Sence de kötü günler geride kalmadı mı?” “Evet, kalmış,” diye inledi adamın kollarında erirken. “Duru, odaya çıkalım mı?” Duru yana baktı, “Şarap? Meyve? Onlar ne olacak?” “Düşündüm de... Sen nasılsa şarap içemiyorsun.” “Meyve suyum var.” “Gerçekten de meyve suyumu içmek istiyorsun Duru?” diye kaşlarını acıyla çatıp sordu. Duru kıkırdadı ve adamın kulağına eğildi, “Bende bir an düşündüm de aslında canım biraz çocuklaşmak istiyor,” dedi fısıldayarak. Kadının bacaklarını okşadı, “Çocuklaşmak derken?” “Canım azıcık oyun oynamak ve çikolata yemek istiyor.” Elin adamın gömleğinin üzerinden göğsünde gezdirdi, “Ama teninde...” Burak Ali gülerek kaşlarını havalandırdı. “O zaman sen çikolatayı alıp yukarı gel, bende oyuncaklarımızı çıkarayım küçük kara kutumuzdan.” Duru en seksi ses tonunu kullanıp, “Ben hepsini hazırladım. Yukarıda...” dedi. “Ooo...” derken nefesi kesilmişti adamın. “Çok yaramaz olduğunu söylemiş miydim?” “Çocukken...” “Çocuklaşalım o zaman,” diyerek kadını kucağından indirmeden ayaklandı ve birlikte odalarına çıktılar. Duru büyük mumları yakmış, yatağın üstüne her şeyi dizmişti. Ama Burak Ali’ye asıl sürpriz olan kelepçelerdi. “Duru?” “Bende bir şeyler eklemek istedim, benim de katkım olsun yani...” dedi adamın gömleğinin düğmelerini çözerken. Burak Ali son nefesini verebilirdi, “Ölüm sebebim olacaksın,” diyerek kadının üstüne baktı. “Çok sabırlısın Duru Şimşek, çok.” Bir çırpıda elbisesini yırtarken kadının hayret çığlığını önemsemedi ve onu taşıyarak yatağın bir ucundaki tahta direğin önüne getirdi. “Oyun mu istiyorsun sevgilim?” diye sordu ciddi bir sesle, bir yandan da açıkta olan gerdanını öpüyordu. Duru adamın sorusunu aynı ciddiyet ve sertlikle yanıtladı, “Evet oyun istiyorum.” “Bahsettiğin o içindeki yanardağı patlatmamı ister misin?” Burak Ali eli ile kadının boynunu ve omuzlarını sert bir baskıyla okşuyordu. “Çok isterim.” “Peki,” diyerek yataktaki kelepçeyi aldı önce. Kızı yatağın direğine yaslayıp, arkadan ellerini kelepçeledi. Duru ellerine bakmaya çalışıyordu, “Keşke önce sutyenimi çıkarsaydın. Böyle çıkmaz.” “Kim demiş çıkaracağımı,” deyip tam ortasını tutarak ikiye ayırdı. “Burak Ali bu en sevdiğimdi.” “Benim de, hemen açıldı,” dedi gülerek. Sonra göz bandını alıp tam karşısına geçti. “Gözlerimi bağlama.” “Oyunun tadı olmaz...” kırmızı göz bandıyla onun gözlerini kapadı. Kendi de gömleğini çıkardı. Pantolonunun ise sadece düğmelerini çözüp, öyle bıraktı. “Korunmam gerekiyor mu?” “Hayır... gerekmiyor,” dedi nefes nefese... “Güzel,” diyerek kızın iç çamaşırını da çıkardı ve eline nutella kavanozunu alıp, sırıttı “Oyun başlıyor o zaman. Hazır mısın?” “Her zaman...” *** ÜÇ AY SONRA... Duru çikolata dükkanının açılışı için çok heyecanlıydı. Tüm hazırlıklar bitmiş ve Duru ile Burak Ali kurdeleyi kesmek için kapının önüne gelmişlerdi. Duru’nun kucağında kızı, ortalarında da oğulları Buğra vardı. “Bu ikimizin hayaliydi ve hayalimiz sana emanet Duru hanım.” “Emanetiniz benimle güvende Burak Ali bey,” dedi ve oğulları ile birlikte kurdeleyi kestiler. “Hayırlı olsun,” diyen seslere dönen ikili gülümseyerek herkese teşekkür etti. Hep birlikte içeri geçtiklerinde Burak Ali elindeki kutuyu kadına uzattı, “Senin için...” “Bu ne?” diye sordu şaşkınlıkla. “Aç bakalım,” dedi adam kızını kadının kucağından alıp gülümseyerek ona bakarken. Duru heyecanla açtı paketi. İçinde bir belge ile plaket vardı. Plaketin üzerinde D&B ÇİKOLATALARI yazıyordu. “Hayır...” diye inleyip hemen kağıdın üzerindekileri okudu. “Çikolatalarının patentini aldım. Artık sıradan bir çikolatacı değilsiniz küçük hanım. Artık bir markanız var,” deyip kadına göz kırptı. Sonra onu kollarına çekti, kulağına “Markalı çikolatalarınızı tatmak için sabırsızlanıyorum,” diye fısıldarken, eli kızın sırtını hafifçe sıktı. Duru kıpkırmızı olurken kimseye çaktırmadan yutkunup kendine gelmeye çalıştı ve gülümseyerek adamın dudağını öptü. “Yine nefesimi kestiniz Burak Ali bey.” “O işi layığıyla yapıyorum evet.” “Ukala, pislik,” dedi dirseğini adama geçirerek. Üstünde çikolatasının marka logosu olan büyük pasta ortaya geldiğinde ikili birlikte kesip, birbirlerine yedirdiler ve çok geç saate kadar kutlamaları sürdü. Burak Ali bir köşede durmuş karısının giden misafirleri uğurladığını izlerken ona büyük bir aşkla baktığının farkında bile değildi. Ama mekanda tek kalan aileleri durumun fazlasıyla farkındaydı. Duru son misafiri de uğurlayarak kocasının yanına gelip, onu dudağından uzun uzun öptü, “Çok yoruldum. Eve gidelim mi artık?” Adam yavaş yavaş başını sağa sola salladı, “Sana çikolatalarını tatmak için sabırsızlandığımı söylemiştim. Unuttun mu?” “Burak Ali çocuklar var,” dedi kıkırdayarak. “Onlar da yoruldu. Burada nasıl... Tövbe ya Rabbim.” “Doğu yarın sabahtan Gamze ile Buğra’yı yüzmeye götürecekmiş. Buğra da o heyecanla dayısında kalacağını söyledi. Ben de bunu fırsata çevirdim,” derken çok seksi bir sakinliği vardı. “Ya... Öyle mi? Nasıl bir fırsatçılık yaptınız bay edepsiz?” “Hımm... Edepsiz?” dedi yüzünü beğeni ile sallarken. “Çok yerinde bir tespit. Çünkü bu gece çok da edepli değilim üzgünüm.” “Şu fırsata çevirdiğiniz durumu öğrenebilsem? Çünkü içimden bir his, çok da gizli bir fırsatçılık olmadığını söylüyor,” derken deminden beri Eylül teyzesinin annesiyle birlikte ikiliye bakıp sırıttığını, arada kıkırtılarla gülüp konuştuklarını görmüştü. Edepsizdi bunların ikisi de... “Annemle konuştum. Bugün için sana bir sürprizim olduğunu söyledim. O da hemen Işık’a bu gecelik bakabileceğini söyledi. Kendisi teklif etti yani, benim suçum yok.” “Kızımızı emziriyorum ben Burak Ali.” “Arabada tüm malzemeler var Duru Şimşek! Sütünüzü muhafaza edecek tüm ekipmanı getirdim merak etmeyin.” “Ha yani hazırlıklıyız?” dedi şaşkınlıkla. Burak Ali karısının şaşkınlığını garipsemişti, “Her daim, seninle her türlü edepsiz faaliyetlere hazırım tabiki hayatım. Buna neden bu kadar şaşırdın onu anlamadım.” “Burak Ali çok yaramazsın.” “Gözlerin utansın, beni günahkar yapan, o masumluktan zerre nasibini almamış bakışların...” deyip burnuna öpücük kondurdu ve göz kırparak kızdan uzaklaştı. Artık şu ailesini yavaş yavaş gitmeleri için uğurlasa iyi olacaktı. * Herkes gittiğinde adam kapıyı kapatıp, panjurları indirdi. Duru tahta tezgaha yaslanmış adamı izlerken gülümsüyordu. Şuan yıllar öncesine gitmişti. İlk sevgili oldukları zamana, Paris’teki o geceye, ilk birlikte oldukları ana, ilk buraya geldikleri zamana... Ne güzel günlerdi. Saçma sapan bir oyun yüzünden hayatlarından dört yılı çaldığına inanamıyordu. Oysa bu adama koşulsuz inanmalıydı. Elini asla bırakmamalıydı. Burak Ali panjurları kapattıktan sonra kadının gözünün içine baka baka mumları yakıp, ışıkları söndürdü ve yanına geldi. “Üzerindekileri çıkar bayan Şimşek, ben geliyorum.” Duru ıslık çalarak gülümsedi, “Çok iddialı istekler bunlar. Beklentiyi bayağı zirveye çıkarıyor.” “Kendime güveniyorum diyelim. Beklentinizin üstündeydi her zaman yaptıklarım diye düşünüyorum. Şöyle bir geçmiş aylarınıza bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız.” “Çok iyi anladım,” dedi dudağını ısırarak. “Güzel. O zaman şimdi sadece iç çamaşırlarınızla kalır mısınız?” “Tabiki.” “Güzel. Söz dinleyen Duru’yu hep sevmişimdir.” Kadın gülerek başını sağa sola sallarken elini arkaya götürdü ve adamın gözünün içine bakarak fermuarını açıp, elbisenin yanlardaki kollarını aşağı indirdi ve siyah mini pırıltılı elbisesi yere düşünce sadece siyah iç çamaşırı takımıyla kaldı. “Harika görünüyorsun,” diye mırıldanan Burak Ali, kadının iki göğsünün arasından öperek yanında uzaklaştı. Yaklaşık beş dakika sonra içeriden iki şarap bardağı, bir şişe şarapla geldi. Üstünde de sadece pantolonu vardı. Gömleğini çıkarmıştı. Duru adamın göğsündeki dövmeyi görünce kaşlarını çattı. “Dövmen?” “Azıcık şekil değiştirdi.” Duru ellerini orada gezdirirken birbirlerinden gözlerini ayırmıyorlardı. Kan damlalarından biri Burak, biri Ali, biri Buğra, biri Umut, biri Işık ismi olmuştu. Artık yarasının damlalarından değil, onlardan oluşuyordu ‘Duru’nun ismi. Diğer ikisi duruyordu. “Bunlar?” “Diğer çocuklarımızın isimlerini henüz bilmediğim için yazmadım.” “Burak Ali başka çocuk doğurmayacağım!” diye şaşkınlıkla çemkirdi. “Ben yapacağım. Doğurup doğurmamak sana kalmış tabi,” dedi onu kendi ile tezgah arasında bedeni ile sıkıştırarak. “İçinde büyütmek istersen karışamam.” Bunu derken gülüyordu. “Edepsizsin Burak Ali.” “Ben sadece sevişmek isteyen normal bir kocayım.” “Ya çok normalsin şuan.” “Şimdi yapalım mı şu çikolatamızı artık? Çok acıktım da,” dedi kızın dudağını ısırarak öperken. Birlikte tezgahın diğer tarafına geçtiler. Burak Ali bütün dikkatini kadına vermişti. İçecekleri şarapları bardaklara doldurmuş, arada içiyor, öpüşüyor, küçük oyunlarla kadının bedenini okşuyordu. İkisi de çok eğlenmiş, bayağı keyifli zaman geçirmişlerdi ve gecenin sonunda yerde uzanmış tavana bakıyorlardı. Üstleri başları çikolataya bulanmıştı, ama bu duruma ikisi de küçüklüklerinden alışıklardı zaten. Sessizlik tüm mekanı kaplarken, Burak Ali konuşmaya başladı. “Sen ilk gittiğinde-” dediği an Duru’nun gözünden yaşlar akmaya başlamıştı. Sahi ya... Bunu hiç konuşmamışlardı ve o içlerindeki yara konuşmadan kapanmayacaktı. “-Şaka yapıyorsun sandım. O gece hemen uyudum. Hava karardığı an. Sabah uyandığımda ya üstüme atlayıp, ‘Nasıl kandırdım seni ama’ diyecektin ya da bahçeye çıktığımda seni de kendi bahçenizde görecektim. İlk günler hep o kendimi kandırdığım anlarla geçti. ‘Dönecek Burak Ali’ dedim, ‘Duru o, senin Duru’n, seni asla terk etmez dedim.” “Bende hep kendime yalanlar söylemek istedim. Yapamadım.” “Benimki yalan değildi. Sana, bize olan inancımdı.” Gülümsedi, “Sonra sana çok kızdım, çok öfkelendim. Beni terk ettiğin için, bizi herkesin gözünde bitirdiğin için, en önemlisi kendi kalbinden beni söküp attığın için çok öfkelendim.” “Ben seni hiçbir zaman söküp atmadım içimden.” “Biliyorum. Belki bu yüzden affettim seni,” dedi kadına bakıp göz kırparak. “Beni ilk ne zaman affettin? Düğünden bir gün önce mi?” Başını sağa sola salladı, “Oğlumuzla o kapıdan girdiğin gün, bana döndüğün gün affettim aslında.” Kadına döndü, “Kendi kendine bir hayat kurdun. Bensiz... Mutlu muydun bilmiyorum Duru, ama ben sensiz perişandım. Seni gördüğüm an, ‘döndüm’ dediğin an ben nefes almaya başladım.” “Ben sensiz hiç bir şey değildim Burak Ali. Ne mutlu, ne huzurlu... Sadece anneydim. Çocuğu için bir gelecek kurmaya çalışan bir anne.” Adam onu alnından öptü, “Sen çok cesursun Duru. O bebeği aldırabilirdin. O zamanlar bunu yapsaydın kimse seni suçlamazdı, suçlayamazdı. Ama...” gözlerine baktı, “Sen her şeye rağmen onu doğurdun Duru. Sana teşekkür ederim. Yüreğin sana ihanet ettiğimi düşünseydi, o çocuğu doğurmazdın. Yüreğinin bana, bize inancı hiç bitmemiş.” “Birgün yeniden biz olacağımızı biliyorumdur belki ya da-” “Umut ediyordum,” diye ikisi aynı andan mırıldandı. Burak Ali bir süre sessizce onu izledi, sonra birden yerinden kalkıp pantolonunu giydi, kendi tişörtünü de kıza giydirip gitarını getirdi. Birlikte yan yana oturdular. Burak Ali gitarı ile bir şarkı mırıldanmaya başladığında Duru da ona katıldı ve birlikte şarkıyı söylemeye başladılar. “Her gün biraz daha, aşkı yitiriyor Yüzündeki gökkuşağının ağrılı rengi... Sabahlara yakın sessiz gelişlerin, Hırsız gibi kararsız, kararlı... Yatağımdasın kırk yıllık yabancı...
Vazgeçti direnişim, Seni sevmeyi ağır ödüyorum... Vazgeçtim yana yana, Seni sevmeyi ağır ödüyorum...
Vazgeç yüreğimden, düşlerimden Yaralıyım bin yerimden! Ben değilim seviştiğin, Affedemem, beni affet Gidiyorum uzaklara, sensizliğe...
Kahretsin yapamıyorum! Kaçtıkça sana geri dönüyorum... Kahretsin yapamıyorum! Kaçtıkça sana geri dönüyorum... (Yıldız Tilbe – Vazgeçtim)
“Sanırım sensiz yıllarımı en güzel anlatan şarkı buydu,” dedi hafif bir tebessümle kızın gözlerine bakıp. “Burak Ali bir daha ayrılmayalım.” “Asla!” deyip onu sardı. “Asla ayrılmayacağız.”
|
0% |