@mutlusonlarinyazar
|
Bir masal biter başka bir masal başlar. Bir hayat son bulur başka birine nefes verir. Ama efsanelerin yeri dolmazdı. Dolmadı da. Cem Ernez herkesin hayatında eksiklikti. En çok da ailesinin. Ama hayat devam ediyordu. Aileye yeni katılan her fert onlara güç veriyor, kalabalıklaştıkça acılar azalıyordu. Ve bu masal Alihan ve Eylül’ün yeni evlerine taşınmaları ile başlamıştı. Bu bir Duru aşkın şarkısıydı. Bu mert bir adamın hikayesiydi. Bu ikisinin masalıydı. Bora ile İrem’in kızları Duru ile Alihan ve Eylül’ün oğulları Burak Ali’nin... Onlar daha çocukken bağlanmıştı yürekleri birbirine. Burak Ali Duru hastayken onun başında beklerken aşık olmuştu ona. Duru her hastalığının ardından gözünü açtığında onu görmesi ile hayat bulmuştu. Onlar büyürken büyümüştü sevdaları… Küçük tatlı kıskançlıklar büyük bir aşka dönüşmüştü… Hadi masalı yazıp, onlara hayat verelim… ❤️ Her yaz olduğu gibi bu yazda Burak Alilerin yazlığına gelmişlerdi. Duru burayı çok seviyordu. Üstelik bu sayede bütün yazı onunla geçiyordu. Burak Ali’yle. Aynada yeni aldığı bikiniyle kendine bakıyorken kapıda onu şaşkınlıkla izleyen Burak Ali’den bi haberdi. Çok güzel bir genç kız olmuştu. Simsiyah saçları beline kadar şelale gibi akıyordu. Çikolata rengi gözleri ise kendine hapsediyor, ömür boyu mahkum ediyordu ve Burak Ali ondan başkasına mahkum olamayacağını yıllar önce anlamıştı. Bir tek o vardı, o olacaktı… Aynı babası ile annesi gibi… “Hayırdır güzellik. Yeni iç çamaşırı mı aldın?” dedi sırıtarak. Sonra da ıslık çaldı, “Çok seksi gerçekten.” Duru ona dil uzattı, “Hadi oradan! Terbiyesiz ya, ne iç çamaşırı?” tekrar aynaya döndü, “Yeni bikinim. Nasıl ama?” Burak Ali kahkaha attı, “Duru gerçekten onunla plaja gitmeyi mi düşünüyorsun?” Duru sinirle ona döndü, “Evet Burak Ali düşünüyor ve şuan uyguluyorum bak!” derken tam yanından geçerken kızın bileğini tuttu. Sinirlenmişti. “Duru şu bikiniyi çıkarır mısın?" “Çıkarmıyorum Burak Ali! Sanane ya sanane! Sen neden bana karışıp duruyorsun?” Burak Ali yutkundu. Neden mi karışıyordu? Gerçekten bilmiyor muydu, bilmezden mi geliyordu? “Çünkü çok açık!” Duru kaşlarını kaldırdı, “Açık! Tek açıklaman bu mu?” “Yeterince açık gelmedi mi açıklamam? Kapalı tek bir yerin yok!” Duru adamı itip odadan çıktı ve aşağı koştu, “Baba! Baba!” Bora ile İrem mutfaktan aynı anda çıktılar, “Ne oldu kızım?” “Ya Burak’a bir şey söyler misin? Bikinime karışıp duruyor.” Bora kaşlarını çattı, “Ben karışmıyorum, o niye karışıyormuş?” O sırada Burak Ali de inmişti merdivenlerden, “Ya Bora amca Allah aşkına bununla mı çıkacak bu evden?” diye sinirle sordu adama. “Sanane Burak sanane!” dedi Duru laflarının arasından. “Sen sus Duru!” “Burak, ben giydiriyorum. Ben babasıyım öyle değil mi evladım? Ben karışmıyorsam, bir sıkıntı yok!” sonra karısına baktı, “İşte bu çocukken de böyleydi. Kıro olacağı belliydi. Hiç kızımın tipi değil neyse ki.” “Sus Bora ya.” Sonra genç delikanlıya döndü, “Burak giysin oğlum istediğini. Sorun ne?” “Giyemez!” diye bağırdı. “Size de aşk olsun Bora amca. Sırf bana muhalefet olmak için almasına izin verdiğinizi fark etmedim sanmayın! İntikamım çok kötü olacak.” Adamın yanına gelip sadece onun duyacağı şekilde konuştu. “Üç sene. Üç sene sonra o kız on sekiz olacak. O zaman o intikam da soğuya soğuya buz gibi olacak. O zaman sizinle bu konuyu bir daha konuşacağız! Farklı sıfatlarla!” deyip hızla kapıya doğru yürüdü. Duru giden adamı görünce arkasından koşturarak bağırdı, “Burak! Burak nereye?” “Sanane Duru! Sanane!” dedi onu taklit ederek ve evden çıkıp gitti. *** Akşam Duru sitenin kafesinde oturmuş ileride erkeklerle langırt oynayan adamı içeceğini içerken hayranlıkla izliyordu. Gülüşü ne kadar da tatlıydı. Siyah dağınık saçları oldukça seksi duruyor, adama asi bir hava katıyordu. Yaşıtlarından daha olgun durmasının sebebi kesinlikle ailesinin erkeklerine çeken fiziki görünüşüydü. Kasları, uzun boyu, köşeli çenesi onu bayağı çekici kılıyordu. Dolgun öpülesi dudakları vardı. Gülünce yanaklarında oluşan gamzesi ise insana orada yaşama hissi veriyordu. Çok aşıktı bu adama çok… Oysa kendi onun için ‘küçük sevimli Durucuk’tu. “Ya bu adama ölüyorum ya.” Duru birden yanındaki kıza baktı, “Kime? Kerim’e mi?” inşallah onadır yani. “Yok ya ne Kerim’i?” dedi kız yüzünü buruşturup, “Burak Ali Şimşek dururken Kerim’e kim bakar Allah aşkına?” “sonra yakaladığı fırsatla kıza biraz yaklaştı, “Duru siz onunla çok samimisiniz ya?” “Eee?” dedi anlamadığını belirten bir terslikle. “Onunla aramı yapsana?” Duru gülmeye başladı, arasını yapacaktı, haspama bak! Ben kendi aramı yapamıyorum, seninki kalmıştı. “Yapamam.” “Sebep?” İçeceğinden pipeti ile büyük bir yudum çekti ve “Çünkü olmaz!” dedi ciddi bir sesle. “Ya neden? Kız arkadaşı yok.” “Evet yok. Hiç olmadı. Neden acaba, hiç düşündün mü?” kendi kendine cevapladı, “Cık, düşünmemişsin.” “Neden?” diye tereddütle sordu. “Çünkü bir kıza deliler gibi aşıktı. Kız da buna. Gel zaman git zaman evlenmeye karar vermişler, ama kadın meğer evliymiş. Takmış mı buna boynuzu? Daha da kimseye güvenmedi. *** “Duru ya Burak Ali ile beni tanıştırsana?” “Olmaz güzelim ya, çok isterdim böyle bir arkadaşımla kankimin sevgili olmasını ama, imkansız.” “İyi de neden?” “Bunun bir sevgilisi vardı. Ama nasıl aşık, ben deyim kapısında köpek sen de mırnav kedi, o derece kıza yanık yani.” “Eee?” “Sen kız tuvalette kay, düş, öl! Bok yoluna gitti kız. Hayata küstü. Aylarca tuvaletlere küstü adam. Ne kakasını yaptı ne çişini. İçinde özümsedi adam.” -Allah affetsin yalanlarımı! Aşk için Allah’ım sen biliyorsun içimi. “Ay yazık.” “Ya yazık.” *** “Ne yani, neden aramı yapmıyorsun ki?” “Bebeğim o… O çok yaralı,” dedi yalandan akan yaşlarını silerken. “Bu bir kızla sevgiliydi tamam mı?” “Ee?” “Ee’si babası buna vermedi kızı.” “Neden ki?” “Edepsiz.” “Edepsiz mi? Anlamadım,” dedi kız şaşkınlıkla. “Nasıl yani.” “Ben deyim sana grinin elli tonu, sen de ki kırmızının bilmem kaç tonu. Adam sekste sınır tanımıyor. Vuruyor kırbacı, takıyor kelepçeyi, Allah ne verdiyse sonra… Ya…” “Yaa?” diye inledi kız elini ağzına koyarak. “En son bir tanesini zor hastaneye yetiştirdik. Bu manyak mumu kızın üstüne dökmüş.” . . . “Demek kız evli ve bana boynuzu taktı?” diye sinirle sordu Burak Ali. “Ya yakışıklım, o kız güzel değildi. Senden uzak tutmak için yaptım.” “Bok yoluna giden?” Sırıttı, “Süper bağlamışım değil mi? Bok yapmaya giderken öldü ya-” “Duru!” “Ya sana layık değildi ama tatlım.” “Lan tatlımlı falan konuşma benle!” “Tamam, aslanım, kız sana layık değildi. Beğenmedim.” “En sonuncusuna gelelim. O kelepçe, kırbaç neyin fantezisi Allah aşkına Duru?” -Hayır çok istiyorsa zevkle denerdi kızın üzerinde. “Kız çok cıvıktı. Hiç tipin değildi.” Adam onun üzerine doğru yürüdü, “Ya öyle mi?” kız duvara yapıştı. “Neymiş benim tipim?” adam da dibine kadar geldi. “Şey az öteye gitsene ya,” derken parmak ucu ile onu itekledi. Burak Ali kahkaha attı, “Çok acıdı ya itmesene.” “Burak Ali uzaklaşır mısın?” “Neden?” “Ne neden? Uzaklaş işte.” “Önce söyle benim tipim neymiş?” Kız burnunu havaya kaldırdı ve kendi özelliklerinin tam tersini saydı, “Sarışın, mavi gözlü, fazla uzun boylu olmayan bir şeydir işte.” Sonra eli ile yüzünü yelledi. Nefes alamıyordu adamın aurasından. “Ay ne bileyim, hiç sevgilinle tanıştırmadın nedense.” “Evet ayıp etmişim.” “Var yani?” diye hayretle sordu. “Olmasın mı?” “Banane.” Burak Ali kahkaha atacaktı, “Elbette ya, sanane.” “Var mı yok mu?” “Olsun mu olmasın mı?” Duru ellerini yumruk yaptı, “İyi verme cevap!” Adam yavaşça başını sağa sola salladı. “Benim seveceğim kadının gece gibi saçları olmalı, simsiyah. Gözlerine baktığımda çikolata şelalesinde hissetmeliyim kendimi, su gibi duru olmalı. Şeffaf ve masum. Tabi bu herkese görünen yüzü. Bir de bana özel halleri var… Hırçın bir deniz gibi mesela, yırtıcı bir dişi ve benimleyken tam bir günahkar. Çünkü ben tüm işlenecek günahları onun şeytanlığı için saklıyorum.” Adam yanından çekip gidince Duru şaşkınlıkla arkasından baka kalmıştı. Ne demişti şimdi bu adam? Var mıydı öyle bir kız? Tamam onun saçları siyah gözleri kahveydi ama bu özellikle milyonlarca kız vardı. “Ay az daha ipucu versen ölün müydün? Mesela baş harfi ne, son harfi ne?” üstünü silkeledi, “Ayıp ama ya!” *** Genç kız sinirle yumrukluyordu kapıyı. “Aç kapıyı Allah’ın magandası aç!” Eylül kapıyı açtığında “Duru?” dedi şaşkınlıkla. “Ne oldu?” “Aç kapıyı maganda derken size demiyordum. Nerede o maganda yavrusu oğlun Eylül teyze?” Eylül işaret parmağı ile yukarıyı gösterdi. Duru çantasını yere atıp, koşturarak çıktı merdivenleri ve adamın odasının kapısını çalmadan hışımla açtı. Gördüğü manzara o an için umurunda değildi. Çünkü çok sinirliydi. Yine de çıplak kalçası mükemmeldi. Ah ah! “Hop! Hop! Hop!” diyerek Burak Ali hemen havluyu beline sardı. “Manyak mısın kızım bir kapıyı tıklatsaydın keşke?” “Şuan gördüğüm kıçın umurumda bile değil! Ne yaptığını sanıyorsun sen ya?” “Benim umurumda ama,” dedi şakayla gülerek. “Gitti namusum ne yapacağız onu?” “Senin namusuna sıçayım Burak!” Burak Ali kahkaha attı, “Ooo… Ağız da bozulmuşsa çok sinirliyiz demektir. Neden sinirlisin bakayım Durucuk?” Duru inanamıyormuş gibi iki elini yana açtı, “Arkadaşımın elini kırmışsın.” “İncittim. Kırmadım.” “Sargıda.” “Alçıda değil.” “Maganda mısın sen ya? Mafya mısın nesin? Neden dövmüşsün adamı?” Burak Ali de sinirlenmişti. Şimdi neden o adam için gelip ona çatıyordu ki? Kızın gözlerinin içine baka baka “Saçına dokundu çünkü!” dedi ciddi ama ifadesiz bir sesle. Duru duyduğuna inanamadı. Gülmek istiyor ama adamın bakışları öyle keskin, öyle koyuydu ki yapamıyordu. “Hah! Bu sorun yani? Saçıma dokundu?” “Evet.” “Neden Burak, neden kıskanıyorsun beni? Neden giydiğim elbiseden bikiniye kadar her haltıma karışıyorsun?” diye bağırdı. Söyle artık diyordu içi. Bağır artık içindekileri, diye haykırıyordu yüreği. Dayanamıyordu Duru. “Benim saçımı biri okşasa, sen ne yapardın Duru?” Bu sefer Duru sessizleşti. Bu aralarında küçük bir oyun olmuştu. Sessiz cevaplar, ama bağıra bağıra her şeyi haykıran bakışlar. Burak Ali gülümsedi, “İşte o yüzden yaptım. Şimdi ya çık ya da önünde soyunayım? Gerçi tatlı, sevimli kıçım umurunda değildi değil mi?” dedi çapkınca gülümseyerek. “Adi!” diyerek kaçtı odadan. Kız çıktıktan sonra başını salladı, “Seni çok seviyorum be tek hayalim.” *** Burak Ali her zamanki koltuğunu kızın yatağının karşısına çekip, oturdu. Elini saçlarında gezdirirken hayatında olmadığı kadar mutluydu. “Hadi uyu,” dedi gülümseyerek. “On yedi yaşındayım Burak. Tek başıma uyuyabilirim!” Burak Ali kaşlarını havaya kaldırdı, “Ama uyurken ateşin çıkarsa fark edemezsin. Su isteyebilirsin, kalkamazsın. Hem...” dedi yeniden saçlarını okşarken, “Ben seni uyurken izlemekten mutluyum.” Kız da gülümsedi, “Evet, sekiz yaşından beri her hastalandığımda başucumda uyuyorsun.” “Ölene kadar da öyle olacak.” Duru ayağına gelen fırsatı değerlendirdi, dudağını çekinerek ısırdı, “Ama evlenirsem kocam izin vermeyebilir. Kıskanır sonuçta.” Burak Ali’nin gülümseyen yüzü asıldı, “Ne alaka şimdi Duru? Yok kimseyle evlenmek falan. İşine bak sen. Hadi uyu. Hastalık saçmalamana sebep oldu senin.” Bütün keyfi kaçmıştı. “Tamam tamam uyuyorum,” diyerek gözlerini kapadı. Hastalığında verdiği halsizlikle kısa bir süre sonra uyuyakalmıştı. O sırada İrem kapıda durup, genç çocukla kızını izledi. Ne kadar da güzellerdi. Bir anne daha ne isterdi ki? Bu çocuk kızını o kadar güzel seviyordu ki... Kapıdaki tıkırtıyı duyan Burak arkasına baktı ve kadını görünce ayağa kalktı, “İrem Teyze?” Kadın gülümseyerek elindeki kahveleri gösterdi, “Terasa gel,” diye fısıldadı. Burak kızın alnına elini koydu. Ateşi düşmüştü. Üstünü ince bir pike ile örtüp, terasa çıktı. “Hasta bakıcımız biraz mola versin dedim.” Burak Ali yanına oturdu, “Teşekkürler İrem teyze. Eline sağlık.” Bir süre kahveyi içerek sessizce yağan yağmuru izlediler. Cam olan odada kar manzarası da yağmur da ayrı bir güzel oluyordu. İrem başını yana eğdi ve dayanamayarak ilk kez konuyu genç adama açıp “Çok mu seviyorsun?” diye sordu. Burak aniden gelen soru ile şaşkınlıkla baktı kadına, “Şey...” “Hadi söyle. Farkındayım zaten.” Başını eğdi, “Çok belli oluyor mu?” “Fazlasıyla.” “Bir o farkında değil desene.” Kadın güldü, “Çünkü daha önce hiç aşık olmadı, o yüzden sana aşık olduğunun farkında değil. Ama sorgulamaya başladı bence.” “Nereden anladınız?” dedi kaşlarını havalandırarak. Ne yani Duru aşık mıydı gerçekten? Evet hoşlandığını seziyordu ya da ondan büyüktü diye ilgisini çekiyor da olabilirdi ama aşk… Eğer öyleyse aklını kaybedebilirdi. “Çünkü bana sürekli ‘babama nasıl aşık oldun? Ona aşık olduğunu nasıl anladın?’ gibi sorular sormaya başladı.” Burak kafasını kaşıdı, “Ben… Yani ilgisinin farkındayım ama…” Elini adamın elinin üzerine koydu, “Sakın vazgeçme Burak Ali, siz harika bir aşk yaşıyorsunuz. Sessiz ama birbirinize gülüşleriniz haykırıyor aşkınızı. Masumsunuz ama bakışlarınızla şehirler yanar. Bu çok özel bir şey.” Başını aşağı yukarı salladı, “Asla vazgeçmem İrem teyze. Ondan ölürüm de vazgeçmem.” “Sevindim.” Sonra da birlikte keyifli bir sohbete başladılar. *** “Ne yani açılacak mısın geçekten ona?” diye şaşkınlıkla sordu Şebnem. “Evet. On sekizinci yaş gününde Eskişehir’e gideceğim, yanına ve tüm duygularımı ona anlatacağım.” Şebnem gülümsemeye çalıştı, “Aslında bende ona sürpriz yapmak istiyordum. Gelemeyecekmiş ya.” Burak Ali güldü, “Ben dedim ona bir bahane bul ve gelme.” Sonra kızın burnunu sıktı, “Ayrıca onunla baş başa olmam gerekiyor. Gelirken getiririm zaten bir iki günlüğüne buraya, o zaman birlikte de kutlarız.” Kendini koltuğa attı, “Şebnem onu o kadar seviyorum ki… Nefesimin kesildiğini hissediyorum bazen, o anlarda canının sıkkın olduğunu hissediyorum, bazen onu düşünürken içim içime sığmıyor sevinçten sonra tam onu arayacakken telefonu elime alıyorum bir bakıyorum kendi arıyor beni. Bu aşk… Bu delilik ve ben onunla delirmek için ölüyorum artık.” Şebnem’in nefesi kesilecekti dinlerken. Yıllardır bu adamdan ayrı Duru’dan ayrı birbirlerine olan duygularını dinliyordu ve bu onu öldürüyordu. Çünkü bu adama olan aşkı o kadar büyüktü ki, onu öyle birgün sevmesi için canını verirdi. Bazı geceler hayalini kuruyordu, onu sevdiğini, onun üzerine Duru gibi titrediğinin hayalini, hayali bile ayaklarını yerden kesiyordu. “Günler geçer mi Şebnem ya?” “Geçer… Her şey gelip geçer merak etme.” Burak Ali gülümsedi, “Ona unutulmaz, eşsiz bir doğum günü sürprizi hazırlayacağım. Hayal ettiği yerde, Bolu Abant’ta.” “Ama o seninle Paris’te olmayı daha çok hayal ediyor.” “Ona da seneye gideriz.” “İyi sevindim.” Derin bir nefes alıp verdi. Bu daha ne kadar sürecekti acaba? *** Burak Ali kafasını kaşıdı. “Hayır bunların hiçbiri olmaz Cem abi!” dedi önündeki takılara bakarak. Cem ofladı, “Oğlum kime alacağını söyle yardımcı olayım? Belki sana özel yaptırırım.” Kafasını kaşıyarak tezgaha dayandı, “O kadar vaktim yok.” “İyi kim?” “Ama aramızda kalacak.” “Tamam lan söz. Neyini söyledim oğlum bugüne kadar,” dedi babasının kuzeni olan genç adam. Burak Ali etrafa bakınıp, sonra yeniden Cem’e baktı, “Duru’ya. On sekizinci yaş günü için.” Dudağını ısırdı, “Şey için.” “Açılacaksın?” diyerek ona yardımcı oldu. “Sence olur mu?” “Çok güzel olursunuz. Bekle burada,” dedi ve içeri geçti. Yaklaşık beş altı dakika sonra geldi ve küçük bir kutuyu açıp önüne koydu. “Bu ne Cem abi?” “Bu taşı Cem dedem yurt dışından bir kabileden getirmiş. Babamın anneme taktığı yüzükte de bu taşlardan var.” Gülümsedi, “Bu taşın bulunduğu kabilenin inanışına göre, doğduğun gün kalbine aşık olacağın insanın adı yazılırmış. Nereye giderse gitsin, nerede olursa olsun birbirini hissederlermiş ve birbirlerinden başka kimsenin olmazlarmış. Bu taşta onları hep birbirine bağlarmış.” “Bizim gibi…” “Sizin gibi. Ve birgün ayrılsalar bile kavuşurlarmış.” Kolyeyi çıkarıp adama uzattı. “Taşın adı ‘Çocukluk aşkım, gençlik ateşim’. Bence tam da senin taşın.” “Kesinlikle. Çok teşekkür ederim Cem abi,” cüzdanını çıkardığı an, Cem kaşlarını çattı. “Sakın!” “Asla! Bu benim hediyem. Yoksa senin hediyen diye verir, gider bir mağazadan sıradan bir tek taş alırım.” Cem kahkaha attı, “İyi peki.” Onu harika bir kutuya koyup, süsledi ve adama uzattı. “Bol şans.” “Teşekkürler.” Oradan çıkıp alışveriş merkezine gitti ve kıza bir sürü hediyeler aldı. Her sene olduğu gibi. Elbiseler, ayıcıkar, sevdiği çikolatalardan ve bol bol nutella -en sevdiği… Alışverişi de bitince hepsini arabasının bagajına atıp arabaya bindi. “Bekle beni minik aşkım, geliyorum,” diyerek gazı körükleyerek otoparktan ayrıldı. Bütün yol aklında yapacağı konuşma vardı. Bir türlü en güzel konuşmayı hazırlayamıyor, hep bir şeyler eksik geliyordu ona. “Efendim?” diyerek çalan telefonunu cevapladı. “Burak Ali beyle mi görüşüyorum?” “Evet.” “Burak Ali bey, ben yarınki organizasyonunuz için aradım. Değişiklik yapmışsınız?” Burak Ali sinsice gülümsedi, “Evet. Ama kimse bilmeyecek Figen hanım. İstediğim organizasyon Paris’te olacak.” “Peki efendim.” Telefonu kapatıp, müziğin sesini en sona getirip kahkaha attı. “Siz Bolu’da güzel güzel tatilinizi yaparken, ben sevgilimle Paris’te romantik romantik takılırım artık.” Burak Ali herkese Duru’ya Bolu Abant’ta sürpriz yapacağını duyurmuştu ve adı gibi biliyordu ki Bora amcası duyduğu an orayı basacaktı. Kendi de zaten o kadar eşekti… *** Duru son hazırlıklarını yapıp aynadaki aksine baktı. İnanamıyordu, günlerden sonra nihayet onu görecekti. Arayıp, doğum günü için gelme, dediğinde önce anlamamış, sonra ben geleceğim yanına, dediğinde ise havalara uçmuştu. Bu sene baş başa olacaklardı. Hatta bu evde de ilk kez baş başa olacaklardı. Çok heyecanlıydı. Zil çalınca elini ağzına koyup, rahatlamak için çığlık attı. Sonra da “Sakinim!” diyerek kapıyı açtı ve adamı elinde koca koca paketlerle görse de üstüne atladı. “Burak Ali!” gerçekten çok sakindi, maşallah. Elindeki tüm paketler yere düşerken adam kahkaha atmıştı, “Kızım dur düşüreceksin!” dedi. Ama o da kıza sımsıkı sarılmıştı. “Çok özlemişim.” “Bende seni çok özledim.” Yerdeki paketleri toplayarak içeri geçirdiler hepsini. “Bunlar ne Burak Ali Allah aşkına?” “Ee kızım sana bir şey beğendiremediğim için her şey alıyorum. Belki içlerinden birini beğenirsin.” Duru kaşlarını çattı, “Allah Allah! Bir şey beğendiremiyormuş. Acaba sürekli nerede kapalı, sap sade, hiçbir şeyi olmayan kıyafetler aldığından olabilir mi?” Burak Ali gülerek omuz silkti. “Bu arada bu seneki hediyelerimin arasında, ‘neden?’ sorusunun cevabı da var.” “Ne nedeni?” Kendine koltuğa attı ve ayak ayak üstüne attı, “Neden kıskanıyorsun Burak Ali? Neden karışıyorsun Burak Ali?” diyerek kızın taklidini yaptı. “Bu nedenlerin cevapları.” Duru donuklaştı, “Ciddi misin?” Adam onun gözünün içine bakıyordu, dudaklarında da hafif bir gülümseme vardı. “Evet. Çok ciddiyim.” Duru derin bir nefes alıp verdi, bunu beklemiyordu. Hayır hiç beklemiyordu. “Pe-peki. Söyle o zaman.” “Doğum gününde ufaklığım. Seni kaçıracağım.” Duru onun yanına oturdu, “Nereye?” diye bağırdı. Mutluluktan ölebilirdi. “Benimle hep gitmek istediğin bir yere.” Duru elini çenesine koyup düşündü. O Burak Ali ile dünyayı gezmek istiyordu. “Hah! Buldum. Bolu Abant.” Burak Ali dudaklarını büzüp, yüzünü ekşitti, “Yani babanlar orada bilecek. Ama biz seninle çok başka bir yerde olacağız.” “Nerede?” “Sürpriz!” deyip burnunu öptü. “Hadi yoldan geldim ben ya, açım. Hemen yemek yiyip uyuyalım ki bir an önce sabah olsun.” Duru dudaklarını sarkıttı. Burak Ali derin bir nefes alıp verirken onu öpmemek için kendi ile savaşıyordu. Sınırları zorluyordu, ama biraz daha dayanması gerekiyordu. Çok az daha. Kalkıp masaya geçtiler. “Bu arada babam buraya geldiğini biliyor mu?” dedi gözlerini kocaman açarak. Burak Ali bir parça ekmek koparıp ağzına attı, “Yok ama en geç yarın öğrenmiş olacak.” “Seni öldürür.” “Elimde güzel bir can kurtaranım var, merak etme,” deyip göz kırptı. Ve birlikte keyifli bir yemek yediler. Sohbet ettiler, ilk tanıştıkları günden konuştular. En son Burak Ali esnedi. “Uyuyalım mı? Yol yordu.” Duru başını salladı, “Tamam uyuyalım.” Dudağını ısırdı genç adam ve eğilip kızı yanağından ama dudağına çok yakın bir yerden öptü, “İyi geceler…” diye mırıldanıp yanında uzaklaşarak daha öncede kaldığı misafir odasına attı kendini. Bu gece zor olacaktı. Evet önceden de gelmişti ama ilk defa tek başına geliyordu. Uyuyabilirse iyiydi… * Gece Duru da çok farklı değildi. Sağa dönüp duvara bakıyordu, sola dönüp pencereden yağan kara bakıyordu ama olmuyordu. Uyuyamıyordu. Sonra saate baktı. Tam on iki olmuştu ve yatakta birden doğruldu. Evet artık doğum günüydü. Şimdi o nedenleri tek tek istiyordu. Kalkıp sabahlığını üzerine geçirdi, yavaş adımlarla odasından çıkıp hemen yandaki odanın kapısını yavaşça açarak içeri süzüldü. Kapının açılma sesini duyan Burak da hemen yatakta doğrulmuştu, “Duru, bir şey mi oldu güzelim?” Adam üstsüzdü ve artık bu görüntüler Duru’nun içini gıdıklamaya başlamıştı. Telefonundan saati ve tarihi gösterdi. “Doğum günüm oldu.” Burak Ali gülerek başını sağa sola salladı, “Üç kağıtçılık yapıyorsun ama.” “Hadi ama.” “Şimdi on sekiz mi oldun sen?” “Evet.” “Peki,” dedi ‘bunu sen istedin’ der gibi bir ses tonu ve gülümseme ile. Sonra da yorganı açıp, “Yanıma gel,” diye fısıldadı. “Yanına mı?” yutkundu. “Hadi gel Duru.” Şimdi bakışları da ses tonu da ciddileşmişti. Duru yavaş yavaş yaklaşıp yatağın ucuna geldi. Burak Ali doğrularak kızın kuşağını çözdü, “Onu çıkaralım ama.” “Tamam,” dedi. Zaten normal pijamaydı Allah’tan. Büyük bir sakinlikle yatağa uzandı, Burak Ali de yanına uzanmıştı. İkisi de yüzlerini birbirine döndü, ellerini de yüzlerinin altına koyarak bir süre öylece sessiz bir şekilde birbirlerini izlediler. “Bir duyuma göre bir çift birbirlerinin gözlerinin içine on üç saniye bakarlarsa öpüşürlermiş.” Duru anlamıyormuş gibi baktı, “O ne demek?” “Sayalım mı?” Duru sessiz kalınca Burak Ali saymaya başladı. “Bir, iki, üç, dört,… on iki ve on üç…” “Şimdi ne olacak?” dedi Duru heyecanla. “Seni öpmem gerekiyor.” “Öpmen mi?” Burak Ali dudağını ısırdı, “Evet.” Kıza biraz yaklaştı, “Öpeyim mi?” “Ama sevgililer öpüşür.” Burak Ali kaşlarını havaya kaldırdı ve “Doğum günün kutlu olsun sevgilim,” diyerek onu kendine çekip dudaklarına yapıştı. Aman ne güzel bir konuşma yapmıştı. |
0% |