@mutlusonlarinyazar
|
Hayat bizimdi... Biz hayata teslim olmayanlardandık! Direndik... Yenildik... Ve yeniden ayağa kalktık... Ama hiçbir zaman pes etmedik! Savaştık... Kazandık... Ve yeniden başladık... Ama hiçbir zaman zafer sarhoşu olmadık! Sen ve ben, biz olduk... Biz olurken ne kendimizi unuttuk, Ne de geride kalanları... Biz kocaman bir aile olduk... Efsane aşklarla dolu bir aile, Aşkların büyük bir tutkuyla sarmalandığı bir aile Ve sadakatin yürek istediğini öğrenen aşıklar olduk... Bizim hikayemizin sonuna geldik... Ama biz bir yerlerde mutluluğumuza devam ediyor olacağız, Siz de ne kendinizden vazgeçin ne de elinizi tutan o koca yürekten. Çünkü sevişmek değildir aşktaki marifet, Birinin elini bir ömür tutmak büyük cesaret...
6 AY SONRA... Duru kocasının kollarında huzurla uyurken onu rahatsız eden bir dürtüyle gözlerini açtı. Hayır olamazdı değil mi? O his boğazına kadar gelince eli ile ağzını kapattı ve kocasını uyandırmamak için yataktan yavaşça kalktı, tam tersi bir çabuklukla da banyoya koştu. Klozete eğilip bütün midesini boşaltırken aklından bildiği tüm küfürleri kocasına sayıyordu. Ama ona güvenemeyeceğini bildiğinden kendi korunuyordu. Hiç atlamamıştı. Klozeti kapatıp üstünde oturdu. Elini alnına koyup düşünmeye başladı, “Nasıl olur ya?” diye mırıldandı. Regli de gecikmişti, ama stresten olabilir diye düşünüp, üstünde çok durmamıştı. Ama şimdi bu tanıdık mide bulantıları, dün yaşadığı baş dönmesi ve reglinin gecikmesi bir arada olunca... “Ah Burak Ali ah!” Bir süre sonra kalkıp lavaboya gitti, yüzünü yıkayıp dişlerini fırçaladıktan sonra elinde havluyla halsiz halsiz odaya girdiğinde gördüğü manzara ile bütün o kötü enerjisi yok olmuş ve gülümsemişti. Kızı ile oğlu uyanıp odaya gelmişlerdi. Işık babasının çıplak sırtında uzanırken, oğlu kendi yerinde oturmuş babası ile sabah sohbeti ediyordu. “Anne!” diye bağırdı Buğra banyodan çıkan kadını görünce. Burak Ali de kızına dikkat ederek ona dönmüş, beğeni ile ıslık çalmıştı. “Bugün çok güzelsiniz hanımefendi.” “Öyle mi beyefendi?” dedi azıcık kinayeli bir şekilde. “Evet, ama görüldüğü üzere bunu size gösteremeyeceğim. Sabahla ilgili kurduğum tüm hayallerin üstüne çöktüler,” derken sırtındaki kızını işaret etti gözüyle. Duru kahkaha attı, “Başka bahara artık.” Kızını babasının sırtından aldı ve yanaklarını öperek onu yere koydu. Buğra’nın da başından öpmüştü. Kocası da yataktan kalkıp onu dudağından öptü, “Günaydın aşkım.” “Günaydın sevgilim,” dedi bitkin bir halde. Burak Ali karısının yüzünü bir avcu ile okşadı, “Bebeğim iyi misin? Bitkin gibisin.” “Yok hayatım çok iyiyim.” O manzara ile aklındaki tüm olumsuzluklar silinmişti. Evet bu adamdan bir sürü çocukları olsun istiyordu. “Hemde çok iyiyim.” “Sevindim hayatım.” Gülümseyerek dudaklarını bir daha öptü. Buğra “Anne, baba!” diye seslenince ikisi bir anda birbirlerinden koptular. “Efendim benim kıskanç oğlum,” dedi Burak Ali oğluna sevimli olmayan bir gülümseme ile bakarken. “Bugün seninle hastaneye gelebilir miyim? Belki Zeynep’i görürüm.” Duru kaşlarını çattı, “Zeynep kim oğlum?” dedi elini beline koyarak. Bir yandan da kocasına bakıyordu. Burak Ali ellerini havaya kaldırdı, “Sadece dört yaşında ve anneannesi ile dedesiyle yaşayan bir hastam. Buğra hastaneye geldiğinde bahçede karşılaştılar birkaç kere. Sonra da arkadaş oldular.” Duru oğluna hissettirmeden üstsüz olduğundan adamın eşofmanının kenarından tutup kendine çekti ve “Sadece arkadaşlık değil mi sevgilim?” diye sordu. “Hadi bebeğim yapma,” derken yüzünü buruşturmuştu. “Küçücük masum bir kızı kıskanmayacaksın değil mi?” “Banane kızdan Burak Ali, ben oğlumun derdindeyim. Bak bu çocuk daha küçücük.” “Evet. Bende seni tanıdığımda küçücüktün ve sonsuza kadar benim oldun. Bu çocukta belki böyle olur?” “Emin misin sevgilim?” “Baba!” diye bağırdı Buğra. “Efendim oğlum?” bu sefer Burak Ali’nin sesi bıkkın çıkmıştı. “Ya da ben Sertaç Han amcama gideceğim. Onda bissürü kız var.” Adam birden kadına döndü ve “Hiç emin değilim,” dedi. Duru başını sallayıp kocasını serbest bıraktı ve çocuklarına bakıp, “Tamam hadi bakalım, önce güzel bir kahvaltı yapacağız,” derken çocuklarından sonra kocasına baktı, “Sonrasında hep birlikte Sertaç Han Şimşek’in yanına gidip yeni aile üyemizle tanışacağız,” dedi. Burak Ali kaşlarını çattı, “Sen?” “Sonunda bunu söyleyebileceğim...” gözünden yaşlar akıyordu, “Burak Ali hamileyim.” “Ger-gerçekten mi?” “Gerçi doğum hapı kullanıp, nasıl hamile kaldığımı çözemesem de, doktor bir kocam olduğunu unutmuşum.” Burak Ali şüpheyle baktı kadına, “Ne yani doğum kontrol hap kutunu boşaltıp, içine vitamin hapları koyduğumu mu düşünüyorsun? Çok ayıp Duru Şimşek,” derken sırıtıyordu. “Adisin Burak Ali, koca bir adi!” Adam onu kollarına alıp, sardı ve çocuklarının kahkahalarıyla kendi kıkırtıları birbirine karışmış bir şekilde döndürdü, “Hamilesin Duru Şimşek, yeniden hamilesin.” *** Duru biraz gerginlikle oturuyordu masada. Karşısındaki öz annesi olmasına rağmen hiç de öyle hissetmiyordu ne yazık ki. Kübra yanlarında oynayan iki çocuğa bakıp gülümsedi, sonra da kızına baktı. “Biliyorum Duru, benimle görüşmek sana işkence gibi geliyor.” “Öyle değil, sadece çok rahat değilim evet.” Kübra başını aşağı yukarı salladı, “Ben bir karar aldım kızım.” Duru birden başını kaldırıp kadına baktı, “Ne kararı?” “Çalıştığım fabrikada yetkili bir çalışan var.” Hafif utanmıştı, “Şey... Bana evlenme teklifi etti.” “Gerçekten mi?” Duru’nun gülümsediğini gören kadın biraz rahatlamıştı, “Evet. Ama fabrikanın Almanya’daki kanadında görev alacak gelecek aydan itibaren.” “Yani?” “Onunla gitmemi istiyor. Yani kendi aramızda bir nikah yapıp, Almanya’ya gideceğiz.” Duru elindeki peçeteyi sıktı, “Yani gideceksin? Yine...” diye vurguladı. Kadın uzanıp elini tuttu kızının, “Hayır. Bu sefer seni terk etmiyorum kızım. Adresimi bileceksin. Hem... Ben bu evi kapatmayacağım. Gelip gideceğim seni görmek için. Sende gelirsin belki.” “Sen bana bakma. Sevmek, sevilmek senin de hakkın ve gerçekten senin adına çok sevindim.” “Teşekkür ederim. Dursun çok iyi, yüreği çok temiz biri. Beni... Yani sevdiğini söylüyor. Yani bilmiyorum, ama seviyordur her halde.” Kübra hayatında bu duyguyu yaşamadığı için utanıyordu ama aynı zamanda da mutluydu. “Seviyorum diyorsa ve sen güveniyorsan sorun yok bence,” dedi Duru gülerek. “Ben seni doğurduğumda çok mutlu oldum Duru. Hayatımda ilk defa biri beni sevecek, dedim.” Gözünden yaşlar akmaya başladı, “Gerçekten bir ailem olacak, kendi canımdan bir parça oldu dedim. Ama yapamadım, başaramadım. Hayatta beni sevebilecek tek kişiyi terk etmek zorunda kaldım. Şimdi de hayatımda ilk kez sevildim. Bu... Bu belki senin için, yoldan geçen biri için çok normal bir his. Ama benim için değil. Bugüne kadar hiç sevilmemiş bir insan için o kadar tuhaf ki...” Duru ayağa kalktı ve kadına sımsıkı sarıldı, kadın hıçkırıklarının arasında “Özür dilerim kızım, çok özür dilerim. Özür dilerim Duru, seni bıraktığım için özür dilerim,” diyordu. “Çok mutlu ol ve söz yanına geleceğiz,” diyerek kadına bakıp gülümsedi. “Eğer davet edersen nikaha da geliriz.” “Tabiki davet ederim, gelirseniz de çok sevinirim.” “Bu arada... Ben... Şey, hamileyim.” “Gerçekten mi?” diye heyecanla sordu kadın. “Evet. Üç aylık hamileyim.” “Tebrik ederim. Çok tebrik ederim.” Birlikte çay içip, dakikalarca sohbet ettiler. Duru ona Burak Ali ile yaşadıklarını anlattı, Kübra da ona yaşadığı zorlukları. Bu aralarında küçük de olsa bir bağ kurmalarını sağlamıştı. Belki sonsuza kadar aralarında bir mesafe olacaktı, ama Kübra için bu yakınlık bile bir mucizeydi. Yeni bir hayat ise artık önünde kocaman bir umudun yeşermesine sebep olmuştu. *** Burak Ali gecenin bir yarısı mutfağın ortasında durmuş kafasını kaşıyordu. Karısı da yukarıda odalarında mışıl mışıl uyuyordu. İyi de bu kadının canı hiç mi bir şey çekmiyordu arkadaş? Buzdolabını açtı, “Dağ çileği tamam, avokado var, sucuk, salam, turşu...” her şey vardı ama karısı aşermiyordu. “Aşermesi mi bozuk bunun nedir yani anlamadım?” Mutfağa esneyerek giren karısını gören Burak Ali hemen dolabı kapatıp heyecanla yanına gitti, “Canın bir şey mi çekti? Ne çekti söyle, hemen yapayım? Pizza, tost, hamburger, dağ çileği var-” “Sadece su bitmiş, su içeceğim,” dedi elindeki sürahiyi sallayarak. “Haa... Hadi ya.” Duru küçük bir kahkaha attı, “Burak Ali her gece aşerme nöbetinde bekliyorsun aşkım.” “Şey ama sende hiç aşermiyorsun. Her şey aldım bak,” dedi ve kadının elindeki sürahiyi alıp tezgaha koyarak onu buzdolabının önüne çekip dolabın kapağı açtı, “Belki canın çeker görünce.” “Burak Ali canım bir şey istemiyor gerçekten.” Adamın bu hali Duru’yu hem güldürmüş hem de tahrik etmişti. Allah aşkına, neden tahrik olmuştu şimdi? Hormonlar... Burak Ali “Ama...” demişti ki kadın adamın yanaklarını tutup, uzun uzun öptü. “Canımın çektiği tek şeysin Burak Ali, hadi odaya çıkalım.” Burak Ali yutkundu, “Sikmişim odasını, boşver odayı,” deyip kadını kucakladığı gibi tezgaha oturttu, “Demek canının çektiği tek şeyim öyle mi?” “Evet.” “Ama benim canım seni tek çekmiyor. Azıcık renk katmaya ne dersin?” “Sizinim Burak Ali bey,” dedi ellerini iki yana açarak. “İstediğinizi yapabilirsiniz.” Burak Ali “Ooo... Çok cesursunuz Duru hanım,” deyince ikisi kahkaha attılar. Mutlulukları günden güne katlanarak çoğalıyordu. Mutsuz anılar ise hafızalarından mutlu anıları ile siliniyordu... *** SEKİZ AY SONRA... Buğra elindeki kar küresini kıza uzattı, “Geçmiş olsun Zeynep, hoşçakal,” dedi kıza gülümseyerek. Zeynep elindeki kar küresine bakıp çocuğun yanağına bir öpücük kondurdu, “Teseküy edeyim Buyya.” “Rica ederim. Annem de sana selam söyledi. Kardeşim Eren çok minik diye, gelemedi.” “Sende öp kaydesini, görüyürüz, bay.” “Bay bay Zeynep.” Zeynep dedesi ve babaannesi ile oradan uzaklaşırken, Burak Ali ile oğlu da onların arkasından el sallamışlardı. Burak Ali bu küçük kızı çok sevmişti ve iyileşmesine de çok ama çok sevinmişti. Buğra gibi ilik kanseriydi ve çok şükür ki, uygun donör hemen bulunmuş, kızı tedavi etmişlerdi. “Hoşçakal Zeynep, şansın hep böyle yaver gitsin,” diye kızın arkasından sessizce mırıldandı Burak Ali.
YİRMİ YIL SONRA... “Buğra oğlum sen benim hastanedeki itibarımı düşünmüyor musun?” Buğra ofladı, “Baba karşında çocuk yok Allah aşkına, o hemşire beni ayarttı.” “Lan hemşire sana zorla sahip olmuş gibi davranma!” diye gürledi. Saçını yolacaktı adam sinirden, “Hayır, büyük dedene çekmek zorunda değildin! Önünde bir sürü mükemmel örnek vardı!” dedi bağırarak. “Sorun gerçekten büyük dedemde mi? Ne alakası var?” diye söylenip alayla güldü. “Annemim üzerine çikolata süren bir babayla büyüdüm, o tehlikeli oyuncaklarınızı da görmedim sanma. O yüzden büyük dedeme suç atma istersen.” Burak Ali’nin gözleri kocaman açıldı, “Bana bak ben annene aşıktım, annenden başkası da ne hayatıma, ne de yatağıma girmedi! Sen kendini benimle bir mi tutuyorsun?” eliyle yüzünü sıvazladı, “Aşk mı sanıyorsun sen yaşadığın bu saçma sapan ilişkileri? Erkeksin diye göz yumacağımı mı sanıyorsun Buğra? Yeter artık! Dur bir yerde!” “Ben sevmiyorum aşk böceği gibi bağlanıp, bir kızın peşinde kuzu gibi dolanmayı ya. Allah Allah, bu da benim yaşam biçimim. Bütün aileniz aşık olup, evlendiyse, gelenek mi oldu bu? Ben evlenmem!” “Haklısın!” dedi başını sallayıp. “Ancak bal arısı gibi dolan oğlum sen.” Sonra oğlunun dibine kadar geldi, “Yalnız dikkat et, birgün o iğneni kendi kıçına sokacak et obur çiçekle karşılaşma. Biliyorsun o bitkileri değil mi? Senin bir tane iğnen, onun yüz iğnesi vardır!” Buğra kahkaha attı, “Neyse babacığım, ben çikolata dükkanımda gayet mutluyum, sana şifacı kız kardeşimle hastanenizde mutluluklar diliyorum.” “Bence de oğlum, hastanemden ve içindeki hemşire ve doktorlardan uzak dur!” Odadan çıktığında, deri ceketini düzeltip, etrafa bakındı. “Of baba, alıyorsun manken gibi hemşire, doktor, asistanları sonra Buğra suçlu! Senin hiç mi suçun yok?” başını sağa sola salladı. Koridorda yürürken yine herkesin gözü üstündeydi. O çıktığında Burak Ali eli ile başını ovalıyordu. Buğra büyüdükçe ailesindeki en dikkat çeken erkek olmuştu. Masmavi gözleri, simsiyah saçları, kirli sakalı, çapkın gülüşü, serseri havasıyla bütün sosyete ve çevresindekilerinin gözdesi oydu, bu da onu şımartmıştı. Ama elbet o şımarık burnunu kıracak bir el vardır, diye düşünen babası, o elin o burnu bir an önce kırıp, paramparça etmesi için dua etmekten başka bir şey yapamıyordu. “Efendim Duru?” dedi telefonu bıkkın bir ses tonu ile açarken. “Ne olmuş yine? Şimdi Işık aradı beni. Kıyamet koptu oğlun yüzünden anne, diye çemkiriyordu.” Burak Ali küfür savurdu. Kızının da şu çenesi kime çekmişti acaba? Daha kendi olayı sindiremezken karısı duymuştu, “Buğra yine sahalarda tozu dumana kattı tabiki. Hastanede bir hemşire var Sinem diye onunla birlikteymiş. Bir kaç ay önce de Sinem’in yakın bir arkadaşı olan başka bir hemşire var Leman, onunla olmuş. Bugün de oğlun hastanenin bir köşesinde Sinem’le öpüşürken Leman’a yakalanmışlar. iki hemşire koridorda birbirine girdi.” “Ne?” diye bağırdı. “Rezalet. Bu oğlan ne yapıyor böyle ya? Kime çekti?” “Kime olacak, dedeme!” dedi Burak Ali sinirle. “Neyse hayatım, gerçekten çok gerginim, sonra konuşuruz.” “Tamam canım, sende germe kendini. Ben konuşurum onunla.” “Öpüyorum seni, görüşürüz.” *** Genç adam arkadaşları ile müzikli bir mekanda oturmuş etraftaki kızları süzüyordu. Evet gerçekten mükemmel bir gece, harika bir ortam vardı. Bütün gözler onun üzerindeydi. Ama kendi neden öyle gergin ve mutsuzdu hiç bilmiyordu. Gözlerini yumdu. Öğlen annesi ile yaptığı konuşma geldi aklına. - ... “Aşkla sevişmek başkadır Buğra. Senin yaptığın doğru bir şey değil. Gerçek aşkı bulduğun zaman ve o kadına dokunduğun zaman anlayacaksın ne demek istediğimizi. Sen hayatın boyunca aşık olmadın, o yüzden onun büyüsünü bilmemen çok normal.” Peki annesi bunları dedikten sonra bunca yıl aklına gelmeyen o kız neden birden bire aklına gelmişti ki? Neydi adı? Zeynep... “Sikiyim aşkı da çıkaranı da!” diye söylenip kalktı yerinden. “Nereye?” diye sordu bir arkadaşı. “Bar tarafındayım. Biraz yalnız kalsam iyi olacak. Bugün ortam çok boktan zaten.” Bara oturup barmene seslendi, “Vişne votka!” Yanından barın masasına sertçe koyulan bir cisim sesi geldi, ardından da naif bir ses, “Bende aynısından alabilir miyim?” Buğra başını yana çevirdi. Barın masasına koyulan kar küresini görünce kaşları çatıldı. Sonra kızın yüzüne baktığı an önüne döndü. “Saçmalama oğlum, saçmalama.” Ve önündeki içkisini bir dikişte içip yeniden yan tarafa baktı. Kız içkisini içerken suratını ekşitiyordu. “Sert başladın.” Kız birden adama döndü, “Hızlı girdin!” diye tersledi onu. Buğra’nın kaşları şaşkınlıkla havalandı, “Gerçekten çok sert bir başlangıç oldu.” Başını sağa sola salladı. İlk kez terslenmiş olması onu sinirlendirmişti, ama belli etmedi. “Ben gerçekten asılmak için söylememiştim, yanlış anladın.” “Ne için söyledin?” Buğra daha fazla şaşırdı, “Şey... Yani... Ne bileyim, keşke meyve kokteyli ile falan başlasaydın diyecektim.” “Ya bi siktir git ya! Zaten öfkem tavan, derdim bin olmuş, bir de senin gibi zengin zibidi takımı ile uğraşamam.” “Dark rom içeydin o zaman! Allah benim cezamı versin niye karıştıysam!” diye çıkıştı Buğra. “Allah Allah, kıza bak! Naif küfür makinesi çıktı.” “Sadece senin gibilerini çok iyi biliyorum.” Buğra kıza döndü ve “Ne biliyorsun Allah aşkına?” dedi. “Ne biliyorsunuz benim hakkımda? Herkes de bana takmış bugün arkadaş! Sadece bugün annemin söylediği bir şeyle çok geçmişe gittim, bayağı bir geçmişe. Sonra da bu kar küresini görünce... Yani... İmkansız tabi ama... O geldi birden aklıma.” Kız kaşlarını çatıp, adama baktı, “Kar kürem mi? Anlamadım. Bu kar küresi ben kendimi bildim bileli var. Dört beş yaşlarındayken doktorumun oğlu hediye etmişti bana.” “Burak Ali Şimşek...” diye mırıldandı Buğra şaşkınlıkla. Kız birden adama baktı, “E-evet. Sen nereden tanıyorsun doktoru?” “Çünkü o kar küresini sana ben vermiştim Zeynep...” Bazen kalbini yerinden oynatır ufacık bir temas, bazen nevrini döndürür tek bir bakış, bazen ise yanardağlardan beter yakar bir gülüş ve kaderini değiştirir tek bir öpücük... Buğra büyük dedesi Burak’a benzemişti, ama kaderi son anda direkten dönmüş ve bambaşka bir masala imza atmışlardı... *** Burak Ali oğlunun papyonunu takarken “Bu günü, şu anı rüyamda görsem inanmazdım,” dedi. “Neden?” “Evleniyorsun.” Buğra güldü, “Ee madem aile geleneğiymiş aşk böceği olmak, geleneği bozmayalım dedim.” Burak Ali oğlunun omzunun iki yanından tuttu, “Seninle bugüne kadar hep gurur duydum gibi saçma bir cümle kurmayacağım Buğra.” Buğra bu sefer kahkaha attı, “Haklısın. Rezil herifin tekiydim.” “Ama bundan sonra çok mutlu ol olur mu? O kızı sakın üzme, sakın!” bunu söylerken öyle bir ciddiyet vardı ki yüzünde, Buğra istese de üzemezdi artık korkusundan o kızı. Çünkü babası kendi kızı gibi sahiplenmişti Zeynep’i. “Baba o gece o kız benim omzunda ağladı. İlk defa bir kızın çaresizliği içimi yaktı. Anneannesi ile dedesini hayal meyal hatırlıyorum. Onlara çok bağlıydı, hayatta başka kimsesi yokmuş. Trafik kazasında ikisini aynı anda toprağa vermiş. Bu çok acı. Hayatta kimsenin olmamasının acısını anneannemden dinlerdim hep.” “Artık onun her şeyi, herkesi var. Tamam mı?” Buğra başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. “Şimdi git ve evlen!” “Emredersiniz.” Tam çıkacakken geri döndü, “Bu arada eve çikolata sipariş etmiştim gitti mi?” “Edepsiz velet! Çık git!” Buğra kahkaha atarak çıktı damat odasından. Burak Ali ise saatine bakıp karısının yanına gitmek için salona indi. * Bütün gençler salonda eğlenirken Burak Ali ile Duru terasta yıldızları izliyorlardı. Adam karısını kollarına aldı, “İlk günkü gibi...” “Her gün aşkla...” diye tamamladı Duru onu. “Ne zorlu günler yaşadık. Yıllar ne çabuk geçti Duru. Sana doyamadım. Sana doyabileceğimi de sanmıyorum. Bak daha dün gibi oğlumuzu kurtarmaya çalıştığımız o yıllar.” “Şimdi evleniyor.” Derin bir nefes alıp verdi, “İyi ki seni sevdim.” “İyi ki... İyi ki biz olduk Duru.” “Seni seviyorum Burak Ali.” Burak Ali onu daha sıkı sarıp, boynunu öptü, “Bende birtanem, bende seni çok seviyorum.”
SON SAHNE – ZOR VEDA... “Bu son veda ha...” dedi öksürerek. “Hayır, hayır öyle deme. Ölmek yok. Ölmek yasak. Şimdi değil, benden önce değil,” diye ağlayarak bağırdı kadın. “Ağlamayacaksın. Sen güçlü bir kadındın, şimdi de o gücünü göstereceksin.” Yanaklarını tutup, uzun uzun öptü. “Seni çok seviyorum en masum aşkım.” “Seni çok seviyorum en masum başlangıcım.” Acıyla yutkundu. “Bade... O güne gitsek, yine benimle dark rom içer miydin?” “Bu dünyaya bin kere gelsem, bin kere de bir tek seninle içerdim.” Burak gülümsedi, “Biliyorum,” dedi fısıltıyla. “Baban eminim cennetin kapısında beni bekliyordur.” Gülmeye çalıştı ama yine öksürdü. “Hayır, daha beklemiyordur. Hem beni ağlattığın, üzdüğün için canına okur, gitme...” Kadının elini dudaklarına götürmesiyle, gözleri kapandı. “Burak! Burak hayır! Hayır kalk!” diye bağırıp, onu dürterken, oğulları ve diğerleri içeri girmişti. “Anne, annem, gel!” Karahan annesini çekiştirse de kadını zapt edemiyordu. Alihan ise babasının üzerinden aletleri ağlayarak tek tek çıkardı ve oğluna “Ölüm saati gece 00:34,” dedi. Tam üstünü örtecekken Bade “Durun!” diye bağırdı. Oğlunu tuttu, “Dur örtme başını örtme hayır, örtme!” başını sağa sola sallıyordu, “Ölmemiştir belki...” dedi yeniden kocasına sarılarak. “Ölmemiştir o. Şakayı sever bilmiyor musunuz? Neden muayene etmiyorsunuz? Neden bakmıyorsunuz, bir şeyler yapmıyorsunuz?” “Anne lütfen gel. Yapılacak her şeyi yaptık zaten.” “Bırakın ne olur bırakın, ölmez, ölemez... O beni asla bırakmaz.” Alihan oğluna bakınca, Burak Ali koşup tuttu babaannesini, “Babaannem, bak dedem öyle görmesin seni, çok üzülür.” “Ben... Bana can veremlerimi, canımın yarısını, nefesimi kaybettim... Ben hepsini kaybettim,” diyerek torununa sarıldı. İki ay önce Eva’yı, şimdi de kocasını kaybetmek Bade’yi yıkmıştı. Burak Ali de ona sarıldı, “Siz çok güzel bir hayat yaşadınız babaanne, upuzun çok güzel bir aşk... O yüzden üzülme. Onu kaybetmedin, onun gibi bir adamı yaşadın. Bunun için mutlu olmalısın.” “Olamıyorum. Olamıyorum Burak Ali.” * Ertesi gün gömüldükten sonra herkes mezarlığa gül bırakıp giderken Bade çantasından nutellayı çıkarıp, başucuna koydu adamın, “Bak sana ne getirdim. En etkili silahım. Bunu gördüğün an uyanırdın eskiden...” gözündeki yaşı sildi, “Ama... Artık yoksun... Olmayacaksın. Burak bu çok acı bir veda. Ben nasıl gideceğim senin yanından bilmiyorum.” Alihan annesinin omzuna dokundu, “Hadi anne.” Kadın yutkundu, “Hoşçakal aşkım... Sadece kısa bir süreliğine hoşçakal...” Bütün aile oradan uzaklaşırken, kadını bir yandan Burak Ali diğer yandan oğlu Alihan tutmuştu. Eve geldiklerinde Bade elinde kocasıyla gençliklerinde çekildikleri bir fotoğrafı tutmuş, o günleri düşünüyordu. Gözündeki yaşın dinmediğini gören Alihan annesini güldürmek için yanına oturup, “Bak şimdi kesin dedemle uğraşmaya başlamıştır,” dedi. Karahan hemen araya girdi, “Ooo... Kesin hemde. Dedem buna ‘edepsiz damat senin cennette ne işin var, onca edepsizliğinle cehennemi boylaman lazım,’ diyordur. Hatta meleklere de çemkiriyordur, ‘bu edepsizi alın götürün,’ diye.” Herkes gülerken, Bade de tebessüm etmişti. “Babama ballandıra ballandıra anlatıyordur şimdi edepsizliklerini.” “Dedem de ‘Ecrin!’ diye gürlüyordur,” diyerek Cem’in taklidini yaptı Karahan. Herkes birer birer anılara dalmışken, Duru kocasına sarıldı, “Ben sana asla veda edemem.” “Daha çok erken Duru hanım. Torun seveceğiz daha.” İkisi birbirlerine sıkıca sarıldı. “Seni çok seviyorum Burak Ali.” “Bende seni Duru Şimşek...”
Hoşçakalın... |
0% |