@mutlusonlarinyazar
|
Karşımda duruyor şimdi, Karmaşıklığım, Hayallerim ve kaybettiklerim... Karşımda duruyor, Aşk, Ayrılık ve sendelerim...
Şimdi bir avuç mutluluk bırak yüreğime Sonra da çıkıp git hayatımdan... Şimdi bir buruk gülümseme ver gözlerime Sonra da yıkıp git hayallerimi... Şimdi bir parça sen ver ellerime Sonra da çalıp git her şeyimi...
Alışıksın sen çünkü, Bir yudum su verip, Sonra da koca denizde beni boğmaya... Alışıksın çünkü, Bir kırıntı aşk atıp önüme Yüreğimden koca bir parça koparmaya...
Karşımda duruyorsun şimdi, Karşı karşıyayız Sen ve ben... Artık savaş başlasın lütfen!
Tüm hayatını yakmaya geldim, Ateşin olup, Küllerini bile bırakmamaya yeminliyim... Çünkü sen yaktın zamanında beni, Ben ise tek bir zerren kalmaması pahasına yok edeceğim seni! Üstelik tek silahım da sensin!
*-* Duru aynadaki haline bakıp gülümsedi. Ne kadar da şişko olmuştu. “Çok mu şiştim Luc?” dedi adama bakıp, dudaklarını da büzmüştü. Luca yemeğini yerken başını kaldırıp gülümsedi ona, “Ah çok seksisin bebeğim. Kadınlar ilgimi çekseydi ilk tercihim sen olurdun.” Duru adama dilini uzattı, “İşine bak! Öyle olsaydı bu eve giremezdin biliyorsun değil mi?” deyip o da sofraya oturdu. O sırada Rosa lafa girdi, “Kadınları tercih etseydin aşkım, seni kimselere kaptırmazdım. Hala şu yakışıklılığını ziyan ettiğini düşünüyorum.” Luca ile Duru aynı anda kahkaha attılar. Duru ilk geldiği günlerde tanışmıştı bu ikili ile. Önceleri uzak durmuş, ama ikilinin sıcak tavırları, özellikle Luca’nın özel durumu işleri değiştirmiş ve zamanla samimi olmuşlardı. Şimdi Rosa ile aynı evi paylaşsalar da Luca da evin diğer üyesi gibiydi. Sürekli onlarlaydı. Hatta evde söz sahibi bile oluyor, alışverişlerini yapıyor, temizliğe yardım ediyordu. Çok hamarattı çok... Kapı çalınınca Duru ayaklandı, “Birini mi bekliyorduk?” “Hayır,” dedi Rose başını sallayarak. Luca da ellerini havaya kaldırdı, “Bende kimseyi çağırmadım.” “Allah Allah,” dedi Türkçe ile. “Bak bu arada Türkçe konuşuyor ya, küfretmiyor değil mi bize?” Rosa gülerek, “Ben tüm Türk küfürleri öğrendim, sıkıntı yok,” diye açıklama yaptı adama. Duru delikten kimin geldiğine bakmıştı ki gördüğü kişi ile hemen uzaklaştı kapıdan. “Burak Ali?” dedi fısıltı ile. Lanet olsun nereden çıkmıştı şimdi. Karnına baktı. Kesin anlardı, salak değildi ya. Açamazdı, o kapıyı açmayacaktı. “Duru!” diye bağırdı kapıyı yeniden çalarak. “Açar mısın içeride olduğunu biliyorum?” Duru hızla içeri girdi ve Luca’ya baktı. “Şimdi kapıda Burak Ali var-” “Oo!” “Aww...” “Bırakın şimdi Amerikan şaşırma nidalarını da dediğimi yapın.” Luca’ya bakıp, “En azından beş dakikalığına erkek olabilir misin?” diye sordu. “Denerim.” “Tamam. Siz burada yaşayan bir çiftsiniz ve ben üç ay önce bu evden çıktım. Anlaşıldı mı?” “Sevgilin de olabilirim. Böylece daha çabuk gider.” Duru yavaşça başını sağa sola salladı, “Gider... Ama üzülür,” dedi gözünden bir damla yaş akarken. “Yara alır. Benim taşıdığım yara o kadar ağır ki aynısını taşımasına kıyamam.” “Manyak ya,” dedi Luca ve üstünü çıkararak Rosa’a baktı, “Sende üstünü çıkar.” “Sebep?” derken sırıtıyordu. “Adama kapıyı geç açtığımız için sebep lazım ondan sebep. Hadi çıkar da yürü. Kıracak kapıyı, sonra da açmamıza gerek kalmayacak zaten,” dedi. “Luca!” “Ne?” “Ondan uzak dur ve sakın sulanma!” “Bakarız,” diyerek sırıtıp gitti ve kapıyı açtı. Burak Ali öfkelenip kapıyı kırmak üzereyken birden açılan kapı ve gördüğü manzarayla kaşlarını çattı, “Sen kimsin?” diye çıkıştı adama, farkında olmadan Türkçe konuştuğunu ve adamın anlamadığını fark edip, İtalyanca sordu bu sefer, “Sen kimsin?” “Luca. Sen?” bir yandan da tişörtünü giyiniyordu. “Duru nerede?” elleri yumruk haline gelmişti ve birazdan adama geçirecekti. “Duru?” derken yüzünü buruşturdu ve o sırada Rosa geldi. “Rosa sen Duru diye birini tanıyor musun?” Kız sadece kısacık şort ve sutyenleydi, elini samimi bir şekilde adamın omzuna koydu, “Şu bizden önceki Türk kızdan bahsediyor. O buradan taşındı. Üç ay falan oldu.” Burak Ali şuan sevinse mi üzülse mi bilemedi. “Nereye gitti? Bizim bilgimiz olmadı.” Sonra derin bir nefes alıp verdi, “Bakın onun burada olduğundan eminim. Ailesinden aldım ben adresi.” Bu ikiliyi bir yerden gözü ısırıyordu ama... “Bakın biz burada sevgilimle üç aydır yaşıyoruz ve dediğiniz kişiyi tanımıyoruz bile.” “Öyle mi?” diye sordu çok da inanmayan bir ses tonu ile. “Öyle.” “Peki, tamam, ben... Rahatsız ettiğim için özür dilerim.” Tam gidecekken geri dönüp, “Sadece onu çok özlediğim için geldiğimi söyleyin,” dedi ve merdivenlerden inip apartmanın dışına çıktı. Derin derin nefesler alıyordu. “Kokunu unuttuğumu mu sandın deli kadın? O kokunu asla unutmam ben...” * Kapıyı kapatan Luca Duru’ya döndü. “Adam resmen taş! Hiç dönme ihtimalin yok değil mi güzelim?” Duru sevdiği adamın sözlerine takılı kaldıysa da Luca’ya öfkelenmişti, “Oğlumun babası ve benim eski sevgilim Luca, bende senin en yakın arkadaşınım! Uzak dur! İnanmadı zaten!” “Ah siz ve şu değerleriniz. Gitti gül gibi çocuk,” dedi üzgün bir ifade ile mutfağa giderek. “Hayır, bir arkadaşıma kaptırdım, ikincisine yürek dayanmaz. Bir de bu erkekse, yaralar kapanmasın! Aman Allah’ım!” Rosa kızın omzuna elini koydu, “Yalnız çok şaşkınım.” “Neden?” “Sutyenle ve bu fizikle adamın karşısına çıktım, Luca’dan gözünü çekip bana bir kere bile bakmadı,” dudaklarını büzdü. “Ne kadar çok seviyorsa...” Duru yüzünü buruşturdu, "Ay Rosa!” diye bağırdı, “Hanginiz daha tehlikelisiniz şuan seçim yapamıyorum. Ay ne saçma bir durum!” diyerek kendini odasına attı. Yatağa girdiğinde ikisinin Paris’te çekildikleri fotoğrafı kucağına aldı ve o an gözyaşlarını serbest bıraktı. O da özlemişti ama ihanet affedebileceği, unutacağı bir şey değildi. Özellikle ikisini yatakta o halde gördükten sonra. “Unutamıyorum Burak Ali, ne seni ne de ihanetini. Bu nasıl bir lanettir anlamıyorum!” *** “Gittin mi?” diye sordu Bora. Burak Ali başını kaldırıp adama baktı, “Gittim,” dedi acı çeker gibi yüzünü buruşturarak. “Kapıya bile çıkmadı Bora amca.” “Dönecek Burak Ali sabret. İçindeki ateş onu buraya geri getirecek.” “İçindeki ateş benden nefret ettirecek ama. Hayatında ilk defa gittiği gün gibi baktı bana. Benden nefret etmeye yeminli gibiydi. Çok korktum. O gidişinden çok korktum.” “Şebnem denen kızdan haber var mı?” Başını geriye attı, “Yok. Sırra kadem bastı kaltak! Onu bir elime geçirirsem varya, saçını yola yola itiraf ettireceğim. Çünkü ben kendimden eminim Bora amca. Ben o kıza şu ellerle dokunsaydım, bu elleri keserdim. Yapmadım!” Bora gülümsedi, “Biliyorum. Ben sana inanıyorum Burak Ali.” Burak Ali alayla güldü, “Duru gittikten sonra arkadaş olmamız da ayrı garip.” “O zaman sevdiğimiz kadın aynıydı ve seni kıskanıyordum,” dedi gülerek. “Şimdi çektiğimiz özlem ve acı aynı, seni anlıyorum. Sanırım döndüğünde kaldığımız yerden devam edebiliriz.” “Tabii dönerse...” dedi derin bir nefes alıp, gökyüzüne bakarak. “Bazen dönmeyecekmiş gibi geliyor rüyalarıma. Bazen ise... “ yutkundu, “Dönse de ellerini, yüreğini dolduran biriyle.” Adama bakıp, “Başkasını sever mi?” diye sordu. “Ya benden nefret edip, başkasına aşık olursa? Ölürüm ben!” Bora sır verir gibi fısıldadı, “Söz kızımı senden başkasına vermem. Başkası ile kavga etmeye niyetim yok.” Burak Ali güldü, “Ha yani illa kavga edeceğiz?” “Yani, sizin ailenin olayı bu. Artık bizde bir aileyiz.” Burak Ali adama sarıldı, “Sizi çok seviyorum Bora amca.” “Bizde ailecek seni çok seviyoruz,” dedi. Balkondan onları izleyen Eylül ile İrem gülümsüyordu. “Sanırım artık iyiler.” Eylül kaşlarını kaldırdı, “Çok emin değilim. Geçici bir anlaşma da olabilir.” Bu sefer ikili kahkaha attı. *** Aylar... Acısı mı çoğaltıyordu, yüreğini mi dizginliyordu bilemiyordu. Ama geçiyordu işte bir çeşit. Günden güne tükenerek. Günden güne biterek geçiyordu. Yine çikolata dükkanında yerde oturuyordu. Tam yedi ay, yirmi gün geçmişti onsuz. Bir kere bile görmemişti onu, bir kere bile duymamıştı sesini. Gitse kapılar açılmıyordu yüzüne, arasa telefonlar açılmıyordu. Elindeki viski şişesini kafasına dikip aylar önce kaldırtıp, içeri koydurduğu tabelaya bakıyordu. Viskisi bitince onu da diğerleri gibi tabelaya fırlatıp parçaladı. Burak Ali acısının son deminde, çıldırma noktasındaydı. Aklını kaybetmekten deli gibi korkuyordu. Başını geriye atıp, dili döndüğünce ses sisteminden açtığı şarkıya eşlik etti. “Ben zaten senden gelen her çileyi, her kederi Kabullendim sen gittiğin günden beri... Of... Bazen duyarsan sitemli sözlerimi, Bağışla çünkü çok özlüyorum seni... Yanıyorum kül de yok duman da... Biz sızı var ta şuramda! İnan çok özlüyorum seni...” (Gökhan Tepe – Çok Özlüyorum Seni) Kendi kendine güldü önce sonra ağladı... “Neden dönmüyorsun ya neden? Öldüm be kızım, bittim!” gözündeki yaşı silip telefonunu eline aldı. Paylaştığı son fotoğrafı yeniden açıp baktı. Sadece yüzünü çekiyordu fotoğraflarında, ama o zaten gülüşüne hasretti. “Kilo almışsın. Şişko!” dedi gülerek. Kızın gülümsemesinin üstünde elini gezdirdi. Ne güzel gülmüştü. Sonra o ikisinin fotoğrafını gördü, “Pis oyuncular!” diye sinirle mırıldandı. Çıkan şarkı ile gözlerini yumdu önce, sonra da “Bugün o telefonu açacaksın!” diyerek arama tuşuna basıp bekledi. Çok kısa, çok ama çok kısa bir sürenin ardından telefon o sesle açıldığında elini kalbine koyup, gözlerini yumdu. Sonra da hoparlörü açıp şarkıyı dinletti ona. Açmıştı, Duru ilk kez telefonu açmıştı. Ne oldu da açmıştı acaba? “Bilmiyorum sevgilim bir daha güler miyim, Bir gün çalarsın kapımı ben buyur eder miyim? Bilmiyorum bir daha eski ben olur muyum, O gün gelir bende seni unutur muyum?” (Gökhan Tepe – Asmalı) * Duru duyduğu şarkı ile elini ağzına koyup hıçkırarak ağlamaya başladı. Neden şimdi tam da bugün aramıştı? Duygusallığının zirvede olduğu, yanında olmasını deli gibi istediği şu günde neden aramıştı ki? Yanında uyuyan, daha bu sabah dünyaya gözlerini açan bebeğine baktı ve hoparlörü açtı. Oğluna da dinletti şarkıyı. Sonra şarkı bittiğinde onun sesini duydu. “Duru’m... Ben seni çok özledim.” Durdu, iç çekmişti. “Delirmekten korkuyorum. Lütfen dön. İyi değilim.” Duru gözlerini kapadı, ağlıyordu... “İyileşeceğiz Burak Ali. Bunun için nedenlerimiz var. Seni affetmeyeceğim, ama iyileşeceğim.” Biraz daha konuşup, oğluna babasının sesini dinletmek istemişti. Burak Ali onun sesini duyunca ayağa kalktı. Sevinçle... “Duru! Benim tek nedenim sensin. Lütfen geri dön. Bak affetme, yüzüme bile bakma, yeterki benim baktığım yerde ol. O lanet olası odana baktığımda ışığın yanmış olsun. Çok korkuyorum, odan karanlıkken çok korkunç Duru.” “Fener tut,” dedi gülerek. Duru o günü unutamıyordu. O semtte çok yağmurlu bir günde arıza çıkmış ve elektrik kesilmişti. Burak Ali o zamanlar on iki yaşındaydı ve o yağmurda koşa koşa elindeki fenerle kızın odasının önüne gelmişti. Sesini kıza duyurana kadar bağırmıştı. En son İrem açmıştı pencereyi. O kadar ısrar etmelerine rağmen Burak Ali elektrikler gelene kadar kızın penceresinin önünde korkmasın diye fenerle beklemişti. Alihan da elinde şemsiye ile oğlunun yanında... Burak Ali de o günü hatırlayınca gülümsedi, “Hatırlıyorsun. Çok aptalcaydı, günlerce hasta yatmıştım.” “O Burak Ali’yi özledim...” “Ben oyum.” “Değilsin. Değilsin...” yutkundu, “Ben seni unutmak için kaçmadım Burak Ali, nedenlerimi yaşatmak için kaçtım. Yoksa o nedenler ölürdü. Bir değeri kalmazdı.” “Sikeyim o nedenleri de kaçtığın sebebi de, dön işte kadın dön! Delireceğim diyorum anlamıyor musun? Hiç mi önemsemiyorsun beni? Ölüyorum Duru, yemin ederim ölüyorum.” “İyi geceler Burak Ali. Bugün araman önemliydi, yine hissettin... Teşekkür ederim. Ama birdaha arama ne olur.” Telefonu kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Luca ile Rosa ona sarılsa da dindiremediler gözyaşlarını. Saatler ya da dakikalardı geçen bilmiyordu ama uzun sürmüştü. “Ben sana ne iyi gelecek biliyorum. Tabi artık biz işe yaramıyoruz,” diyerek Rosa oğlunu yataktan alıp kızın kucağına verdiğinde, Duru ona sıkı sıkı sarıldı. “Seni çok seviyorum oğlum.” O sırada hemşire gelip kontrollerini yaparken kadına gülümsedi, “Bebeğinize isim buldunuz mu?” diye sordu İtalyanca ile gülümseyerek. “Hakikaten adı yok bunun, bence Mike olsun,” dedi Luca. “İlk sevgilimin adı. Çok yakışıklı bir piç kurusuydu,” derken sevimlilikle serserilik arasında gülümsedi. “İğrençsin Luc,” dedi Duru başını sağa sola sallayarak. O sırada Rosa gözlerini kırpıştırdı, “Ah, Kenan olsun. Sizin manken varya.” “Hayır. Olmaz. Mert hiç olmaz,” dedi gülerek ve gözlerini kapadı. Burak Ali ile küçükken oyun oynadıkları günü düşündü. * “Oğlumuzun adı Meyt ossun bence.” Burak Ali kaşlarını çatmıştı, “Ben Mert ismini sevmem. Buğra olsun. Hem benim ismime yakın.” Duru gülümsemişti, “Tamam, o da düzel. Buyya.” “Buyya değil kızım, Buğra Buğ-ra!” * Duru kucağındaki bebeğe bakıp güldü, “Hayatımıza hoşgeldin Buğra bebek...” sonra hemşireye bakıp, “Buğra. Buğra Yazgın olarak kayıtlara girecek, ismini babası koydu,” dedi. Duru’nun asıl hikayesi şimdi başlıyordu, anladı ve Buğra onun hayatının dönüm noktası olacaktı. Onunla sınanacak, hayata da onunla bağlanacaktı. *** BİR YIL SONRA... “Ya çok tedirginim,” dedi oğlunu bir daha bir daha öperken. Luca çekti onu, “Merak etme, senden iyi bakıyoruz ona. ayrıca beni çok seviyor.” Duru yüzünü buruşturdu, “Ben de o yüzden tedirginim Luc. Seni sevmesinden hoşlanmıyorum.” Rosa kahkaha attı, “Tamam bebeğim. Benle uyur söz.” Duru inledi, “Hanginiz daha masumsunuz bilemedim şimdi.” Bu sefer üçü kahkaha attı. Sonra Duru bir yaşındaki oğluna yeniden sarılıp, öptü ve pasaport kontrolü için sıraya doğru ilerledi. Annesi son konuşmasında ona ‘Ya gel ya da ailecek biz sana geleceğiz, bu sefer de bizi geri püskürtmen umurumuzda bile değil’ demişti. Onların gelmesini göze alamazdı. Evi ‘bu ev bebeksiz bir evdir’ temasına getirmek için bir hafta boyunca boşaltmaları ve temizlik yapmaları gerekiyordu. Bunun yerine Duru onlara sürpriz yapıp bir haftalığına İstanbul’a gitmeye karar vermişti. Bu onları bir sene daha oyalardı. Buğra Luca’yı da Rosa’yı da çok seviyor, onlarlayken sorun çıkarmıyordu. Uçak havalandığında elleri kaşınmaya başladı. Heyecandan kan dolaşımı artmış olmalıydı. Bu heyecanın sebebini de çok iyi biliyordu ne yazık ki... Bugün günlerden neydi? Neden bugünü seçmişti ki gitmek için? “Tesadüf...” diyerek kendini kandırmaya çalıştı. *** Bugün Burak Ali’nin doğum günüydü ve kutlamak istemese de kuzenleri onu yalnız bırakmamak için gelmişlerdi ve hep birlikte bahçede oturmuş şarkılar söylüyor, arada sohbet ediyorlardı. Güney kucağındaki gitarı keyfi hiç olmayan Burak Ali’ye uzattı, “Sıra sende doğum günü çocuğu, hadi bir şarkı da sen söyle,” dedi. Burak Ali başını sağa sola salladı. “Ben söylemem.” “Hadi ama oyunbozan olma yaa! Söylemeye bir başlasan, gitarı elinden alamayacağımıza bahse girerim,” dedi Asya boynunu bükerek. Burak Ali’nin Asya’ya karşı zaafı çoktu. Olmayan ablası gibiydi. “Peki hatırın için.” Kucağına aldı ve “Karışık giderim ama,” dedi. “Anlaştık.” Önce bir iki ayar yaptı sonra onu karanlık bir odada dinleyen kızdan habersiz şarkıları sıraladı. Gözünden akan yaşlarla...
(Emre Aydın) -Burası soğuk... Soğuk odalar... Yoksun neye yarar örtünsem kat kat yorganla aman... Soğuk... Soğuk olanlar... Vurdum dibe kadar halimden yalnız uyuyanlar anlar! (Soğuk Odalar)
... -Beni vurup, yerde bırakma! Katlanamıyorum hiç bir yokluğuna! Beni vurup yerde bırakma! İçim bağırdı da ben diyemedim ya... (Beni Vurup Yerde Bırakma)
... -Gülüşlerim vardı benim! Ben kimim, ben nerdeyim? Tam karşıya geçerken, Bıraktığın o el benim!
Bir de sen bırak beni! Unut gittiğin bir yerde! Kim kaldı ki? Çok büyüdüm sayende! (Unut Gittiğin Bir Yerde)
... -Sil gözünün yalnızlıklarını... O an fısılda duvarlara adımı... Bin bıçak var sırtımda, biniyle de adaşsın, Her biri hayran sana! (Belki Birgün Özlersin)
... -Kaybettim bugün kendimi hükümsüzdür! Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim... Vazgeçtim bugün her şeyden halsiz şu kalbim! Kan revan içinde hep kanamaz denen yerlerim... (Bu Kez Anladım)
... -Yüzünü ilk kez gören bir çocuk gibi Gördüm kendimi gördüm Kırıldı ayna paramparça Paramparça ne varsa kadınım! Yokluğunda kaç damla gözyaşı eder adın! Ne olur gel, gel, gel, gel ben sessiz İstanbul’a düşmanım... (Ben Sensiz İstanbul’a Düşmanım)
Duru adamın sesi ve şarkıları ile ağlamaktan helak olmuş bir şekilde doğruldu yatakta. Sonunda bitmişti... Bir süre artık ona yabancı olan odasına bakındı. Kalkıp ışığı yaktı. Eşyalarını yerleştirse iyi olacaktı. * Burak Ali de kendi odasına çıkmış, yatakta uzanıyordu ki kendini tutamayarak telefonuna baktı. Gözyaşlarına yine engel olamıyordu. Aramamıştı. Bir mesaj dahi çekmemişti. “Ben hala seni bekliyorum aptal gibi be Duru’m sen hangi cehennemdesin?” sinirle yataktan kalkıp, balkona çıktı. Ellerini demire yaslayıp, puslu, kısık gözlerle kızın karanlık olan odasına bakmaya başladı. Ve kızın odası birden aydınlandı... Burak Ali kaşlarını çattı önce. Sonra içeriyi görmeye çalıştı. Tülden bir şey gözükmese de hareketlilik vardı. Biri odanın içinde geziyordu. Hızla odasından çıkıp merdivenleri uçarak iniyordu ki salonda oturan annesi ile babası telaşla ayaklandılar. “Burak Ali? Oğlum?” “Sıkıntı yok, hemen geliyorum,” dedi gülümseyerek ve bahçeye attı kendini. Bahçe duvarından da atlayıp, Duruların bahçesine geçip, kapıya gelene kadar nefes nefese kalmıştı. Zile basarken elleri titriyordu. “Allah’ım gelmiş olsun... Ne olur dönmüş olsun!” İrem kapıyı açtığında gördüğü kişi ile gülümsedi, “Burak Ali, sen bu evin adresini biliyor muydun ya?” diyerek sitemle konuştu. Duru gittiği günden beri iki üç zorunlu davet dışında hiç gitmemişti. “Duru’nun odasının ışığı yandı,” dedi gözündeki yaşla. “O mu?” bu soruyu sorarken korkuyordu. Korkusu da sesindeki titremeye yansıyordu. İrem kapıyı sonuna kadar açıp, “Gir hadi,” deyince Burak Ali mutluluktan kalbi duracakmış gibi merdivenlere yöneldi. İki yıl geçmişti de şu iki kat neden bitmiyordu anlamıyordu. Kızın kapısının önüne geldiğinde derin bir nefes alıp veriyordu ki Doğu arkadan, “Korkma adam yemiyor, gir,” dedi gülerek. Burak Ali yüzünü buruşturdu, “Ne?” “Zombileşmemiş. Hala insan, gir diyorum. Ne diye bekliyorsun öyle? Komik görünüyorsun.” “Sen sesini kesip odana girsene velet,” diye sessizce çıkıştı ve kapıyı tıklattı. “Gir,” diyen sesle eli kalbine gidecekti. “O...” derken kendini ikna etmeye çalışıyordu. Kapıyı yavaşça açıp içeri girdi ve kapıyı ardından kapattı. Kız eğilmiş valizini boşaltıyordu. Burak Ali’nin ilk kısalan saçı dikkatini çekmişti. “Duygu ablacığım ya, duşa gireceğim de şampuan getirir misin bana senden?” “Saçını neden kestin?” Duru’nun elindeki elbise yere düştü. Duyduğu sesle bütün hücreleri alt üst olmuştu. Onun bu odada ne işi vardı. Kendisi ailesine bile söylememişti geleceği günü, onun nereden haberi olmuştu? Ayrıca Duru gerçekten neden bugünü seçmişti gelmek için? Adam tam arkasına gelip durdu. Eli saçına gittiğinde Duru gözlerini yummuştu. “Çok güzellerdi. Neden kestin?” diye acıyla inledi. Sonra yavaşça dudaklarını değdirdi onlara. “Buradasın... Allah’ım rüya gibisin Duru. Doğum günüm-” “Burak Ali ailem için geldim.” “Umurumda değil, döndün ya-” “Dönmedim. Sadece bir haftalığına buradayım.” Burak Ali’nin kaşları çatıldı, “Bırakmam! Bu sefer hayatta bırakmam seni duydun mu? Bağlarım, kaçırırım ama bırakmam!” “Burak Ali yapma, lütfen git.” “Özlemedin mi? Kapına kadar geldim, özlemedin mi hiç? Neden açmadın? Ben seni rüyalarımda göremiyorum artık, Duru bu çok acı...” Duru ona sarıldı, “Burak Ali ne olur unut artık. Senin yaran kapanmadan benim ki kapanmayacak. Sen beni unutmadan, ben seni unutamayacağım. O yüzden sil artık beni!” “Öl, diyorsun!” kızı itti, “Ben seni ancak ölürsem silerim.” Dudağını ısırdı, “Senden akıl istemiyorum!” dedi sinirle, “Acımanı da... İyi geceler!” Sinirle odadan çıktığında Duru yatağına çöküp kaldı. Gelmemeliydi, büyük bir hataydı buraya gelmesi, hemde kocaman bir hata...
|
0% |