
12. BÖLÜM - İSTANBUL
İstanbul mu küçüldü,
Senin yokluğun mu çok büyük?
Sığamıyorum artık...
Boğuyor beni bu deniz,
Boğuluyorum sensiz...
Hava mı bulutlu yine,
Yoksa gözlerin olmadığı için mi karardı gökyüzü?
Ölüyorum yokluğunla,
Yoksun işte, halimi anla...
Yokluğun zehir misali öldürüyor yavaşça...
Çınar havaalanında neredeyse bir saattir dolanıp duruyordu. Mert Ali evden çıktıklarında ona yazmıştı, o da o an evden çıkmış, doğruca havaalanına gelmişti. Sanki erken gelse uçak erken inecekti. Ellerini cebine koyuyor, çıkarıp saatine bakıyor, kahve alıp, geliyor ama saatler geçmiyordu. Çok heyecanlıydı. Yıllar önce o göl başındaki delikanlı kadar heyecanlıydı ve bu sefer herkese söyleyecekti ilişkisini. Gizleyecek bir şey yoktu. Onunla gizli saklı görüşmek değil, her an her dakika yanında olduğu her saniye ona sarılmak istiyordu. Kimseden gizlenmeden, kimseden kaçmadan...
Bir de Cem Ernez vardı tabi, derin bir nefes alıp verdi, o hariç herkesin sevineceğine emindi. “Neyse ya, korunursak bir şey olmaz,” dedi kendi kendine gülerek. “Ultra korunaklı melek seni, aldım işte kızının kalbini. Şimdi de ‘vermem’ diye gevele de göreyim seni,” diye içinden geçirdi. Çocukluğunda, gençliğinde az çektirmemişti ona.
Uçağın indiği anonsu yapıldığında heyecanla giriş kapısına yaklaştı. Biraz bekledikten sonra üç kız kapıda göründü, yanyana yürüyorlardı. Gülümsedi. Kız kardeşiyle yan yana ne de tatlıydılar. Pembe gömlek çok yakışmıştı, sonra aşağı baktığı an suratı asıldı. Bu kız neden o minicik şeylerle dolaşmak zorundaydı? Allah aşkına kısa etek sevmediğini bilmiyor muydu?
“Abi? Sana kim haber verdi?” dedi Meltem adama sarılarak.
“Mert Ali aradı. Taksiyle gelmenizi istememiş.”
Meltem kaşlarını çattı, abisinin yanağından öperken homurdanıyordu.
Çınar Eva’ya yaklaşınca kulağına fısıldadı. “O eteği sana yedireceğim prenses.”
“Ben iyiyim, sen nasılsın Çınar?”
“Gördüğün gibiyim işte, iş güç, gece hayatı takılıyoruz dördümüz.”
Çınar Bade’yi de öpünce, Bade bilerek Meltem’i de alıp önden yürümeye başladılar. Bunu fırsat bilen Eva da adama dirsek attı.
“Seni o gece hayatına gömerim adam.”
“Göm kadın, ama yanımda sen de ol.”
“Zevzek.”
“Biz benim gibilere aşık diyoruz buralarda güzelim.”
Eva gülerek adamın yanından ayrıldı ve kızlara yetişmeye çalışırken, Çınar onu kolundan tuttu. “Akşam kaçabilir misin?”
“Çınar biz tatile gelmedik. Durumlar biraz karışık. Anlarsın yakında. Bugün Bade ile olmam lazım. Meltem de bizde kalacak zaten.”
“Yapma Eva, bir sürü hazırlık yaptım.”
“Çınar bende çok istiyorum, ama anlatınca hak vereceksin bana bebeğim. Lütfen.”
“Anlat o zaman,” diye fısıldadı Çınar kızlara duyurmadan.
“Önce ailemizle konuşmamız lazım.”
Çınar oflayarak kafasını kaşıdı. “Ne zaman seni göreceğim.”
“Yarın olabilir.”
“Tamam, o zaman benim daireye gideriz, başbaşa kalırız, olur mu?” yürümeye başlamışlardı. Eva yutkundu.
“Olur,” dedi fısıltıyla.
Çınar gülümsedi. “Utanma!” diyerek burnunu sıktı. “Biz... Çok zaman kaybettik seninle Eva. Ayrılmasaydık neredeyse dört senedir birlikte olacaktık.”
“Haklısın, benim suçum.”
“Suç yok, hayırlısı böyleymiş,” deyip yanağını sıktı bu sefer.
“Görecekler,” dedi adamı gülerek iteklerken.
*
Arabaya bindiklerinde Çınar dikiz aynasından arkada oturan kardeşi ile Bade’ye baktıi “Kızlar aç mısınız?”
Meltem ile Eva aynı anda “Hayır,” derken, Bade “Evet,” diye bağırdı.
İki kız anlayışla gülümsediler ona. “Aslında Çınar benim canım o her zaman gittiğimiz dondurmacıdaki dondurmadan çekiyor. Oraya gidebilir miyiz?”
“Gideriz tabi küçük prenses.”
Sağa sinyal verip, U dönüşü yaparak döndü Çınar. Sonra yanında oturan Eva’ya baktı, dalgındı biraz, arkadaki iki kız sohbete dalmıştı, bunu fırsat bile Çınar hafifçe eğildi ve “Canım iyi misin?” diye fısıldadı.
“Yarın anlatırım,” dedi gülümseyerek.
Çınar da anlayışlı erkeği oynayıp, “Peki,” diyerek konuyu uzatmadı.
Bahsedilen yere geldiklerinde Bade’nin gözleri pırıldadı resmen. “Ayy... Çok özlemişim.”
“Sakin Badeciğim,” diye ona fısıldadı Meltem.
“Ben değil aslında, o heyecanlandı,” derken çaktırmadan karnını gösterdi.
Masaya geçtiklerinde Çınar Eva’nın yanına oturdu. O eteği giymek neydi gösterecekti ona. Eteklere tövbe ettirmesini çok iyi bilirdi.
Garson siparişleri almaya geldiğinde Bade elindeki menüye bakıyordu. “Bundan istiyorum. Yok yok bundan. Ay bunla bunu karıştırsanız olur mu? İkisinden de canım çekti.”
“Tabi efendim.”
“Eva sen ne yiyeceksin?” diye sordu Bade öne eğilerek.
“Ben filtre kahve alayım,” dedi Eva gülümseyerek.
“Ben de aynısından.” Çınar da siparişini kahveden yana kullanırken, Bade yüzünü buruşturdu. Meltem’in dondurmalara baktığını görünce gülümsedi. “Bundan yesene, çok güzel,” dedi çilek bahçesi olanı göstererek.
"Yok bende bundan yiyeceğim."
Bade öfkelendi. “Ya ben zaten ondan sipariş ettim, sen başka bir şey seçsene.”
Meltem kaşlarını kaldırdı. “Ama ben bundan yemek istiyorum Bade. Çilekli dondurma sevmem.”
Çınar hafifçe yanındaki kıza yaklaştı, “Bende külahta ve herkesin içinde yemeği sevmem,” dedi kışkırtıcı ses tonu ile.
Eva’nın gözleri kocaman açıldı. “Çınar!” diye inledi ve karşıdaki ikiliye baktı. Garson gittikten sonra ikisi didişmeye başlamışlardı.
Çınar da bakmıştı o tarafa, gördüğü şeyle şeytanca sırıtıp fırsatı değerlendirdi ve elini Eva’nın açık bacağına indirdi. Eva tenine değen parmaklar yüzünden irkildi. Derin bir nefes alıp verdikten sonra, elini Çınar’ın elinin üstüne koyup, çekiştirdi. Ama imkansızdı. Adam ısrarla kızın bacaklarını okşuyordu.
“Çınar ne yapıyorsun?”
“Ne yapıyormuşum?” dedi kısık sesle.
“Çek elini! Delirdin her halde?”
“Çekmezsem?”
Eva gözlerini yumdu. Deli cesaretiydi bundaki her an biri görebilirdi.
“Çınar!”
“Öyle adamı inleyerek söyleme, o dondurmayı paket yapar, seninle birlikte eve gideriz.”
“Çek şu elini çek!”
Dondurmalar ve kahveler geldiğinde Çınar gülerek geri çekildi hemen.
O an Bade’nin hareketleri dikkatini çekti, ellerini çenesinin altında birleştirmiş, dondurma ile bakışıyordu, “Ay çok güzel.”
Çınar kaşlarını çattı. “Minik prenses, iyi misin sen ya? Sanki ilk kez yiyor dondurmayı.”
Bade omuz silkerken, Meltem ile Eva gözgöze geldiler. Ailenin kadınlarını idare etmek kolaydı da, erkeklerini nasıl zapt edeceklerdi bilmiyorlardı. Zordu işleri, hemde çok zor...
***
En zorunu atlatmış, ama bütün aile ayağa kalkmıştı. Özellikle babası, Bade ile konuşmuyordu bile. Eva Pazar günü öğleden sonraya kadar ayrılamamıştı ikizinin yanından. Bade en çok babasının tepkisinden dolayı perişandı.
Öğleden sonra Bade uykuya dalınca, annesine Çınar’la çıkacağını söyleyip, çıkmıştı evden. Bunu sürekli yaptıkları için, kimse yadırgamamıştı. Kapıda sinirle bekliyordu Çınar. Eva evden çıktığında, koşarak arabaya geldi. “Ya Çınar özür dilerim. Ama olaylar-“
“Hadi bin, evde konuşuruz.”
Lafı ağzına tıkmıştı. Kaba adam. Odun! Öküz!
Yolculuk sessiz geçmişti, bilerek müziğin sesini açmış, sakinleşmeye çalışıyordu. Çınar’ın dairesine geldiklerinde, Eva etrafa bakındı. “Ya Pars evindeyse?”
Çınar ile Pars’ın daireleri karşı karşıyaydı.
“Yok değil, aradım. Olsa da neden rahatsız oldun ki?”
“Kimsenin bilmemesinden olabilir mi Çınar Soylu?”
“Bunu da konuşacağız Eva, ne bu ya ergenler gibi. İn hadi.”
“Öküz!” diye mırıldanınca Çınar kıza dönmeden, “Duydum seni sarı şeytan!” dedi.
Asansöre bindiklerinde Çınar derin bir nefes alıp verdi. Kızdan yayılan koku onu delirtiyordu. Delirtmekle kalmıyor, çileden çıkarıyordu. Bunca yıl nasıl onsuz olabilmişti gerçekten aklı almıyordu. Kaldığı kata geldiklerinde, Çınar hızla çıkarak kapısını açtı ve önce Eva’nın girmesi için fırsat verdi. Eva içeri girer girmez, oturma odasına yönelip, kendini rahat koltuklara bıraktı.
“Ne içersin?”
“Kahve olabilir,” dedi Eva hafif bir gerginlikle. -Tamam Eva, ilk defa onunla bir evde tek kalmıyorsun, dedi sakin yanı. Ama kalbini deli gibi çarptıran yanı ‘Ama o zamanlar sevgili değildiniz,” diyerek resmen Eva’yı dürtüyordu. Eva derin bir nefes alıp, “Kesin sesinizi!” dedi.
Çınar ikisine de kahve yapıp, yanına oturdu, “Bir şey mi dedin canım?”
“Yok! Demedim.” Adamın elinden kahvesini alıp bir yudum içti. “Teşekkürler.”
“Seni dinliyorum, benden daha önemli olan işin neymiş, sabahtan beri gelemedin?”
Eva elindeki bardakla oynadı. “Sizdeydim, Meltem ile Bade’yi yalnız bırakamadık. Sizinkiler ve diğerleri de bizdeler.” Derin bir nefes aldı.
“Artık ne olduğunu söyler misin? Delireceğim yoksa, ne bu gizem ya?” Eva’nın yanaklarından yaşlar aktı. Ağladığını gören Çınar, elindeki kahveyi aldı ve masaya koydu. “Eva, iyi misin?”
“Bade- Bade hamile,” dedi iki gündür tuttuğu gözündeki yaşlar boşalırken.
Çınar’ın duyduğu şeyle bedeni kasıldı. Kızı kendinden uzaklaştırıp, gözlerine baktı. “Ne dedin sen?”
Eva omuz silkti, gözyaşlarını elinin tersi ile sildi. “Sinirlerim çok bozuk. Sevdiği adamdan olsa, bu kadar kötü olmazdım Çınar. Ama adamı tanımıyormuş.”
Çınar sinirle ayağa kalktı. “Ne demek tanımıyor? Ya ne demek hamile? O adamın ecdadını!” ellerini saçlarından geçirdi. “Ben çok iyi biliyorum aslında, kesin o piç kurusu istememiştir bebeği, bu da tanımıyorum ayaklarına yatıyor. Ben yarın onunla konuşurum. Bulurum o adamı, o deliğinden de paşa paşa çıkarır, gelmişini geçmişi-"
“Çınar yeter!”
“Ya ne yeter ya, hamile diyorsun Eva bana, doğru duydum değil mi? Üstelik sevdiği adam bile değil, tanımadığı bir adam?”
“Öyle diyor, bilmiyorum!” dedi Eva elleri ile yüzünü kapatıp, bir kaç saniye sonra çekti. “Bildiğim tek şey onun desteğe ihtiyacı var. Babam onunla konuşmuyor. Can da biraz tepkili.”
Çınar kızın yanına oturdu ve onu kendine çekip, kokusunu içine çekerek sarıldı, “Özür dilerim, ben de neler düşündüm Eva, çok üzgünüm. Aklıma yurtdışından geldiğim gün geldi. Sende benden intikam alıyorsun sandım. Gelmeyeceksin sandım.”
Eva da ona sarıldı. “Saçmalama Çınar, çocuktum o zamanlar. Ayrıca ne intikamı? Ben bugünü ne kadar uzun zaman bekledim.”
“Ya çocuktun,” dedi kaşlarını kaldırarak, “Bu adamı baştan çıkaran bir çocuk.”
Birbirlerinden ayrılmadan sadece yüzlerini görecekleri bir şekilde uzaklaştılar ve ikisinin yüzü birden ciddileşti. Çınar parmaklarını önce yanaklarında, sonra dudaklarında gezdirdi. “O kadar bekledim ki... Artık bir dakika bile beklemek istemiyorum!”
Dudakları kızın dudaklarıyla birleştiğinde, yüreğinin uçtuğunu sandı. Evet mükemmel bir his olacağını biliyordu, ama bu kadarını beklemiyordu. Kalbinin heyecandan bu denli atacağını, tüm bedeninin titreyeceğini ve bunların hepsini yaşarken bir de ateşler içinde yanacağını gerçekten bilmiyordu.
Ellerini yüzünden beline indirdi. Kendine daha çok çekti. Sonra dudaklarından ayrılıp, kızın yüzünü avuçlarının arasına aldı. Yalvarır gibi baktı kıza. “Eva... Çok ama çok istiyorum. Ama istemezsen anlarım. Sonuçta-“
“Şişş...” dedi parmağını adamın dudaklarına bastırarak “İkisi aynı şey değil. Biz birbirimizi seviyoruz Çınar. Senle ben aşkın en büyük haliyiz. Yanacaksak, hakkını verelim!”
Çınar aldığı bu olumlu yanıtla gülümseyerek kızı kucakladı ve “Yakalım ortalığı diyorsun, peki,” diyerek onu yatak odasına götürdü.
Yatağa yavaşça uzandılar. Eva’nın parmakları titreyerek adamın tişörtüne giderken, o da kızın üzerindekileri çıkardı. Boynundan öperken “Seni seviyorum,” diye sayıklıyor, bir an bile bunu aklından çıkarsın istemiyordu.
Eva da “Bende seni seviyorum,” dedi aynı ateşin içinde yanarken.
Kızın boynundaki dudakları, tekrar yanaklarına, burnuna ve dudaklarına gitti. Kızın gözlerine odaklamıştı gözlerini. “Korkuyor musun?” diye fısıldadı.
Eva yutkundu ve dürüstçe “Biraz,” dedi.
Çınar anlayışla saçlarını okşadı ve alnına değdirdi dudaklarını. “Korkma, sakın. Eğer hazır değilsen durabiliriz.”
“Hayır,” dedi çekingen bir sesle. “Durma.”
“Tamam. Korunuyor musun?” diye çekinerek sordu. Kız utanarak başını sağa sola salladı. Çınar güldü, “Tamam. Ben korunurum bu sefer. Babandan fırça yemek istemem. Malum, korunmak önemliymiş ya.”
“Çınar!” dedi omzuna vurarak.
Çınar iki gün önce alıp çekmeceye koyduğu paketi alıp ağzıyla açarken kısık bir kahkaha attı, “Bak ne kadar saygılı bir edepsiz hergeleyim görüyor musun? Baban çok sevecek beni, çok!”
“Ya bayılacak sana! Hadi Soylu, dilin başka şeylere çalışsın.”
“Emredersiniz hanımefendi.” Çınar derin bir nefes aldı ve kızın kulağına “Ömür boyu seninim.” diyerek, kalbine, bedenine ve tüm ömrüne kattı kızı.
Önce terden sırılsıklam olan alnını kızın alnına dayayarak gülümsedi. Sonra da hafifçe uzaklaşıp uzun bir öpücük bıraktı ve yana kaydı. “İyi misin?” dedi kızın kolunu kaldırıp göğsüne başını koyarken.
“İyiyim.” O da Çınar’ın saçlarını okşuyordu.
“Hala seviyor musun beni?” diye şımarıkça sordu Çınar.
“Hayır tabi ki de, bir gecelik bir maceraydın. Bitti işim senle.” Çınar başını kaldırıp, kızın çenesini ısırınca Eva çığlık attı. “Ah! Delirdin mi be manyak? Acıdı!”
“Evet, nereden bildin? Bir ömür benimsin kızım. Valla gider babana derim, bu kızın beni kullandı attı derim, üstelik korunaksız da derim. Evlendirir seni benimle.”
Eva kahkaha attı. “He adam kalpten gitsin artık. Bir süre daha kimse bilmemeli Çınar. En azından Bade’nin durumu bir belli olsun.”
“Ya Eva saçmalama, ikisi aynı şey mi?”
“Ama babam bunu idrak edemez şimdi. Lütfen. Zaten yeni yıla kadar gelemem-“
“Ama yeni yılda geleceksin değil mi? Orada yok arkadaşlarla geçireceğim pozlarına hiç kalkışma.”
Gülümsedi Eva, adamın saçlarına burnunu sürttü. “Kıskanır mısın?”
“Sen sanki kıskanmazsın.”
“Kıskanırım.” Dudaklarını dişledi ve “Çınar?” diye dudaklarından adı soru sorar gibi çıkınca Çınar sevgiyle baktı kıza ve soracağı şeyi tahmin edip, alnını sonra da dudaklarını öpüp, “İlktin,” dedi.
“Seni seviyorum Rüzgar’ın oğlu.”
“Ben de sana ölüyorum meleğin küçük şeytanı.”
“Ne bu şeytan ya, insan sevgilisine sevimli isimler bulur değil mi?”
“Ama şeytanı sonuna kadar taşıyorsun,” dedi kendini beğenmiş bir edayla.
“Allah Allah, nedenmiş?”
“Günaha davet sende, yoldan çıkarma sende, baştan çıkarma sende, tehlikeli cazibelik sende... Daha sayım mı?”
“Yok istemez,” diye çemkirdi. “Şeytanmış. Sarı civciv!” sonra aklına gelen şeyle, “Bir dakika ya!” dedi adama kaşlarını çatıp bakarken, “Sen İzmir’e geldiğin ilk gün-”
“O konuya hiç girmesek?” dedi yüzünü buruşturarak.
“Bana inek dedin!”
“Öküz dedin! Ayrıca, odun ve kalas da dedin. Sığırı saymıyorum bile. Dur neydi o, ha pert olmuş sığır!”
“Sürtük, dedin!”
Çınar başını sağa sola salladı, “Hayır onu sen söyledin kendine,” diyerek kendini hemen savundu.
“Kendime söylememe sebep oldun!” diye çemkirdi kız.
“Sende kendime pezevenk dememe sebep oldun.”
“İbne, pezevenk değil. Lütfen!”
“Ha ibne çok tatlı bir şey çünkü. Üstelik piç dedin bana!”
Eva yataktan doğrulup, çarşafı üzerine doğru sabit bir şekilde tuttu, “Bana bak, ‘sürekli inek sütü içilmez’ dediğini unutmadım. Hadi git başka sütü iç de seni doğduğuna pişman edeyim!”
“Sütten kesmezsen neden başka süt-“ demişti ki kadın yastıkla kafasına vurdu.
“Seni öldürürüm adam!”
“Tamam ya, şaka yaptım!”
“Yok bir de ciddi ol! İnekmiş!” tekrar vurdu. “Oh! Rahatladım azıcık.” Sonra saate baktı. “Hii... saat kaç olmuş, neredeyse gece yarısı! Gitmem lazım.”
“Yarın sabah bir toplantıya girmem lazım. Ama öğlen boş olurum. Çıkabilir misin?”
“Olur. Çıkarım.”
“Süper,” dedi kızı uzun uzun öptükten sonra. “Hadi götüreyim seni de azıcık Cem Ernez’le uğraşayım.”
“Ya yok Çınar, adam burnundan soluyor valla!”
“İyi ya işte, beni görünce yumuşar o, canım benim beni çok seviyor.”
“Hayır dedim Soylu!”
Çınar dudak büktü, “Öf iyi tamam be, ne kıymetli baban varmış.”
***
Meltem annesinin soyduğu meyveyi yerken bir yandan da televizyondaki yarışmayı izliyordu. “Abim nerede ya? Kaç günlüğüne gelmişim ortada yok.”
Beste “Eva’ylaydı her halde, eğer Eva’yı kendi bırakacaksa gelir şimdi,” demişti ki Çınar kapıdan içeri girdi.
“Selam Soylu ailesi,” dedi neşeyle. Önce annesini sonra da kız kardeşini öptü.
“Ay ikinizi bu evde görmeyi özlemişim,” diyerek iki kardeşe gülümseyerek baktı kadın.
Çınar kız kardeşinin yanına oturdu ve meyve tabağındaki meyvelerden yemeğe başladı, “Ya sorma, kendime inanamıyorum ama bende bu cadıyı özlüyorum.”
“Meyvemi yeme!” dedi Meltem tabağı geri çekerken.
“Vazgeçtim, sözümü de geri alıyorum.”
“Eva’yla mıydın?” diye sordu Rüzgar.
“Haa,” dedi fazla açık vermemeye çalışarak. “Yemek falan yedik. Bade’nin durumunu anlattı. Ne iş o baba? Ne demek adını bile bilmiyormuş da tanımıyormuş da?
“Poyraz amcan ilgileniyor o konuyla, siz çok karıştırıp, kızın canını sıkmayın sakın.”
“Ben bulurum o piç-”
“Tamam Çınar, dedim. Önce Can, ardından da Kuzey’le Pars’tan sonra bir de seninle uğraşmayalım. Amcan ilgileniyor ve hiçbiriniz karışmıyorsunuz!”
“Of iyi tamam, bulunsun da bir bakarız sonra.” Kız kardeşinin telefonunun titrediğini fark edince ona baktı, “Telefonun titriyor,” diye fısıldadı.
“Biliyorum. İki saattir arıyor, açamıyorum.”
“Odana çıksana.”
“Tamam. Çıkacağım birazdan.”
Çınar ayaklandı, “Ben duş alıp yatacağım, yarın erkenden toplantım var. Hadi iyi geceler.”
“İyi geceler.”
Meltem titreyen telefonuna en sonunda çıkarıp baktı.
Ma: “Neden açmadın?”
Ma: “Meltem!”
Ma: “Evdesin değil mi küçük hanım?”
M: “Evet Mert Ali.”
Ma: “Aradım, açmadın. Neden?”
M: “Annemle babamla salondayım.”
Ma: “Odana geçsene, bir odan vardır her halde.”
M: “Annem meyve soydu onu yiyorum, bitsin geçerim.”
Ma: “Meltemim, bak zor tutuyorum gelmemek için zaten, hadi güzelim, Karadeniz tarafım tutmadan geç şu odana. Meyvene de sebzene de soyulmuş olan o bedenine de başlatma! Zaten ateşim çıkmış elli beş bine!"
M: “Meyveler soyulmuş Mert Ali, bedenim değil.”
Ma: “Valla benim hayalim sen, hayatlar meyve. Neyse hadi gir odana.”
“Kiminle mesajlaşıyorsun?”
Meltem birden bakışlarını babasına çevirdi. “Şey Eva, Eva ile. Bade’yi sormuştum da...”
“Sen bu Bade’nin erkek arkadaşını tanıyor musun?”
Meltem yutkundu. “Yok, babacığım. Nereden tanıyayım? Bizde sizinle öğrendik işte.”
Ma: “Meltem neden cevap vermiyorsun?”
Ma: “Orada mısın?”
Ma: “AŞKIM YA!”
“Patla e mi? Bok ye, bi sus artık.” diye mırıldandı
“Ne istiyor Eva bu kadar yazıyor?” bu sefer soran Beste’ydi.
Meltem birden ayağa kalktı. “Ay ne bu canım? Birden sorgu melekleri oldunuz!”
Beste derin bir nefes aldı. “Haklısın birtanem, kusura bakma. Bugün kötü bir gündü.”
“Ben yatıyorum, size iyi geceler!” deyip, odasına çıktı. Kapısını kilitleyip, yatağına girdi ve arama tuşuna bastı.
“Neredesin ya?”
“Sayende sorguya çekildim. Ay bi susmadın.”
Mert Ali nefes aldı. “Meltem çok özledim.”
Meltem saçlarının uçları ile oynarken, “Bende özledim,” dedi işveli bir sesle.
“Of! Geldiğin ilk akşam bendesin, hayatta bırakmam.”
“Çok beklersin!”
Mert Ali kısık sesli bir kahkaha attı, “Neden korkuyorsun Kızıl Güneş’im?”
“Korkmuyorum.”
“O zaman neden kalmıyorsun?”
“Sen akıllı durmazsın da ondan.”
“Ne yaparım mesela?” nefes alış verişleri değişmişti.
“Mert Ali, uyuyalım mı?”
“Hiç uykum yok!” diye çıkıştı.
“Ama benim var.”
“Senin de yok.”
“Ya Mert, böyle sorular sorma,” dedi kız inler gibi.
“Neden Meltem?”
“Utanıyorum, ondan olabilir mi acaba?”
“Tamam şöyle yapalım, şimdi ben seni görüntülü arayım-“
“Hayır Mert, lütfen.”
“Sen lütfen Meltem, gerçekten görmek istiyorum seni.”
“Peki.”
Telefonu kapattı ve kulaklığını taktı. İki saniye sonra telefonu yeniden çaldığında açtığı an gözlerini kapattı. “Mert üstünü giyin!”
“Sadece tişörtüm yok, ama yok ‘ben eşitlikten yanayım, illa durumu eşitlemek istiyorum Mert Ali,’ diyorsan sende tişörtünü çıkarabilirsin. Benim için hiçbir sakıncası yok,” dedi rahat bir tavırla.
“Haçan sen ne kadar zekusun öyle uşağum, çok beklersun oni.”
Mert Ali kahkaha attı, “Uy hatun, sen ne de güzel konuşaysun öle. Yerum senun haçan o şivelu dilunu!”
“Konuşurum ben. Ama sen yeme dilimi.”
“Konuyu değiştirme, üç kağıtçı hatun. Ayrıca hatun benim dil benim, istediğimi yaparım.” Meltem dilini uzatınca, Mert Ali başını geriye attı, “Meltem, çıkar şu tişörtü!” dedi bu sefer sert ve boğuk bir sesle.
“Mert, yapamam. Lütfen.”
“Ne halde olduğumu görmek ister misin?” diye sordu çapkın bir gülümseme ile.
“Sakın!” derken dehşetle açmıştı gözlerini. -Aslında çok da sakınılacak bir şey yoktu, gösterebilir de. Yani sesiyle bir kadın eğer bir erkeği baştan çıkarabiliyorsa, bu o kadın için gerçekten gurur okşayıcı bir şeydi.
“Of iyi tamam inatçı aşkım benim. Nasılsın?” diye sordu havayı dağıtmak için. “Gerçi gayet iyisindir, beni delirtip köşene kuruldun bi güzel.”
Meltem kahkaha attı, “Evet çok iyiyim sen?”
Mert Ali başka bir yöne bakıp, saçını karıştırdı. “Bok gibiyim sensiz.”
“Mert Ali çok ayıp,” dedi elini ağzına koyarak.
“Ya ailelerle de konuşuldu, sabah bin gel işte, lütfen. Delireceğim yemin ederim.”
Meltem derin bir nefes aldı. Kenardan gözüken küçük görüntüsüne bakıp, saçını düzeltti.
“Salı günü geleceğiz işte. Bak çarşambaydı, salıya çektim.”
“Aman ne erken!” diye homurdandı, sonra da iç çekti, “Meltem biz tatillerde ne yapacağız? Gerçi hanım efendinin keyfi yerinde, asıl ben ne yapacağım?”
“Saçmalama Mert ya, bende özledim. Hem de çok özledim. Her sabah seni görmeye o kadar alışmışım ki, bugün kendimi boşlukta hissettim.”
“Ben ise o boşluktan tepe takla aşağı düştüm. Ben çok ciddiyim, Meltem biz tatilde ne yapacağız? Kafayı yerim ben ha,” dedi o da saçını öne doğru düzelterek.
“On beş gün tatilde bir kaç gün ben gelirim yanına. Bana oraları gezdirirsin. Sonra da sen gelirsin bir kaç gün. Geriye de dört beş gün kalıyor zaten.”
“Gelirim valla kralı durduramaz beni,” diye çıkıştı, “Meltem sana bir şey söyleyeceğim.”
“Söyle aşkım.”
“Aşkım diye o ağzını... Of Meltem’im of!” kulağının altını kaşıdı, “Bebeğim ya yaza nişan yapalım mı? En azından rahat görüşürüz. Böyle sorunlar olmaz.”
Meltem kaşlarını çattı. Başını yana eğip, adamı anlamaya çalışır gibi baktı. “Rahat görüşebilmek için?”
“Evet birtanem güzel olmaz mı?”
“Mert Ali, sen bana evlenme teklifi ettin de ben mi hatırlamıyorum? Hayır nişanımız eksik kalmış çünkü. Hani çünkü insanlar rahat görüşmek için nişan yapıyorlar! Nişan evliliğe atılan adımdır Mert Ali! İyi geceler ve Alahanlı!” deyip, suratına kapattı. “Odun ya! Bildiğin odun!”
Mert Ali ise telefonun diğer ucunda şaşkınlıkla bakıyordu ekrana. Ne demişti şimdi? Her kız sevinmez miydi bu şeye ya? Neredeydi hatası çok anlamamıştı?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.65k Okunma |
1.04k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |