
1.BÖLÜM - İLK BAKIŞTA ‘AŞK’
Tek bir bakış yeter miydi gerçekten aşka;
Bilmiyorum...
Aşkın sarmaladığı karmaşaya tekrardan hazır mıydı yüreğim,
Bilemiyorum...
Ama baktın bana bir kere,
Değdin o bakışla yüreğime,
Gülümsedim sana görmedin.
İçimden bağıra bağıra söyledim,
Hoşgeldin baş belam,
Hoşgeldin ömrüme...
Genç adam terler içinde uyanıp, başını sağa sola salladı. Alnında damla damla terler vardı ve o aslında kolay kolay terleyen biri değildi. “Siktir!” dedi başucundaki suyu kana kana içerken. Neydi şimdi bu gördüğü rüya. Aylar sonra Kader’i görmesi normal miydi? Üstelik veda ediyordu kıza, “Hoşçakal Kader,” diyordu. Mert Ali ondan ayrılırken bile bu kelimeyi kullanmamıştı. Suyu komodine koyarken saate baktı ve koca bir “Siktir!” daha çekti. Geç kalmıştı işte...
***
Kız uçağın iniş anonsu ile birden uyandı. Ne pislik bir uykuydu o. Saçı başı bile dağılmıştı. Birden başını pencere kenarına çevirip, gökyüzüne baktı. Manzara mükemmeldi. Peki gördüğü rüya neyin nesiydi? Arkada kızıl bir güneşin önünde duran adamın yüzünü görememişti ama ona “Hoşgeldin Meltem,” dediğini gayet de net duymuştu. Gerçek gibiydi ve adamın sesi efsunlu gibi büyüleyiciydi. “Hayırdır inşallah,” diye fısıldadı manzaraya bakarken. Uçak da yavaş yavaş alçalmaya başlamıştı. İşte hayallerinin şehri İzmir’deydi.
*
Mert Ali hızla indi arabadan. Önce etrafına sonra da gökyüzüne bakıp gülümsedi. Güneş yeni yeni doğuyor, gökyüzü ise kızıla çalıyordu. Manzara harikaydı ve Mert Ali gökyüzünün bu rengine bayılırdı. Yeniden saatine bakıp, yüzünü buruşturdu, uçak ineli yarım saatten fazla olmuştu ve o cadı şuan dırdıra başlamıştır. Oflayarak, arabanın kapılarını kilitlemek için düğmeye bastı, bir an durdu, kilitlenmemişti sanki. Döndü arabaya bakarak bir daha bastı düğmeye, bu sefer olmuştu ve gülümseyerek tam önüne dönmüştü ki, karşıdan telaşla etrafına bakınıp, muhtemelen taksi arayan kızı gördü. Bir an durdu. Hayır dondu desek daha doğru olur. Kızı incelerken yüzündeki gülümseme silinmişti. Kumral saçları darmadağınıktı, üzerinde sarı bir hırka vardı ve bir omzu düşmüştü bu da kıza çok ama çok seksi bir hava katmıştı. Üzerindeki kot biraz dardı-fazla dardı ama yakışmıştı. Kahretsin! Bu... Bu kız çok güzeldi. Kalbi hızla çarpmaya başlamış yüzünde de aptal bir gülümseme oluşmuştu. Kız en sonunda durdurabildiği taksiye binmiş ve gitmişti.
Mert Ali Alahanlı, ayvayı yemişti. İşi yoksa şimdi iki dakika gördüğü kızı düşüne dursun bakalım. Başını gülerek sağa sola sallayıp, hemen havaalanına doğru koştu ve içeriye girince karşısında ayaklarını sinirle yere vuran kızı gördü.
“Minik sarı civcivim!” deyip, sevimlilik yapsa da, fırçayı yemişti.
“Neredesin abi ya, iki saattir seni bekliyorum. Bavulun üzerinde uyuyacaktım yeminle bak. Hayır geç kalacağını haber verseydin taksiyle dönerdim.”
“Tamam sus, Allah aşkına, yengesi kılıklı.”
“Seni söylerim Masalkoşuma ha, vallahi dili ile döver seni,” dedi çemkirir gibi. Kimse onun Masal yengesine laf edemezdi.
“Kızı varken ona ne hacet. Hadi, yürü. Bende uykusuzum kabuslarla uyandım bir rüyaya daldım Allah sonumu hayır etsin.”
“Hayır etsin de hayırdır ne oldu?” dedi sırıtarak.
Mert Ali kafasını kaşıdı, şimdi iki saat laf anlatıp, bir de annesine çene yaptırmasına izin veremezdi, o yüzden geçiştirmeye karar verdi, “Gece sahneye çıkıyorum biliyorsun,” diyerek açıklamayı kısa tuttu.
“Biliyorum. Ama annem duysa o sahneyi başına yıkar sen de bunu biliyorsun değil mi?”
“Evet bende onu biliyorum, bıcırık. O yüzden o tatlı ve sevimli çeneni sıkı tutacaksın.”
Sonra Reyhan bir an durup, abisine sevgiyle bakıp, “Seni çok özledim abi!” deyip, sarıldı adama. Abisi onun için çok ama çok başkaydı.
“Bir hafta bile olmadı.”
“Olsun. Hem artık hep birlikteyiz. Ne güzel değil mi?”
“Ya çok ama çok hoş!” dedi adam şakayla karışık, kolunun altına aldı ve arabaya doğru yürüdüler. Bir an aklı yine şu kıza kaydı. Kafayı yiyecekti. Bir daha nerede görecekti ki kızı. Üstelik iki dakika gördüğü kızın giydiği kota takmıştı. Ne manyaklıktı ama...
OKULUN İKİNCİ HAFTASI
Eva uzandığı koltukta sosyal hesabında geziyor, Meltem’in ona doğradığı meyveleri tırtıklıyordu. Eva ve Meltem çocukluk arkadaşıydılar. Ailelerinin de çok önceden başlamış dostluklarının sayesinde kardeş gibi büyümüşlerdi. En azından çoğunluk kısım öyle büyümüştü. İkisi de ailelerinin diğer üyelerinden biraz farklılardı. Hatta birbirlerine çok benzerlerdi. Eva ikizi Bade’den çok karakter olarak Meltem’e benziyordu.
“Abin Londra’ya geçmiş,” dedi homurdanarak.
“Ha evet, dün aradı beni bir arkadaşının doğum gününü mü ne kutlayacaklarmış.”
Eva birden uzandığı yerde diklendi, “Ne arkadaşı? Sevgilisi mi varmış?” -Siktir!
Meltem elmasından koca bir ısırık alıp, kalanını kızın ağzına soktu, “Yok be! Ne sevgilisi? Ben zaten artık abimin gay olduğunu düşünüyorum valla.”
Eva yüzünü buruşturdu, “Saçmalama. Sadece saman altından su yürütüyordur o çapkın domuz. Sülalede yok aklı başında, hepsinin aklı bir yerlerinde. Onun ki de öyledir. Göz önünde yapmıyordur sadece. Sinsi o sinsi!” diye sinirle çıkıştı. “Pislik!”
“Haklısın, tamam sakin. Ne bu sinir?” dedi kahkaha atarak.
“Neyse okula geç kalacağız yarın. Hadi yatalım. Bize ne o domuzun ne halt yediğinden.”
Meltem de elindeki tabağı götürüp, mutfağa koyarken kendi kendine söyledin, “Deli mi ne bunlar da, bu ona çatar, o arar buna saydırır.” ve her iki kız da uyumak için odalarına geçti.
*
Reyhan sabahtan beri abisinin peşinde dolanıyor, onu istediği şeye nasıl ikna edeceğini düşünüyordu. En sonunda abisinin boynuna ellerini dolayıp, yanağına kocaman bir öpücük kondurdu ve “Abi ya!” dedi sevimli bir şekilde.
“Efendim civciv. Sen böyle neşeyle cikcikliyorsan, mutlaka bir şey isteyeceksin.” Reyhan bu sefer sulu sulu öptü ve ağzındaki baklayı çıkardı, “Bugün arkadaşlarımla sahilde oturacağız, sen de gelsene, gitar çalarsın. Çok bahsettim senden.”
“Maşallah küçük cadı, ne ara ortam yaptın?”
“Ya çok sıcak insanlar. Sınıfımız acayip eğlenceli. Gelir misin?” dedi gözlerini kırpıştırarak. Elini de çenesinin altına koymuştu. O haliyle melekten farkı yoktu ve Mert Ali’nin kız kardeşine zaafı fazlaydı. Gerçi tüm sevdiklerine karlı böyleydi.
“Tamam bakarız.”
Yeniden yanağından öptü onu, “Abilerin hası ya. En yakışıklısı. En karizmatiği. En romantiği-”
“Tamam tamam! Kes zevzekliği,” dedi gülerek. “Ama fazla uzatmak yok.”
“Söz!”
Ve o an kader ağlarını örüyor, aşk yavaş yavaş yaklaşıyordu.
*
Akşamüstü okuldan çıkarlarken adam gitarını sırtına atmış yürüyordu. Elindeki telefonla ilgileniyor, etrafına bakmıyordu bile. Zaten normalde de etrafına bakınarak yürüyen bir adam değildi. O yüzden de hayranlıkla ona bakan bir çift delici bakışlardan habersizdi.
Kız adama bakarken donup kalmıştı ve ‘Ne tatlı ya!’ diye geçirdi içinden. Üzerindeki lacivert gömleği, üzerine yapışan kotu, lacivert spor ayakkabısı ve gözündeki gözlüklerle gerçekten de hayranlık uyandıracak derecede yakışıklı görünüyordu.
O an güneş batmak üzereydi, gökyüzüne çevirdi bakışlarını. Kızıla çalıyordu gökyüzü. En sevdiği andı. Tekrar gözden yavaşça kaybolan adama baktı. Yarın bulmalıydı onu. Belki tanışabilirdi bile. Meltem Soylu bir adamla gidip tanışacaktı. Bu bir ilkti ve kesinlikle kendisine ters bir davranıştı. Omuz silkti. Yeterdi annesinin ürkek yüreğini taşıdığı, birazcık da halasının deli kanını kullansa fena olmazdı. Gülümsedi ve ev arkadaşını aradı. Anahtarını evde unutmuştu. Her zamanki haliydi.
“Alo, Eva neredesin? Anahtarımı evde unutmuşum.”
“Tatlım ya bizim evin arkasındaki sahil varya, oraya gel.”
“Sahil mi?”
“Evet. Arkadaşlarla buraya geldik.”
Meltem saçlarını elleri ile geriye attı ve oflayarak, “Tamam geliyorum!” dedi.
“Oflama Soylu. Çok yakın.”
Bu sefer güldü, “Tamam be, geliyorum.”
Okulun dışına çıktı ve eli ile bir taksi durdurdu. Adresi verip, başını arkaya yasladı. Mimarlık sandığı kadar kolay değildi. Kendi isteği ile okuyordu ama diğer yıllar dersler ağırlaşacaktı. “Umarım atlatabilirim,” diye geçirdi içinden. Eva ise aileden çok bağımsız bir meslek seçmişti. O öğretmenlik okuyordu. İkisinin de ilk seneleriydi. Arabasını da bir önce getirtse iyi olacaktı. Taksilerden sıkılmıştı.
Bahsedilen sahile geldiğinde, ödeme yapıp, indi. Yavaş adımlarla etrafına baka baka yürürken, ilerideki kalabalığı görüp, o tarafa yöneldi. Onlara tam yaklaşmıştı ki, yine onu gördü. Oradaydı. Gözlerini açıp kapadı ve elini kalbine koydu. Deli gibi atıyordu kalbi. Adam gülüyordu ve lanet olsun ki, sağa kıvrılan dudaklarının ortaya çıkardığı gamzenin içinde ölebilirdi Meltem. Hemen kendini toparladı, saçını falan düzeltti. Allah’tan okuldan çıkmadan önce rujunu tazelemişti. Keşke daha çok parfüm sıksaydı. İlk etkileşimde koku önemliydi. Derin bir nefes alıp gruba doğru yürüdü. İnşallah Eva hemen anahtarı eline tutuşturup yollamazdı onu.
Adamsa tam birinin dediğine başını çevirip gülmüştü ki onlara yaklaşan adımları fark edip, başını kaldırdı ve gülümsemesi yüzünde dondu. Bu o olamazdı değil mi? “Siktir!” diye mırıldandı gözlerini kırpıştırarak. İşte olmuştu, sonunda kafayı sıyırmıştı. Kızın hayalini mi görüyordu, yoksa gelen gerçekten kendisi miydi?
Mert Ali asla yaşıtları ya da kuzenleri gibi çapkın, ele avuca sığmayan biri olmamıştı. O aşk adamıydı, asi serseri değil, romantik bir prensti. Boş bedenlerde değil, aşk dolu gözlerde kaybolmayı tercih ederdi. Bu ona daha anlamlı geliyordu. Yaşına göre çok ağırbaşlıydı. Burcu hep ona ‘Babasının oğlu’ derdi. Öyleydi de, Mert Ali aynı babasının oğluydu. Ve galiba aşık olmuştu...
Baktı, baktı, yine baktı. Hayal değildi, ta kendisiydi bu. Ama bir terslik vardı, kızın hareketleri tuhaftı, azıcık şapşaldı galiba. Bu onu gülümsetti. Ona mı bakıyordu? Parmaklarını dudağına koyup, gözünü ayırmadan kıza bakıyordu. Hala inanamıyordu onun olduğuna.
“Eva anahtarı verir misin?” diye sinirle çıkıştı Meltem. Hayır adama bakayım derken ayakkabısının topuğu küçük bir çukura girmiş ve zorla çıkmıştı. Onu çıkarınca bu sefer elindeki kitap yere düşmüştü.
“Otur ne acelen var.”
-Daha da otur diyor, diye geçirdi içinden. Sonra kızın elinden anahtarı çekip, “Yok, yok ben gidecem,” dedi. Şimdi de anahtar düşmüş, onu alırken, telefonu da yeri boylamıştı. Rezilliklere doyamıyordu şuan! Artık adamdan bakışlarını kaçırıyor, bu sebeple adamın ona nefes almadan baktığını göremiyordu ne yazık ki. Halbuki Mert Ali kızı hala hayranlıkla ve gülümseyerek izliyordu. Bu haline ayrı tav oluyordu. Çok mu tatlıydı bu sakar hali.
Meltem sakinleşmek için derin bir nefes alıp verdi. Demin adamı bulup, tanışmaktan mı bahsediyordu, acaba bir daha yüzüne bakabilecek miydi bilemiyordu. Lanet olsun elleri de titriyordu.
Eva onun bu şapşal haline şaşkınlıkla bakıyordu, acaba kötü bir gün mü geçirmişti? “Meltem iyi misin?” diye fısıldadı.
“Şey- şey ben sade-sadece bi-biraz gerginim. Evde görüşürüz.”
“Ellerin titriyor,” dedi kız elini tutarak.
Meltem hızla elini çekti ve “Gitsem iyi olur. Sorun yok. Hadi görüşürüz.”
Eva hızla yanından ayrılan kızın arkasından bakarken, ona yöneltilen soru ile adama döndü.
“Ev arkadaşın mı? Neden oturmadı? Bir şey mi oldu? Rahatsız falan mı?” Mert Ali, kızın kaçarak gitmesine bozulmuştu. Oturacağını, en azından onunla tanışmayı düşünmüştü.
“Ah, evet ev arkadaşım da, ne olduğunu anlamadım. Acelesi var her halde,” derken başka bir soru ile ortam dağıldı. Bu durumdan pek hoşlanmamıştı Mert Ali. Konuyu tekrar kıza getirmeliydi. Tanışmalıydı onunla.
“Mert Ali sen bugün mü sahne alıyordun?”
“Evet, isterseniz buradan direkt oraya gidebiliriz," dedi adama bakıp.
“Olur. Bana uyar.”
Reyhan Eva’nın kolunu tuttu, “Sende gelirsin değil mi Eva?”
“Şey, ben eve gitsem. Aklım Meltem de kaldı.”
“Meltem?” dedi Mert Ali.
“Demin gelen arkadaşım işte.”
Meltem... Mert Ali kızın ismini içinden defalarca tekrar etti. Yüreğine esen meltemdi. Ne kadar güzel bir ismi vardı. Bu isim onun ömrüne yazılabilirdi, ona göre hiçbir sakıncası yoktu. İlk kez başına böyle bir şey geliyordu, anlatsalar inanmazdı böyle bir mucizeye hoş annesi ile babası da aynı şekilde bu kaderi yaşamışlardı. Ama onda ki çok daha yoğun çok daha sabırsız bir aşktı. Öyle babası gibi günlerce, haftalarca bekleyemezdi.
Hem bu kader değil de neydi Allah aşkına? Onu ilk gördüğünde yüreğinde depremler yaratıp, gitmişti. Bir daha göremem dediği kız ise yeniden karşısına çıkmıştı.
Evet ayağına gelen fırsatı son damlasına kadar kullanacaktı ve bu gece o kızla tanışacaktı, “Ee bak ne diyeceğim Eva, onu da çağır. Hem kafası dağılmış olur.”
“Gelir mi bilmiyorum. Ben eve gideyim ya. Eğer ikna edersem onu da alır gelirim.”
“Bence edebilirsin. Gecenin assolisti özellikle seni çağırıyor dersen kesin gelir.”
Eva kaşlarını gülerek çatarken, Reyhan şaşkınlıkla abisine bakıyordu. Abisi şimdi o kız gelsin diye birine mi ısrar ediyordu? Duyda inanma.
“Öyle mi? Şansımı denerim, çok da şans vermiyorum ama-”
“Bence başarırsın,” deyip göz kırptığında Eva durumu az çok anlamıştı. Bu adam Meltem’i bu akşam orada istiyordu.
“Peki, elimden ne geliyorsa yapacağım. Sabrımın son damlasına kadar bezdirip pes ettirip getireceğim.”
“Tamam, anlaştık biz seninle bence,” dedi adam gülerek. İçinden ise gelmesi için bildiği tüm duaları okuyacaktı.
“Kesinlikle,” derken şeytanca sırıtmıştı. Sonra çantasını alıp, ayaklandı, “Tamam, o halde. Sonra görüşürüz.”
“Ev uzaksa götürebilirim.”
Eva aklındaki şeytanla el sıkıştı. Ne var canım, o Cem Ernez’in kızıydı, damat zorlamak onun kanında vardı. “Yok yakın.”
Adamın kaşları havalandı ve o da ayağa kalkıp, kızı hafif uzağa çekti, “Ne kadar yakın?”
“Çok yakın.”
Mert Ali başını eğip güldü. İşi işti bu kızlarla. Az cadı değildi. “Eva!” dedi sinirli-sevimli bir gülümseme ile. Hayır gelmezse en azından evini bilirdi. Tesadüf için iki hafta daha bekleyemezdi. Bu gece gelmezse kendi tesadüfün kitabını yazardı Allah’a çok şükürler olsun. Vardı o kabiliyet.
“Efendim.”
“Ev nerede?” diye fısıldadı.
Eva gülmeye başladı ve eliyle gösterdi, “Şu arka sokakta görünen yeşil binalı site varya. Orada.”
Mert Ali kaşlarını çattı, “Kızım orada yüz daire var.”
“Hadi akşam görüşürüz.”
“İnşallah. Sana güveniyorum.”
Yeniden topluluğa doğru, “Görüşürüz,” diye seslenince, Reyhan el salladı ona ve “Ben sana adresi atarım tatlım,” dedi.
“Tamam.”
*
Eva her zaman temkinliydi ve yedek anahtarı ile evin kapısını açtığında karşılaştığı karanlıkla ürktü. “Meltem!” diye seslendi.
Anahtarı vestiyerdeki kaseye bırakıp, içeri ilerledi. Meltem’in odasının kapısını araladığında yakılan bir kaç tane mum ve yatakta sürekli bir şeyler yazan kızı gördü. Sırtı Eva’ya dönüktü ve kulağında da kulaklık vardı. O yüzden onu fark edememişti.
Eva yazdıklarını okumak için eğildi. Yaptığı ayıptı ama azıcık-tamam çok meraklıydı maalesef.
“Sustum...
Karşında bağır çağır konuşmak isteye isteye sustum...
Nedenini sorma,
Bende bilmiyorum...
Panikledi kalbim,
Korktum.
Gözlerinden, bakışlarından deli gibi ürküp, kaçtım.
Oysa saatlerce bakacağıma dair sözler vermiştim.
Ama sözlerimi yuttum.
Asaletimden değil,
Cesaretsizliğimden gittim.
İlk görüşte bu duygularla boğuşurken,
İkinci bakışmadan nasıl korktum anlatamam.
Senden-“
“Meltem inanamıyorum! Kime aşıksın?” diye dayanamayarak cırladı Eva.
Meltem hızla kulaklığı çıkardı ve arkasına baktı.
“Eva?” defterini kapattı. “Yazdıklarımı mı okuyordun? Çok ayıp bu yaptığın!” dedi ayıplayan bakışlarını kıza gönderip.
“Okumak değildi niyetim. Yani seni merak ettim. Ev de karanlık diye odana bakmaya geldim. Gözüm çarptı.”
“Ben sana şimdi bir çarpacağım ki göreceksin.”
“Kim bu? Yoksa hala-” deyip, yüzünü buruşturdu. Hayır ama ya olamaz. Olmamalıydı. O deminki romantik acemi prensi çok sevmişti ve bu naif kalbe de çok yakıştırmıştı.
“Hayır, tabi ki o değil. Aklımda bile yoktu,” eliyle saçlarını geriye atıp, ofladı. “Bilmiyorum Eva, soru sorma. Bir kere gördüm adamı. Okulda öyle yürüyordu. Başka bir şey yok.”
“İnanmadım,” dedi ellerini göğsünde birleştirerek. “Demin de tuhaftın.” Ay aklındakiyse eğer çok mutlu olacaktı.
“İnanıp inanmaman senin sorunun. Şimdi yalnız kalmak istiyorum.”
“Ne bu atar kızım ya?”
Meltem çok öfkeliydi, öfkesi kendineydi aslında. Adamın karşısında tam bir şapşal gibi davranmıştı. Emindi ki azıcık ümidi varsa da yok olmuştu. “Yok bir şey Eva üsteleme lütfen,” deyip geçiştirdi kızı.
Eva kızın omzuna vurdu, “İyi şimdilik öyle olsun bakalım. Hadi hazırlan çıkıyoruz.”
“Sana güle güle, ben gelmiyorum bir yere.”
“Sensiz asla gitmem. Hem yoğun istek geldi sana. Özellikle bekleniyorsun ve ne yazık ki sevgili dostum senin adına söz verdim, and içtim,” sonra gözlerini kocaman açtı, “Yemin ettim kız valla getireceğim dedim.”
“Hiç bir bok anlamadım sevgili dostum ve kiminle ne halt içip ettiysen git ona anlat bunları.”
“Meltem lütfen!” dedi ellerini çenesinde birleştirip, babasının kopyası olan mavi gözlerini kırpıştırırken. “Ne olur ne olur. Bak söz veriyorum gittiğimiz an ‘iyi ki geldik’ diyeceksin.”
“Nereye gideceğiz? Anlamadım bir şey ki.”
“Ya oturduğum arkadaşlarımdan bir tanesinin abisinin bugün sahnesi var. Bizi de davet etti. Özellikle de seni,” deyip, göz kırptı.
“Beni mi?” -kimdi ki bu?
“Evet, hadi lütfen.”
“Eva lütfen bu gece azat et beni ya. Valla hiç havam yok.”
Eva kızı dolabına doğru ittirdi. “Sensiz gitmeyeceğim küçük hanım. Hadi ama."
Meltem bıkkın bir nefes alıp verdi. Ya o da ordaysa? Zaten bugün rezil olmuştu adama. Of! Ama deli gibi tanışmak da istiyordu adama.
“Allah kahretsin!” dediğinde Eva ona ters ters baktı.
“Ne oldu?”
“Olanlar oldu ya neyse...” -Aşık mı olmuştu yoksa? Siktir!
***
Mert Ali, sahnede oturmuş, gitarını ayarlıyordu. Ama gözü sürekli kapıdaydı. Gelmesi için içinden sürekli dua ediyordu. Ama içindeki o aşk ‘gelecek’ diyordu. Gelecek ve dünyanı ters düz edecek, diyordu. Ama Mert Ali için sıkıntı yoktu. O kız ona aşk adında istediği her türlü şeyi yapabilirdi.
“Abi, bende seninle bir şarkı söyleyebilir miyim?”
“Gel bakalım,” dedi yanını göstererek. Mert Ali Reyhan’la şarkı söylemeyi çok severdi.
Reyhan el çırpıp, sahneye çıktı.
Son ayarlamaları da yapıp, gözlerini kapadı ve şarkıya giriş yapıp gözlerini açtığı an kapıdan onun girdiğini gördü. Gülümsedi. Gelmişti işte... Üzerindeki yeşil elbise onu çok çekici göstermişti. Evet biraz kısaydı ama bu gecelik baş edebilirdi. Gözlerini ondan ayırmadan şarkıyı söylemeye başladı.
“Hiç ummazdım oldu sonbaharda...
Hediye gibi geldin
Hoşgeldin...”
Meltem mekana girer girmez etrafta onu ararken, sahnede ona bakarak şarkıyı söyleyen adamla afalladı. Sesli bir şekilde yutkundu ve Eva’nın yardımıyla oturacakları yere doğru ilerledi ve resmen koltuğa attı kendini.
Eva arkadaşları ile tanıştırırken kızı, kız zar zor gülümseyebilmişti. Çünkü kulağı adamın söylediği şarkıdaydı.
Sonra tekrar sahneye baktı. Adam onu bakışlarının yörüngesine almıştı ve Meltem o yörüngeden asla çıkmak istemiyordu.
“Seyirlik değil, ömürlük olsun...
Dilerim bu defa bu son olsun...
Seyirlik değil, ömürlük olsun...
Bir yastıkta nasip olsun...
Gel koynuma...
Gel boynuma... -Adam özellikle bu kısımda kıza bakmıştı. Ama öyle bir bakıştı ki Meltem’i alevlerle sarmıştı o bakış.
Gel akşam gözlü esmer...”
Adam gülümsedi,
Meltem gülümsedi...
Adam göz kırptı,
Meltem kızardı...
Adam kızdan habersiz aşık olduğunu kabullenirken,
Kız adamdan habersiz yüreği ile ona uçtu...
Ve aşk onları en kızıl rengi ile yaktı...
Mutlu son mu?
Bu daha başlangıçtı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.66k Okunma |
1.04k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |