
“Belki sihirli bir günaydınıma sakladım seni,
Belki de en tutkulu gecelerime,
Girilecek en güzel günahıma...
Sadece sana ait olan bir zamana...
Unutulmaz bir güne,
Ya da ‘iyi ki doğdum’ sözcüğüme,
Ben seni bana olan her ana sakladım...”
Mert Ali zorlukla açtı gözlerini, sonra dün akşam olanlar aklına gelince, yatakta doğruldu ve gülümsedi.
“Uyanmış mıdır acaba?” diye düşünürken, telefonuna bir mesaj geldi.
M: “Sen unutulmaz bir gecenin sabaha bağladığı gün ışığısın. günaydın..."
Mert Ali tek bir mesajla böyle dağılacağını asla düşünmemişti, ama olmuştu işte.
Meltem ise başını yastığa gömmüş cevabı bekliyordu. Yaptığına hala inanamıyordu. Adamla resmen sevgili gibi yazışıyorlardı ve Meltem bugün okula gitmeyeceği için rahattı. Çünkü regl olmuştu ve ağrıdan ölmek üzereydi.
Birden telefona bi mesaj geldi.
MA: “Sen benim her anımı aydınlatan kalp ışığımsın. Günaydın Kızıl Güneş’im...”
Bir dakika sonra bir mesaj daha geldi.
MA: “Saat kaçta okulda olursun?”
M: “Bugün okula gelmeyeceğim.”
MA: “Neden =( “
M: “Biraz rahatsızım. Evde dinlensem iyi olacak.”
MA: “Gelmemi ister misin?”
M: “Hayır, biraz uzanırsam geçer.”
MA: “Merak ederim ama. Harika çorba yaparım bu arada. Sesimin de ağrı kesici etkisi vardır ve özledim...”
M: “Aklımda tutarım =)”
MA: “Geç dalganı bakalım. Aklında değil, yanında tut. Tamam cevap yazma, berbat bir espriydi =)”
Mert Ali’nin içindeki okula gitme hevesi yok olmuştu. Hiç gidesi yoktu artık. Kızın yanına da gidemezdi. Şansına küfredip, kardeşini uyandırmamaya dikkat ederek evden çıktı. Kardeşinin dersi iki saat sonraydı.
Okula vardığında gelmeyeceğini bile bile çaresizce etrafına baktı. Ne acınası bir durumdaydı.
İkinci derse girerken kıvranmayı bırakıp, telefonu eline aldı. Uyuyacağını düşünerek, aramadı ve yine mesaj yazdı.
MA: “Nasıl oldun? Seni merak ettim.”
Parmakları ile masada ritim tutarken, beklediği mesaj geldi.
M: “İyi sayılırım. Sen nasılsın?”
MA: “Seni görseydim daha iyi olurdum =( çok sinirliyim. İyi değilim yani. Arkadaşlarıma acı bari.”
M: “=) Olmaz Mert Ali.”
Meltem gülümsedi ve kendini yatağa attı. Onu görmek istiyordu. Ama maalesef bunun hiç imkanı yoktu. Çünkü şuan bu solgun yüzüne, dağılmış haline, şiddetli karın ağrısına yapacağı hiçbir şey yoktu. Ümitsiz bir vakaydı. Telefonu tekrar çalınca, doğruldu. Yine Mert Ali’dendi.
MA: “İyi olmak istiyorum. Acaba hiç mi olamam =)”
Meltem kahkaha attı.
M: “Bugün için yapabileceğim hiçbir şey yok.”
MA: “Ya neden? Tamam eve gelmeyim, kapıdan alsam seni. Hiç mi çıkamazsın? Grip misin? Hala çorba konusunda iddialıyım.”
M: “Çorba sevmem ama.”
MA: “Ne seversin? Çikolatalı pasta (gülen şeytan)”
M: “Adil oyna =)”
MA: “Üzgünüm, tüm adaletsizliklerimi ve çirkefliğimi kullanacağım. Ya alt tarafı seni görmek istiyorum. Neden bu inat?”
M: “Çünkü iyi değilim. Şuan ki halimi görsen, ne demek istediğimi anlardın.”
MA: “Tamam işte bende anlamak istiyorum. Ayrıca şuan ki halini görmek için o pastayı kendim bile yaparım.”
M: “Dersin yok mu senin?”
Mert Ali gökyüzüne kaldırdı başını. “Küçük inatçı kedi,” diye inledi ve arama tuşuna bastı.
Meltem aramayı görünce elleri titredi. Hayır, neden arıyordu. Mesaj yazarken rahattı, ya sesi titrerse. Derin derin nefesler aldı ve aldığı nefesi verdikten sonra cevapladı.
“Efendim.”
“Hiç açmayacaksın sandım.”
“Şey, su içiyordum,” dedi geçiştirerek. Bu da ilk çalışta açmasını bekleyen tayfadandı yani aynı babası gibiydi.
“Anladım. Ne yapıyorsun?”
“Uzanıyordum.”
“Benim de dersim bitti. Bir prenses beni görmek isteseydi, ona gidecektim.”
Meltem lanet etti “Ya Mert gerçekten seninle alakası yok. Bende istiyorum. Ama gerçekten çıkamam. Okula gelemedim.”
Adam iki şeye takmıştı. Bir ‘Mert’ demesine, bir de ‘istiyorum’ kelimesine.
“Bana ilk kez sen ilk ismimle seslendin.”
“Gerçekten mi? Şey, sevmiyor musun?”
“Yo, öyle bir takıntım yok. Sadece hoşuma gitti sanırım.”
“Anladım.” Bu adamın sesi neden bu kadar içinde karınca istilası yaratıyordu ki?
“O zaman şöyle yapalım, yarın okuldan sonra benimle yemeğe geleceksin. Ceza olarak.”
“Ceza?” deyip, kahkaha attı. Adam o kahkahayı duyunca içinden ‘Öldürün beni’ diye geçirdi.
“Evet.”
“Peki, kabul.” Ne güzel bir cezaydı o öyle.
“Yarın görüşürüz o zaman.”
“Görüşürüz.”
Meltem telefonu kapatıp, sıcak su torbası ile aşk yaşamaya devam etti. Bunun yerine adamı sarmayı hayal edip uykuya daldı.
Mert Ali de eve doğru yol aldı.
***
“Ne zaman döneceksin Çınar?” diye sordu Beste.
“Dönüyorum anne, merak etme. Bitti.” -Kendi de bitmişti. Özlemden bitmişti. Gebermişti.
Beste çığlık attı, “Şaka yapıyorsun?”
“Çok yakında görüşürüz Beste Soylu. Kocacığını öp diyeceğim de neresinden öpeceğini bilemediğim için cesaret edemiyorum.”
“Edepsiz! Kapat telefonu.”
“Sizin ailede yetişip de edepli olanını göremedim ben ama-”
Ve telefon suratına kapanınca Çınar gülümsedi. Telefonun ekranındaki resme baktı. Geçen sene kızın durumunda paylaştığı fotoğrafı çalmış ve ekranına koymuştu. Bir senedir de değiştirmemişti. Çünkü gözlerindeki özlem, hüzün o kadar netti ki, Çınar o gözlerde unutulmadığını okuyordu. Ama değiştirme zamanı gelmişti.
“Geliyorum güzelim bekle sen... Feleğini şaşırtacağım senin!”
***
Mert Ali akşama kadar uyumuştu. Birden yataktan kalktı ve kız kardeşinin yemek yaptığını işaret eden kokuya gülümsedi.
Telefonuna baktı, bir şey yoktu.
MA: “Nasıl oldun?”
M: “Tüm gün uyudum. Şimdi iyiyim. Sıkıntı yok.”
MA: “Görüşelim mi o zaman?”
M: “Yarına karar vermiştik.”
Ma: “İnatçısın! Hemde çok! İyi tamam =(”
Mert Ali, telefonunu cebine attı ve mutfağa girdi. Ne baş belası çıkmıştı bu kızda. Hayır bu kadar berbat olunacak hastalığı neydi acaba?
“Sarı şeker, ne yapıyorsun?” deyip kız kardeşinin yanağından öptü.
“Makarna.”
“Hım, nefis kokuyor.”
“Bir yere çıkacak mısın?”
“Hayır, evdeyim,” diyerek homurdandı. “Çıkacak kimsem yok!”
Reyhan sinsice gülümsedi. “Ne bileyim, Meltem belki seni aramıştır, ya da sen onu.”
“Bak minik sıpaya. Laf mı alıyoruz acaba?”
“Telefon numarasını aldığına göre...” derken sırıtıyordu.
“Evet, ama kendisi bugün rahatsızmış. Bir türlü buluşmaya ikna edemedim. O yüzden seninleyim.”
“Hım, grip falan mıymış?”
“Yok, üşütmüş sanırım. O kadar seni görmek istiyorum dedim, tın. Kapıdan bile yüzünü göstermemeye yeminli gibiydi.”
“O zaman, özel günündedir.”
“Özel?” anlamamıştı Mert Ali. Özel gün nedir ki?
“Özel işte. Kızsal mevzular. Ayda bir olan hani.”
Tabi ya, neden düşünememişti bunu. “Anladım. Ee ayda bir yasak mı bana onu görmek,” Deyip, salatadan bir tane domatesi ağzına attı.
“Aynen. Kırmızı çizgidir o günler. Çikolata olsan yaklaşma yani.”
“Saçmalık. Ben o kırmızı çizgiyi bak nasıl yeşile çeviriyorum izle!” dedi sinirle. Hayır konu özel olmaksa o daha da özel olmasını bilirdi.
*
Sabah erkenden kalkmıştı, kendini on altı yaşında aptal bir ergen gibi hissediyordu iki gündür. Bu hisle deli gibi kendi kendine kahkaha attı. Duştan çıktı ve dolabının önünde durmaya başladı. Alt tarafı bir tişört ve kot giyecekti. Neden bu kadar saçma davranıyordu. Sonra kotunu aldı, tişörtlerini es geçip, su yeşili bir gömleği giydi. Son iki düğmeyi açık bırakıp, kollarını iki kere katladı. Saatini, bilekliğini ve küpesini de takınca tamamlanmıştı. Arabasının anahtarını alıp, cüzdanını da arka cebine sıkıştırdı. En son güneş gözlüğünü de başına takıp, ıslık çalarak odadan çıktı.
“Günaydın sarı civciv.”
“Günaydın yakışıklı öküz.”
Mert Ali kaşlarını çattı. “Öküz mü?”
“Evet.”
“Ben sana civciv dedim küçük hanım.”
“İkisi de hayvan ama.”
“Benim dediğim sevimli.”
“Öküz de sevilesi sonuçta. Yani öküz de seven var.”
Mert Ali sabır dilercesine mırıldandı. Bu kız çok hazır cevaptı.
“Ben çıkıyorum bayan hazır cevap.”
“Kahvaltı?” deyip, dudaklarını büktü.
“Çıkmam lazım. Geç kaldım.”
“Anlaşıldı. Fazla şıklığından anlaşılıyor.”
“Olmuş mu ya? Çok mu abartmışım? Gömlek yerine tişört mü giysem?”
Kız kahkaha attı. “Olmuş olmuş. Başı dönecek eminim. Ay sen aşıkken ne tatlı oldun böyle-”
“Zevzek civciv. Abiyle böyle dalga geçilmez,” deyip, çıktı.
Arabasına doğru yürüdü, anahtarla açtı ve son gaz verip, okuluna doğru yol aldı. Sabırsızdı, çok özlemişti hem de çok...
*
Meltem sanki ilk kez biri ile buluşacakmış gibi heyecanlıydı. Fakültenin önündeydi ve karşıda arkadaşları ile sohbet eden adamı izliyordu. Ama bir türlü içeri geçme cesaretinde bulunamıyordu. Gülünce çok karizmatik oluyordu bu adam. Üzerindeki gömlek ona çok yakışmıştı. Gömleğini gördüğü an zaten sırıtmıştı. Aynı renk elbisesine yeniden baktı. Keşke başka bir şey giyinseydim, dedi içinden.
“Meltem?” diyen arkadaki sesle yakalanmış gibi kızardı. Ne ayıptı, resmen şurada durmuş, adamı izliyordu.
“Aa Ulaş. Nasılsın?”
“Ben iyiyim de sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim.”
“Neden burada durmuşsun? Hadi gidelim.”
“Evet gidelim.” Neyse ki Ulaş’ın yanında olması onu biraz rahatlatmıştı. Birlikte yürümeye başladılar.
Mert Ali arkadaşlarının dediklerini gülümsese de, aklı Meltem’deydi. Neden hala gelmemişti? Tam telefonunu çıkaracağı an, onu gördü. Üzerinde kendi gömleğinin renginde bir elbise giymişti -ve kısaydı- lanet olsun çok kısaydı. Sonra savrulan kumral saçlarını gördü. Bu kız onu öldürürdü. O saçlarını okşadığını hayal etti. Sonra yanındaki kazmaya kaydı gözleri ve o ellerin kızın saçlarına dokunduğunu fark etti. Evet, kötü niyetli değildi, kızın saçları gözüne gelmişti ve elleri ile çekmişti sadece. Ama yine de hoşlanmamıştı, hayır hayır kıskançlıktan delirmişti. Kitaplarını alıp, ayaklandı.
Arkadaşlarına bakmadan “Derste görüşürüz,” deyip, kıza doğru adımlar atmaya başladı.
Meltem kendisine doğru gelen adamdan gözlerini alamıyordu. Şu dakikadan sonra Ulaş'ın anlattığı o saçma temel tasarım dersi hakkındaki konuşmasını duymuyordu bile. Sadece ona doğru yürüyen adamın büyüsü ile kuşatılmıştı.
Yanlarına yetiştiğinde ikisinin de kalp çarpıntısı değişmişti ve yaydıkları elektrik herkes tarafından fark edilir cinstendi.
Mert Ali kızın sesini duymak için sabırsızlanıyordu. “Selam,” dedi gülümseyerek ve yaklaşarak yanağından öptü.
Meltem derin bir nefes aldı. ‘Hu hu, sevgili sesim neredesin acaba?’ neyseki sonunda “Selam,” diyebilmişti. Mert Ali’nin Ulaş’a baktığını fark edince hemen tanıştırdı. “Sınıf arkadaşım Ulaş.”
Mert Ali elini uzattı, “Memnun oldum.”
Meltem Ulaş’a çevirdi bakışlarını ve devam etti. “Mert Ali de arkadaşımın abisi.” Ve Meltem yarılmış bir yer arıyordu içine girmek için. Çünkü Mert Ali kaşlarını çatıp, kıza bakıyordu.
Ulaş da adama “Memnun oldum,” dedikten sonra Meltem’e döndü “Ben sınıftayım görüşürüz.”
Ulaş yanlarından ayrıldığında Meltem gülümsemeye çalışıyordu ama karşısındaki gencin bakışları buna izin vermiyordu. Çok sinirli olmasına rağmen gülümsüyordu.
Mert Ali elindeki kitapları önüne getirip, boynunu büktü ve kıza soru dolu gözlerle baktı, “Arkadaşının abisiyim, öyle mi?”
Meltem adamın o tılsımından kurtulmak için başka yerlere baktı, ama o lanet kokusu burnuna doluyordu. “Ne? Ne diyecektim?”
“En azından arkadaşım diyebilirdin, şimdilik.”
Meltem ‘şimdilik’ kelimesine takılsa da konuyu dağıttı. “Şey... dersim başlayacak.”
“Kaçta biter?”
Meltem biraz düşündü. “Her halde 1 gibi.”
“Süper, benimki de senden yarım saat sonra biter. Beklersin değil mi? Bir sakıncası yoktur umarım. Sağlık olarak da iyi görünüyorsun.”
“Beklerim,” dedi, kızararak. “Zaten cezalıydım.”
Mert Ali gülerek başını aşağı yukarı salladı, “E hadi seni sınıfına bırakayım.”
“Tamam.”
Birlikte yürürken Mert Ali her ne kadar heyecandan ölecek gibi olsa da bunu çok ustaca saklıyordu ve o kadar yakın yürüyordu ki resmen ‘bu kız benim, bende onunum,’ der gibiydi kızın yanındaki duruşu.
“Neler yaptın?”
“Hiç, dinlendim ve iyiyim.”
Mert Ali çapkınca sırıttı. “Bir günde iyi toparlanmışsın.”
“Evet. Dinlenmek iyi geldi.” -O gülüş neydi yani? Anlamış mıydı? Yok canım ne bilsindi. Gerçi kız kardeşi vardı. Oflayacaktı neredeyse.
“İyi gelir yani, evet.”
“Ya...”
“Bugün çıkışta ne yapmak istersin?”
Meltem omuz silkti. “Bilmem.”
“Sinema, yemek, sahil, kahve ya da senin istediğin her hangi bir aktivite. Akşam için plan belli zaten.”
“Akşam? Plan mı yapmıştık?”
“Evet, bugün sahnem var ve beni dinlemeye gelmeni istiyorum.”
Meltem gülümsedi ve onayladı. Onu dinlemeyi sevmişti. Sesi çok güzeldi.
Sınıfın önüne geldiklerinde, “Sanırım yakında tam burası benim en nefret ettiğim yer olacak,” dedi Mert Ali.
Meltem başını öne eğip, gülümsedi. “İyi dersler.”
“Sana da iyi dersler Meltem.”
İsmi bu kadar güzel miydi, yoksa bu adamın sesi mi güzelleştirmişti? Allah’ım o kadar büyük bir aşk var mıydı gerçekten? Meltem’in mutluluktan içi içine, bu adam kalbine sığmıyordu.
Sınıfa girerken, bir kaç bakışın adama kaydığını fark etmesi, onu sinirlendirmişti. Adam ise sadece ona bakıyordu. Neyseki bu iyiydi. Bu adam onundu ve Meltem bu adama olan aşkını fark ettiği andan beri başka bir his içine doğmuyordu.
*
Mert Ali de kendi sınıfına girdi, arkadaşlarının yanına doğru gittiğinde hepsinin ona sırıttığını gördü.
“Ne?” dedi o da gülerek.
“Sen anlatacaksın.”
“Henüz bir şey yok. Yani evet, etkilendim hem de çok, hatta çok daha fazlası var. Ama dediğim gibi henüz konuşamadığımızdan bir şey olamıyor.”
“Hayırlı olsun, ne diyelim.”
Herkes Mert Ali’yi az çok tanıyordu. O tam bir aşk adamıydı ve aşık değilse o adımı kesinlikle atmazdı. Sınıfından kaç kız ona yaklaşmış, ama hepsini de kibarca geri çevirmişti. Şimdi ise adamın Meltem’le yaşadıkları hepsinin kıza kıskançlıkla bakmalarına neden olmuştu.
***
Eva yatağa uzanmıştı. Bu sabah hiç kalkası yoktu. İçinde tuhaf bir his vardı. Yaklaşan, onu korkutan bir his. Ağlamaktan yorulan gözleri yanıyordu, soğuktan donan elleri titriyordu ve yalnız olan kalbi isyan ediyordu.
“Geliyor...” diye mırıldandı korkuyla. “Geliyorsun Çınar...”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.66k Okunma |
1.04k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |