
Her şeyi silebilirsin beyninden...
Acıları da Unutursun, alışırsın...
Yaşadığın mutluluğu da unutursun,
Anıları da...
Hatta en ‘unutmam’ dediğin insanı da...
Ama duygularını asla!
Aşk unutulmaz...
Bir hafta önce...
Rüzgar artık bitmişliğin ucundaydı. Ne bir haber vardı sevdiği kızdan ne de bir iz. Evdeki izleri silinmiş, elbiselerindeki kokusu, hatta yastığındaki, yatağındaki saç telleri bile esen bir rüzgarla uçup gitmişti. Bir tek acısı kalmıştı ona, özlemi ve bir de onu bu yiyip bitiren düşünceleri.
Odasına girdi. Elini kızın yüz kreminde, tarağında gezdirdi. Parfümünü açıp kokladı, ama nafileydi. Onun teniyle bütünleşmedikten sonra sıradan bir çiçek kokusundan farkı yoktu. Çekmeceyi açtı. Çekildikleri fotoğrafları bir bir eline alıp, gülümseyerek izledi. Sonra da sinirle onları yerine atıp, aynanın önündeki her şeyi elleriyle yere fırlattı.
“Neredesin Beste!” diye bağırdı. “Lanet olsun neredesin?”
“Çok zor değil mi?” diyen sese dönen Rüzgar kapıda gördüğü kişiyle kaşlarını çattı.
“Ne istiyorsun Selim?”
“Sevdiğin kadının nerede, nasıl olduğunu bilememek. Çırpınmak, ama bir şey yapamamak. Sanki bir fanusun içinde kapana kısılmak gibi ve fanus yavaş yavaş dolarken yavaş yavaş ölmek gibi. Az sonra öleceğini bilmek gibi korkunç,” dedi acımaz bir ses tonu ile.
“Nasıl girdin eve?”
Elindeki anahtarı salladı, “Hala yedek anahtarın duruyor. Şirkete dönmeyecek misin?”
Rüzgar elindeki şişeden büyük bir yudum çekip, arkadaşına uzattı, “Ortaklığı fes ettiğini sanıyordum.”
“Abin kabul etmedi. Haberin olur sanıyordum. Sadece uzunca bir süre yoktum. Ama geri geldim. Bence sende gelmelisin. Abin tek başına Rüzgar.” Ve Rüzgar’ın uzattığı şişeden büyük bir yudum içti.
“Beste olmadan mı?” başını sağa sola salladı, “Asla! O gelmeden ben hayata dönmeyeceğim ve eğer o bu hayattan gitmişse bende peşinden gideceğim.”
“Saçmalıyorsun Rüzgar! Yok işte, aylardır ne bir haber, ne bir iz, ne de hayatta olduğunu gösteren her hangi bir işaret bile yok. Bırak demiyorum, ama bir yandan da hayata dön.”
Selim’i yakasından tutup sarstı, “Sen dönebiliyor musun lanet olası herif ha?” diye bağırdı. “Sen Rüya’yı unutup dönebiliyor musun? Kaç ay? Saydın mı? Kaç aydır yoksun? Kaç aydır kendini bir cehenneme hapsettin? Şimdi kalkmış bana burada güçlü erkek pozları kesme.”
Selim adamın ellerini yakasından çekip, kendisini geriye doğru itti, “Lan ben yaşadım diye seni uyandırıyorum. Giden geri dönmüyor dostum. O beni sikine takmıyorsa, bende alayını ateşe verdim. Yok Rüya bitti benim için. Beni koca iki acıyla yangının ortasında hiçbir haber, tek bir vedaya bile layık görmeden defolup giden bir kadının yasını tuttum ama bitti. Bence sende bitir.”
Rüzgar gözlerini yumdu. Kardeşiydi o... Ama Selim de haksız değildi. Bunu yapan Beste olsaydı belki o da yoluna bakardı. “Bizim durumlarımız farklı,” dedi aklından da aynısını geçirirken. “Sen hiçbir neden gösterilmeden terk edilensin Selim. Benimse o kadın ellerimden zorla alındı. Şimdi nerede, ne yapıyor, iyi mi kötü mü...” gözlerinden yaşlar akarken acıyla bağırdı, “Lanet olsun o adam ona dokunuyor mu, canını yakıyor mu bilmeden bekliyorum! Ve sen kalkmış bana işinin başına dön, hayatına devam et diyorsun! Sikeyim böyle hayatı da o işi de! Ben yokum aga, ben yokum! Beklemeyin beni!”
Adamı itip, kendini de evden dışarı attı. Nereye, ne kadar, kaç saat yürüdü bilmiyordu ama... Zaman sanki hala aynı yerde sarıyordu. Rüzgar esip yüzünü okşarken gülümsedi, “Ben seni bulana kadar kendine iyi bak Bestem...”
*
Aynı günün akşamı Mardin...
Adam her şeyini kaybetmiş olduğunun verdiği yorgunlukla, konağın içine girdi. Aylardır evine doğru dürüst gelmiyordu. Karısı onu avluda bekliyordu. Bir an durdu ve başını gökyüzüne kaldırdı. Bitkindi... Bedeni değil, ruhu yorgundu. Nefes almak zor gelmeye başlamıştı.
Yukarı baktı, Destan sedirlere oturmuş, gökyüzüne bakıyordu. O da bir şey demeden ağır ağır çıktı merdivenleri ve yanına gelerek başını küçük bir çocuk gibi onun dizlerine koyup, ayaklarını uzattı.
Bir süre sessizce bekledi, sonra da “Kaybettim, diye mırıldandı. “Kaybettim ben bu savaşı Destan. Onu koruyamadım...“ Beste’yi bulamamanın verdiği acıyla ona sığındı. Kız kardeşinin dolaylı da olsa kaçırılma sebebine. Düşmanına sığındı... Tıpkı denize düşüp yılana sarılan çaresiz bir adam gibi...
Kadın elini bir süre havada tuttu, sonra da usulca saçlarına götürdü. Bir bebeği okşar gibi okşadı adamın yumuşak saçlarını. Okşarken içinde kopan fırtınaların sesiyle adamın ismi döküldü dudaklarından, “Berzan,” dedi kısık ama etkili bir sesle. “Yemin ederim bilseydim engel olurdum. Bilemedim. Ama merak etme, abim de amcam da katil değil Berzan. Onu öldürmezler. Eminim bundan. Hem öldürseydi şimdiye kadar duyardık. Eminim bir yerlerde saklanıyordur. Bulacaksın onu...”
“Öldürmezler,“ dedi alaylı bir gülümseme ile. “Ben de seni öldürmedim Destan. Peki neden mutsuzsun? Çünkü beni sevemedin, seni zorla burada tuttum. Çünkü benim sana olan aşkım yetmedi. Kardeşimle arandaki fark bu. Ben onu kurtarırken seni öldürmedim Destan. Ben onu kurtarırken sana aşık oldum ve seni sevdim. Ölesiye hemde. Ama seni de kaybettim kardeşimi de... Gidebilirsin Destan. Seni azat ediyorum. Kardeşimin özgürlüğüne karşı seni mahkum ettiğim bu yerden, onun mahkumluğuna karşı seni özgür bırakıyorum.” dedi ve kalkıp odasına gitti.
Destan adamın arkasından baka kalmıştı. Ne demişti? Ona aşık olduğunu mu? Hızla yerinden kalkıp, o da onun odasına doğru gitti.
Berzan sırt üstü yatağa uzanmış tavanı izlerken, birden kapı açıldı ve aylardır ayrı odalarda kaldığı karısı onun odasına ilk defa girdi. Kaşları çatılmış, ne yaptığını anlamaya çalışır gibi hareketlerini izliyordu adam.
Destan usulca girip, kapıyı ardından kapattı ve adamın yanına kadar geldi. Gözlerine korkusuzca bakmak istese de beceremedi ve yere bakarak aklındakileri, kalbinden geçenleri söyledi ona. “Gitmek istemiyorum Berzan. Senden gitmek istemiyorum. Yanında kalmak istiyorum,“ deyip biraz daha yanına yaklaştı. Adam birden yattığı yerden doğruldu.
“Destan!“ diye fısıldadı.
“Konuşma... Nasıl hangi şartlarda evlendiğimizin artık bir önemi yok. Seni seviyorum Berzan. Seni çok seviyorum.” sözünü bitirir bitirmez adam kızın dudaklarına kapandı. Aylarca susuz kalmış gibi dudaklarını özlemle öptü. Allah şahidiydi. Destan’la evlendikten sonra tek bir kadına bile elini sürmemişti ve şimdi ayların verdiği özlem, içinde biriken aşk adamın dudaklarından kadının dudaklarına akıyordu.
Destan onun gömleğinin düğmelerine elini götürünce adam bir an duraksadı. “Destan, bunu her şeyden çok istiyorum. Ne kadar istediğimi tahmin bile edemezsin. Ama hazır değilsen mecbur değilsin. Beklerim. Yanımda uyuman bile yeter. Yemin ederim şikayet etmem, sesimi çıkarmam, beklerim. Yüreğin benim olsun yeter...“
“Berzan, karın olmak istiyorum. Beklemek değil isteğim.”
Bu söz yeterdi. Adam onu usulca yatağa çekti. Yaşadığı üzüntüyü sanki kadının dokunuşları alıyordu. İçindeki acıyı teselli eder gibi dokunuyordu ona ve Berzan onun dokunuşlarında huzur buluyordu. Adam uzun zamandır kendini bulutların üstünde hissetmiyordu. Böyle bir duyguyu da daha önce hiç ama hiç yaşamamıştı.
Sabah uyandıklarında adam beline sarılmış minicik ele ve yanında uzanmış çıplak olmasına rağmen masum duran kadınına baktı. Dün gece olanlar tekrar aklına gelince hemen yataktan kalktı. Yoksa onu uyandıracak ve yeniden teninde kaybolacaktı. Ama gece yeterince yorulmuş, o küçüğünü de yormuştu. Banyoya geçip duş aldı. Çıktığında kadın hala uyuyordu. Sessizce odadan çıktı. Her ne kadar onu bırakmak istemese de kız kardeşini araması lazımdı. Dahası buradaki işleri halledip, İstanbul’a gitmeliydi. Belki Destan’a da söylemeli, onu da yanında götürmeliydi. Bu fikri sevmişti.
Tam merdivenlere yaklaşmıştı ki arkasından telaşla gelen yardımcıları Dilan’ı gördü. “Hayırdır Dilan?
“Ağam, gelin ağam odasında yok. Bu saate kadar uyumaz diye odasına çıktım. Ama yatağı bile bozulmamış. Nereye gider, nerededir bilemedim.”
Adam gülümsedi. “Biliyorum Dilan. Destan benim odamda uyuyor. O uyanmadan kimse bu kata çıkmasın. Uyanmasını istemiyorum. Şimdilik sen onun odasındaki eşyalarını topla, o uyanınca kızlarla birlikte benim odama dizersiniz ve akşam uçağı ile İstanbul’a gideceğimizi söyle, hazırlansın,” dedi ve şirkete gitmek üzere konaktan çıktı.
***
O GÜN...
“Bu zevki sana tek başına yaşatacağımı mı sandın Berzan Moran? Yoksa gerçekten vazgeçtiğimi mi düşündün?“ deyip kafasını sağa sola salladı.
Arabaya binen Rüzgar, Çağatay, Çağan ve Selim adama sanki gezmeye gidiyorlarmış gibi rahat bir tavırla bakıyorlardı.
“Gerçekten mi? Gerçekten gelecek misiniz?“ sonra arkada oturan adamlara baktı. “Hadi bu deli. Ya siz?”
Selim kahkaha attı. “Oğlum bana arkadaşını söyle sana ne kadar deli olduğunu söyleyeyim demişler. Üstelik,” dedi ellerini öne uzatıp, gerinirken “Uzun zamandır birilerini dövmedim, paslandım resmen. Hadi gidelim de bir an önce bitirelim şunların işini. Daha bir ton işimiz var.”
Rüzgar öfkeli gözlerle baktı adama. “Onu buldun değil mi? Ve bana söylemeyecektin. Adi herif. Hadi bas gaza.”
“Peki. Sadece seni tehlikeye atmak istemedim.”
“Ve onu alıp, yurt dışına kaçıracaktın.”
Berzan ofladı, “Saçmalama Rüzgar. Benim isteğim bu yönde evet, ama sence o gelir mi?”
“Bas gaza Berzan!”
Ve Berzan daha fazla vakit kaybetmeden gaza bastı. Uçağa bindiklerinde hepsi sessizdi. Rüzgar dakikaları sayıyordu. Onu ne halde bulacağını, nasıl olduğunu bilmiyordu ve bu belirsizlik onu mahvediyordu.
Hatay havaalanına indiklerinde onları özel siyah bir minibüs bekliyordu. Beş dev gibi adam içine doluştular. Bindikten sonra kapılar kapandı ve hepsine silah verdi Berzan. “Gerekmedikçe kullanmayın beyler. Sadece kendinizi koruma amaçlı ve unutmayın o evde benim canımın bir parçası var.”
Rüzgar sinirle “Benim neyim var sence?” diye sordu. “Sanki bizim eşyamız var.”
Minibüs hareket etmiş ve yol boyunca nasıl gireceklerini, Beste’yi oradan nasıl kurtaracaklarını düşünmüş, ama evi görmeden de bir şey akıllarına gelmemişti. Kaç koruma vardı, Beste evin neresindeydi hiçbir şey bilmiyorlardı.
Ev şehrin dışındaydı. Yetiştiklerinde etrafta başka ev olmadığından bulmakta zorlanmadılar. Hepsi arabadan inip silahlarını kontrol etti ve emniyet kilitlerini açtı, sonra da yavaş yavaş eve yaklaştılar. Duvardan atlayacakları an, Berzan kafasıyla aşağıdaki korumayı işaret etti Rüzgar’a. Rüzgar tamam dercesine kafasını salladı ve ilk o atlayıp daha adam ne olduğunu anlamadan korumanın kafasına silahının kabzası ile vurarak bayılttı.
Sonra Selim’in atladığını görüp yanına gitti. “İçerde kaç kişi var bilmiyoruz. Rastgele ateş de edemeyiz. Beste’nin hangi odada olduğunu da bilmiyoruz. Önce onu bulmalıyız.”
“Tamam. Planın ne?” diye sordu Selim. O sırada diğerleri de gelmişti.
“Bakın şimdi ben arkadan dolanıp içeri girmeye çalışacağım. Siz de adamları halledin,” dedi Rüzgar. “Önceliğimiz Beste’yi bu cehennemden çıkarmak.”
Herkes onaylayarak “Tamam,” demişti.
Rüzgar evin etrafında dolandı. İkinci katta pencere de bir siluet gördü. Kaşlarını çattı ve daha dikkatli inceledi. Beste’ydi bu. Bir an donup kalmış, ne yapacağını bilememişti. Çok özlemişti onu, çok özlemişti hayat ışığını. O an ön taraftan silah sesleri yükseldi. Allah kahretsin, fark edilmişlerdi. Hemen pencereye tırmanmaya başladı. Silah sesleri çok yakından gelmeye başlamıştı. Hatta hemen arkasından... Ayağında bir sıcaklık hissetti önce ve sonra kulağına Beste’nin çığlığı ulaştı.
“Rüzgar!” diye feryadını duydu, boşluk hissinin ardından başında dehşet bir ağrı... Gerisi karanlık bir boşluktu.
***
Beste yine yataktan kalkmakta zorlanmıştı. Uykusuz geçirdiği bir gece daha başlayacaktı anlaşılan. Doktor kontrolleri dışında kimse bu eve gelmiyordu. Hamile olduğunu öğrendiğinde nasıl bir duygu yaşayacağını anlayamadı. Çocuğu belki babasını hiç tanımayacaktı. Hangi şehirde olduklarını bile bilmiyordu. Beş aylık hamileydi ama karnı henüz hiç çıkmamıştı. Az besleniyor, sürekli tüm midesini boşaltıyor, bir türlü kendini toparlayamıyordu. Tekrardan eli karnına gitti ve pencerenin önüne geldi. Dışarıyı izliyordu. Rüzgar’ı özlemişti. Deli gibi özlemişti. Acaba o ne yapıyordu şimdi? Neredeydi? O da özlüyor muydu onu? Bekliyor muydu? “Belki birgün bizi bulurlar tek dayanağım, çınar ağacım benim,” dedi karnını okşayarak. “Ve babanla tanışırsın...” sonra fısıldadı sır verir gibi, “Biliyor musun seni öğrense sevinçten deliye döner bence...” diyerek kıkırdadı. Yeniden ilerideki karanlığa daldı gözleri.
Birden aşağıda bir hareketlenme gördü. Sonra da silah seslerini duydu. Önce korkuyla bir adım geriye gitti. Ama polis olabileceğini, en azından ona yardım edebilecek birilerinin olduğunu düşünüp hemen pencereyi açtı. Etrafa bakınırken onu gördü. Rüzgar’ı... Özlediği adamı, hayatının aşkını... ve gördüğünde kalbi tekledi. Bulmuştu. Sevgilisi onu sonunda bulmuştu. Sevinçten, şaşkınlıktan sesi çıkmıyordu.
Ama sonra arkasındaki adamı gördü ve bir el silah sesi daha duydu. Ne olduğunu, kimin vurulduğunu anlamadan Rüzgar’ın kendini boşluğa bıraktığını fark etti. Aşağısı taşlıktı. Sırt üstü düşmesi ile Beste’nin çığlığı yükseldi, “Rüzgar! “ diye bağırdığında koşarak gelen Selim’i gördü. Rüzgar’ı vuran adamı etkisiz hale getirip Rüzgar’ın yanına koştu. Onu kaldırmaya çalıştı ama ne yazık ki baygındı. Sonra penceredeki kızı fark edip, “Beste! Gir içeri!” diye seslendi ona. Sağına soluna bakıyordu, kimse yoktu. Rüzgar’ın başında kanama vardı, Beste içeri girmiyordu ve Selim delirmek üzereydi.
Beste odada ağlayarak aşağı izleyip, çırpınırken birden kapı sert bir şekilde açıldı ve Beste korkuyla o tarafa döndü. Ama abisini karşısında görünce derin bir nefes aldı. Kurtulmuştu. Bitmişti...
“Abiii!“ deyip kollarına atıldı adamın. O sırada polisler ve ambulans da gelmişti.
“Prenses! Prensesim, Bestem! Şükürler olsun, Allah’ım sana şükürler olsun, yaşıyorsun. Allah’a binlerce şükürler olsun Beste’m!” deyip saçını okşuyordu. “İyisin değil mi?” kendinden uzaklaştırıp, avuçları ile yüzünü tuttu, “Bir şey yaptı mı o hayvan sana?” yüreği korkuyla çarpıyor, aynı zamanda da sağlıklı olduğunu görmek içini rahatlatıyordu.
Başını sağa sola salladı, “Yapmadı. Bir şey yapmadı abi.” Sonra gözyaşını elinin tersi ile sildi, “Abi... Rüzgar...”
“O da burada. Hadi gidiyoruz bu cehennemden, kurtuldun bebeğim.”
Başını sağa sola salladı, “O vuruldu, gördüm. Düş-düştü oradan. Rüzgar vuruldu abi...” dedi ağlayarak.
“Tamam iyi, merak etme, ambulans da geldi zaten. Hadi sana da baksınlar.” Onu bebek gibi kucaklayıp, evden çıkardı.
Sonrası ağır çekim gibiydi. Abisinin kucağında aşağı indirildikten sonra, hızla Rüzgar’ın yanına gidip, elini tuttu. “Birtanem iyi olacaksın. Merak etme. Ben yanında olacağım. Rüzgar, sevgilim duyuyor musun beni?” Sonra aklına bebeği geldi ve gülümsedi. “Biz yanında olacağız Aşkım. Bizi bırakma olur mu? Ne olursa olsun bizi bırakma. Biz senin için hayata tutunduk, sende bizim için tutun,“ dedi tebessüm ederek.
Selim onu omzundan tutup, uzaklaştırdı, “Bilinci kapalı Beste, seni duymuyor. Ama iyi olacak. Bırak da doktorlar işini yapsın. Hadi gel sana da baksınlar.”
“Ben iyiyim bir şeyim yok!” dedi adamın elini itiştirerek. Tek isteği Rüzgar’ın yanında olmaktı.
*
Hastahaneye geldiklerinde hemen Rüzgar’ı ameliyata almışlardı. Beste dahil hepsi perişandı. Ama şüphesiz en yorgunları Berzan’dı. Ayların verdiği o yorgunlukla kendini koltuğa attı ve elleri ile başını tutarak, gözyaşlarını serbest bıraktı. Onu bulamasaydı delirirdi. Eğer küçüğüne bir şey olsaydı o delilikle de Mardin’i ateşe verirdi.
Selim, Çağatay ve Çağan ise Beste’ye tek tek sarılıp destek veriyorlardı.
“Seni bulmak için aylardır savaş veriyor, bulduğu an o savaşı bırakmaz, merak etme,” dedi Çağatay bir abi gibi ona sarılarak.
“Başını vurmuş ama, bilinci kapalı dediler-”
“Beste,” diyerek onu susturdu, “O iyi olacak sadece bunu düşün.”
“Yaşasın da...”
Yanlarına gelen hemşire Beste’ye baktı, “Beste hanım siz iyi misiniz? Berzan bey sizin de muayene olmanızı istiyor.”
“Biz iyiyiz teşekkür ederim. Sorun yok.”
Herkes birden Beste’ye baktı. Çoğul kullandığı ‘biz’ eki dikkatlerini çekmişti. Beste de fark edip, hemen düzeltti. “Yani hepimizi kastettim. Biz iyiyiz sıkıntı yok.” İlk Rüzgar’a söylemeliydi, ilk o öğrenmeliydi. Heyecanla ameliyat yazan kapıya bakmaya devam etti.
Hemşire de “Peki,” deyip uzaklaştı yanlarından.
Ameliyat yaklaşık üç saat sürmüştü. Ama Beste’ye daha uzun geldi, zamanın durduğu o anlardan biriydi. O arada da hepsi, Beste dahil tek tek polise ifade vermişlerdi.
Ameliyat kapısı açılıp doktor çıktığında, ona doğru gelen kalabalığa baktı. “Rüzgar Soylu’nun yakınları mısınız?”
“Evet,” dediler hep bir ağızdan.
“Şimdilik kurşunu çıkardık. Yalnız başını taşlı zemine vurduğundan ciddi hasar oluşmuş. Ondan fazla dikiş atmak zorunda kaldık.”
“Peki, bir sıkıntı var mı? Yani... Başını vurdu-” soruyu soran Selim’di. Beste donuk bir şekilde bakıyordu sadece. İyiydi, yaşıyordu. Gerisinin ne önemi vardı. Ne olursa olsun Beste onu iyileştirirdi.
“Bilmiyoruz. Bunun için uyanmasını beklememiz lazım. Şimdi yoğun bakımda kalacak. Uyanınca normal odaya alacağız, o zaman detaylı bir muayene edeceğiz.”
Ondan sonrası ölüm gibi bir bekleyişti. Beste cama yaslanmış, sürekli adamın kalp atışlarına bakıyor, onun hareketsiz yatışını izliyordu. Derin bir nefes alıp verdi, “Hadi uyan sevgilim, burada seni sabırsızlıkla bekleyen küçük bir misafirimiz var,” diye mırıldandı ona sevgiyle bakarak. Eli camda saatlerce öyle durmuştu.
Çalan telefon hepsini daldıkları yerden kopup aldı ve birbirlerine bakmaya başladılar. Çünkü çalan Rüzgar’ın telefonuydu ve arayan da Poyraz’dı.
Selim aldı telefonu Çağatay’dan, “Ben açarım,” dedi ve içine derin bir nefes çekerek açtı “Efendim abi.”
“Selim?” diye şaşırdı. “Rüzgar nerede?“
“Şey, abi biz Beste’yi bulduk.”
“Sahi mi? Çok sevindim ya. Sonunda bulundu demek, şükür. İyi mi peki? Durumu ne?”
Selim ayakta sağa sola gidiyor, elini saçlarından geçiriyordu, “İyi abi iyi.” Kıza baktı, “O iyi” -de...
“Eee neredeymiş bizim cadı? Rüzgar nerede yanında mı? Bana bak hepiniz iyisiniz değil mi?”
İşte asıl soru gelmişti, “İyiyiz, yani biz iyiyiz de Rüzgar...
“Ne oldu Rüzgar’a?” diye sorup, elini masanın üstüne koyup, ayakta durmaya çalıştı. “Selim ne oldu Rüzgar’a?”
“O... Ufak bir kaza geçirdi. Ama...”
“Rüzgar iyi mi? “ sesi titredi.
Selim adamı daha fazla telaşlandırmak istemedi hemen lafa girdi. “Abi merak edilecek bir durum değil gerçekten. Pencereye tırmanırken düştü. Bir kaç dikiş atıldı. Hepsi bu.”
“Telefona ver!” diye emretti sert bir şekilde. Çok da inanmamıştı.
“Uyuyor abi. Uyansın söz arattıracağım-”
“Selim, bana masal anlatma! O nasıl?” Selim sessiz kalınca, “Hangi hastahane? Geliyorum hemen,” dedi bu sefer.
“Abi biz İstanbul’da değiliz.” Etrafına sıkıntı ile baktı.
“Ya neredesiniz Allah’ın manyakları?“
“Antakya’dayız. Herif buraya getirmiş kızı. Ama yarın ilk uçakla geliriz.”
“İyi bekliyorum,” deyip sinirle kapattı telefonu.
Selim onlara döndü “Abidir sonuçta. Sinirlendi haliyle,” dedi ufak bir tını ile. Beş aydır Rüya’nın yaşattığı buhran yüzünden kendinde değildi Selim, ama sonunda hayata da işe de dönmeye karar vermişti. Hatta Beste’nin kaçırıldığını öğrendiğinde gelir diye umutlanmıştı bilemeden, fark etmeden, ama... gelmemişti işte.
***
Ertesi sabah doktor Rüzgar’ın uyandığını ve normal odaya aldıklarını haber verdi. Hepsi birden odaya daldıklarında Rüzgar onları görüp ukalaca gülümsedi -ve bu gülümseme Beste’ye çok ama çok yabancı geldi. Aslında çok da yabancı sayılmazdı, ilk tanıştıkları zamanki Rüzgar’ı gördü o an...
“Ölmüyorum oğlum. Altı üstü popomun üstüne düşmüşüm. Ne işiniz var hepinizin burada?”
“O çok kıymetli götünün peşine düştük hepimiz,“ dedi Çağan alayla.
Rüzgar bu sefer kahkaha attı, “Götüme kurban ol lan sen!”
O sırada Beste, “Rüzgar çok korkuttun beni,” dedi. Deminden beri fark edilmeyi, en azından sıcak bir bakışını bekledi, ama yoktu. Aylardır özlememiş miydi onu? Rüzgar ise hala anlamsız bir ifade ile bakıyordu ona.
“Rüzgar?” dedi Beste yeniden. “İyi misin?”
Rüzgar güldü. “Ben iyiyim de sen kimsin?”
Beste o an bir kabusun içinde olduğunu düşündü. Sen kimsin mi demişti o? Ne demekti bu?
“Ben kim miyim?”
Rüzgar gülerek etrafına baktı, “Ben bir şey mi kaçırdım?” diye sordu gülerek. Anlamıyordu ve bu kızı hiçbir şekilde hatırlamıyordu.
Beste sendeleyince Selim onu tuttu, “Ba-başım... Başım döndü iyiyim...”
“Beste sakin ol, başına darbe aldı, eminim geçici bir durumdur.”
“Umarım... Umarım öyledir Selim...” Sevdiği onu tanımıyordu! Sevdiği adam ‘seni asla bırakmam’ diyen adam onu öyle bir yalnız bırakmıştı ki... Beste şimdi ne yapacağını bilemiyordu. O an orada kendini fazlalık gibi hissetmişti. Rüzgar’ın uzak bakışları canını yakmıştı. Selim’in elini sıkı sıkı tuttu. Atlatacaklardı, bunu da atlatacaklardı.
???
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.12k Okunma |
518 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |