
Giden ben değildim sevgilim,
Sen gönderendin,
Ardımdan ‘gitme’ demeyendin,
Elimi tutup, gözlerime bakmayandın...
Terk ettiğim sen değildin;
Hayatımdı,
Hayallerimdi,
Geleceğimdi...
Terk ettiğim benim canımın en derin yeriydi...
Ama artık o da bana eldi...
-*-
Beste bir süre odanın dışında durup, Selim’in desteği ile kendine gelmeye çalıştı. “Beni tanımıyor Selim, sevdiğim adam bana yabancıymışım gibi bakıyor,” diye sayıklayan kadına su içiren Selim, bir yandan da onu teselli etmeye çalışıyordu.
“Bu geçici bir süre Beste, güçlü olman gerekiyor. Böyle yaparak ona bir faydan olmaz. Aksine kendine zarar verirsin.”
Beste başını aşağı yukarı salladı ve “İçeri geçelim, daha iyiyim,” dedi.
“Emin misin?”
“Eminim,” diyerek ayaklandığı an yine başı döndü. Selim’in kolunu tutunca Selim’in bu sefer kaşları şüpheyle çatıldı.
“Beste iyi olduğuna emin misin?”
Beste başını kaldırıp ona baktı, “Evet. Aç-açlıktan olabilir.”
“Bence bir doktora görünsen-”
“Ben iyiyim Selim. Yok bir şeyim.” -Beni tanımayan bir adamdan hamileyim, diyebilir miydi? Peki Rüzgar’a bu bebeğin onun olduğuna ikna edebilir miydi? Hiç sanmıyordu.
Adam ofladı, bu kızlara laf anlatmak zordu. “Tamam sen geç, ben sana kantinden tost falan alayım.”
“Olur,” dedi ve kapıyı açıp içeri girdi. Rüzgar Çağatay ve Çağan’la sohbet ediyor, duyduğu her şeyle kaşları çatılıyordu. “Doktorla konuştuk, az sonra gelecekmiş,” diye açıklama yaptı ona bakan üç adama.
Çağatay “Berzan nerede?” dedi.
“Telefonla konuşması gerekiyormuş.” Ellerini pantolonuna silerken üstünün başının haline baktı. Berbattı. Adamsa ona kaşlarını çatıp bakıyordu. “Ne?” diye çıkıştı ona.
“Hala kim olduğunu bilmiyorum. Burada ne aradığını da.”
Çağatay yanına geldi kızın, “Biz bir şey söylemedik. Sen konuş istedik. Hafızasından son bir kaç yıl silinmiş Beste.”
Beste acıyla gözlerini yumdu ve adamın yanındaki koltuğa oturdu, “Rüzgar?” diye söze başladı. Ne demeliydi bilmiyordu. Nasıl tanıtacaktı ki kendini. “Benim Beste-“ sonra yaptığı şeyin saçmalığı ile ağlamakla gülmek arası gidip geldi, “Şaka gibi ya, gerçek olamaz! Yaptığım şeye bak.”
“Ne şakası güzelim?”
Beste kaşlarını çattı, dalga geçiyordu onunla resmen, “Güzelim mi?”
“Evet bence de sana pek uymadı,” deyip kahkaha attı. Başından ayağına kadar onu süzdü, sonra da başını sağa sola salladı.
“Ben beş aydır köhne bir evde neler yaşadım biliyor musun? Bu halim-” diye bağırıp ağlarken Çağatay onu tuttu, “Beste tamam, o iyi değil. Unutma.”
“Ya gitsin başımdan ya! Bende iyi değilim. Neler yaşadım hiçbiriniz haberi yok. Benim psikolojim bozuk. Bir cehennemden çıkıp başka bir cehennemde buldum kendimi.”
Her ne kadar bu Rüzgar Beste’ye yabancı gelse de, arkadaşlarına yabancı gelmedi. Bu dört sene önceki Rüzgar’dı. Ciddiyetsiz, dalgacı, çapkın...
“Ben doktoru bir an önce çağırsam iyi olur,” dedi Çağatay. Tedirgindi, hem Beste için hem Rüzgar için çok tedirgindi. Beste bir arbededen çıkmıştı, ne derece yara almıştı bilmiyorlardı ve üstüne bir de Rüzgar onu yaralıyordu.
Çağan da abisini destekledi, “İyi olur abi, bir an önce gelsin. Yoksa bu dengesiz elimde kalacak,” dedi Rüzgar’a bakarak.
Beste de pencere kenarına gidip, gömleğini çekiştirdi. Nefesi daralıyordu. Bu Rüzgar’ı tanımıyordu. Şuan sadece geçici bir travma olduğunu düşünmek istiyordu.
Doktor ve Çağatay’la birlikte Selim de girmişti içeri. Doktor elindeki ışık ve bir sürü aletle Rüzgar’ı muayene ediyor, diğerleri de merakla sonucu bekliyordu.
Sonra arkadaşlarının olduğu tarafa döndü. “Diğer sonuçlarla birlikte üzülerek söylemeliyim ki Rüzgar beyin kafasına aldığı darbe sonucu amnezi dediğimiz geçici hafıza kaybı meydana gelmiş.”
“Peki ne zaman normale döner?” Beste bu soruyu sorarken, ardından Rüzgar homurdandı.
“Ha ben anormal miyim yani?”
Doktor Rüzgar’ı duymamış gibi Beste’ye cevap verdi. “Süresini bilmiyoruz. Aldığı darbeye ve birazcık da yaşadığı olaylara bağlı olarak değişir. Yirmi dört saatte de normale dönebilir, beş sene de sürebilir.”
Beste’nin duyduğu şeyle gözyaşları aktı. Çocuğunun babasını tanımamasını düşünürken, şimdi babası hem çocuğunu hem kendisini tanımıyordu. Hayat ne garipti.
Doktor odadan çıkınca Rüzgar da hala Beste’ye bakıyor. Onun kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Fazla güzel bir kız değildi ama farklı bir havası vardı. Çekiciydi, ama hiç Rüzgar’ın tipi değildi. O yüzden farklı bir şey düşünmek istemiyordu. Belki de şu arkadaki esmer ve yakışıklı adamın eşi ya da sevgilisi falandır. Yani inşallah öyledir. Çünkü ilgisine bakılırsa kendisiyle bir bağlantısı vardı.
Kızın ona öfkeli bakışlarını görünce de “Sen kimsin ya?” dedi tekrardan.
Beste ne diyeceğini bilemedi sinirden. Hala aynı yerde takılıp kalmış plak gibiydi şuan. Onun yerine Çağatay dayanamamış ve cevap vermişti, “Uğruna ölümü göze aldığın, nişanlın Rüzgar,” dedi.
Rüzgar durdu önce. Ne demişti o. ‘Nişanlın’ mı? Yok daha nelerdi. Kahkaha attı.
“Abicim sizin espri ve şaka anlayışınız bir hayli değişmiş. Kafaya darbe alan benim, ama sıyıran sizsiniz bence. Ne demek nişanlın? Ben ve evlilik olacak iş mi Allah aşkınıza? Komik olmayın. Hem de bu kızla!” diye şaşkınlıkla onu yeniden yeniden süzdü. “Manken bile değil. Ayrıca azıcık kilosu fazla. Göbeğin mi var senin?”
Beste ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Rüzgar’ın söylediği şeyler normal değildi. Gözyaşları serbest kaldığı an kendini dışarı attı. Berzan ile Çağan da peşinden çıkmışlardı.
Oda da kalan Selim ile Çağatay ise Rüzgar’a ters ters bakıyordu.
“Ne?” diye çıkıştı ikiliye.
“Kızı nasıl bu kadar kırabilmeyi başardın sana inanamıyorum Rüzgar, hatırlamıyorsun kabul, ama biraz daha nazik olabilirdin. Siz onunla üç buçuk yıldan fazladır birliktesiniz. Aynı evde yaşıyorsunuz ve kaçırılmadan bir süre önce evlilik kararı aldınız. Nişanlandınız. Üstelik o kız daha dün kurtarıldı, ruh halini, psikolojisini düşünmüyor musun?”
“Ben mi? Üç yıldır bir kızla birlikte olduğuma bile inanamıyorum. Ben bir kızla en fazla üç gün birlikte olurum. O da tescilli bir güzelse.” Başını sağa sola salladı. “Üstelik o... Yani evet çekici ama tipin değil ki...”
“Kes sesini Rüzgar Allah aşkına. Tanımasan bile kızın kalbinin hiç mi önemi yok? Sen ki o kız seni kabul etsin diye ne dolaplar çevirdin, neler yaptın...”
“Ben mi? Bi gidin Allah aşkınıza! Bir de o beni kabul etmiyordu, ben mi onu tavlamaya çalıştım? Maşallah ya, ne güzel senaryo yazmışsınız.“
“Sen uyu dinlen kardeşim, inşallah yirmi dört saat içinde aklın başına gelir de, kız seni affetsin diye peşinde sürüm sürüm sürünürsün!” dedi Çağatay ve Selim’le birlikte odadan çıktılar.
*
Aradan geçen üç dört saatin sonunda genç adam biraz dinlenmiş olarak gözlerini açtı. Henüz sabah olmamıştı. Gördüğü karmaşık ve sinir bozucu rüyalar yüzünden başı ağrımıştı. Gözlerini yana çevirdi. Kız tekli koltukta ayaklarını yukarı çekmiş, boynu hafif yanda uyuya kalmıştı. Üstünü değiştirmiş, muhtemelen de duş almıştı. Şuan daha bir farklıydı. Uzun uzun baktı kıza. Neden hala gitmemişti ki? Gerçekten aşık mıydı acaba bu kıza? Saçmalıyorlardı. Rüzgar aşık olmazdı. Belli ki başka bir şey vardı. Ama ne?
Genç kadın yavaş yavaş kaykıldı. Sonra boynuna giren ağrı ile yüzünü buruşturdu. Boynunu tutup iki üç saniye ovalarken, adamın onu izlediğini fark edip hemen oturuşunu düzeltti.
“Şey... Affedersin, uyuyakalmışım. İstediğin bir şey var mı?”
“Hamile misin?”
Beste yutkundu... “Ne?” diye korkuyla sordu. Çünkü adam bunu sorarken hiç de memnun bir hali, tavrı yoktu.
“Yani bu yüzden mi evleniyoruz?”
Kadın birden rahatladı. Hamile olduğunu anladığını sandı bir an ama neyseki öyle değildi. Ama asıl sorun bu saatten sonra ona hamile olduğunu nasıl söyleyecekti? Hele de Rüzgar öyle düşünürken.
“Hayır. Yani hamile değilim. Bu yüzden de evlenmiyorduk.”
Adam birden duraksadı. Acaba birlikte olmuşlar mıydı? Tabii ki olmuşlardı. Sonuçta aynı evde yaşıyorlardı. “Peki. Biz seninle... Yani Selim aynı evde yaşadığımızı söyledi. Kaldı ki ben evime kimseyi almam. Ama nasıl olmuşsa seninle yaşamıyormuşuz. Birlikte oluyorduk o zaman. Değil mi? Yanılmıyorum.”
Kadının yanakları kızardı. Ne diyecekti şimdi? Başını eğdi. Bu durum çok berbattı ve bu adamı şimdi boğazlayabilirdi. “Evet,” diyebildi sadece.
Adam ondaki şeyi anlayamadı. Sorusu normaldi halbuki bunu bilmesi gerekiyordu. “Hımm... Peki-” demişti ki kız bu konuyu daha fazla konuşmak istemediği için adamın sözünü kesip, “Bugün özel uçakla İstanbul’a dönüyorsunuz,” dedi. “Benim için bir engel kalmadığı için ben de...” bir an duraksadı. Adamın yüz ifadesine baktı. Ufacık bir ışık aradı, ufacık bir duygu umut etti, bulamadı. “Ben de abimle Mardin’e döneceğim.”
Adam anlamadı. Gerçekten dönecek miydi yoksa blöf mü yapıyordu? “Neden?“ diye sordu duygusuz bir ifade ile.
“Neden mi? Bana saydığın onca şeyden sonra gurursuz bir kadın gibi kaldığım yerden hayatında yaşamaya devam mı etmeliyim? Anlamadım. Bizim ilişkimiz çok farklıydı Rüzgar. Biz seninle aşıktan öte iki yoldaştık. Arkadaş, dosttuk. Ama sen bir cümlenle yıktın hepsini,” derken elindeki yüzüğü çıkardı. Sonra cebinden adama ait yüzüğü çıkardı. İkisine de gözleri buğulu bir şekilde baktı. Adamın başucundaki komodinin üstüne bıraktı. Sonra kolyeyi de vermek istedi ama vazgeçti. Ondan tekbir şey kalsın istiyordu kendisinde. “Diğer aldığın hediyeler, benim odamda. Komodinin içinde. Evde olmadığın bir an eşyalarımı almaya gelirim, hoşçakal Rüzgar,” deyip adamın cevap vermesini beklemeden çıktı odadan. Elini duvara dayadı, diğer eliyle ağzını kapatıp ağlamaya başladı. Çıkmadan önce Selim, Çağatay ve Çağan’la da vedalaştı.
“Beste biraz beklesen mi? Belki bir kaç gün sonra hatırlar. Bu kadar çabuk karar verme, o da hasta sonuçta...”
“Sorun o değil Selim. Sorun kullandığı kelimeler. Neyse sizi tanıdığıma çok sevindim. Telefonum yok. Alır almaz size ulaşırım. Kendinize iyi bakın.”
“Bizde seni tanıdığımıza sevindik Beste. Sen hayatımızda önemli birisin. Ve İstanbul’a gel arada olur mu?”
“Bakarız. Görüşürüz.” hepsini tek tek öptü ve sarıldı. Ayrılık zordu. Hemde çok zor. Berzan da onlara teşekkür etti ve abi kardeş hastahaneden çıktılar.
“Destan seni görmek için sabırsızlanıyor.”
“Abi...” bunu söylemek zorundaydı, zordu ama yapmalıydı. “Ben Mardin’e gelemem.”
“O da İstanbul’da zaten...”
“Ben... Gitmem gerek, uzak bir yere, bilmediğim, beni kimsenin tanımadığı bir yere.”
“Neden prenses. Annemler senin yaşadığını öğrendiklerinde sevinecekler. Hem korkacak bi şey de kalmadı.”
“Sorun o değil.“
Berzan iyice merak etmişti. “Ne o zaman Beste?”
“Ben hamileyim abi. Mardin’e gelemem.”
İşte bu beklemediği bir şeydi. Peki şimdi kime nasıl emanet edecekti onu? Dahası o Rüzgar’ı boğup öldürmemek için kendini nasıl ikna edecekti?
“Prenses...”
“Abi yeterince zor, ne olur daha da berbat bir duruma getirme beni.”
“Peki güzelim, ama bunu konuşacağız.” Sonra bir an arkasına baktı, “Ona söylemeyecek misin?”
Beste acıyla derin bir nefes alıp verdi, “Çok istedim abi, ona bu haberi vermek için deliriyordum.” Sonra gözünden damla damla akan yaşa inat gülümsedi, “Ama hakketmedi abi, o bu mutluluğu yaşamayı istemiyor.”
***
Bir kaç gün boyunca İstanbul’daki işlerini ayarlayan Beste, sonunda kendine gidecek bir yer ayarlamış, hazırlığını da tamamlamıştı. Şimdi geriye Rüzgar’ın evine gidip eşyalarını alması kalmıştı. Selim’den öğrendiği kadarı ile hastalığından dolayı annesinin evinde kalıyordu. Bu iyiydi en azından onunla karşılaşmamış olurdu ... Gerçekten iyi miydi? İstediği onu son bir kez görmemek miydi?
Anahtarı ile kapıyı açarak içeri girdi. Adamın kokusunu içine çekip gözlerini yumdu. “Çok özlemişim...” diye mırıldandı kendi kendine. Anahtarı vestiyerdeki kaseye koydu. Artık onda kalmasının bir anlamı kalmamıştı.
Yavaş ve usul adımlarla odasına yürürken, sanki evin her ayrıntısını hafızasına kazımak ister gibi dokunuyordu duvarlara, tablolara... Özlemişti... Bu evi, yaşadıkları anıları, o tutkulu anları ve Rüzgar’ı... Deli gibi, delirecek gibi özlemişti.
“Allah’ım gitmek için bana güç ver,” dedi ve odaya girdi. Yine derin bir soluk çekti içine, adamın kokusunu yüreğine hapsetmek ister gibi, onu içinde saklamak ister gibi... Bir süre öylece baktı. Sonra buradan hemen gitmesi gerektiğini düşünüp, giyinme odasına yöneldi. Hızlıca aldığı valizinin içine elbiselerini gözyaşlarını akıta akıta koydu. Bir an eli doğum gününde ona aldığı elbiseye gitti, ama sonra vazgeçip onu bıraktı. Giyinme odasından çıkıp yeniden yatak odasına gitti. Aynanın önüne bakarken, kaşlarını çatmıştı. Parfümü, kremi hiçbir şeyi yoktu. Takılmadı... Çekmeceyi açıp fotoğrafları eline aldı. İçlerinden en sevdiği iki üç fotoğrafı alıp, çantasına koydu. Sonra başını yukarı kaldırıp, derin derin nefesler alarak kolunun tersi ile gözyaşlarını sildi, artık gitmeliydi. Valizini alıp arkasını döndü ve kapıda gördüğü kişi ile “Hii!” diye bir nida çıkarıp, valizini yere düşürdü ve o an aklına ilk karşılaştıkları gün geldi. Yine öyle bir andı, ama... Farklıydı...
Rüzgar ise kapıya geldiği andan beri kızı izliyor, arada kaşlarını çatıyordu. Kızın ağlaması nedensizce içini acıtmıştı ve bu an ona çok tanıdık gelmişti. Kafasını kaşıdı, başı ağrıyordu. Bir şeylere kendini zorladıkça ağrısı artıyordu ve o an kız arkasını dönmüş, onu görünce de ürkmüştü.
“Şey... Selim...” bakışlarını adamdan kaçırdı, “Yani... Annende kaldığını söyledi de, o yüzden rahatça geldim. Kusura bakma.”
Rüzgar kaşlarını havalandırdı ve “Gidecek misin gerçekten?” diye sordu.
“Sana kalacağımı ne düşündürdü? Gerçekten blöf yaptığımı mı düşünüyorsun hala?” dedi meydan okuyarak.
Rüzgar elini cebine koyarak ona yaklaştı, “Hayır da...” dudaklarını büzdü, “Açıkçası günlerdir herkesten seni dinliyorum. Telefonumda fotoğraflarımızı...” derken yüzünde piç bir gülümseme oluşmuştu, “Videolarımızı izledim...”
“Biliyorum Rüzgar uzatma.”
Rüzgar kahkaha attı, “Açıkçası kimse beni öyle çıplak fotoğraf çekilmeye ikna edemezdi, sen nasıl ikna ettin? Gerçekten merak ettim.”
Beste’nin gözleri kocaman açılmış ona şaşkın şaşkın bakıyordu, “Kusura bakma da ben değil, o pozları çekilmek isteyen sendin!” diye cırladı. “Ve lütfen sil onları! Zaten güzel de değilmişim ya!”
“Valla...” dedi kıza bir adım daha yaklaşarak, “Hiç silmeye niyetim yok.” Sonra biraz daha ciddi bir ses tonuyla devam etti. “Neden kalmıyorsun?”
“Neden ‘gitme’ demiyorsun?” diye kırgın bir ses tonuyla sordu. İkisinin de sorusu cevapsız kaldı. Beste acı ile gülümsedi ve valizini alıp bir iki adım attı. Rüzgar’ın yanına gelince duraksadı. Dudaklarını adamın yanağına uzattı, küçük bir veda öpücüğü aldı ondan ve kulağına “Hoşçakal sevgilim,” diye fısıldadı. “Umarım beni hatırladığında canın benim kadar yanmaz, sana kıyamam çünkü.”
Kızın son cümlesi ile Rüzgar sarsılmıştı ve ardından öylece baka kaldı, ama ona rağmen ‘gitme’ demedi, Beste de neden kalmadığını söylemedi...
Ve bitti...
???
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.12k Okunma |
518 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |