18. Bölüm

17. BÖLÜM -HERKESİN HAYATTA BİR YANLIŞI VARDIR, BENİM Kİ DE SENSİZLİK

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

Hayat bana seni sunarken

Sormadı yüreğime...

Herkesin hayatta doğrusu yanlışı vardır...

Doğrularımı bilemiyorum ama

Benim yanlışım sensizlikti...

Sensizliği kabullenip,

Kendimi başka bedenlerde ziyan etmekti...

 

Sabah her üç konakta da kargaşa, koşuşturma vardı. Elbisesini ütülemeye çalışan, kuaföre yetişmeye çalışan herkesin derdi ayrıydı. Çünkü burada düğün öğlen başlayacaktı. Kızlar ilk kez görecekleri köy düğünü için aşırı heyecanlıydı. Öğlen olduğunda, Hamdi Moran’ın konağında toplanmıştı herkes ve arabalara binip, gelini almaya gideceklerdi.

O sırada Rüzgar Beste’nin kulağına eğildi, “Güzel karım benim, sana da burada öyle bir düğün yapalım mı? Gelin çıkarmalı falan?” gülümseyen adama öfkeyle baktı Beste.

 

 

“Kes sesini Rüzgar! Vallahi düğün falan dinlemem dalarım sana. Kıytırık bir pijama ile evlendiğime hala inanamıyorum zaten. Şansını zorlama Çırağan sarayında yaptırırım sana düğünü, ancak o paklar seni,” diye çıkıştı. Saçını geriye savururken ofluyordu. Siniri hala geçmemiş, her hatırladığında içinden canavar bir Beste çıkıyordu.

Rüzgar ise tekrar kulağına eğilip “Eğer sonunda yine gerdeğe gireceksek, değil Çırağan Beyaz Saray da bile yaparım bebeğim,” dedi ama karşılığı karnına yediği dirsek oldu.

 

“Doyamadınız ilk gecelere Rüzgar bey. Her an bir ilk yaşıyoruz zaten sayenizde.”

“Evet alışkanlık oldu.” Kadına bakıp göz kırparken oğlunun kaşlarını çatmış ona baktığını fark edip dil uzattı.

“Anni benim!” dedi çocuk annesine sarılarak.

“Ben alıyorum alacağımı, sen derdine yan!” deyince Beste kocasına döndü ve “Rüzgar ya!” diye inledi.

“Ne, o dil uzattı önce.”

 

“Yemin ederim bazen şaşırıyorum hanginiz çocuk hanginiz büyüksünüz. Of ya! Uğraşma oğlumla.”

“Sen hamile kalıp, kız doğur da bak o zaman ben sana ne yapıyorum. Oğluymuş... Ben sokak bekçinizim çünkü.”

 

O sırada duyulan davul zurna ile düğün başlamış oldu.

Yağız takım kıyafetinin içinde ulaşılmaz biri gibi duruyordu. Eyşan için de o an öyleydi zaten, o adam ona göre ulaşılmazdı. Yağız abisinin kolunda evden çıkan kızı gördüğünde ise, asıl ulaşılmaz olanın Eyşan olduğunu düşünmüştü. Çok güzeldi, gelinliğinin içinde bir melekten farkı yoktu. Yemyeşil gözleri yıldızlar gibi parıl parıldı, gülümseyişi güneş gibi sıcacıktı, teni ay gibiydi; bu kız gökyüzünün ta kendisiydi.

 

Abisi Eyşan’ın alnından öptü ve “Mutlu ol kardeşim,” deyip Yağız’a teslim etti. Sonra Yağız’a çevirdi bakışlarını, “Ben bugüne kadar kardeşimi hiç üzmedim. Onun kalbi artık sana emanet. Onu üzme, kimsenin de üzmesine izin verme,” dedi. Yağız onu başıyla onaylayıp kızın koluna girmesi için kolunu uzattı ve arabaya doğru gittiler.

Yağız yine kendi bildiğini okumuş ve konakta yapılması istenilen düğün yerine mekan olarak lüks bir oteli tercih etmişti. Otele giderken arabada Eyşan’ın sessizliği Yağız’ı rahatsız etmiş ve sırf bir şeyler konuşmak için “İyi misin?” diye sormuştu.

Eyşan elindeki çiçeğe bakıyordu. Tek bir güzel söz duymayı beklemişti, ama o da olmayınca azıcık üzülmüştü. Adamın sorusu ile başını kaldırıp, “İyiyim,” dedi mırıltı ile.

 

Elini kızın küçük elinin üstüne koyduğunda güldü. Bu kızın elleri bile çok küçüktü, “Sorun yok değil mi?”

Eyşan yutkundu, “Hayır, yok.”

“Bu arada, gerçekten çok güzel olmuşsun.” Gülümsedi ona, “Güneş gibisin şuan.”

Eyşan da ona gülümsedi. İşte duymak istediği şeyi çok sade bir cümlede, ama yüreğinin en derinliklerinde kıyametlerin kopmasına neden olacak şekilde duymuştu. “Teşekkür ederim,” dedi utanarak. “Sende çok yakışıklı olmuşsun.”

 

Yağız başı ile teşekkür edip yola odaklandı. Düğün mekanına geldiklerinde ikisi de heyecanlıydı, farklı sebeplerden de olsa kalpleri deli gibi atıyordu. Yağız korkuyordu, Eyşan ise bilmediği yabancı duygularla savaşıyordu...

Eyşan’ın şahidi Destan’dı, Yağız’ın ki de Selim. Nikah memuru evlilik cüzdanını kıza verip, “Gelini öpebilirsiniz,” dediğinde Yağız ona dönüp, ‘Ne yapayım’ der gibi gülümsedi ve Eyşan’ın önce alnına sonra tepki çekeceğini bilerek ve sırf bu yüzden dudağına ateşli ama küçük bir öpücük bırakmıştı.

 

Eyşan bu temasla kıpkırmızı olmuş, etrafına şaşkınca bakmıştı. Rüzgar, Selim ve diğerleri ıslık çalarken, kızlar çığlık atmıştı ve bu sesler aile büyüklerinin homurtularını bastırmıştı.

Nikah kıyıldıktan sonra dans etmek için sahneye indiler. Eyşan beline dolanan elle, titremeye başlamıştı, Yağız da bunu fark etti ve kızı daha fazla kendine çekip kulağına “Sakin ol Küçüğüm sadece dans ediyoruz,” dedi.

“Neden herkesin içinde yaptın onu?”

 

Yağız anlamazlıktan gelerek gülümsedi, “Neyi küçüğüm?”

Eyşan ofladı, işi işti bu edepsizle. “Nikah kıyıldıktan sonra yaptın ya?”

“Ne yaptım?”

“Öptün!” diye çıkıştı sonra sesi çok mu çıktı diye etrafına bakındı, inşallah kimse duymamıştır, diye geçirdi içinden. “Neden öptün?” bu adam bilerek mi yapıyordu bunu?

 

“Adam dedi. Sende duydun, gelini öpebilirsiniz, dedi. Ne deseydim, yok küstüm öpmem mi deyim, ne kadar ayıp.”

“Ha çok anlıyorsun ayıptan çünkü!”

“Hem sen beni neden suçluyorsun? Biz evlendik değil mi?” dedi gayet normal ve çok mantıklı cevap vermiş gibi bir tavırla.

“Ah evet. Çünkü adam herkesin içinde dudağıma yapışmanı söyledi değil mi?”

Yağız küçük bir kahkaha attı, etraftakilerin merakını toplayarak. “Dudağına yapışmak öyle olmaz yalnız, göstermemi ister misin nasıl olur?” diyerek kıza doğru yaklaştı.

 

Eyşan birden adamın kollarından ayrılıp, inledi “İstemem!”

“Peki karıcığım, sen kaybedersin.”

“Edepsiz.”

“Fazlasıyla.”

 

Yerlerine geçtiklerinde bütün gece süren eğlenceye Yağız pek katılmasa da ailesi Eyşan’ı bırakmamıştı. Sahneden inmeyen kızın aksine, Yağız bütün gece Rüzgar ve Selimlerle takılmıştı. Bunu fark eden Eyşan gizlice onu izledi. Bir ara Selim’in kahkaha attığını ve adamların elindeki içkilerden birini alıp tek dikişte içtiğini gördü. Arkadaşları mıydı bunlar, diye düşündü? Kadınların hepsi çok güzel, çok şıklardı. Erkekleri de öyle, değişik ve kendilerine güvenen tiplerdi. Hepsi birbirinden yakışıklıydı ve eşlerine deli gibi aşık oldukları belliydi.

 

Sonra gözü kendi kocasına kaydı. ‘Kocam’ diye geçirdi içinden. Acaba o da birgün onu öyle sever miydi? Ya da en azından... Korkuyordu Eyşan, yeni hayatı için sabırsızlansa da çocuk tarafı deli gibi korkuyordu. Ya bu adam o küçük kalbini kırarsa...

O sırada yanına Yağız’ın yanındaki kız arkadaşları geldi. “Merhaba güzel gelin,” dedi Rüya neşeli sesiyle.

“Merhaba,” diye mahcup bir sesle yanıt verdi Eyşan.

 

“Ben Rüya, şu gördüğün minik cadının görümcesiyim,” derken Beste’yi gösterdi. “Yani Rüzgar’ın kız kardeşiyim.”

“Ben de Mısra bu çok konuşan kızın yengesi, yani Poyraz’ın eşiyim.” Mısra da gözüyle Rüya’yı gösterdi.

Eyşan da hepsine “Memnun oldum,” diye yanıt veriyordu.

“Ben de Şule, Çağatay’ın kız arkadaşıyım,” derken Çağatay’ı işaret etti. O sırada yanlarına gelen grupla Eyşan daha da çok gerildi.

Yağız Selim’in dediği bir şeye gülerek cevap verirken kızın beline doladı elini, “Manyaksın oğlum sen, ben sen miyim?” karısına çevirdi bakışlarını, “Hadi gidelim mi artık? Bu gece otelde kalacağız. Yarın da arkadaşlarımla İstanbul’a döneceğiz. Erken çıkmamız gerekecek.”

 

“Tamam,” dedi Eyşan bir tek. Gerçi kendi konakta kalacaklarını sanmıştı. Otel odası nereden çıkmıştı şimdi?

Ve Rüzgar kızı şaşkınlığa sokacak şeyi piç bir sırıtmayla söyledi, “Çok da erken çıkmasak da olur, siz keyfinize bakın yani. Acelemiz yok.”

Yağız güldü, “Allah razı olsun, çok düşüncelisin canım arkadaşım.”

“Ne demek her şey senin için,” deyip Beste’yi kollarına aldı. “Değil mi aşkım?”

“Ya öyle hayatım. Hep çok düşünürsün karşındakini zaten sen.”

 

Yağız kaşlarını çattı, “Kollarındaki kuzenim Rüzgar ve hala sana bir yumruk atacağım, onu tekme tokada çevirme yani.”

“İşine bak Yağız, hadi! O benim karım. Bende Eyşan’ı kardeşim ilan eder, bu geceni zehir ederim haberin olsun.”

Eyşan onlara bakarken rahatlıkları onu germişti. Yanında onu belinden saran kocasına baktı, bakmaz olaydı. Bakışları o kadar yaramaz, o kadar tehlikeliydi ki, ‘Ben dünyanın en terbiyesiz adamıyım’ diye bağırıyordu. Allah sonlarını hayır etse bari.

“Arkadaşlarım az edepsizler, kusurlarına bakma küçük.” Sonra Rüzgar’a baktı, “+18 kanalına girmesene lan!”

 

Eyşan birden adama baktı, “Ben on sekizimi doldurdum bir kere!” dedi sinirle ve bir çemkirme kızları güldürmüş, Yağız’ı şaşırtmıştı.

“Öyle mi güzelim, aklımda tutarım,” dedi göz kırparak.

Ve gitme zamanı gelmişti işte...

Ailesi ile vedalaştıktan sonra onlara ayrılan balayı süitine çıktılar. İçeri geçerken kız adama bakıyordu. Adam içkinin de verdiği rahatlıkla kıza bakıp yüzünü buruşturdu, “Ah kucağıma alacaktım seni değil mi?” kızı bir hamlede kucağına alınca Eyşan bunu beklemediği için küçük bir çığlık atmış, ardından da ağzını kapatmıştı.

 

“Şişş, sessiz ol küçüğüm. Otele rezil olmayalım. Dua et, seni düşürmeyeyim.”

Yağız kapıyı açtıktan sonra elindeki kartı yerine koydu ve ışıklar anında yandı. Odaya girer girmez kızı yere indirip hızla ceketini ve kravatını çıkardı. Oldu olası sevmezdi kravat takmayı.

“Boğdular ya, hiç sevmem de şu şeyleri,” derken gömleğinin üst düğmelerini açtı ve bardan kendine bir viski daha doldurdu, sonra bir bardak daha doldurup kıza uzattı.

 

Eyşan adamın ona uzattığı bardağı görünce “Ben içki içmem ki,” dedi yüzünü buruşturarak.

“Hadi ama, çok gerginsin Eyşan.”

Eyşan yutkunarak uzattığı viskiyi alıp, dudaklarına götürdü. Kokusu hoşuna gitmeyince geri indirdi. “Çok keskin kokuyor ama,” diye inledi.

Yağız gülümsedi, “Eğer koklarsan içemezsin.” Kızın yanına gelip, boşta kalan eliyle burnunu kapadı ve kıza elindeki bardağı işaret etti. Eyşan da gülmüştü. Sonra da bir anda büyük bir yudum aldı ardından da yüzünü buruşturdu.

“Hey hey hey, çok hızlıydı bu.”

 

“Ah! Çok acı,” dedi eliyle dilini yellerken. “Ama güzel,” deyip yine içti.

Yağız kaşlarını havaya kaldırıp, “Acaba az yavaş mı gitsen?” diye sessizce uyardı. Ama kız oralı olmadı. “Anladım, hızımı aldım diyorsun.”

Yağız kızın elini tuttu ve koltuklara oturdular. Önlerindeki meyve tabağından bir dilim elma alıp, kıza uzattı, bir dilim de kendi yedi. Arada kıza bakıyordu, gerçekten çok güzeldi, haddinden fazla güzeldi. Ama küçüktü işte. Tecrübesiz bir çocuktu. Ne yapacaktı onunla bilemiyordu.

 

Viskilerini bitirdiklerinde kızın başı dönmeye başlamıştı, Yağız ayağa kalktı, “Duş almak istiyor musun? Sonra da uyu istersen. Sabah erken çıkacağız. Bugün yeterince yoruldun,” derken adam gömleğini çıkarttı. Eyşan adama bakarken yutkunmuştu. Çok kusursuzdu. Ah hepsi şu içtiği şeydendi, yoksa Eyşan utanmadan öylece adamı izleyecek biri değildi.

“Şey... Duş... Evet, soğuk olur iyi gelir,” deyip ayağa kalkmıştı ki dengesini kaybedip yalpalanınca Yağız uzanıp onu tuttu hemen. Eyşan dengede durabilmek için adamın çıplak göğsüne koydu ellerini ve göz göze geldiler.

“Sanırım duş çok da iyi bir fikir değildi,” dedi Yağız kısık sesle kızın çıplak kolunu okşarken. “Sabah alırsın.”

 

“Sabah alırım,” uzanıp adamın dudağına öpücük kondurdu, sonra da kıkırdadı, “Bende öptüm seni. Gördün mü küçük değilim.”

Yağız küçük bir kahkaha attı, “Evet, şuan deli gibi farkındayım...” sık ve kesik nefesler alıyordu, “Hem de çok...” uzanıp kıza daha uzun bir öpücük bıraktı. “Eyşan...” dedi fısıltı ile.

Kız yutkunarak, “Efendim,” diye yanıtladı onu.

“Hemen uyusan iyi olur.”

 

Adam kızın saçlarını geriye atarken gülümsedi ve onu kucaklayarak yatağa götürdü. Yavaşça yatağa bırakırken, Eyşan’ın gözleri kapanmıştı neredeyse ve son kurduğu cümle Yağız’ı dağıtmıştı.

"Yağız, sende beni sevecek misin?”

Yağız bu sorunun cevabını bilmiyordu. Bildiği tek şey her şeyi ikisi için güzelleştirmek için elinden geleni yapacağıydı ve geri kalanları zamana bırakacak olmasıydı.

 

*** 

 

İstanbul’a geleli bir hafta olmuştu ve o gün dışında Eyşan Yağız’ı görmemişti. İlk gün birlikte eve gelmiş ve ona evi gezdirmiş, bir oda gösterip orada kalacağını söylemişti. Odası gerçekten çok güzeldi. Manzarası, terası, banyosu... Her şeyiyle kusursuz bir oda hazırlatmıştı ona. Yatağı bembeyazdı. Tülleri, halısı ve ince ayrıntıları da su yeşiliydi. Ayrıca çalışma masası, masanın üstünde yeni bir dizüstü bilgisayar, tablet ve yepyeni, son model bir cep telefonu vardı. Dolabı yeni, modern, genç kızların son trend kıyafetleri, ayakkabıları, çantalarıyla doluydu. Ayakkabılarda genelde rahat, spor şeyleri tercih etmişti. Kıyafetlerde de öyle... ama Eyşan’ın en çok bir sırt çantası dikkatini çekmiş, ama çekinip bir şey soramamıştı. Bu okul çantasına benziyordu...

 

O gece ikisi de yorgunlardı ve erkenden odalarına geçip uyumuşlardı, sonra da Yağız sabahtan çıkıp gitmişti. Her ne kadar Eyşan onunla uyumak istese de bunu dile getirememişti, zaten azıcık korkuları vardı ve açıkçası ona bu şekilde zaman tanıması çok ince bir davranıştı.

Yağız onu her gün bir sabah bir akşam olmak üzere iki kere arıyor, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını soruyor ve kapatıyordu. Bir iş seyahatinde olduğunu ve geleceğini söylemişti son konuşmalarında, başka da açıklama yapmamıştı.

Eyşan sıkıntıdan ölmüştü tek başına, Yağız ona kızların numarasını vermişti, ama açıkçası ilk haftadan kimseyi aramak istememişti. Dudaklarını büzdü ve televizyonu açıp izlemeye başladı. Filmin yarısında kapının açılma sesini duydu ve kafasını kaldırıp kapıya baktı. O gelmişti... Sonunda, dedi içinden.

 

Hemen ayağa kalktı. Kapıya doğru yürüdü, adam sadece yüzüne bakıp öylece duruyordu. Eyşan ne diyeceğini bilemiyordu. Neden öyle baktığını da...

“Hoşgeldin,” diye mırıldandı.

Yağız eve gelmek istemiyordu, çünkü onu gördükçe kendini zapt etmek zorlaşacaktı, zorlaşıyordu da. İstanbul’a geldikleri gün Selim’in gitmesi gereken Ankara’daki görüşmeye kendi gitmişti. İki gün önce dönmüş ve yatında kalmaya başlamıştı. Bunu hem kızın rahatlığı için hem de kendi akıl sağlığı için yapıyordu. Yoksa bu kusursuz güzelliğin karşısında ona dokunmadan durmak aklını kaybetmesine sebep olabilirdi. Çünkü o ilk gecelerindeki öpüşme bile sayılmayacak temas aklından çıkmıyordu ne yazık ki...

 

“Hoşbuldum Eyşan, nasılsın?” dedi anahtarı yana atarak. “Ya kusura bakma, bu saatte uyuyacağını düşündüğüm için anahtarla girdim. Seni rahatsız ettiysem-”

“Burası senin evin Yağız. Rahatsız olmadım.”

“Ben bir üstümü değiştirip, geliyorum.”

Eyşan gülümsedi ve “Tamam,” dedi.

Yağız odasına geçip üstünü değiştirdi, eşofman altı ve tişört giyip geri salona döndü. Kızın ona çekinerek baktığını fark edince, gülümsedi. Anlaşılan bu küçük afacan ondan korkuyordu.

 

“Konuşalım mı biraz?” diye sordu kaşlarını kaldırarak.

Eyşan tedirgin olmuştu, bir tek başını onaylarcasına salladı.

“Kahve yapmayı biliyor musun küçük?”

“Evet.” Düz bir sesle söylemeye çalıştı ama sesi titremişti. Ayrıca o küçük falan değildi.

Yağız onun tedirginliğini ortadan kaldırmak için yumuşak bir ses tonu kullanmıştı, “İyi, yap o zaman, elinden hiç kahve içmedim ve sade içerim.”

 

Eyşan adamın rahatlığı ile biraz gevşemişti ve “Peki,” deyip hemen mutfağa attı kendini.

Mutfakta kahve olana kadar içi içini yiyordu. Ne konuşacaktı ki? Git mi diyecekti? Başının çaresine bak mı? İyi de ne yapardı bu koca şehirde tek başına? Yoksa artık normal karı-koca mı olalım diyecekti? Ondan da deli gibi korkuyordu. “Allah’ım!” diye mırıldandı ve kahve olduğunda derin bir nefes alıp içeri girdi.

 

Adama tepsiyi uzatınca Yağız “Eline sağlık,” diyerek kahvesini alıp, yanındaki sehpaya koydu.

Eyşan da ona “Afiyet olsun,” demiş ve tam karşısındaki tekli koltuğa geçip konuşmasını beklemişti.

“Konuşmak istediğim şey, eğitiminle ilgili Eyşan.”

Bunu duyan Eyşan başını hızla kaldırıp adama baktı. Adam ise kızın dikkatini çektiğini fark edip devam etti.

“Bak evliliğimiz için ikimizin de zamana ihtiyacı var, sana bu zamanla ilgili sadece sadakat sözü verebilirim. Gururunu kıracak her hangi bir şey yapmam. Aramızda on bir yaş var ve ben seni incitmek ya da bir şeyleri zorla, duygusuzca yaşamak istemiyorum. Bunu ne sana yapmak istiyorum ne de kendime yakıştırırım. O yüzden yatımda kalıyorum. Ama hayallerinde okumak varsa, sana istediğin kadar destek çıkarım. Şimdi bana açık ol. Okumak istiyor musun?”

 

Eyşan da hiç görmediği o gülümseme dudaklarında belirince şaşırmıştı. Eyşan şimdilik diğer şeylere takılmadı, adamın dediği gibi ikisinin de zamana ihtiyacı vardı. “Ben üniversite sınavına girdim. Puanım çok yüksek. İstediğim üniversiteler geliyor.”

Yağız gülümsedi ve göz kırptı ona, “Yalnız tek şartım İstanbul sınırları içerisinde olması.”

“Tamam söz,” dedi onaylayarak. Çok mutlu görünüyordu.

En azından onu mutlu etmişti bir şekilde, “Peki hangi bölümü istiyorsun?” diye sordu, sohbet edip, onu tanımak istiyordu.

“Aslında ben... öğretmenlik istiyorum.“

 

“Harikaymış. Tamam o halde. Tercihlerini yap. Yardımcı olmamı istediğin bir şey olursa numaramı biliyorsun, ararsın. Ek ders ya da başka türlü, ne olursa. Ben pek eve uğramam nasılsa. Derslerine çalışıp, okulunu tamamlarsın. Seni rahatsız etmem yani.” Derin bir nefes alıp verdi.

“Peki,” dedi ve dudağını ısırıp “Neden evinde kalmıyorsun, ben rahatsız olmam,” diye cümlesini tamamladı. “Odamda masam var, özel alanım da var.”

 

Yağız gülümsedi, “İnan bunu sadece senin için yapmıyorum.” -Kendim için de senden kaçıyorum. Yoksa beni yakacaksın! “Ya bir de bir şey dikkatimi çekti, kredi kartını neden kullanmadın? Sana nakit de bırakmıştım. Şimdi baktım odama koymuşsun.”

“Şey... Nasılsa hergün birileri poşetlerle evin ihtiyacını getiriyordu. Param da var. Yani gelirken-”

“Olsa da onlar sende dursun Eyşan, şuan sadece kağıt üstünde de olsa kocanım senin, yani benim olan her şey senin. Bu arada yarın seni çıkarmamı, biraz gezdirmemi ister misin?”

Eyşan sevinçle “Elbette isterim, çok sıkıldım,” dedi.

 

“Kusura bakma, bunu düşünemedim. Ama yarın söz telafi edeceğim.”

“Tamam sorun değil.”

Biraz daha oturup, ayaklandılar, Eyşan mutfağı da toparladıktan sonra odasına gitti. Hızla üstünü değiştirip, yatağa girmişti.

Ve gecenin bir yarısı onu uyurken izleyen adamdan habersizdi. Yağız kızın masumluğunu izliyordu. Hayatında böyle bir yangına düşmemişti ve yanmadan da çıkması imkansızdı.

“Herkesin hayatta bir zayıf tarafı vardır. Ben hep kendimi güçlü sanırdım ama senin karşında o kadar acizim ki... Sanırım benim zayıf tarafım sen oldun.”

 

 

Ertesi gün Yağız ona gidebileceği yerleri gösterdi. Mağazalar, marketler, kafeler... Öğlen yemeği için geldikleri restorantta otururken, “Ehliyetin var mı?” diye sordu ona.

“Var, yeni aldım. Araba kullanmayı da biliyorum. Kürşat abim öğretmişti.”

Yağız başı ile onayladı, “En küçük abindi değil mi? Yanlış hatırlamıyorsam-”

“Evet,” dedi kız gülümseyerek. “Büyük abim istemedi. Hatta bayağı karşı çıktı, ama Kürşat abim gizli gizli beni çalıştırdı ve gizli gizli sınavlara götürdü.”

 

“Tamam, en yakın zamanda sana bir araba ayarlarım. En azından gezersin falan. Yani ben yokken.”

“Gerçekten mi?”

“Eyşan, burayı ailenin eviyle beni de o büyük abilerinle karıştırma. Sen benim esirim ya da himayem altında olan her hangi biri değilsin. Eşimsin...”

“Peki,” dedi başını sallayarak. “Teşekkür ederim.”

“Rica ederim, çıktığın zamanlarda sol parmağında alyansın durduğu sürece sorun yok,” dedi sırıtıp, kendisi de sol parmağını göstererek.

“Anlaştık.”

“Güzel.”

 

*** 

 

Selim karşısına aldığı kadınla neyi nasıl konuşacağını bilemiyordu, ama bir yerden başlaması gerekiyordu.

“Evet, seni dinliyorum Selim,” dedi Çisem ‘hadi’ der gibi.

“Çisem, ben... Bitirmek istiyorum,” diye sonunda en basit şekilde söyledi ve başını kaldırıp kızın yüz ifadesine baktı. “Bak yanlış anlama zaten bu ilişkiyi tek başına sürdüren sensin, beni biliyorsun-”

“Neyi biliyorum Selim! Söylesene neyi?” diye bağırdı ve ayağa kalkıp masanın üstündeki vazoyu yere atıp kırdı. Selim o dakikalarda sadece onu izliyordu. “Rüya gelince dengesizleştiğini mi?” diğer taraftaki bibloyu alıp attı, “Gözünü ondan bir dakika olsun ayırmadığını mı?” ve koltuklardaki kırlentleri sağa sola fırlatmaya başladı. “Geceleri benim yatağımda, benim yanımda uyurken onu sayıklayarak kabuslar gördüğünü mü?”

 

Selim de sinirle ayağa kalkıp onu kolundan tuttu, kendine çekti, “Ayrılsaydın o zaman Çisem, ben seni yanımda zorla mı tuttum? Gideceğim, dedin de ‘gitme’ mi dedim? Sana yalan mı söyledim ha? Seni seviyorum, sana aşığım mı dedim?”

“Ondan nefretle söz ettin hep! Şimdi ne değişti?” dedi ağlayarak. “O gitti, senin yanında olan da bendim, seni o enkazdan çıkaran da!”

“Sen beni enkazdan falan çıkarmadın!” derin bir nefes alıp verdi, “O enkaz bendim Çisem. Sende bir enkazla beraber olmaya razı gelendin. Ben sana hiçbir zaman aydınlık bir gelecek, aşk dolu yarınlar vaat etmedim. Hep buydum, onsuz hep enkazdım ben.”

Çisem gözündeki yaşı sildi, “Sen ondan nefret etmiyorsun!”

 

“Sana...” yutkundu, “Sana dürüst olacağım, sadece sanırım onu affediyorum. Hepsi bu! Ama...”

“Affediyorsun öyle mi?” başını alayla aşağı yukarı salladı, “Bunca kadından sonra o seni affedecek mi?”

“Ben onunla birlikte olma derdinde değilim. Beni terk eden biriyle olmaz bir daha! Onunla ilgili hayallerim olsaydı, emin ol hayatıma kimse girmezdi. Dediğim gibi, sadece anlıyor, affetmeye çalışıyorum. Beni sevmiyor, istemiyordu. Bunun için de onu suçlamıyorum artık. Olan bu!”

 

“Sen kendini kandır!” dedi kadın ve işaret parmağını adamın kalbine bastırarak, “Onu deli gibi isteyen burası!” diye vurguladı. “Bedenini bin kadına versen de, buraya kimseyi dokundurtmuyorsun, çünkü hala onunla olmak için can atan bir kalbin var! Küçücük de olsa, ümidin var hala...” çantasını alıp, evden çıkıp gitti.

 

Selim Çisem’in evden ayrılmasıyla koltuğuna çöktü. Gözlerini yumdu ve Rüya’yı düşündü. Artık olmayacak bir hayaldi onun için. Kabullenmek en iyisiydi. Belki o zaman kadını görünce böyle acılar içinde kıvranmaz, ona olanca öfkesiyle bakmazdı. Rüya onu sevmemişti ve gitmişti. İşte hepsi buydu...

“Bitti!” dedi kendi kendine ve önündeki içki şişesini kafasına dikip tek yudumda içti.

 

*** 

 

“Geç de olsa balayına geldiğimiz için gerçekten çok şanslıyız aşkım.”

“Evet, sonunda,” derken gülümsüyordu Beste. Sonra adam arkadan gelip ona sarıldı.

“Bir hafta sen ve ben... “

Rüzgar onu kendine çevirdi, tam dudaklarıyla buluşacakken arkadan gelen “Anni bıyak!” sesi ile gözlerini yumdu, “Evet bebeğim ve tabii ki sen,” dedi bıkkın bir sesle.

“Çok ayıp Rüzgar, o senin oğlun!” deyip onu kucağına aldı, “Tamam prensim, yok bir şey. Baba şaka yaptı.”

 

“Aksini inkar etmedim. Sadece karımla bir iki gün başbaşa kalmak istemem beni kötü bir baba yapmaz öyle değil mi?” diye sordu ellerini yana açarak. “Bu ufak ayrıç görevli bebeğimiz yüzünden ikinci çocuğu yapamıyorum Beste!”

“Yine başlama Allah aşkına ya!”

Bir haftadır aynı konu üzerinde tartışıyorlardı. Rüzgar’ın işleri, Beste’nin okula yeniden başlaması için yapılacak işlemler nedeni ile, balayını üç güne düşürmüşlerdi ve Rüzgar bu üç gün için Çınar’ı annesine bırakmak istemişti. Ama Beste bunu kabul etmemiş, üstelik Rüzgar’ı da kötü babasın, diye de suçlamıştı.

 

Beste, kucağında hala ağlayan oğlunu sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da Rüzgar’a çemkiriyordu. “Tabi anladı çocuk istenmediğini. Ağlıyor bak. Hepsi senin yüzünden.”

Rüzgar oflayarak yatağa bıraktı kendini, “Ben sadece ikinci çocuğu istiyorum.”

“Gayet de çalışmalarda başarılısın Rüzgar, şimdi çocuğu suçlama rica ediyorum!”

“Ah! Tabi!” dedi çıkışarak, “Konsantre yüzde yüz, faaliyet kesintisiz ve her gecemiz sabah! Maşallah bize! Ama sonuç nedense hep boş! Çok verimliyiz gerçekten.”

 

“Edepsiz!” dedi çocuğunu kucağında sallarken. “Sen gördüğüm en edepsiz adamsın Rüzgar Soylu.”

“Kucağındaki veliahdımı unutuyorsun sayın Beste Soylu.” Sırıttı, “O benden de edepsiz olacak. Kayınbabasının vay haline.”

“Kızın olursa, sen kendini düşün. Türkiye’nin en edepli damadı senin gibi bir adamı bulmaz, öyle değil mi?”

“Elbetteki edepli bir damadım olacak, çünkü kızım...” bir an düşündü, “Lan kime çekse dert ha!” diye mırıldandı. “Yani edepli olur inşallah.”

 

Beste kahkaha attı, “Sen çok fenasın!”

Ve bir saatin sonunda oğlunu tekrar uyutup banyoya doğru gidecekken adam bileğinden tuttu. “Hadi ama yeter artık, azıcık da kocanla ilgilen.”

“Hım, bu koca bebek de mi ilgi istiyor?”

Rüzgar’ın gözleri parladı “Evet,” dedi emin bir sesle. “Hemde çok ilgi istiyor, sabaha kadar...”

Genç kadın kahkaha attı ve banyoya doğru koştu, “Çok bekler o zaman.”

Rüzgar ise sinirli bir sesle “Pişman olacaksın güzelim. Yemin ederim pişman olacaksın!” diye inledi. Sonra da yeniden kendini yatağa attı, “Hayır balayına neden geldik ki o zaman? Evde de sevişemiyorduk.”

 

 

Bir saat sonra Çınar da uyanmış, birlikte yemeğe inmişlerdi. Adam özellikle gözden uzakta bir yer seçmiş, karısını kimseyle paylaşmak istememişti. Kimsenin gözü ona değsin, kimse ona baksın istemiyordu. Bu ne hastalıklı bir kıskançlıktı böyle.

“Yemekleri beğendin mi?” diye sordu Rüzgar.

“Evet harika. Ama bu bıdık bir şey yemedi.”

“Aç olsa yerdi hayatım,” dedi adam Çınar’a göz kırparak.

“Ah tabi senin için sorun değil, değil mi?”

 

“Beste sen iyi misin? Neden sürekli oğlumu sevmiyormuşum gibi imalarda bulunuyorsun. Sevgilim biz balayındayız. Evet buraya seninle başbaşa gelmek istedim, çünkü dilediğim an seninle sevişmek istiyorum, dilediğimiz an çıkıp eğlenmek istiyorum, bir kaç günde olsa seninle özgür olmak istedim ben. Bunda ben yanlış bir şey görmüyorum. Çünkü en azından bu kadar ayrılıktan sonra bu kadarını hakkediyoruz. Ben...” derin bir nefes alıp bıraktı, “Seninle baş başayken neler yapardık bilmiyorum. En azından hatırlamıyorum. Sadece öyle bir üç gün geçirmek istedim.”

 

Kurduğu bu uzun cümle karşısında kendini suçlu hisseden Beste, adama hak verdi. Eski Rüzgar’la böyle anları çok olmuştu ama şu an karşısındaki adamla hiç yaşamamıştı öyle şeyler. Yani adam hatırlamıyordu ve bu tarz anılar biriktirmek istiyordu. Bir şekilde onunla yalnız paylaşacağı anlar istiyordu. Üstelik sadece üç günleri vardı.

“Haklısın Rüzgar. Ben bu yönden düşünemedim. Üzgünüm. Gerçekten. Bak ilk müsait olduğumuz zamanda yapalım bu dediğini olur mu?” gülümsemeye çalıştı.

 

Adam elini tuttu. “İkiniz de benim bilmediğim geçmişimsiniz Bestem. Ama bildiğim bir şey var ki, ikiniz de benim kıymetlimsiniz ve bu adam ikinizi de deliler gibi seviyor ve her daim, tüm ömrü boyunca yanında istiyor. Sadece karısıyla da özel anılarının olmasını hayal ediyordu. Mesela gece yarısı odanın balkonundaki havuza çıplak girmeyi ya da müzikli bir yere gidip, saatlerce dans etmeyi... Her daim dudaklarımda dudaklarını hissetmeyi...” Beste duyduğu şeylerle kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Rüzgar ise devam etti “Ve Beste, beni kendine ikinci kez aşık etmenin verdiği o gururu sonuna kadar yaşayabilirsin,” derken kahkaha attı, daha çok kendi ile alay ediyordu. Cebinden çıkardığı kutuyu masaya koydu.

Kadın hala sessizdi.

 

“Biliyorum yüzüklerimiz var, saklıyorum da. Ama ben her şeye yeniden başlamak istedim.”

Kutuyu açtı. İki alyans duruyordu kutuda. Birinin üstünde pırlantalarla R, diğerinde ise sade bir B harfi vardı.

Rüzgar yüzüklerden birini eline aldı, “Takabilir miyim?” diye sordu. Beste hemen sol elini uzattı.

“Elbette,” dedi.

Ardından Beste eline Rüzgar’ın alyansını alıp ona aynı şekilde taktı. “O zaman birbirimize yeniden hoşgeldik.”

“Hoşgeldin sevgilim. Seni çok seviyorum Beste’m!”

 

*** 

 

4 AY SONRA

 

“Dönmüşsün.”

Selim arkasından gelen sesle o tarafa döndü, “Evet dün bitti seminer. Bugün geldim.”

“Hoşgeldin,” dedi Rüya adama sırıtarak. Kabullenişti bu. Rüya bu geçen zamanda Selim’in de nasıl acı çektiğini herkesten duymuş ve kendinden bile nefret etmeye başladığı anları dinlemişti. Selim’in onun gidişiyle yaşadığı tek şey öfkeydi. “Sana odamda kahve ısmarlamamı ister misin?”

 

Selim kaşlarını havaya kaldırdı, “Sen mi?”

“Evet neden olmasın.” Sonra ellerini eteğinin cebine geçirdi, “Tabi istersen.”

Selim kafasını kaşıdı. Bu kadına karşı hiç ağırlığı yoktu, hep zayıf, hep acizdi... “Peki,” dedi ve birlikte odalarına gittiler. Uzun bir süre havadan sudan konuştuktan sonra kahvelerini yarılamışlardı.

O an Rüya Selim’e baktı ve tüm cesareti ile “Ertelediğimiz yemeğe çıkalım mı?” diye sordu.

 

Selim tam kahvesini dudağına götürüyordu ki, dondu kaldı. “Anlamadım.”

“Selim bugün sende sorun mu var? Yemeğe çıkalım mı diyorum?”

“Olur çıkalım,” dedi Selim başını sallayarak. “Bu akşam mı?” diye sormuştu ki içeri Beste girdi.

“Selam millet, kocamı bulamıyorum. Nerede?”

“Bilmem,” dedi Rüya.

 

Beste elini beline koydu, “Of... Nerede bu ya,” diye kendi kendine mırıldandı.

“Niye ne oldu?”

“Ya çok halsizim. Birlikte bir kontrole gitmiştik, sonuçlar çıkmış, birlikte gidecektik..”

Selim birden ayaklandı, “Eee yürü biz seni götürelim Beste, Rüzgar’ı ne bekliyorsun?”

“Ya yok öyle acillik bir durum değil Selim. Beklerim.”

“Burada mı bekleyeceksin?” dedi Selim soran gözlerle. Hayır, o zaman adamın odasında beklesindi.

“Sokakta mı bekleyim?”

 

“Yok da. Neyse...” dedi kadına gözlerini kısarak. Sonra Rüya’ya döndü, “Akşam konuşuruz Rüya. Kaçta alayım seni?”

Rüya ise hayret dolu bakışlarını Selim’e attı ve Beste’yi işaret etti. Korktuğu da başına geldi.

“Ay siz barıştınız mı? Çok sevindim ya.”

“Barışmadık Beste. Sadece akşam konuşmamız gereken bir konu var onu konuşacağız. Arkadaşın sevgilisi var unuttun mu?” diye çıkıştı ona Rüya.

“Ha tamam be, ne bağırıyorsun? Hastayım ben.”

 

Onu duyan Selim Rüya’nın yanına yaklaştı. Yanağını öperken “Sevgilim yok. O iş bitti, “ diye fısıldayıp hızla uzaklaşarak, “Akşam yedide seni alırım,” dedi ve odadan çıktı.

Beste’nin de ‘hı belli barışmamışsınız,’ bakışlarını üstünde hissetti ve hemen o da odadan çıkmak için bahane aradı.

“Ben muhasebeye inecektim, sen otur burada aklı gidik abimi bekle e mi pijamalı gelin yengem?” deyip o da ofisinden çıktı. Arkasından Beste’nin attığı kahkaha net duyuluyordu.

 

*** 

 

Beste Rüya’nın ofisindeki koltukta uyuyorken, dudağında bir temas hissetti. Gözlerini açtığında Rüzgar’ı gördü. “Neredesin Rüzgar? Sonuçları almaya gidecektik? Hem beni buraya çağırıyorsun, bekle diyorsun, hem sen yoksun.”

“Hayatım sabah aldım ben sonuçları. Ama işlerim vardı arayamadım. Ciddi bir şeyin yok. Yani ne zehirlenme ne de kanında mikrop. Gayet sağlıklısın.”

Beste uzandığı koltuktan doğruldu, “Hı kısaca naz yapma diyorsun?”

 

“Hayır, beslenmene dikkat etmen gerekiyor diyorum. Neyse hadi eve gidelim. Çok yorgunum.”

“Tamam, bende öyle ya, birden tak uyuya kalıyorum, anlamadım.”

“Evde dinlenirsin,” dedi gülümseyerek. Kızın elini avuçlarına hapsedip kaldırdı onu. Kızın ani hamlesi ile “Yavaş ol hayatım ya,” diye uyardı onu.

“Tamam ya bir şey yok, iyiyim.” Ayağa kalktığında üstünü başını düzeltti, “Çınar’ı alalım ama. Ben hastahaneye gideceğim diye annenlere bıraktım.”

 

“Biliyorum görüştüm ben. Ama parka gitmişler. Dönüşte bırakacaklar. Hadi ama...”

“Şimdi anlaşıldı bu acelen. Sen cidden sapık oldun çıktın ha başıma,” dedi kıkırdayarak. “Hep aklın edepsizlikte.”

“Bebeğim az cümle çok hareket. Felsefemiz bu.”

“Senin felsefene Rüzgar.”

 

Ofisten çıkıp, kendi dairelerine geldiklerinde Rüzgar kadının elini tuttu ve koridora yönlendirdi. Heyecanını ve sabırsızlığını an be an gözlemleyen Beste kıkırdadı, “Bi dur Rüzgar ya. Yemek yeseydik.”

“Önce sürpriz...”

“Sürpriz mi? Ne sürprizi?” dedi gözlerini kocaman açarak, “Ah! Bayılırım sürprizlere!”

Rüzgar kahkaha atarken Beste geldikleri odanın önünde sabırsızlıkla bekliyordu. “Ee nerede sürpriz? Hani sürpriz?”

“Bu kapının ardında...” dedi adam ona aşkla bakarken.

“Boş odada?”

“Artık değil.”

 

Beste’nin aklına gelen kitaplık, Beste’ye çalışma odası, müzik odası gibi şeylerdi. Ama kesinlikle bir bebek odası değildi. Beste kapıyı açtı ve gördüğü bembeyaz bebek odası ile ağzı açık kalmıştı

“Rüzgar?” deyip adama döndü. “Çı-Çınar’ın odası vardı...” yeniden arkasına baktı, aklına gelen şeyi diline getiremiyordu, “Ayrıca... Bu...”

 

Rüzgar onun sözünü kesti, “Kanında mikrop yok, ama karnında minik bir misafirimiz daha var prensesim.”

Beste kulağında yankılanan sözcükleri bir süre tekrar etti ve yeni yeni idrak etmeye başladığında “Karnımda misafir? Haa! Aman Allah’ım Rüzgar, hamile miyim?” diye çığlık attı.

“Evet birtanem. Hamilesin ve ben bu sefer her anını, her kaprisini sonuna kadar yaşamak için sabırsızlanıyorum.”

Rüzgar, Beste’nin bir önceki hamileliğindeki zorlukları düşündü. Çünkü bir kaç gündür eskileri hatırlamaya başlamıştı ve bunu Beste’ye henüz söylememişti, şimdi ise tam sırasıydı. Rüzgar kadına bakıp sırıtmaya başladı.

 

Beste ise “Ne?” diye sordu.

“Aklıma bir şey geldi.”

“Ne geldi?”

“Mesela evime girip, odamı gasp ederek, banyomu kullanan, minicik havlusu ile odamda dans eden seksi bir kız ya da mutfağımda yumurta ile konuşan ufak bir cadı. Yemekleri sürekli yakan beceriksiz bir prenses... bunları bana anlatmayı düşünüyor muydun? Yoksa hafızamı kaybetmiş olmamdan yararlanan bir üç kağıtçı olarak sonsuza kadar saklayacak mıydın?”

 

Beste şaşkın ama yaşadığı değişik bir mutlulukla adama bakıyordu. “Sen hatırlıyorsun. Rüzgar sen hatırlıyorsun,” derken adamın boynuna atladı, “Allah’ım inanamıyorum.”

“Hatırlıyorum aşkım ve inan nasıl unuttum, sensiz nasıl kaldım, aklım almıyor şuan...” ikisi de yaşadıkları o mutlulukla birbirlerinin dudaklarına yapıştı.

 

???

 

 

Bölüm : 05.12.2024 08:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...