21. Bölüm

20. BÖLÜM - DOST KAZIĞI

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

Aşk Hint kumaşıdır,

Kolay kolay bulunmaz...

Bulunsa bile ya rengi

Ya da bedeni sana uymaz...

O yüzden boşuna giyinip, salınma,

Gözüm görse seni, sözlerini kulağım duymaz...

 

-*-

 

Selim önünü göremiyor, başını yana eğip Yağız’ın çalıştırmaya uğraştığı tekneye bakıyor, bir yandan da elindeki viski şişesini sallıyordu, “Lan bunların altı delik ha, ben sana söyleyim. Hemen de bitiyorlar.”

Yağız başını salladı, “Bende fark ettim, benimki de çıp çıp damladı, bitti! Hemencecik!” diyerek bir daha tekneyi çalıştırmaya geldi, ama yine ilerlememişti.

 

“Çalıştı ama gitmiyor, bozulmuş bozulmuş,” dedi Selim kendini koltuğuna atarak.

“Bence de bozuk. Bozuk tekne satmışlar bana!” diye sinirle bağırdı Yağız ve o da kendini koltuğa attı.

“Ee nasıl gideceğiz dünyanın öbür ucuna kanka,” başını eğip denize baktı Selim, “Yüzerek yetişir miyiz ki?”

Yağız da başını eğdi, “Çok karanlık, kaybolabiliriz bence. Uyuyalım. Sabah çıkarız yola.” Esnedi. “Hadi ben Eyşan’ın o büyücü büyücü gözlerinden kaçıyorum. Sen hangi boktan kaçıyorsun?”

 

Selim iç çekti, “Bende büyüyecek olandan kaçıyorum. Oğlum Rüya ağzıma sıçacak diyorum. Ebenim beni çıkarttığı yere büzüştürüp büzüştürüp geri sokacak yemin ederim. Ben onun o halini göremem. Kaçacağım. Dünyanın en ucuna. Kutuplarda yaşayacağım anasını satayım, penguenlerle birlikte.”

 

Yağız suratını ekşitti, “Lan orası çok soğuk! Yüzerek de gitsek yetişemeden donarız. Titanic’teki Jack gibi buz kalıbı olur, suyun derinliklerine küt diye batarız. Ölelim mi?” diye bağırdı. “Ekvatora yakın yerlere gidelim. Sıcak. Hem tropikal meyve yeriz. Ben çok severim tropikal meyve.”

“Ekvator da bulurlar bizi,” dedi sinirle Selim. “Saçmalama.”

“Uzak Doğu’ya gideriz. O da olur.”

 

Cık yaptı Selim, “Uzak Doğu olmaz. Orada da bulurlar.”

“Lan adı üstünde ‘Uzak’, nereden bulacaklar da şey edecekler. Hem uzak hem doğu. İkisi bir arada, kafaları karışır, ikisine bakmak akıllarına gelmez!” Sonra kaşlarını çattı, “Ama masaj yaptırmak yok. Anlaştık mı?” elleri ile gözlerini yana çekti, “Böyle çekik gözlü kızlara bakmak da yok. Çünkü Eyşan’ın gözleri kocaman, böyle açarak bir bakıyor bana.” İç çekti, “Of ya!”

Selim kafasını sağa sola salladı, “Lan bu saatten sonra Rüya’dan başka değil bir kıza dokunmak ya da dokundurtmak, yanından geçmem. Aldım ben dersimi bir fazlayla hemde.” O da ofladı, “Of Rüya of!”

 

“Of Eyşan of!” iç çekti, sırıtarak Selim’e bakıp, “Lan!” diye bağırdı.

“Hıı...” dedi Selim elindeki şişeyi sallarken. “Ne var?”

“Şiir yazsam Eyşan’a sence beni yatağa alır mı? Yani eve eve! Eve almıyor yatağa alsın!” diye çıkıştı. “Ne kafamı karıştırıyorsun?”

Selim dudaklarını büzdü, “Yani şiir mantıklı bence, bir dene.”

“Dur!” dedi ayağa kalkıp hazır ola girerek, “Hemen yazıyorum bir şiir.” Kafasını kaşıdı, “Ayakta duramıyorum lan, oturarak yazsam kıza ayıp olur mu ki?”

 

“Yok canım, denizden başım döndü, tekne sallanıyor, bozuk dersin, özürdü çiçekti falan bir şey olmaz!”

“Bence de...” oturup öksürerek sesini ayarladı ve denize doğru bağırarak şiiri okudu.

“Ey benim koca gözlü sevgilim,

Pörtletip bakma bana puslu puslu...

Al beni yanına, uyuyayım koynunda,

Söz dururum uslu uslu!

 

Sen benim en koca gözlümsün,

Maşallah taş gibi göt-bu olmadı... beğenmez. Dur değiştireyim.”

 

“Dörtlük yeter bence. Çok da şımartmamak lazım,” dedi Selim kendini beğenmiş bir edayla. “Şiirin sonuna da kalp gözlü emoji koy, Rüya çok severdi kalp gözlü emoji. Canım benim.” Sesi ağlamaklı çıkmış, iç çekmişti.

“Bencede, tamam sabah onu yollarız, şimdi uykum geldi.” esnedi, “Hadi uyuyalım.”

“Bencede, sabah yolla. Günaydın mesajı çok sever kadınlar.”

“Tamam o zaman...”

Ve ikisi aynı anda sızıp kaldılar...

 

*** 

 

Rüya güne yine gözyaşları ile başladı. Yine rüyasında o mavi gözlü küçük çocuğu görmüştü. Sarılamadan ölen oğlunu. Birdaha asla o hissi yaşayamayacak olması onu kahrediyordu. Elini karnına koyup, gözlerini yumdu. Bir daha asla karnı büyümeyecek, orada bir can taşıyamayacaktı. Bu çok acıydı. Selim’i de bu yoksunluğa mahkum edebilir miydi bilmiyordu? Korkuyordu, bu eksikliğinden deli gibi korkuyordu. Titreyen telefonu ile daldığı düşüncelerden kurtuldu ve elinin tersi ile gözyaşlarını silerek telefonu eline aldı, arayan kişiyi görünce hemen kendini toparlayıp cevap verdi, “Efendim Selim.”

 

“Günaydın Rüya, nasılsın?”

Genç kadın derin bir nefes alıp verdi, “İyiyim, sen nasılsın?” Selim’in mesafeli ses tonu ve oldukça ciddi olan konuşması onu tedirgin etmişti. “Bir sorun mu var Selim?”

“Sorun... Yani bilmiyorum karışık biraz.” Duraksadı, “Rüya, görüşebilir miyiz? Seninle konuşmak istediğim önemli bir konu var. Ertelemek istemiyorum daha fazla.”

“Şey... merak ettim. Telefonda söylesen?”

 

Selim elini saçlarından geçirdi, “Rüya yüz yüze...”

“İyi peki Selim. Hemen hazırlanıyorum. Sen bana mekanın konumu at-” demişti ki Selim sözünü kesti.

“Bana gelsen...” dedi acı dolu bir sesle. “Konuşacağım konu öyle ulu orta konuşacağım bir şey değil. Kahvaltıya ne dersin?” Rüya’nın nasıl tepki vereceğini kestiremiyordu ve o yüzden evde konuşmak en iyisiydi.

“Tamam. Yarım saate çıkarım.”

 

Selim dudağını ısırdı, “Ben de çıkıyorum, seni alırım.”

“Ben gelirim-”

“Size yakınım, akşam Yağız’ın teknesindeydim.”

“Peki hazırlanıyorum bende.”

Rüya hemen telefonu yatağın üstüne atıp, banyoya koştu. Kısacık zamanda işlerini halledip çıktı ve üstünü değiştirdi. Yarım saatte hazırlanmıştı işte ve kapıya çıktı. Arabanın dışında onu bekleyen adamı görünce kışın ortası ona bahar gibi geldi. Ama Selim’in dağınık ve akşamdan kalma hali de onu üzmüştü. Neydi onu böyle dağıtan anlamıyordu?

 

Boynuna sarılmak, onu ne kadar özlediğini söylemek için delirse de sadece “Günaydın,” diyebildi.

“Rüya,” dedi adam ve onu belinden tutup yumuşak bir temasla sardı. “Hoşgeldin,” diye mırıldanan adamın sesi Rüya’nın kulaklarına değil, kalbine dolmuştu. “Seni özlemişim, kokunu da...” ağzından çok güzel kelimeler çıksa da ses tonundaki acı o kadar somuttu ki...

“Hoşbuldum da... İyi misin, neyin var öyle?” adamdan uzaklaşıp yüzüne baktı, “Yüzün sapsarı.”

“Konuşuruz, hadi gidelim.” Belinden tutup onu arabaya yönlendiren Selim ona dokundukça hem mutlu oluyor hemde deliriyordu sinirden. Tam arabaya binecekken “Simit aldım sana,” dedi.

 

“Aklımdan geçeni okudun,” diyerek şaşkınlığını dile getirdi Rüya.

Selim kadının kulağına eğilip “Hala aklından geçenleri, teninin her karesini, seni, kalbinden geçen her duyguyu ezberlemişim ve satır satır okuyabiliyorum, unutmadım...” diye fısıldadı.

Rüya duydukları ile ayaklarının yerden kesildiğini hissetti ve bunu hissettirmemek için hızla arabaya bindi.

Yirmi dakikalık yolculuğun sonunda Selim’in evine gelmişlerdi. Hızla arabadan inen Selim kızın da kapısını açıp onu indirdi ve arka koltuktan poşetleri alıp eve girdiler. Selim çoğu şeyi hazırlarken bir yandan da Rüya’yla havadan sudan konuşuyorlardı.

 

Rüya ona Eyşan’ı anlatıyor, Beste ile Rüzgar’ın küçük atışmalarına takılıyor, arada da yeni tanıştıkları Ecrin ile Yağmur’dan bahsediyordu.

Kahvaltı masasına oturduklarında da aynı muhabbet dönüyordu ki Rüya ona düşünceli bakan gözleri görünce duraksadı. “Selim geldiğimizden beri durgunsun. Bir şeylerle kafanı dağıtmaya çalışıyorum ama başarısız oluyorum. Neyin var?”

Selim derin nefes aldı. Bunu söylemenin kolay yolu yoktu. Ama nasıl söyleyeceğini hala bilmiyordu. “Rüya...”

“Efendim.”

 

“Rüyam... Seni çok ama çok seviyorum. Bak bu söyleyeceğim şeyin seni üzmesini istemiyorum. Aramızda sorun olmasını hiç istemiyorum, çünkü ben senden bir daha ayrılmam, ne olursa olsun bir daha vazgeçmem, gitmene de izin vermem Rüya. Öncelikle bunu bil.”

“Selim konuşmuştuk zamana bırakacaktık bizi...”

“O zamanı sike-istemiyorum zaman falan! Bitti o zaman!” Sonra elindeki peçete ile ağzını sildi. Rüya ise ona soru dolu gözlerle bakıyordu. Selim devam etti. “Çisem...” kelimeler boğazında düğümleniyordu, “Rüya, Rüya’m, o... Hamile. Beş altı aylık mı neymiş. Benden gizlemiş. “

 

Kadının elindeki çatal ve bıçak masaya düştü. Gözlerine hüzün bulutları çöktü. Neyle sınanıyordu? Bu ceza neydi? Kendi çocuğu olmayacaktı ve adamın şimdi başka bir kadından çocuğu mu oluyordu? Elleri titrerken, sırtından terler akıyordu, gözünden de yaşlar. Hayır bu gerçek olamazdı...

“Rüya, dediğim gibi lütfen bunu sorun olarak görme. Ben tabii ki ona karşı sorumluluğumu yerine getireceğim. Ama senden ayrılmam.”

 

Rüya’nın önündeki o Selim’le ilgili tüm pembe toz bulutu ortadan kalktı ve sinirle bağırdı, “Ne saçmalıyorsun sen be? Ne demek ayrılmam!” ayağa kalkıp elini alnına koyarak sağa sola gitmeye başladı, sonra birden durup ona acıyla bakan adama yeniden çıkıştı, “Ben kabul eder miyim Selim? Bu kadar vicdansız mıyım ben? Bunu nasıl kabul edeceğimi düşündün, sana bunu düşündüren ne oldu? Anne olmanın kıyısından döndüm ben. Bir daha da asla o duyguyu tadamayacağım. Ben anne olamayacağım Selim! Ama anne olmamam bir çocuğu babasız bırakacağım anlamına gelmiyor.”

 

“Asla! Asla senden ayrılmam.”

“Olmaz Selim. Olamıyoruz. Biz çırpındıkça batan gemilerden farksızız. Baksana biz bağlandıkça bir yerlerden kopuyoruz.” Aklını kaçıracaktı. Gerçekten de öyleydi, ipler bir yerden kopunca, ne kadar bağlasan da hiç kopmamışçasına sağlam olamıyordu, hep ve ilk aynı yerden yeniden kopuyordu. Şimdi olduğu gibi. Bebeklerini kaybettiklerinde çıkan sorunlar yüzünden ayrılmışlardı ve yine bir başka bebek yüzünden yolları ayrılıyordu.

 

Genç adam yüzünü ovaladı. Kolay olmayacağını biliyordu. Ama bu kadar da zorlanacağını düşünmemişti.

Rüya birden “Ben yapamam, olmaz!” diyerek çantasını alıp, kapıya doğru yürürken Selim de ayağa kalktı ve koşarak onun kolunu tuttu.

“Ne yaptığını sanıyorsun?”

“Gidiyorum Selim! Olmaz anlamıyor musun yapamam!”

“Hiçbir yere bırakmam seni. Sen bunun neyini anlamıyorsun? Gidemezsin!”

“Ne olacak sanıyorsun?” diye bağırdı öfkeyle, “Kadın doğuracak bebeği ve hiç doğurmamış gibi bizim kollarımıza mı verecek, alın siz büyütün mü diyecek? Yok öyle bir dünya, ben sana söyleyim ne olacağını, sürekli bir şeyler için seni arayacak, canı bir şey çektiğinde, ufacık bir sancıda, doğumunda, gece bebek uyumadığında...” gözünden yaşı sildi, “Ben okudum, kız bebekler baba kokusunu erkek bebeklerde anne kokusunu istermiş bazen. İşte o anlarda ben sana ‘gitme’ diyemeyeceğim ama kendimi de biliyorum her gidişinde ben öleceğim acımdan.” Başını yana eğdi, “Selim...” dedi acıyla, “Bana bu acıyı yaşatma, lütfen!”

 

Selim bir şey diyemiyordu. Sadece “Gitme...” diye fısıldadı.

“Hoşçakal, yine olmadı, olamadık, bu sefer veda ederek gidiyorum ve sen mükemmel bir baba olacaksın Selim, biliyorum,” dedi ve uzanıp adamın yanağından öperek evden ayrıldı.

İkisi de başka başka yerlerinden yaralanmışlardı. Selim yaptığı hatanın bedelini ödeyecekti, Rüya da gittiğinde aldığı yalnızlık kararının bedelini...

 

*** 

 

Rüzgar elindeki gülü karısının çıplak bedeninde gezdirirken, “Günaydın ana kraliçe,” diye fısıldadı kulağına.

Beste gözlerini yavaş yavaş açarken gülümsemişti, her sabah bu adamla güne başlamak mükemmeldi, “O ne biçim sıfat Rüzgar ya?”

“Neden bence gayet güzel. Sen hem çocuklarımın anası, benimde kraliçemsin, yalan mı?” dudaklarını boynuna gömüp, koklayarak öptü onu, “Kokuna bayılıyorum. Özellikle sabahları. Gece benim kokuma karışan kokunla uyumak beni deli ediyor.”

“Hımm... Evet kışkırtıcı kabul ama aklımı başımdan alarak konuyu değiştirme. Ana kraliçeyi beğenmedim.”

“Peki, ne dememi istersiniz hanımefendi? Mesela ‘Ateş parçam’ nasıl?”

“Rüzgar! İyice edepsizleştin ha, ateş parçası ne ya?”

 

“Dün gece gayet de edebimle yatacakken edepsiz edepsiz yatağa giren mi söylüyor bunu? Cık cık cık, Beste Soylu, iftira hoş bir şey değil.”

Beste gözlerini pörtletip adama baktı, “Hii üstüme iyilik sağlık, ben ne yaptım be?”

“Valla üstündeki şey hiç de masum değildi güzelim. Masum bir geceye uymayacak kadar kışkırtıcı ve baştan çıkarıcıydı. Bende baştan çıktım yani, şimdi kim suçlu?”

Beste kahkaha atarken, adam birden kadının üstüne çıktı. “Şimdi bana iftira atmanın cezasını çekeceksiniz Beste hanım.”

“Rüzgar...”

“Beste’m...” deyip dudaklarını öpmeye başlamıştı ki, yatağa yaklaşan minik adımlar ve “Anni mama,” diyen tiz ses aralarına girdi. Adam kadının üzerinden kalkmadan arkaya baktı. Çınar yatağın kenarından durmuş, gözlerini ovuşturuyordu.

 

“Şimdi değil ufaklık lütfen ya...” diye inledi başını kadının alnına yaslayarak.

“Anni Çınay mama,” diye bu kez öfkeli bir şekilde feryat etti.

“Hayır diyorum tombul sıçan. Anni bu sabah önce babayla ilgilenecek.”

Beste bu iki bebeğin kavgasını izlerken eğlense de oğlunun dolan gözlerini görünce dayanamadı. “Hadi kalk üstümden koca bebek, uğraşma çocuğumla. Önce minnak bebeğimi doyuralım. Sonra seninle de ilgilenirim.”

 

Adam homurdanarak kalktı kadının üzerinden, “Seninle görüşeceğiz minnak fare. Elbet büyüyeceksin. O zaman bende kız arkadaşlarınla her özel anına limon tarlası ekeceğim. “

“Rüzgar! Sana inanamıyorum.”

“Bende şu duruma inanamıyorum. Benim olanı o bücürle paylaşıyorum. Bu gerçekten sinir bozucu.” O sırada Beste yataktan kalkmış, küçük çocuklar gibi göğsünün altında kollarını bağlayıp, Çınar’a öldürücü bakışlarını atan adamı izliyordu.

“Hadi kahvaltı yapalım da şirkete gecikme. Ben Çınar’a mamasını yapayım, sen de yumurtayı yap birtanem.”

 

“Allah’tan şu hazır mamalar var da yavrum bu yaşına kadar yaşadı.”

Beste kaşlarını çattı, “Hadi Soylu hadi. Önüne bak.”

“Bugün hemen bir bakıcı buluyoruz tatlım. Hem yemek için hem şu canavar için.”

“Daha neler. Sensin canavar küçücük bebek o, ayrıca ben yetemiyor muyum oğluma?”

Kadın onu sürüklerken, o hala laf yetiştiriyordu karısına, “Bana ve oğluna yetemiyorsun bebeğim. Yani bu açıkça ortada, yetmiyorsun.”

 

“Hadi Rüzgar!”

Rüzgar Çınar’a ters ters bakarken, Çınar adamı çıldırtan cümleyi kurdu, “Anni binim!” dedi ve dil çıkarıp kaçtı.

“Beste bak bu çocuk asi oldu!” diye inledi. “Hem asi hem ara bozucu.”

“He Rüzgar he, hadi canım!”

 

On beş dakika sonra kahvaltıya oturmuşlardı. Kadın hem çocuğa yemek yediriyor, hem Rüzgar’a laf yetiştiriyordu. Çünkü adam susmuyordu.

“Yok yani karımla her özel anıma özenle ...”

“Ay devamını getirme Rüzgar, sen de ha. Nereden bilsin çocuk Allah’ını seversen? Abarttın iyice.”

“Ben mi abarttım?” derken kendini gösterdi.

Oğluna bir kaşık daha mama verdi, “Evet, sabaha kadar uyanmadı çocuk. Ne çocuklar var, sabaha kadar uyumayan.”

 

“Yok bir de uyansaydı. Gecemizi de bölseydi, bir bu eksikti.”

“Tamam Rüzgar. Sus, sus ve yemek ye.”

Beste’nin uzanıp dudağını öptü, “Beste’m.”

“Efendim aşk rüzgarım, ne istiyorsun?” diye gülerek yanıtladı onu. Alışkındı ona, bir şey isteyeceği an bu kedi gibi ses tonunu kullanırdı.

Rüzgar kısık bir kahkaha attı, “Zeki kadınım benim,” deyip yeniden öptü onu. “Şu yasaklı dönem gelmeden tatile gidelim mi başbaşa, sen ve ben? Ne dersin?”

 

“Saçmalama. Daha yeni geldik Rüzgar.” Sonra karnını gösterdi, “Ayrıca başbaşa olmamız imkansız malum.”

Adam kadına daha da yaklaştı, “Doymadım demek ki sana... Doyamadım...” kadının dudağına değeceği an Çınar, “Anni Çınay da duymadı, aha mama,” diye inledi.

Rüzgar çocuğa baktı. “Yemin ederim bu çocuk beni sevmiyor Beste,” dedi öfke ile çocuğa bakarken. “Sevimsiz bebek Çaki Çınar.”

Beste kahkaha atarken Rüzgar şarkı söyleyerek kalktı masadan.

 

Ellerini yana açmış bağırıyordu,

“Doymadım doyamadım sevişmelere seninle ben,

Bir türlü sokamadım-”

Beste duyduğu şeyle elindeki bezi adama attı, “Sus Rüzgar ve defol! Edepsiz, terbiyesi!”

 

*** 

 

Yağız sinirle ofise girdi, üç gündür ofise gelmiyordu ama bu üç gün önceki olayı unuttu anlamına gelmiyordu. Çok sinirliydi. Karısının onu aradığını nasıl atlardı bu kadın, nasıl böyle bir şeyi unuturdu. Üstelik hastaydı, ona ihtiyacı vardı.

“Buyurun Yağız bey?” diye titreyen sesi ile konuştu kız.

Asistanının karşısında durmadı, sadece öfkeyle “Asu odama. Çabuk!” dedi.

Asu adamın kıpkırmızı olan suratını ve sinirden alevler saçan ses tonunu duyunca az sonra kıyametin kopacağını anlayıp titrek adımlar ile adamı takip etti. Birlikte odaya girdikten sonra Yağız sinirle kapıyı hızla çarptı. Çıkan ses ile Asu ürkmüş ve yüzünü buruşturmuştu.

 

Yağız ellerini cebine sokup, kadının tam karşısında durdu, “Asu defterinde beni arayan herkesi eksiksiz not alıp, bana iletiyor musun?”

“E-evet, tabi ki Yağız bey.”

Adam sertçe nefes aldı. “Üç gün önceki notlarına bakar mısın?”

“Ne demek istediğinizi anlamıyorum Yağız bey-”

“Diyorum ki,” dedi onun sözünü keserek, “Üç gün önce eşimin beni aradığından neden haberim yok, neden iletilmedi?”

“Şey... ben unutmuşum efendim. Sonra hatırlayınca da geç olmuştu.”

“Asu... Eşim beni önemli olmadıkça aramaz ve sen Allah’ın cezası bana aradığını söylemediğin için kız üç gün önce ateşler içinde yatıyordu. Bunun için nasıl bir açıklaman var?”

 

Asu irkildi. “Şey Yağız bey, be-ben... Yani... Özür di-“

“Açıklaman bu mu? Özür dilemek mi açıklaman?” ellerini iki yana açtı ve sinirle gürledi, “Ama maalesef bu karımın ateşler içinde tek başına yattığı gerçeğini değiştirmiyor!”

Asu içinden sevinse de şu anda adamın karşısında gayet mahcup bir tavır içinde duruyordu, bu adamla aylardır çalışıyordu, ama bir türlü dikkatini çekememişti. Oysa çok çapkın ve ele avuca sığmayan biri olduğunu biliyordu. “Özür dilerim Yağız bey... Bir daha olmayacak. Gerçekten gözümden kaçtı.”

 

Yağız alayla güldü, “Olmayacak Asu, olamaz zaten.” Hafifçe eğildi ona doğru ve “Çünkü kovuldun,” dedi sakin ama sert bir şekilde.

Son cümle kadının kafasına balyoz gibi inmişti. Kovulmuş muydu, hem de o Kezban yüzünden mi? İnanamıyordu.

“Yağız bey...”

“Konu kapandı Asu, çıkabilirsin!”

Kadın çıktıktan sonra elleri ile alnını ovaladı. Lanet olsun, yine onu özlemişti, onu özleyince de başına ağrılar giriyordu. Ofladı... Bugün bir bahane ile eve gitmeli, onu görmeliydi.

 

 

Eyşan alışveriş merkezinde gezerken, vitrinlere bakıyor, aslında bir sürü şey beğense de alamıyordu. Her ne kadar Yağız ona kredi kartını verse de, kitap, kırtasiye dışında özel ihtiyaçlarına harcamıyordu. Ama çok istiyordu yeni şeyler almayı. Daha da dürüst olması gerekirse o birinin dikkatini çekmeyi istiyordu, kocasının...

Geçen Beste’nin dediklerine de takılmıştı, “Sen Yağız Moran’ın eşisin, şu giyimine bir çeki düzen ver. Ne o liseli kızlar gibi giyiniyorsun, tarzın yakışıyor ama en azından evin içinde o varken daha dikkat çekici giyin,” demişti. Haklıydı. Kocası hiç onu beğenmediğini söylemiyordu, aksine çok güzel olduğunu söylüyor, ardından da ‘küçüğüm’ kelimesini kullanıyordu. Yani kendisini çirkin değil, henüz büyüyememiş bir kız olarak görüyordu. Beğenmese Eyşan için bu sorun olmazdı, kimseye kendini beğendirmek için uğraşmaz, cehenneme kadar yolu var, deyip geçerdi. Ama bu farklı bir durumdu. Kocasının onu genç bir kız çocuğu olarak değil, karısı olarak görmesini istiyordu.

 

Ama sorun şu ki Eyşan hiç kendine bugüne kadar istediği elbiseleri almamıştı, bilmezdi de ne alacağını. Yağız’ın ona aldığı şeylerle idare ediyordu. Onlar da hep spor şeylerdi. Sevimli elbiseler, tatlış kazaklar, kotlar vardı. Hiç kadınsı, seksi elbiseleri yoktu. Almamıştı Yağız ona öyle şeyler. Pislik miydi azıcık?

 

“Allah’ım Eyşan neler düşünüyorsun? Bu kadınlar senin ayarını bozdu valla,” diyerek elindeki pipetli soğuk içeceği ile bir banka oturdu ve karşı mağazadan el ele gülüşerek çıkan çifte bakıp başını aşağı eğdi. Acaba kendi de bir gün böyle olabilir miydi kocasıyla? Ofladı, olmak istiyorsa az cesaretli olmalıydı. İçeceğinden sesli bir şekilde iç çekerek bir yudum daha içti.

Ne alacağını bilmiyorsa bilen birinden yardım alacaktı. Telefonunu çıkardı ve Beste’yi aradı. Onun zevki güzeldi. Her zaman şık ve sadeydi. Üstelikte seksi... Kocası ona tapıyordu, yardım etse etse o yardım ederdi Eyşan’a.

 

 

Beste şirketin toplantı odasında Yağız ve Rüzgar’la oturmuş, ikisine de dünyayı dar etmekle meşguldü.

Yağız bıkkınlıkla başını masaya ellerinin üstüne dayamış, “Allah’ım al şu kadını başımızdan Allah aşkına ya!” diye yalvarıp dururken, Rüzgar kadının gözlerinin içine bakmaktan korkuyordu, çünkü ne zaman baksa canı bir şey istiyordu.

 

“Seni de göreceğiz Yağız bey, doğal ihtiyaç bunlar. Aşerme deniyor, yani her evli barklı kadının başına gelir. Tıpkı Eyşan’ın da-”

Yağız birden kafasını kaldırıp, “Ne?” diyerek kadının sözünü kesti, “Yok, yok, yok güzelim, ben aldım boyumun ölçüsünü. Önümüzdeki otuz sene korunmaya kararlıyım. Hoş şimdi de korunuyoruz maşallah, hiç sevişmiyoruz mesela,” diye son cümlesinde kendi kendine homurdandı. Sonra yeniden dondurma yiyen kadına baktı, “Beste senin işin yok mu? Mesela Mısra eltinin yanına gidip kocalarınızı çekiştirin. Bak bakalım belki kocası ona yeni bir pırlanta almıştır, az kıskanıp gel, kocanın başının etini ye.” Sonra da neredeyse ağlayacak bir ses tonu ile inledi, “Ama beni bir sal kuzen ya, Allah için!”

 

“Hiç kimse bir yere gitmiyor. Ya canım aynı anda iki farklı şey çekerse? İkinize de ihtiyacım var,” demişti ki telefonu çaldı. Ekrandaki ismi görünce mutlulukla hemen açtı, bu şekilde de bu adama ders verebilirdi, “Efendim tatlı ve çömez gelinim,” dedi Yağız’a baka baka. Yağız karısının olduğunu anlar anlamaz, yeniden başını kaldırıp konuşmaya odaklanmıştı.

“Merhaba Beste. Nasılsın?”

“İyiyim güzelim sen nasılsın?” diye sorarken gülümsemişti. Bu da ses tonuna yansımıştı. Anlaşılan gelin taarruza girecekti. Karar vermişti. Yağız’ı yakacaktı, her anlamda. İşte istediği fırsat eline geçmişti ve o ses tonu Yağız’ı tedirgin etmişti. Bu kadın çok tehlikeliydi.

 

“Ben de iyiyim. Müsait misin?”

“Müsaidim şekerim söyle. Bayağı müsait hemde. İki hergeleye dünyayı dar ediyordum ama senin farklı tekliflerin varsa her şeye açığım.”

Bunu duyan Rüzgar Yağız’a bakıp, boğazını kesiyormuş gibi yaptı ve “Bittin sen,” diyerek ağzını oynattı.

Yağız da “O kadar diyorsun,” dedi acıyla. Yakacaktı bu kadın başını, kesin yakacaktı.

Eyşan etrafına bakınıp dudaklarını büzdü, “Şey ben alışveriş merkezindeyim de, mağazaları geziyordum-”

 

“Aaa... Öyle mi? Gezip tozuyorsun demek, oh oh ne güzel. Gez tabi, şimdi gezmeyeceksin de ne zaman gezeceksin. Gençsin sen. İstanbul’un altını üstüne getir. Böyle at arkadaşlarını arabaya, aç oradan da ‘yemeyenin malını işte böyle yerler,’ şarkısını, oh! Alem kadın görsün be!” diye coşkuyla bağırdı.

Yağız gözlerini kocaman açmıştı, “Yemeyenin malını yerler’ derken?” Rüzgar’a baktı, “Bana bak, karına bir şey söyle, benim masum ve evde akıllı akıllı oturan karımı yoldan çıkarıyor.”

 

Rüzgar ciddi bir şekilde başını salladı, “Çıkarır o. Beni bile yoldan çıkardı valla. Gerçi benim çıkasım vardı yani.” Sol parmağını gösterdi, “Bak evliyim.” Adama yaklaştı, “Beste sahalara çıkarsa on ay sonra çocuğu kucağında bil,” diye fısıldadı.

“Allah’ım ya! Dediğine bak!” sonra kaşlarını çattı, “Hayır oda hasta hasta ne geziyorsa? Otur evde iki gün dinlen bir, sonra gezmek istiyorsan ara ben gezdirdim seni. Tek tek çıkmış öyle.”

 

Eyşan ise arkada konuşulanları duymadan devam etmişti konuşmasına, “Yok Beste, ben şey için... Alışveriş için çıktım. Hani geçen demiştin ya, ben sana yardımcı olurum diye.”

“Anladım canım, şu iş diyorsun,” derken Yağız’a bakıp sırıttı, “Sen adresi ver ben hemen geliyorum yanına. Şirketteyim zaten.”

Yağız “Ne?” diye sessizce çıkıştı. “Ne bakıp sırıtıyorsun bana sen?”

Beste adama dil uzatırken, Eyşan da ona bulunduğu yeri söylemişti. Beste dondurmasından iki kaşık daha yedikten sonra çantasını eline alıp “Aaa yakınmış zaten. Ben on beş dakikaya oradayım,” dedi.

 

“Tamam bekliyorum.”

Beste telefonu kapatır kapatmaz kocası ve Yağız ona soru dolu gözlerle baktılar.

“Eyşan. Alışveriş merkezindeymiş de, beni çağırdı.” Yağız’a baktı, “Yani tek olunca, sıkılır insan.”

“Eyşan alışveriş mi yapıyor?” dedi Yağız inanamayan gözlerle. “Ben ona almıştım her şey! Neyin alışı verişi bu!”

“Evet Yağız bir sakıncası mı var? Kız kot tişörtle geziyor. Aldığın her şey sevimlilik abidesi, ama o genç ve hoş bir kadın. Biraz daha tarz giyinmek istemiş-”

 

“Ben yaşına gayet de uygun şeyler aldım, tarzınıza başlatmayın şimdi. Başımı yakacaklar durduk yere,” diye tısladı adam, “Bence bu işte senin parmağın var gibime geliyor. O şarkıyı da duydum!”

“Ah çok güzel şarkı, dinle. Dost Kazığı, Sadık Karan.”

Rüzgar kahkaha atarken, Yağız sinirle ellerini yumruk yapmıştı, “Dinlemeye ne hacet, bizzat kardeş kazığının alasını yiyorum senden Bestelerin kraliçesi.” Ofladı, “Neyse onda kredi kartım var. İstediğini alabilir-” uyaran bakışlar attı, “Fazla açılmadığı sürece.”

 

“Cimrilik yapma Yağız,” dedi Beste dudaklarını büzerek.

“Açılmasından kastımı sen çok iyi anladın kuzenciğim. Para kısıtlamasından bahsetmiyorum ben. Üzerindeki elbiseye benzer bez parçalarından uzak dursun diyorum. Ben pantolon giyen kadın severim.”

“Ah, bende az konuşan erkek kuzen severim, ama hayat bu her şey istediğimiz gibi olmuyor ne yazık ki ve kuzenciğim emin ol hiçbir şeyi kısıtlamayacak ve o alışveriş merkezinde sana hiç acımayacağım, yuvanı da başını da yakacağım. Neyse ben çıktım. Kızı daha fazla bekletmeyelim.”

 

“Cidden korkutuyorsun beni Beste,” dedi Yağız tedirginlikle.

Bu söze karşılık Beste umursamaz bir şekilde omuz silkip kocasını döndü, “Görüşürüz kocacığım. Sen o şarkıyı üstüne alınmadın değil mi?”

Rüzgar piç bir gülümseme ile Yağız’a bakıp, “Yok canım, ne alaka! Sonuçta ben karımı-” demişti ki Yağız, “Tamam yeter!” diyerek Rüzgar’ın sözünü kesti. Delirteceklerdi adamı.

 

“İyi tamam bebeğim. Akşama geç kalma ve kendini fazla yorma. Ben akşam Çınar’ı alır direkt eve geçerim.”

“Tamam kociş.”

Yağız yüzünü buruşturdu, “Kociş ne ya?” acaba birgün Eyşan da ona ‘kociş’ der miydi ki? Sonra başını sağa sola salladı, lan kurduğu hayale bak. Acınası haldesin Yağız Moran, çok acınası...

Beste adamın aklını alacak bir şekilde dudağının yanına bir öpücük bıraktı ve adam “Bel altı vuruyorsun karıcığım. Bunun akşamı var,” deyince de Beste dil uzanıp kıkırdayarak odadan çıktı.

 

On beş dakikada alışveriş merkezine yetişmişti ve yolda giderken Rüya’yı, Mısra’yı da aradı. Yarım saat sonunda bütün kızlar toplanmış, mağazaları talan ediyorlardı. Rüya’nın moralinin bozuk olduğunu gören kızlar ne kadar üstüne gitseler de ‘bir şey yok iyiyim,’ karşılığını almış, en sonunda da konunun Selim olduğunu düşünüp, o anlatana kadar beklemeye karar vermişlerdi.

“Bu mağazaya girelim. Buranın elbiseleri çok güzel. Hem hafta sonu olacak lansman için de sana şık bir elbise bakarız.”

“Ne lansmanı?” diye şaşkınca sordu Eyşan.

“Haberin yok mu? Yağız ve abimin şirketi ile bizimkilerin şirketinin ortak projesinin basın lansmanı olacak. Şık, sade ama gösterişli bir şeyler bakmalıyız.”

 

“Benim haberim yok. Gelmem,” dedi omuz silkerek.

“Ne demek gelmem,” diye kaşlarını çatarak sordu Beste, “Yağız’ın eşi olarak elbette gelmen gerekecek, unutmuştur o, bugün yarın der. Ya da derslerini falan düşünmüştür.”

“Gelmemi isteseydi şimdiye kadar söylerdi Beste.”

“Belki daha söyler. Hadi bakalım. Başlayalım kızlar, operasyonun adı ‘Yağız’ın kıçını başını yakmak’!!!”

Mısra “Uuuu! En sevdiğim,” diye bağırdı.

 

Eyşan o an onlara ayak uydurup, eğlense de kırılmıştı. Tamam belki gerçekten karı koca değillerdi ama en azından böyle şeylerde eşinin yanında olmasını isterdi. Utanıyor muydu ondan? Neden götürmüyordu onu? İçinden oflarla, neden sorularıyla boğuşuyordu şuan.

Mısra elinde tuttuğu elbiseyi koşarak getirirken “Eyşan bunu mutlaka denemelisin,” dedi şakıyarak.

“Bunu mu?” dedi Eyşan kadının elindeki bir karışlık kumaş parçasına bakarak. “Bir de elbise mi diyorsun sen buna?”

 

“Evet tatlım. Hadi. Sen kabine gir. Biz sana kıyafetleri veririz.” Kaşlarını yalandan çattı, “Ve söz dinle ufaklık. Sen çömez gelinsin, biz rütbeli. O yüzden biz ne dersek o olacak,” derken Eyşan’ı tutup kabine sürükledi eline de elbiseyi tutuşturdu. Onun haricinde diğer kızların da yardımı ile bir sürü elbise daha kabine konuldu ve üç kadın kabinin karşısındaki koltuklara kuruldu.

Eyşan denediği bütün elbiselere hep bir kusur bulurken, kızlar beğeni dolu gözlerle bakıyorlardı. Sonuç olarak eve yepyeni bir gardıropla geri dönen Eyşan, Yağız’ın ay sonunda ekstreyi gördüğündeki tepkisini merak ediyordu.

 

 

Arabayı Eyşan kullanırken yanında oturan Beste karşıdaki aparata telefonunu yerleştirdi. “Eee azıcık video çekelim de paylaşalım, ‘millet’-” derken özellikle vurgu yaptı, “Dostluk görsün, birlik-beraberlik görsün, değil mi kızlar?”

“Aynen aynen,” dedi Mısra onun omzuna vurarak. “Aç kız müziği, ver coşkuyu, ver gazı!”

 

“Kimimizin düşmanı kimimizin kocası çatlasın!” diyen Beste’yi Rüya homurdanarak destekledi.

“Patlarlar da inşallah! Beter olsunlar!”

Mısra ona omzuyla vurdu, “Öyle deme kız, lazım olur sonra başını taşlara vurursun.”

“Allah aşkına alsın o on sekiz santimliğini de spermlerini de kıymetlilerine enjekte etsin. Pislik herif!”

Ve müzik başladığında Eyşan sadece gülümserken, kızlar kameraya baka baka coşmuşlardı.

 

“Sana yeter bir ömür aldığın dersler,

Şart olsun bir daha inananı -Beste arkaya bakıp elini kaldırıp bağırdı- ÖPSÜNLER!

Alayını yakacan bunların hepsinin,

YEMEYENİN MALINI İŞTE BÖYLE YERLER!”

(Sadık Karan – Dost Kazığı)

 

???

 

 

Bölüm : 05.12.2024 09:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...