
Neyin neye göre kime göre yanlış olduğu;
Hatalı mı yoksa masum mu olduğun
Kişiden kişiye farklıdır...
Ve affetmek bazen ahmaklıktır.
Hatalı olan kalandır...
Haklı olandır ya giden
Ve gurur ona kapıları açandır.
Geçen bir haftada Beste sessiz olmayı seçti. Sorunsuz geçen doğum gününün ardından daha da içine gömülmüştü. Kocası ona ne zaman dokunacak olsa ya da öpmek istese ilk günler bir bahane bularak ondan kaçtı. Sonrasındaki günlerde ise Meltem’in uykusuzluğunu, Çınar’ın hastalığını bahane ederek geceyi onların odasında geçirdi. Sadece bir açıklama bekledi, tek bir açıklama, inanmaya hazırdı. Kadın yalan söylemiştir belki, dedi kendine ama o beklediği açıklama gelmedikçe Beste Rüzgar’dan gitti. Yine ona yollar gözüküyordu. Yine bir ayrılık vardı kapılarında. Bu sefer bir umudu da yoktu. ‘Belki bir gün döner’ diyebileceği bir gün yoktu ve bu yüzden Beste Rüzgar’ı sabah işe yollarken sıkı sıkı sarılmıştı ona. Çünkü kendince Rüzgar’a biçtiği süre bitmişti. Ona bir açıklama yapmamış ve Selim’den öğrendiğine göre de ortaklık devam ediyordu. Bu bir haftada Rüzgar saatini geçirmiyordu artık ama bu yeterli değildi.
“Hayırdır hayatım,” dedi Rüzgar gülümseyerek.
Beste de gülümsemeye çalıştı, “Yok bir şey. Her zamanki gibi uğurluyorum seni işte.”
“Her zamanki gibi,” derken kadının belinden tutup kendine çekti. “Bu aralar benden uzaksın Beste, sorun ne ise lütfen hallet ve bu gece yanımda, kollarımda ol.” Dudaklarını yanağında gezdirdi, “Çünkü bu adam hasretinden delirmek üzere.”
Beste yavaşça uzaklaştı ondan, yine yüzünde zoraki bir gülümseme vardı, “Hadi işe geç kalacaksın.”
“Seni seviyorum güzelim. Akşam kaçamayacaksın elimden haberin olsun.”
Rüzgar gittiği an kapıyı kapatıp, kulpu tutarak yere çöktü ve ağlamaya başladı. Neden sanki dürüst olmuyordu ona? Neden anlatmıyordu?
“Sana güvenim bitti Rüzgar, hoşçakal...”
*
“BestRuziSoylu hikaye...
-Kendi fotoğrafı ve şarkı...
“...
Bence sen öyle gün yüzü görme,
O yılanı besle koynunda!
Kusuruma bakma bizde de böyle
Her şeyi yok ki eyvallah!”
“Al bu da sana kapak olsun Rüzgar bey!”
“Nereye gidiyoruz anne?”
Beste bütün yol soru soran oğluna sabırla cevap veriyordu, “Dayının yanına. Uçakla hemde.”
“Babam da gelecek mi?”
“İşleri var onun bebeğim. Ama sizi görmeye elbette gelecektir arada,” dedi yanaklarını öperek.
“Neden bize veda etmedi?”
Çok soru soruyordu? İlerde kesinlikle polis olabilirdi, sorgu sırasında adamı bezdirir ve sonunda suçunu itiraf ettirirdi. Şu an Beste’yi bezdirdiği gibi. “Bebeğim, biraz tatil yapacağız hepsi bu. Tamam mı?”
Çınar elindeki tostu bitirmiş, annesinin ağzını silmesini bekliyordu. “Tamam annesi. Ama gidince babamı aramak istiyorum.”
“Peki Çınar’ım ararsın.”
Ve dört saatin sonunda Beste kucağında Meltem, elinde Çınar’la abisinin evinin önüne gelmişti. Kapıyı çalıp bir süre bekledi. Destan kapıyı açınca da sadece “Ben geldim...” diyebildi gözündeki yaşla.
“Beste? Yani Beste abla, ne oldu?”
“Merhaba Destan girebilir miyim?”
“Tabii ki. Haber vermedin geleceğini. Berzan biliyor mu?” kucağından Meltem’i alıp, Çınar’ın da elinden tutarak içeri aldı. “Ay abla ya neden aramadın, alırdık seni havaalanından, böyle çocuklarla...”
Beste içeri geçip koltuklara oturdu. Bir süre başını tuttu, sonra da kaldırıp Destan’a baktı, “Kimse bilmiyor buraya geldiğimi Destan. Açıkçası ben de buraya geleceğimi bilmiyordum. Öyle bir çıktım ki o evden...” gözlerini yumup açtı, “Sadece bir süre burada kalabilir miyim?”
“O nasıl soru tabiki kalabilirsin.” Meltem’i koltuğa bırakıp kendi de Beste’nin yanına oturdu, “Ama abla, yanlış anlama, sadece merak ettim. Kötü bir şey yok değil mi?”
“Sonra anlatırım. Biraz kendime geleyim de.”
“Peki. Aç mısın?” diye sordu ayaklanarak.
“Yok havaalanında bir şeyler yedik çocuklarla.” Etrafa bakındı, “Beran nerede? Çok özledim onu.” Dağıtmak istiyordu aklından geçenleri, o yalanın, ihanetin kesif tadını silmek istiyordu yüreğinden. Ama olmuyordu işte...
Destan gülümsedi, “Yukarda. Bekle çağırayım. Bu arada da kahve yaparım.”
“Uyuyorsa uyandırma.”
“Yok canım ne uyuması, oyuncakları ile oynuyor,” deyip merdivenlerin başına geldi. “Beran! Bak halanlar geldi gel oğlum! Beran!”
“Yaşasın!” diye bağıran çocuk hızla merdivenlerden aşağı indi.
Beste de başını eğip, gelen yeğenine baktı. Aynı abisiydi. Kara kaşlı, kara gözlü yağız bir delikanlı olacaktı. Oysa Rüzgar kumraldı. Ofladı... Nereden aklına gelmişti şimdi kocası? -Sanki çıktığı varmış gibi...
Beran koşup halasına sarıldı. Beste de onu koklaya koklaya öptü. “Oy halasının bir tanesi. Çok özledim ben seni.”
Destan çocuklara atıştırmalık bir şeyler hazırlayıp, oyun odasına götürdükten sonra yeniden Beste’nin yanına geldi ve kahve yaparak karşısına geçip oturdu, “Eee bu öylesine bir ziyaret değil her halde, öyle olsa haberimiz olurdu değil mi?”
“Yok değil,” dedi sıkıntı ile. Elindeki kupa bardakla oynarken çok dalgındı ve de üzgün.
“Anlatacak mısın? Sessiz mi kalalım?”
“Kalmayalım. Kalırsak ben kafayı yiyeceğim. Kimseyle konuşamıyorum bir haftadır. Bunaldım. Evliliğim ellerimin arasından kayıp gitti, delireceğim.”
Destan’ın kaşları çatıldı, “Evliliğin mi? Sorun ne Beste abla?”
“İhanet, desem yeterince açık olur mu?” deyip kadının yüzüne baktı. “Rüzgar bana ihanet etti Destan.”
Desten ağzı açık ona bakıyordu, “Rüzgar abi mi?”
“Evet Destan, Rüzgar abin,” diye çıkıştı. “Ayrıca öyle bakma. Sanki ihanet eden benmişim gibi. Zaten kötüyüm.”
“Ya Beste abla, yanlış anlamada kocam yapar Rüzgar abi yapmaz yani, o kadar eminim. Sen emin misin seni aldattığına?”
“Evet, elbette eminim. Beni eski sevgilisi ile aldattı.” Sonra olanları anlattı. Onları ilk gördüğü andan itibaren yaşadıklarını, hislerini, kadının o meydan okuyan bakışlarını.
“Ya Beste abla, gözünle gördüğün bir şey yok, kadın da belli ki şirretin teki, acaba sen Rüzgar abiyle konuşsa mıydın? Belki durum kadının sana aktardığı gibi değildir, Rüzgar abi o yüzden sana anlatmamıştır. Böyle adamı dinlemeden anlamadan hükmünü vermek olur mu? Adam öldürenlere bile soruyorlar, ‘neden’ diye.”
Beste omuz silkti, “Ben ona dedim, o kadının tek yanlışında beni kaybedersin dedim Destan, dinlemedi. Ya sahilde içki içmek nedir?”
“Off Beste abla ya! Valla saçmalıyorsun. Rüzgar abi hiç de öyle biri değil. Keşke bir dinleseydin, bir anlasaydın,” dedi bıkkın bir şekilde. “Hayır tanımasak-” demişti ki Çınar sözünü kesti onun.
“Anniii! Babamı arayacağım! Özledim! Hadi babamı arayalım, hadi,” derken ellerini birbirine çırpıyordu.
Beste dudağını ısırdı, “Şey... Bebeğim ben babanla konuştum. İşi varmış, birazdan o seni arayacak.”
“Hayır ben ben ben! Babamla konuşacağım ben! Hadi annesi lütfen!” diye ağlamaya başlayınca daha fazla geciktiremeyeceğini düşünen Beste telefonu çıkardı ve arama tuşuna basıp, oğluna uzattı.
“İyi al konuş!” nasılsa öğrenecekti nerede olduklarını...
***
Rüzgar yorucu geçen arazi yoklamasının sonunda kendini şirketteki odasına attı. Telefonuna baktı. Önceden hemen hemen her saat başı arayan Beste, bir haftadır gün içinde onu hiç aramıyordu. Aslında Beste bir haftadır onunla doğru dürüst konuşmuyor, kendine yaklaştırmıyor, hatta yüzüne bile bakmıyordu. Kadının kafasını kurcalayan şeylerin farkındaydı ama artık onu rahatsız edecek şeyi ortadan kaldırmıştı Rüzgar. Selim’e her şeyi anlatıp, tüm zarara rağmen ortaklığı bozmuşlardı.
Son olan olayı da Selim Beste’ye anlatmamasını, boşuna karısını gerip, üzmemesini, zaten biteceği için sorunun ortadan tümden kalkacağını söylemişti. Ama şimdi pişmandı, olan her şeyi bu akşam ona anlatacaktı. Zaten anlaşma yemeğine de gitmemiş, avukat aracılığı ile anlaşmanın olmayacağını bildirmişti. Belki de Beste anlaşmanın devam ettiğini düşünüp, böyle davranıyordu. Sonra aklına uzun zamandır başbaşa bir şey yapmadıkları geldi. Onu özlemişti. Bu gece başbaşa kalsalar iyi olacaktı. Geçen hafta açılan ve broşürünün geldiği otel aklına gelince, sırıttı. Oldukça güzel ve romantik bir gece planlayacaktı. Hemen telefonunu çıkarıp annesini aradı. Torunlarından sonra annesi ve babasıyla araları düzelmişti.
“Oğlum?” annesinin sesi oldukça neşeliydi.
“Anne nasılsın?” diye sorarken otelin broşürüne bakıyordu.
“İyiyim oğlum, sen nasılsın?”
“İyiyim işte,” dedi dudaklarını birbirine bastırarak. “Şey anne ya, Beste biraz bana kızgın da. Akşam onu yemeğe çıkaracağım. Çocuklar sizde kalabilir mi diyecektim? Gittiğimiz yerden dönemeyebiliriz de.”
“Tabi ki oğlum. Ay o nasıl soru,” dedi sevinçle.
Rüzgar elini yumruk yapıp, indirdi. İşte bu, diye geçirdi içinden. “Çok sağol anne ya. O zaman ben akşam size bırakırım bizim minikleri.”
“Aa yok sen buraya kadar yorulma. Baban dışarıda zaten, şimdi söylerim, gelirken alır onları.”
“O daha süper oldu. Tamam o zaman ikinize de teşekkür ederim.”
“Görüşürüz oğlum.”
Telefonu kapatır kapatmaz elindeki broşür olan oteli arayıp, hazırlıkları anlattı. “Her şeyin kusursuz olmasını istiyorum. Şarap söylediğimin dışında bir marka olmasın lütfen, eşim başkasını içmez. Bu arada çilek mutlaka olsun.”
“Tamam Rüzgar bey.”
Rüzgar telefonu kapatıp, tam Beste’yi arıyordu ki, onun aradığını görüp “Sonunda bebeğim ya,” dedi ve hemen telefonu açtı. “Bende seni arıyordum kraliçem-”
“Baba,” diyen sesi duyunca cümlesi yarım kaldı.
“Çınar’ım? Nasılsın oğlum?”
“İyiyim baba. Ama seni çok özledim ben.”
Rüzgar duyduğu şeyle ‘Buyur buradan yak,’ diye mırıldandı. “Öyle mi benim minik aslanım? Ama sana bir sürprizim var akşama.”
“Nedir? Sen de mi geleceksin dayımlara?” dedi sevinçle bağırarak.
“Dayınlar mı geldi?” diye soran Rüzgar, o an şansına küfretmekle meşguldü.
“Hayır biz dayımlara geldik ya baba.”
“Ne?” Rüzgar duyduklarına anlam veremedi, konuşamadı. Dahası oğlunun ne demek istediğini anlamadı. “Oğlum bana Anneni verir misin?” kalbi deli gibi atıyordu.
“Tamam baba,” deyip telefonu annesine uzattı, “Annesi babam seni istiyor.”
Beste derin bir nefes alıp verdikten sonra “Efendim Rüzgar,” dedi.
“Beste neredesiniz siz? Çınar ne diyor?”
“Duydun işte Rüzgar. Abimlerdeyim.”
“İstanbul’a geldi abinler, sizde buradaki evlerindesiniz her-halde,” dedi konuşmaya çalışarak. Başka türlüsünü düşünmek istemiyordu. Dahası düşünemiyordu.
“Hayır,” diye keskin ve sert bir şekilde konuştu. “Mardin’deyiz.”
“Ne?” kaşlarını çatmış, masadan hızla kalkmıştı, “Lanet olsun Beste orada ne işin var?” diye bağırdı. “Neden benim haberim yok?”
“Biraz nefes almaya ihtiyacım var Rüzgar? Düşünmeye, uzaklaşmaya-”
“İstanbul’da oksijen mi kalmadı?” dedi sözünü keserek. “Uzaklaşmak ne ya? Neyi düşünüyorsun hayırdır? Ben sensiz nefes alamam bilmiyor musun, hangi nefes almaktan bahsediyorsun sen?”
Beste gözündeki yaşı sildi, ağladığını ona hissettirmemeye çalışıyordu, “Sensizliğe ihtiyacım var diyelim o zaman Rüzgar.”
“Beste ne saçmalıyorsun?” eliyle sertçe masaya vurdu, “Ne diyorsun Beste?”
“Saçmalayan ben değilim. Sendin. Sana en ufak yanlışında hayatında olmayacağımı, senin de benim kalbimde olmayacağını söylemiştim ve sen o gece o kadınla sahilde dolaşıp, içki içerek o yanlışı yaptın Rüzgar Soylu!”
Lanet olsun, diye geçirdi içinden. “Beste ne sahilde dolaşması, ne içkisi? Allah aşkına neler oluyor?” derin bir nefes alıp verdi, “Sana bu gece her şeyi anlatacaktım zaten. Ayrıca ben o kadınla sahilde içki falan içmedim. Konuştuk evet-”
“Anlatmana gerek yok artık Rüzgar. Ben zaten bir hafta o yüzden bekliyordum. Açıkla diye. Açıklarsın diye. Ama sen sustun. Ben açıkla diye gözünün içine baktım ama sen yine sustun. O kadın belki yalan söylüyordur dedim. Rüzgar yapmaz dedim. Ama sen hep sustun Rüzgar!” diye inledi. “Ben de sana verdiğim sözü tuttum ve gittim.”
Rüzgar öfkelenmişti, şuan sinirden her şeyi yıkıp, bu şehri ateşe verebilirdi, “Beste, yine söylüyorum sana anlatacaktım. Sadece her şeyin sonuçlanmasını bekledim. Sen huzursuz olma diye. Bak o gece sahile onunla konuşmaya gittim. Ona hayatımdan, bizden uzak durmasını söyledim. Anlaşmayı imzalamadım. Keşke çekip gitmek yerine öfkeni kusup, bağırıp çağırsaydın. Sorsaydın, sorgulasaydın! Dinlemeden, gitmek nedir ya?” elini saçlarından geçirdi. Bu nasıl bir lanetti? Sonra öfkeyle gözlerini yumup açtı ve buz gibi bir sesle, “Tamam Beste istediğin kadar ve istediğin yerde nefes alabilirsin. Bensizliği istiyorsan, senin olabilir... Hoşçakal!” deyip telefonu hızla kapatıp masanın üstüne fırlattı.
Beste ise önce kapanan telefona baktı, sonra yaşadığı şoku atlatınca ve Rüzgar’ın dedikleri aklına bir bir akın edince ağlamaya başladı.
***
Yağız eve girip yandaki vestiyerdeki çanağa anahtarını attı ve tam ceketini çıkaracağı an Eyşan koşarak kapıya gelmişti. Onu görünce “Merhaba güzelim,” dedi. Tüm yorgunluğuna rağmen neden bu kadını görmek onu mutlu edip, yorgunluğunu alıyordu.
“Hoşgeldin Yağız. Bugün döneceğini bilmiyordum.”
Yağız kadının yanına gelip onu belinden yakaladı ve kendine çekti, “Haber vermem mi gerekiyordu küçük hanım? Belki sürpriz yapmak istemişimdir,” dedi dudağına öpücükler kondurarak. “Belki de bugün dönmeyecektim ama karımı çok özleyip, aniden binip gelmişimdir.”
Eyşan adamın yakınlığı, söylediği şeylerle gülümsemişti. Giderken çok üzülmüştü, o da çok özlemişti kocasını. Ama hala çekingendi ona karşı. Duygularını özgürce anlatamıyor, ifade edemiyordu kendini. Zaten yeni yeni alışıyordu kocasının bu sıcaklığına. O yüzden bu özlem ona iyi gelmemişti.
“Yani tabi olabilir. Ama en azından yemek yapardım diye dedim ben.” Kocasının durmak bilmeyen öpücükleri onu baştan çıkarıyor, konuşmasını engelliyordu. Ama bu kadar havaya da girmek istemiyordu. Sonuç olarak bu gece bir şey yapamayacaklardı ne yazık ki.
“Gerek yok aç değilim, sadece seni çok özledim ve bu duyguyu hiç sevmedim. O yüzden de binip geldim.”
Kız kıkırdadı, “Hımm... Ama ben açım.”
Yağız zorla ondan uzaklaşıp, eşyalarını aldı yerden, “Bende yoldan geldim önce duş alayım...” birden kadına dönüp, “Yoksa alsak mı demeliydim?” dedi.
Eyşan onu döndürdü ve sırtından itekledi, “Hadi sen git, duşunu al, bende ikimize bir şeyler hazırlayayım. Ben açım çünkü ve eminim sende açsındır.”
“Off! Ben sadece seni istiyorum!”
“Yağız! Hadi...”
Yağız birden kadına döndü, “Hayır, o duşa seninle girmek istiyorum ve seni deli gibi özledim Eyşan! Yapma şunu, hadi gel bebeğim. Dışarıdan bir şeyler söyleriz.”
Eyşan bunu adama nasıl diyeceğini bilemiyordu. Ama olmazdı işte. “Şey... Bu gece... Olmaz... Yani...”
“İstemiyor musun?” diye şaşkınlıkla sordu. “Eyşan kaç gündür yoktum, özlemedin mi bebeğim?”
“İstemiyorum değil...” başını eğdi. “Şeyim...”
“Neysin?” kaşlarını çatmıştı, “Eyşan sorun ne? Sensiz gitmem mi?” kadını kendine çekti, “Seni aldattığımı mı düşünüyorsun? Rüzgar’laydım. Arazi baktık hepsi bu. Güvenmiyor musun hala bana?”
Eyşan birden başını kaldırıp adama baktı, yanlış anlaşılmıştı. Allah kahretsin. Ama çekiniyordu işte hala ondan. Nasıl diyeceğini bilmiyordu açıkçası.
Yağız “Peki, tamam güzelim, nasıl istersen,” deyip içeri geçti. Yatak odasında oldukça oyalanmıştı. Duşunu alıp banyodan beline sardığı havluyla çıktı. Valizini açtı, kirli poşetini alıp direkt kirli sepetine boşalttı. Giymediği kıyafetleri de yanına alıp, giyinme odasına geçti. Tam yerleştirecekken, etrafında dönüp, odaya baktı. Eyşan hala eşyalarını taşımamıştı onun odasına anlaşılan. Bu onu gerçekten öfkelendirmişti. Ne oluyordu şimdi? Başını sağa sola salladı. Eşyalarını hızla yerleştirip, çıktı odadan.
Salona geçip, baktı. Yoktu. Mutfağa baktı orda da yoktu. Hızla yukarı çıkıp, koridorda “Eyşan!” diye seslendi. Kızın kendi odasının kapısının açıldığını görünce daha da öfkelendi. “O odada ne işin var hala Eyşan sorabilir miyim güzelim?” dedi elini beline koyup.
Eyşan adamın çıplak bedenine bakarken derin bir nefes çekti içine, “Şey sinirlendin diye uzak durmaya çalışıyordum,” diyerek dudaklarını büzdü.
“O odada hala ne işin var dedim?” Kız sessiz kalınca Yağız oflayarak yanına gitti, “Eyşan sana öfkeli değilim. Sadece mesafen beni şaşırttı. Senin de beni özlediğini düşündüm hep... Ama...”
“Yağız...”
Kızın ses tonu adamı üzmüştü, “Eyşan, bebeğim bir şeyler eksik farkındayım. Açıkçası bu duygular bana da yabancı. Özlem benim hiç yaşamadığım bir şeydi. Bu duygudan da hoşlanmadım, senin benden uzak durmandan hiç ama hiç hoşlanmadım. Artık bana yakın olmanı istiyorum.”
Eyşan utanarak, “Reglim,” dedi fısıltı ile. Sonra da adamın kollarından uzaklaşmaya çalıştı ama Yağız onu bırakmadı ve duyduğu şeyle de hem rahatlamış hem ufak bir kahkaha atmıştı.
“Sen bunu mu bana söyleyemedin iki saattir? Eyşan... Yapma. Kıpraşma kollarımda, bırakmam.”
Eyşan hala kollarından uzaklaşmaya çalışıyordu, “Bırak beni ya...” diye çok da ikna edici olmayan bir sesle inledi. “Yani... Sen özledim deyince... Ben diyemedim işte.”
“Kızacağımı mı sandın? Yapma güzelim, neden kızayım? Şuan kızdığım tek şey eşyalarının hala neden bizim odamızda olmayışı ve şu kollarımdan kaçma çaban!”
Eyşan güldü, “Tamam. Üşendim sadece. Ama sen yokken hep bu odada kaldım.” Başını eğdi ve “Bende seni çok özledim,” dedi o an gelen bir cesaretle.
Yağız alnını kızın alnına yasladı. Burnunu öptü, “Bana ne yaptın bilmiyorsun. Gözlerimi her kapadığımda, o gözlerin çıktı karşıma. Bir an bile seni aklımdan çıkaramadım. Rezil oldum senin yüzünden, arazi sahibine kaç kere ‘Eyşan, güzelim, bebeğim’ dedim bilmiyorum.”
Eyşan kaşlarını çattı, kadına ne diye güzelim, bebeğim demişti ki? Kızın yüzündeki değişimi fark eden Yağız yine kahkaha attı. Yanlış anlamıştı... Hemen devam etti cümlesine, “Adam beni dövecek diye çok korktum. Sonuçta elli yaşındaki adama ‘güzelim, bebeğim’ demek çok da hoş olmasa gerek,” deyince Eyşan da gülümsemişti.
“Bencede çok hoş olmamış.”
“Şimdi bebeğim, çok yorgunum ve teninde dinlenmek istiyorum. Kucağında uyumak, kokuna bulaşmak istiyorum,” derken burnunu boynuna gömdü. “Ne zaman bitiyor?”
Eyşan kıkırdadı, “İki gün sonra.”
“Eyşan...” dedi adam inleyerek ve onu taşıyıp, odasına götürdü.
Önce Eyşan’ı soydu. Alttan mini bir şortla kalan Eyşan göğüslerini elleri ile kapamaya çalışsa da adam ona izin vermedi. O da üzerine sadece boxerını giydi ve birlikte yatağa uzandılar. Onu kucağına çekip, saçlarına öpücük kondurdu.
“Sabah kahvaltı hazırlama olur mu tatlım?”
“Erkenden mi çıkacaksın?”
“Evet.”
“Tamam,” dedi buruk bir şekilde.
Yağız kızdaki hayal kırıklığını ses tonundan anladı ve kahkaha attı. Kocasının kahkahasıyla Eyşan başını kaldırıp ona baktı. “Komik olan ne Yağız?”
“Sensin güzelim. Neden hemen kabulleniyorsun Eyşan? Seni özledim, o yüzden yarını seninle geçirmek istiyorum ya da işe gitme, demek zor mu?”
“Hayır. Ama kızarsın diye-“
“Şiş...” dedi dudaklarını öperek. “Kızmam Eyşan. Sende neden öyle bir izlenim bıraktım ki, açıkçası bu beni üzdü. Sabah kahvaltı hazırlama, çünkü birlikte dışarda edeceğiz. Yarın tüm gün seninim.”
Eyşan birden gülümsedi, “Tamam olur.”
Elleriyle saçlarını okşadı, “Balonuz yarın akşama mı ertelendi?”
“Evet.”
“Tamam. O halde kahvaltıdan sonra sana elbise bakalım,” deyince Eyşan başını kaldırıp adama baktı.
“Benim elbisem var Yağız.”
Yağız’ın kaşları çatıldı, “Ona elbise denmez canım. Çok şey bir kere...”
“Çok ne Yağız bey?” diye sordu Eyşan, resmen eğleniyordu adamla.
“Şey iste. Yani o kadar şık değil. Daha şık bir şeyler bakalım.”
Eyşan meydan okuyan bir tavırla, “Üzerimde çok güzel duruyor,” dedi.
“Ondan ne şüphe,” diye homurdandı adam. “Olsun. biz yine de bakalım. Belki daha usturuplusunu ve kocayı katil etmeyenini buluruz. Yani daha şık olanını-”
“O elbiseyi giyeceğim Yağız!” dedi. “Konu kapandı.”
“Olur, hadi uyu biraz.” -Çok beklersin!
“Sen de uyu!”
***
Beste Rüya’nın ona gönderdiği video ile delirmek üzereydi. Rüzgar akşam onlarda kalmış ve Selim’le bahçede oturmuş içiyorlardı. Resmen kör kütük sarhoş olmuşlardı. Rüya da ikisini telefonundan çekmiş, Beste’ye göndermişti.
R: -Video
“Gelmeyecekmiş hanımefendi. Duydun mu Selocan, terk etmiş beni? Bak bütünleşmiş kelime kullanmış. Terk ve etmiş. Anladın mı?”
Selim başını aşağı yukarı salladı, “Gelmez abi. Bu da gelmemişti,” dedi Selim videoyu çeken karısını göstererek. “Gelmeleri bozuk bunların. Olmamış.”
Rüzgar kardeşine bakıp, “Tüü sana!” diye bağırdı. “Kız kardeşimsin ama bu çocuğa hainlik ettin. Terk eden her kadın haindir abi.”
Rüya kahkaha atıyordu her ikisine.
Rüzgar içkisinden büyük bir yudum aldı, “Bak bütünleşmiş cümle kullandım yine, terk ve eden. Terk etmek pis bir şey. Ama bu kız huy edinmiş artık,” derken yüzünü buruşturdu. “Rüzgar hafızasını mı kaybetti, hooop, ne yapıyoruz, bütünleşmiş, kaynaşmış o kelimenin eylemini yapıyoruz. Nedir o?”
Selim parmağını kaldırıp “Terk etmek!” diye bağırdı.
“Yanlış. Terk ve etmek. Rüzgar’a iftira mı atıldı, hooop yine ne yapıyoruz? Terk ve ediyoruz.” Sonra bağırdı, “Gelmeyecekmiş. Gelmeyeceğim dedi bana. Bana dedi ha, sana değil. Zaten sana neden desin?” diye çıkıştı adama. “Çek çek sende çek beni. Kardeş, kardeş değil ki, aramıza sızmış düşman yanlısı hain, nankör kedi! Çek canım çek, bunu da çek ve o kankine yolla,” dedi ‘kanki’ kelimesine vurgu yaparak.
“Valla abi kusura bakma, kankim diye demiyorum ama Beste sonuna kadar haklı. Kaç kere dedi sana, ben bu kadından haz etmedim, hissettim, sezdim, pislik bu kadın dedi. Paketine bile takmadın. Al şimdi ne oldu, paketine yedin tekmeyi.”
Rüzgar Selim’e baktı, “Kıçına tekme attı, demek istedi değil mi?”
“Evet,” deyip karısına bağırdı, “Sana ne kızım adamın kıçına yediği boktan? Ayrıca iftiraya uğramış benim kardeşim, canım, can dostum!” derken Rüzgar’ın sırtına vurdu. “Bak nasıl perişan, nasıl mahvolmuş, nasıl bitap, hasretten yanıyor!”
Rüzgar başını salladı, “Yanıyorum.”
“Ama siz kadınlar ancak terk etmeyi bilirsiniz.”
Yine başını salladı Rüzgar, “Bütünleşmiş, kaynaşmış kelime. Terk ve etmeyi.” Sonra şarkı söylemeye başladı.
“Bıktım nazlarından bıktım,
Yeter zıvanadan çıktım!
Aşkın duvarını yıktım,
Gelmezsen gelme!
Gelmezsen gelme!
Gelmezsen gelme!
Eski resimlere baktım,
Daldım bir sigara yaktım,
Resmine bir mermi çaktım,
Gelmezsen gelme lan!”
(İbrahim Tatlıses- Gelmezsen Gelme)
Selim coşarak ıslık çaldı ve abartılı bir şekilde alkışlamaya başladı, “İşte bu be! İşte adamın dibi!”
Rüya adama bağırdı, “Lan şimdi ikinizi de kapının önüne koyarım, cehennemin dibini görürsünüz ha! Sen de özür dile adam gibi! Gelmezsen gelme, ne be abi ya?”
“Gelmeyecekmiş. Terk ve etmiş beni. Bütünleş-”
“Ay tamam anladık, bütünleşmiş kelime. Of!” dediğinde video bitmişti.”
Beste sinirle telefonu Destan’a verdi, tut şunu tut. Ben ona bir şarkı söyleyeyim de görsün gününü!”
B: Video
“Artık sevmeyeceğim!
Bütün kabahat benim!
Ne kadar ağlasan boş,
Ne kadar yalvarsan boş,
Sana dönmeyeceğim!”
Arkadan Destan bağırdı, “İşte bu be! İşte kadının gücü!”
Berzan karısına bakıp, “Aşkım, abartmasan mı? Yuva yıkıyorsun şuanda!” diye mırıldandı.
Destan omuz silkti, “Rüzgar abiye bak ama, ayıp eden o. Gelmezsen gelme ne Allah aşkına! Az bile. Ben olsam ‘Al aşkını sok gö...’ neyse... İşte ondan girer, Allah belanı versin’den çıkardım yani.”
“Abi sende eniştenin tarafını tutacaksın diye yani...” sonra gözlerini kıstı, “Ne o? Yoksa iki haftadır karınla baş başa kalamadın diye mi bu tavrın?”
Berzan başını sağa çevirip sabır çekti, “Ben senin kocan mıyım Beste? O kocana has bir tavır. Yatak odamız var çok şükür yetiyor. Evin her yerinin, her santimini verimle kullanan senin kocan.”
Beste iç çekti, “Ay evet... Çok verimli kullan-” abisinin bakışı ile sustu ve Destan’ın elinden telefonu aldı, “Ver şunu yeter, yollayalım.”
Ve videoyu Rüzgar’a yolladı. Ama Rüzgar çoktan sızmıştı.
***
Yağız ile Eyşan sabah erken uyanmış, kahvaltı için hazırlanarak evden çıkmışlardı. Yağız onu çok şık bir lokantaya götürmüştü. Boğaz manzarasında kahvaltılarını yaparken, bol bol fotoğraf çekilmişlerdi. Eyşan hepsini sosyal hesabında paylaşıyor, kocasını etiketliyordu.
“Bak burada çok güzel çıkmışız Yağız,” dediğinde Yağız ona doğru eğildi.
“Hangisi bakayım,” dedi ve kız da ona yaklaşınca yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. Eyşan birden ona bakınca Yağız sırıttı. “Ne yapayım? Yanakların gel beni öp, diye çığlık atıyorlardı. Onları mı kırsaydım?”
“Uydurma Yağız,” diye çemkirip omzuna vurdu adamın ve doğrulup etrafına baktı. Neyseki çok kişi görmemişti.
Kahvaltı boyunca Eyşan gülerek bir şeyler anlatıyor, kocası hayran bakışlarla onun hareketlerini ve gülüşünü izliyordu. Anlattıklarını dinliyordu, en azından bir kısmını. Çünkü öyle anlar geliyordu ki, kızın gülüşüyle her şey siliniyordu. Sesler, görüntüler... Bir an aklına gelen şeyle kızın sözünü kesti ve “Bir sene boyunca seni kurtların arasına nasıl savunmasız bıraktım,” dedi kendine inanamayarak ve başını sağa sola sallayıp, güldü. “Aklımı kaçırmış olmalıyım.”
“Anlamadım.”
Adam uzanıp elini tuttu karısının, “Eyşan, eksik başladık. Ya da yanlış, bilmiyorum işte. Tanımlayamıyorum. Ama zamanla tamamlanacağımıza inanıyorum.” Sonra gülümsedi, “Ve biz evliyiz, bunu unutma, lütfen benden utanma, bana içinden geldiği gibi davran. Her konuda. Gitmemi istemiyorsan ‘gitme’ de. Aramak istiyorsan ara. Özlediysen ‘özledim’ de. Öpmek istiyorsan öp. Sevişmek istiyorsan söyle ya da belli et. Kısaca -kendi sonumu yazıyorum şuanda ama- Beni kendine köle et. Tamam mı?”
Eyşan’ın gözleri parladı, yanakları kızardı. Ama adam haklıydı. Hala ona karşı çekingendi. Elindeki peçeteyi sıktı ve uzanıp onun yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. “Tamam öyle yaparım,” diyerek yerine geçti.
Yağız Eyşan’ın öpücüğü ile gülümsedi. “Güzel bir başlangıçtı kabul. Hem de çok güzel,” dedi iç çekerek.
Kahvaltılarını bitirip, yakınlardaki bir alışveriş merkezine geçtiler. Arabadan indiklerinde Yağız onun elini tuttu. Vitrinlere baka baka yürüdüler, Yağız akşam için kendine takım elbise alacaktı. Eyşan da onu Beste ile daha önce geldiği mağazaya geçirdi.
“Burada çok güzel takımlar var. Beste Rüzgar’a bakmıştı.”
Yağız “Peki bakalım bizde o zaman,” dedi.
Mağaza müdürü Eyşan’ı görünce hemen tanımıştı, kolay unutulacak bir kadın değildi zaten ve gülümseyerek yanlarına geldi hemen, “Hoşgeldiniz. Eyşan hanımdı değil mi?”
“Evet,” dedi Eyşan da adama gülümseyip.
Yağız kaşlarını çatmış bakıyordu ki sadece karısının duyacağı şekilde homurdandı, “Maşallah adamın aklında nasıl kazınmışsan adam seni unutmamış.”
“Yağız!” diye uyardı kadın onu ama Yağız çok da takmadı.
“Ne Yağız? Adamın senin adını aldığı ağzını dağıtmadığıma dua etmiyorsun, daha da beni uyarıyorsun. Bence gayet nazik davranıyorum,” dedi çıkışarak.
“Evet çok naziksin kocacığım.”
Yağız o an Eyşan’ın ağzından sinirle de olsa çıkan kelimeye sırıttı. “O kocacığım diyen ağzını öpesim var da dua et mağazadayız. Gerçi birazdan kabinde öperim.”
“Yağız bir sus Yağız! Aaa!”
Kıyafetlere bakmaya başlayan Yağız, eline aldığı lacivert bir takımı ona uzattı. “Bu nasıl?”
“Hayır. Çok klişe,” dedi kız yüzünü buruşturup.
Sonra kız krem rengi bir takım gösterdi adama, “Çok şık değil mi?”
Yağız baktı, süzdü sonra başını onaylamaz bir şekilde sallayarak “Fazla iddialı,” dedi.
En son mağaza müdürü araya girdi. “Şurada bir tasarım elbisesi var, onun da erkek için olan takım kıyafeti. Eğer ikinize düşünüyorsanız, onları göstereyim.”
Eyşan “Tabi görelim,” derken, Yağız tersledi adamı “Gerek yok.”
“Yağız! Göreceğim,” dedi tehditkar bir şekilde. “Gerçi benim elbisem var ama onu da sen beğenmedin zaten. Buna bir bakalım.”
“Hay o beğenmediğim zevkimi si-” Eyşan’ın ters bir bakışı ile susan Yağız, müdüre dönüp sevimsiz bir gülümseme ile, “Görecekmişiz,” dedi.
Gelen siyah elbiseyi kızın elinden kapan Eyşan, kocasına göstermeden deneme kabinine girdi. “Hadi sende takımı dene,” demeyi de ihmal etmedi. Çünkü kocası bu elbiseyi görse denettirmezdi bile.
Yağız hemen giyinip çıkmıştı. Gerçekten de çok kaliteli olduğu uzaktan bile belli olan takım, Yağız’a da kalıp gibi oturmuş, tüm çalışan bayanların dikkatini çekmişti.
Eyşan da elbisesini giymiş, kabinde kendine bakıyordu. Siyah, payetli, derin bir göğüs dekoltesi olan ve üzerine tam yapışan elbise onu son derece seksi ve kadınsı göstermişti. Tam da Eyşan’ın aradığı şeydi. Şeytanca gülümseyerek hemen dışarı çıktı. “Nasıl?” dedi ellerini iki yana açıp dönerek.
Yağız da aynada kendine bakıyordu ki, Eyşan’ın sesini duyunca arkasını döndü ve o anda satıcı adamdan başlayıp, bunu tasarlayan hatta bu kesimi ilk bulan kişiye kadar kim varsa bir bir saydırdı. Hayır yani bunu tasarlayan kişinin bunu tasarlarken ki amacı neydi? İnsanların kocalarını katil etmek mi? Çünkü bu elbisenin tek amacı insanlığı yok etmek olmalıydı.
“Kesinlikle olmaz!” dedi Yağız sert ve otoriter bir sesle, bir yandan da kadını baştan aşağı süzüyordu. “Asla! Duydun mu beni Eyşan?”
Ayağını yere vuran kadın, öfkelenmişti. “Kesinlikle bunu alıyoruz Yağız!” diye çıkıştı ve yeniden kabine girdi.
Yağız kabinin kapısına vururken bir yandan da konuşuyordu, “Eyşan! Saçmalama, o elbise olmaz. Tamam evdekini giy, sesimi bile çıkarmayacağım ama o üzerindeki kesinlikle olmaz! Üstelik gece sana dokunamazken!” diye sessizce fısıldadı. “Eyşan diyorum!”
“Bu olacak Yağız!” kapıyı aralayıp, adama baktı, “Sen üzerini görmedin her halde. Ne kadar yakışıklı olduğunun farkında mısın? Ben gereksiz kıskançlık yapıyor muyum? Yapmıyorum! Neden?” derken sol parmağını gösterdi, “Çünkü benimsin!”
Kadının bu sözü ile Yağız gülümsedi. “Seninim? Öyle mi?”
“Öyle!” dedi kendinden emin bir şekilde.
“İyi senin de benim olduğunu herkes bilecek!”
“Öyleyim zaten! Bak yüzük bu. Sende yok gerçi...” neden yüzüğü yoktu ki sanki?
Cık, yaptı adam. “O yetmez! Çıkar o elbiseyi alıyoruz ve buradan başka bir yere gidiyoruz! O elbiseyi ancak o şekilde giyebilirsin!” dedi ve kendi de üzerindeki takım elbiseyi çıkarıp hazırlanması için görevliye uzattı. “İkisini de alıyoruz.”
“Peki efendim.”
“Şimdi gidip takı alalım,” dedi kadına. “Sonra da dediğim yere gideceğiz.”
“Ne takısı? Nereye dedin?”
“Kolye ya da küpe. İşte ne gerekiyorsa kıyafet için.”
“Tamam,” dedi Eyşan alkışlayarak.
Büyük bir kuyumcuya geçen adam direkt pırlanta reyonuna yürüdü ve gözüne çarpan bir kaç takımı çıkarmalarını söyledi. “Şunların hepsine bakabilir miyiz?”
“Hemen çıkarıyorum.”
Eyşan’a döndü, “Seçelim mi birlikte?”
“Olur.”
Yağız bir kadına bir takılara baktıktan sonra iki takımı gösterdi, “Bunlar tam sana göre. Bence denemelisin,” dedi.
Eyşan tam deneyecekken adamın son sözlerini duyup, dondu kaldı.
“Bir de tek taş ve alyanslara bakacaktık.” Eyşan’ın soru soran bakışlarına karşılık gülümsedi, “Yeni başlangıçlar her zaman iyidir. Hem sen demedin mi yüzüğün yok diye.”
Eyşan gülümsedi. Birlikte alyans seçtiler. Yağız Eyşan’ın elindeki ince alyansı çıkarıp, pırlantalı bir alyans taktı. Daha modern, daha yaşına uygundu. Seçtiği bir tek taşı da taktıktan sonra kendine de kızın alyansının sadesini aldı. İki pırlanta takımı da aldıktan sonra kuyumcudan çıktılar.
“Şimdi nereye gidiyoruz?”
Yağız kadına değil önüne bakıyordu ki kızı asıl şoka uğratan şeyi söyledi. “Dövmeciye güzelim. O göğüs dekoltesini kalbinin üstüne ismimi yazdırmadan giyemezsin!”
???
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.12k Okunma |
518 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |