
Beste eve Rüzgar’dan önce gelmişti ve var olan stres artık tavan yapmıştı. Ellerini birbirine çırptı. “Yandım ben yandım. Düşün Beste düşün!” dedi salonun içinde sağa sola giderken. “Uyumuş numarası yapsam? Yemez. Unutmuş gibi yapsam? Ya da hiçbir şey olmamış gibi? Tövbe bu sefer yüzüme bakmaz.” Sonra sırıttı, “Acaba ‘hadi anlat bakalım’ oynatıp, öyle mi desem? Yada mektup yazsam, aslında farklı ve romantik olur...” demişti ki... Kapı sesi duyuldu. Kendini koltuğa attı önce. Sonra kalktı. Evet ayakta beklese daha iyiydi. Yok ya otursa daha iyi. Rahat rahat. Daha karar verememişti ki Rüzgar içeri girdi.
“Selam, kıskanç cadım. Nasılsın bakalım?”
“Daha oturma pozisyonumu ayarlamamıştım, konuş der şimdi,” dedi kendi kendine.
“Ne dedin, duyamadım küçüğüm?” ceketini çıkarıp, kravatıyla birlikte koltuğa bıraktı.
“Başlama yine diyorum, zaten rezil oldum.”
Rüzgar güldü ve kızın yanına gelip belinden sarılarak kendine çekti onu, “Sen rezil olunca daha mı bi tatlı oluyorsun acaba?”
“Rüzgar...” dedi nefes nefese.
“Efendim...“
“Yapma şunu, ne yapıyorsun?” derken adamın kollarında kımıl kımıldı.
“Neyi yapmayayım, mesela şunu mu?“ dudağının yanından öptü. “Veya bunu mu?” Boynundan öptü. Sonra gözünün içine baktı. “Artık durmak istemiyorum. Sana söyleyeceklerimde de yapacaklarımda da özgür olmak istiyorum Beste. Anladık birbirimizi değil mi?”
“Hıı, an-anladık,“ derken adam tekrar boynundan öptü onu.
“Beste... Ben... Seni...” her kelimenin ardından dudağına bir öpücük bırakıyordu, “İlk... Gördüğüm... Andan... Beri... Aklımdan çıkaramıyorum. Beste ben sana aşık oldum. Hemde çok ama çok uzun zamandır aşığım...”
Beste duyduğu şeyle gülümsedi. Bu kadarını beklemiyordu. Belki hoşlanma, etkilenme sözcükleri bekliyordu, ama Aşk... İşte bu rüya gibiydi.
Rüzgar kaç günün -hatta yılın- özlemi ile yanıyordu. Bugünü, Beste’ye aşkını ilan ederken ki kızın şu mutlu ifadesini kelimelere dökemezdi, çünkü hayalinde bile bu kadar kusursuz değildi. Sonunda kavuşmuştu Beste’sine.
“Rüzgar...”
“Aşkım?”
“Ben de seni sevi...” Sözünü bitirmeden adam onun dudaklarına kapandı. Yıllarca susuz kalmış gibiydi. Böyle bir duyguyu daha önce yaşamamıştı sanki. İlk kez birini öpüyor, ilk kez öpülüyordu sanki. Kızın bal dudaklarında kaybetmişti kendini ve bu kayıp hali çok sevmişti. Kızın dilini esir aldı ve dakikalarca sürdü o esaret. Alt dudağını kavrıyor, kızın inleyişi ile de kendinden geçiyordu.
“Beste... Beste’m...” diye inlerken, elleri yavaşça kalçasına indi ve gözleri kapandı o an. “Kalçana bayılıyorum.” Yutkunamıyordu bile şuan, ağzından çıkan seslere de sözlere de inanamıyordu. Dudaklarındaki tat, boynundaki teninin kokusu, ensesindeki küçük, acemi dokunuşlar Rüzgar’ı delirtmişti. Yeniden kızın adını mırıldandı, “Beste’m...”
“Hıı...”
Rüzgar gülümsedi ve onu kucakladı. Beste ayaklarının yerden kesildiğini fark edince, bacaklarını Rüzgar’ın beline sardı ve öpüşmenin üstünlüğü Beste’ye geçmiş oldu. Rüzgar’ın sabrı kızın bu hareketiyle son noktaya geldi ve adımları odaya doğru harekete geçti. Durmak istemiyordu. Allah aşkına neden duracaktı ki? Seviyordu, seviliyordu ve bu kızdan ayrılmaya hiç mi hiç niyeti de yoktu. Eli kızın kalçasına ve bacaklarına gidince yavaşça okşadı onları. Bu rüya olmalıydı, inanması zor ama yaşadığı inanılmaz güzellikte bir hayaldi.
Odaya geldiklerinde kızı nazikçe yatağa yatırıp onu izledi. Bal rengi saçları kendi yastığına dağılmış, dudakları öpülmekten kızarmış ve nefesleri düzensizdi. Buğday teni yazdan kalma bronz rengindeydi, bedeni titriyordu. Bu hali de Rüzgar’ı delirtiyor, sabretmesi gerektiğini unutturuyordu.
Üstüne eğilirken tedirgindi ama aynı zamanda mutluydu, korkuyordu ama bu kızı deli gibi seviyordu. Başını boynuna gömdü, derin bir nefes çekti içine; işte yine o koku, diye geçirdi içinden. Bu koku kendi yuvası gibiydi. Bu koku onun unutamayacağı aşkın kokusuydu.
O dakikada araya giren sesle Rüzgar homurdandı önce, “Hayır, duymadım!” ve telefonuna bakmadan meşgule aldı. Kızı öpmeye, dokunmaya devam etmişti ama telefon tekrar çalmaya başladı. “Siktir!” Telefondaki isme bakınca bir daha küfretti. Beste’nin kıkırtısını duyunca ise kaşlarını kaldırdı. “Üzüldüğünü o kadar belli etme prenses, gecemiz uzun. Bütün gece...“ Beste şaşkınlıkla sözünü kesti. “Rüzgar!”
“Efendim gereksiz. Şu dakikayı bulmak...“
“Rüzgar!” dedi tedirgin ve oldukça korku dolu bir sesle, “Rüya o!”
“Ne... Ne Rüya? Rüya ne Selim?”
Adamın sesi o kadar korkuyla çıkmıştı ki Beste, “Ne? Ne olmuş Rüya’ya?” diyerek yatakta doğrulup oturdu.
“Rüya iyi değil. Hastahanedeyiz. Rüzgar... Bebeğim... Bebeğimiz...”
Rüzgar daha fazlasını dinlemedi. Hastahanenin adını öğrenip, yataktan kalktıkları gibi hemen çıktılar evden. Rüzgar gaza köklerken, Beste ağlıyordu. “Bebeğe bir şey olmuş. Rüzgar Rüya o bebeği çok istiyordu. Kesin bebeğe bir şey oldu...”
Rüzgar deli gibi korkan kızın elini tuttu. “Sakin ol sevgilim. Sorun yoktur eminim. İkisi de iyidir...” -umarım dedi içinden... Umarım iyilerdir. Kalbi korkudan duracaktı sanki...
“Ne olmuş peki, dün ikisi de iyiydi oysa.”
“Bilmiyorum Aşkım. Bilmiyorum. Gidince öğreneceğiz.“
Otoparka girmeden acilin önünde bıraktı arabayı. Çağatay da onlarla aynı anda gelmiş, hemen arkasında durmuştu. İçeri koştular, Selim’i bir kapının önünde gördüklerinde yere çökmüş ağlıyordu. Onları görünce ayağa kalktı ve küçük çocuk gibi Rüzgar’ın boynuna sarıldı.
“Bebeğimiz öldü... Rüzgar bebeğim öldü.”
“Ne?”
Rüzgar konuşamadı, sadece durmuş karşıdaki odanın kapısına bakıyordu. Onun miniğinin küçük canı... Ölmüş müydü?
Çağatay elini karşıdaki duvara geçirdi. “Lanet olsun ya...”
Ne yapacağını bilemeden duran Beste ise elini ağzına koymuş gözyaşlarına boğulmuştu. O minik can cennete gitmişti.
Rüzgar başta çok kızmıştı, evet bu adamı boğazlayabilirdi bile. Ama içten içe yeğeni olacağını düşündükçe kalbi deli gibi atıyor, mutlulukla doluyordu. Şimdi öldüğünü düşününce karanlık bir boşluğa yuvarlandı mutluluğu.
“Rüya?“ diyebildi zar zor.
“O iyi. Yani şimdilik. Öğrenince...“
“Görmeliyim. Rüya’yı görmem gerek,“ dedi Rüzgar sabırsızlıkla.
“Doktorlar daha odasına almadı. Bende göremedim.” Kapı açılıp doktor dışarı çıkınca hepsi yanına koştu.
“Rüya Soylu?”
“Ben abisiyim,“ dedi Rüzgar korku dolu bir sesle. Selim ise konuşamıyor, adamın diyeceği şeye hazırlıklı olmaya çalışıyordu. Zaten biliyordu da denilecek şeyi...
“Kanamayla gelmişti ve ne yazık ki bebeğini kaybetmişti. Onun için yapılacak bir şey yoktu. Ama Rüya hanım iyi. Birazdan odaya alınacak. Yarın çıkabilir.”
“Peki neden olmuş?”
“Vücudunda bir kaç morluk var. Düşme diye tahmin ediyorum.”
Selim de olayı sözleri ile onayladı, “Evet beni aradığında banyoya gireceğini söyleyip telefonu kapattı. Sonra tekrar aradı ve düştüğünü, kanaması olduğunu söyledi. Sonra hemen geldik.” konuşurken sesi titriyor, gözleri dolu dolu oluyordu. Onu yalnız bırakmamalıydı, onu birgün bile yalnız bırakmayacaktı artık...
“Geçmiş olsun. Şimdilik diyeceklerim bu kadar. Hastayı fazla yormayın.”
“Teşekkür ederim doktor bey.”
Rüzgar yüzünü eliyle ovuşturdu. İçinde bir yangın vardı. Sanki sönmeyecek gibiydi. Hiç küllenmeyecek gibi. Evet başta tepki göstermişti, hatta çok sinirlenmişti. Ama sonra dayı olma fikri onu mutlu etmişti. Onun gibi çapkın bir yeğen ya da kız kardeşi gibi nazlı, cadı küçük bir kız... Şimdi ise doğmadan onları terk eden melek... İstenmediğini mi düşünmüştü?
Poyraz hastahaneye geldiğinde adete ateş püskürüyordu. Neden her şeyden en son onun haberi oluyordu, hatta neden tek bir şeyden bile haberi yoktu anlamıyordu. Rüzgar’ı görünce adımlarını hızlandırıp yanına koştu. “Ne olmuş, Rüya nasıl?“ dedi telaşlı bir sesle. “Nesi var?”
“Rüya iyi. Ama...“
Selim Rüzgar’ın sözünü kesti. Elini adamın omzuna koyup, “Rüzgar ben konuşurum,“ dedi. “Bu benim sorumluluğum.”
“Selim-” demişti ki, Selim acı ile gülümsedi ve “Sorun yok,” diye mırıldandı.
“Ne oluyor lan burada? Biri anlatsın artık!“
“Poyraz... Biz Rüya ile iki senedir birlikteyiz.“
Selim’in yakasını tutan Poyraz sinirle gürledi. “Ne demek lan o? Birlikteyiz ne demek? Rüya hastanede ve durumu ne bilmiyorum! Şimdi bana söyle, sen mi bir şey yaptın?“
Herkes birden dondu. Rüzgar ise olacakların farkındaydı. Muhtemelen birazdan duyacağı şeyle Selim yumruk yiyecekti.
“Ben bir şey yapmadım,” dedi ve sustu. Yapmıştı oysaki... İlişkilerinde sorumsuzca davranmıştı, bu yüzden küçüğü hamile kalmıştı ve ikinci kez hata yapıp, onu tek başına bırakmıştı. “Birlikteyiz...” diye sürdürdü cümlesini. “Seviyorduk birbirimizi. Biz bu hafta gelip isteyecektik Rüya’yı. Rüzgar’la da konuşmuştum.” Derin bir nefes alıp verdi, “Olan durum bir şeyi değiştirmedi tabi ama...”
“Olan durum ne? Rüya iyi dediniz.“ Poyraz soru dolu gözlerini önce Rüzgar’a sonra yeniden Selim’e çevirdi. “Ne yaptın lan kardeşime? Rüya’nın nesi var? Gırtlağını sıkmadan anlat!”
Rüzgar “İşte şimdi sıçtın Selim.“ diye homurdandı.
Rüzgar’ın lafını duyan Mısra, arkasından gelecek şeyin hiç de iyi olmadığını anlayarak Poyraz’ın yanına gitti ve “Sakin ol Poyraz,“ diye fısıldadı.
“Sen karışma Mısra. Sana diyorum. Olan ne?“ derken gözünü bir an bile Selim’den ayırmıyordu. Yüzündeki acı kitap gibi okunsa da o an için Poyraz’ın umurunda değildi bu durum.
“Rüya bebeğini... Bebeğimizi kaybetti,” dedi adamın gözlerinin içine bakarak. “Hamileydi.”
Kulağı sağır eden sessizliğin ardından, Poyraz Selim’in yakasını tutan ellerini gevşetip, yavaşça bıraktı. Arkasını döndü. Hayal kırıklığının en kötüsünü, en acısını yaşıyordu. Nasıl olurdu? Onun meleği daha küçücüktü. Selim... Dostuydu, arkadaşıydı, kardeşiydi. Rüya’nın üstüne nasıl titrediğini kendi biliyordu. Hışımla döndü ve yumruklarını ardı ardına Selim’in yüzüne geçirdi. “Seni orospu çocuğu, piç kurusu! Ben kardeşimi sana emanet ettim lan! Sana emanetti o kız!”
Selim’in hiç karşılık vermediğini gören Rüzgar ve Çağatay zor almışlardı Poyraz’ın elinden onu.
Poyraz ise sinirini atamamıştı. Elinin tersi ile ağzını sildi, “Şerefsiz. Hadi hamile bıraktın. Neden onu koruyamadın lan? Ya kız kardeşime bir şey olsaydı, ya o da...” tamamlayamadı kelimesini. Acı her yerini düğümlemişti sanki. “Eğer ona bir şey olsaydı Selim, seni yaşatmazdım. Yemin olsun yaşatmazdım.” Sonra yüzünü buruşturdu, “Sana güvendik lan biz. Gözümüz kapalı emanet ettik sana onu. Bu mu lan senin dostluğun kardeşliğin? Bu mu?“
Bu ana kadar sessizliğini koruyan Selim, burnunu silerek arkadaşlarına iyi olduğunu anlatır gibi başını eğdi ve Poyraz’a döndü. “Bak Poyraz, öncelikle ben yanlış bir şey yapmadım.“
“Lan adam kız kardeşimi hamile bırakmış. Yanlış bir şey yapmamış diyor ya,“ deyip sinirle kahkaha attı.
“Poyraz!“ diye sinirle bağırdı. “Kız kardeşini sevdim ben. Tıpkı senin anneni bile karşına alıp, Mısra ile evlendiğin gibi. Her şeye rağmen onu bırakmadığın gibi.” Sonra Mısra’ya bakıp, özür diler gibi bakış attı ve yeniden adama döndü, “Sende yaşadın bu kaybı. Beni azıcık anlayamaz mısın? O zaman ben senin yanındaydım Poyraz. Yanlışlarınla da doğrularınla da... Şimdi sende benim yanımda olacaksın, bizim yanımızda olacaksın.“
Poyraz o acıyı nasıl unutabilirdi. Meleğini hastane odasında bırakıp ... sinirle bağırdı -“Asla! Anladın mı beni asla. İlk anda gelseydin, belki yine o yumruğu yerdin ama mertliğini takdir edip, kabullenirdim. Ama bu şekilde asla yanında olmayacağım ve Selim, Rüya’dan uzak duracaksın.”
Doktorun sesiyle konuşmaları bölündü. “Selim Taner hanginiz?“
“Benim.“ diye öne bir adım attı. “Bir şey mi oldu?“
“Rüya hanım sizi görmek istiyor.“
Selim önce Poyraz’a sonra da diğerlerine baktı. Kimseden izin isteyecek değildi ve öyle de yaptı. Hızlı adımlarla doktoru takip edip, odaya doğru yürüdü. Neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Odanın önüne geldiğinde doktora baktı. Sadece “Biliyor mu?” diyebildi. Gerisini getiremedi.
“Hayır. Henüz yeni kendine geldi ve belki siz konuşmak istersiniz diye, biz bir şey söylemedik. Buyurun.” dedi.
“Tamam, teşekkürler,” deyip odaya girdi. Kalbi parçalanmıştı. Her bir parçası ayrı ayrı acılar içindeydi, etrafa saçılmıştı ve açıkçası ne toplamak istiyordu ne de nasıl toplayacağını biliyordu. Karmakarışıktı. İçi Rüya için ayrı, doğmayan bebeği için ayrı, Poyraz’ın dedikleri için ayrı yanıyordu. Ama ne olursa olsun, küçük kadını için güçlü durmalıydı. Ayrıca daha önlerinde uzun bir ömür vardı. Yeniden bebekleri olabilirdi. Çünkü Selim baba olmayı sevmişti.
Rüya elini karnına koymuş, dışarıyı izliyordu. Dalgındı, suskundu. Ne olduğunu bilmiyor, anlamaya çalışıyor, ama içindeki küçük korkak kızı susturamıyordu. Çok korkuyordu.
“Rüya, birtanem. “ diye fısıldadı, korkutmamak için.
Rüya duyduğu o beklediği sesle yüzünü döndü ve endişeli bakışlarını Selim’e yöneltti. Yalvarır gibi bakıyordu ve bu bakış adamın yüreğine bir bıçak daha saplıyordu. “Selim... Bebeğim? Bebeğimiz, iyi değil mi?“ diye fısıltı gibi çıkan kelimenin her harfinde acı vardı, yalvarış vardı.
Halsizdi, ömründen ömür gitmiş gibiydi. Ne diyecekti? Nasıl ona söyleyecekti? Adımlarını hızlandırıp, önünde diz çöktü. Elini tuttu. “Rüya...”
“Gitti değil mi?”
Selim dudaklarını alnına bastırınca, kızın gözlerinden oluk oluk yaşlar aktı. Acı... İşte bu gerçek acıydı. Rüya’nın anladığını fark eden Selim, kızın ellerini sıkıp, gözlerinin içine baktı “Söz veriyorum ilk fırsatta tekrar bir bebeğimiz olacak. Hatta bir kaç tane. Rüya... Ben seninle anne-baba olmayı çok sevdim ve bu hayalimizden asla vazgeçmeyeceğim.“
“Çık Selim.“ dedi kadın hıçkırıklarının arasında.
“Seni bırakmam.“
“Selim lütfen git. Yalnız kalmak istiyorum.“ adamı üzerinde itse de uzaklaştıramıyordu.
“Olmaz. Bırakamam. “
“Selim... Kendi bebeğime sahip çıkamadım. Kendi bebeğimi koruyamadım. Ben içimde büyüyen canı öldürdüm!“ diyen sesi sonlara doğru yükselmişti. Muhtemelen sinir krizi geçiriyordu. Düğmeye basıp hemşireyi çağırdı. Bir yandan da Rüya’yı sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Birtanem Rüya yapma. Senin bir suçun yok.“
“Bırak beni! Ben öldürdüm onu! Bebeğimi öldürdüm!” Selim kızı kollarından tutmuş sarıyordu.
“Aşkım ne olur yapma!”
“Bırak diyorum bırak!” tüm sesi duvarlarda yankılanmıştı.
Dışarıdakiler de sesi duymuş içeri girmişlerdi ama Selim eliyle onları durdurmuştu. Beste yanında duran sevdiği adamın göğsüne sığınıp ağlarken Mısra elini karnına koydu. Kendi yaşadığı acı hala tazeydi. O an Poyraz da Mısra’nın ağladığını fark edip, onu kollarına aldı.
“Sakin ol. Atlatacak. Hepimiz buradayız.”
Mısra acı ile gülümsedi, “Evet. Ben yalnızdım ve sen Poyraz Soylu bana olan borcunu kardeşinin yanında olarak ödeyeceksin.”
Poyraz gözlerini yumdu. “Özür dilerim...”
Hemşire içeri girince kadına sakinleştirici iğne vurdu. Rüya uykuya, Selim ona daldı. Ne yapacaklardı, bunu nasıl atlatacaklardı bilmiyorlardı. Bildiği tek şey, küçüğünü bırakmayacaktı, hemde hiç...
***
Rüya uykuya dalınca başka bir doktor Poyraz ve Rüzgar’la konuşmak istedi. Selim Rüya’nın yanındaydı ve onlarda doktorun odasında... Ve o anlarda duydukları şeyle donmuşlardı.
“Rüya hanım şimdilik iyi. Yalnız size söylemem gereken daha önemli bir şey var. Yani... Nasıl desem bilmiyorum. Her şeyde bir hayır var sözünü bile söylemek ağır. En azından, bu sayede fark edildi. Sonucu çok daha kötü olabilirdi.
“Ne demek bu doktor bey, anlamadım.”
“Onun... Yani Rüya hanımın bir daha hamile kalması çok zor. Hatta imkansız.“
“Anlamadım. Nasıl zor? Nesi imkansız!“ Rüzgar ellerini dizlerinde birleştirdi ve öne eğildi. O sırada Beste elini tuttu Rüzgar’ın.
Poyraz ise Mısra’da güç almak ister gibi kolunu sıktı. Ne diyordu bu adam? İmkansız da neydi? “Sakin ol Poyraz!”
“Bir dakika Mısra!” diyerek doktora döndü. “Şimdi bu ne demek oluyor? Ben anlamadım. Nasıl hamile kalamaz?” -Gerçi o Selim bir daha kız kardeşine yaklaşamazdı o ayrıydı da...
“Test sonuçlarını görmeden tam bir şey diyemem. Testler çıksın o zaman kesin bir şey söyler ve tedavi sürecini konuşuruz. “
“Şüphelendiğiniz şey ne Doktor bey?” dedi Poyraz sesi titreyerek.
“Dediğim gibi emin değilim. Testler çıksın konuşuruz.”
O an çok da bir şey diyemediler. Bir acı bitmeden diğeriyle yüzleşmek çok ama çok ağır gelmişti hepsine ve o ağırlık omuzlardayken odadan çıktılar.
***
1 HAFTA SONRA...
Hastahaneden çıkalı bir hafta olmuştu. Beste ve Rüzgar her günlerini Rüya’yla geçiriyor ve geç saatlerde eve gidiyor, hemen uyuyorlardı. Rüzgar onunla görüşmek isteyen Berzan’ı arayıp, durumu izah etmiş ve ertelemişti görüşmeyi, çok merak etse de şuan kardeşi önceliğiydi.
Ve bu süre içinde sonunda test sonuçları çıkmıştı. Doktor şüphelerinde haklıydı ve Rüzgar ile Poyraz tedavi için yurt dışına gitme konusunda Rüya’yla konuşmuşlardı. Tedavi aylar sürecekti. Acılıydı, sancılıydı. Ama başka çareleri de yoktu. Rüya önce kabul etmese de, ailesinin baskısı ile sonunda kabul etmişti. Aslında kabul etmesindeki tek neden: Selim’in durumu öğrenmemesiydi. Annesi de onunla gidecek, onlar da sık sık yanında olacaklardı.
Rüya hastalığını, tedavisini, sonucunu ve nereye gittiğini Selim’e söylememeleri konusunda herkesi uyarmıştı ve bu şartla tedavi olacağını da belirtmişti. Kimse sebebini anlamasa da ‘En doğrusu bu’ diye ikna etmişti onları. Aklı Selim de kalmamalıydı. Selim onun hastalığını bilmemesi gerekiyordu. Ömür boyu onu böyle bir birlikteliğe, bilinmezliğe sürükleyemezdi. Onu deli gibi seviyordu. Baba olmayı ne kadar istediğini biliyordu. O yüzden bu bir haftada her gün gelmesine rağmen karşısına çıkmamıştı. Bir kere bile onu görmemişti. Selim’in sesini, aşağıdan bağırmasını duyuyor, odasında Beste’nin kollarında saatlerde ağlıyordu.
Beste ona “Yapma, bırak yanında olsun,” dese de, “Olmaz. Çünkü onu çok seviyorum,” diyordu her seferinde.
“Vakit geldi güzelim,” dedi Rüzgar saçlarını okşayarak. O an Rüya da düşüncelerinden kopmuştu. “Dediğim gibi orada seni direkt ambulans karşılayacak ve hastahaneye yatacaksın. Tedavin başladıktan sonra hastahaneden çıkamayacaksın biliyorsun değil mi?”
“Evet abi. Böyle bakma iyiyim. Göreceksin başaracağım ve sana bir sürü baş belası yeğen doğuracağım.“ aslında biliyordu, bir daha asla bebeği olmayacak, anne olma duygusunu yaşamayacaktı ama abisini güldürmek, ona iyi olduğunu göstermek istemişti.
“İnşallah prenses, sana güveniyorum!”
“Ooo, duydun mu Beste? Prenses oldum. Cadılıktan prensesliğe terfi ettim.”
“Geveze,” dedi burnunu ısırarak. “Poyraz’la Mısra ve annem yanında olacaklar zaten, onlar da şimdi havaalanına çıkıyorlardır. Bizde en yakın zamanda geleceğiz.“
“Tamam abi. Konuştuk bunları, hadi bırakın da gideyim.”
Veda faslı bitince Rüzgar onu kucağında arabaya bindirdi ve havaalanına götürüp, yolcu etti. Rüya için bilinmezliklerle dolu ve karanlık olan yolculuk başlamıştı.
???
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.12k Okunma |
518 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |