Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.BÖLÜM – MEDENİYET TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR

@mutlusonlarinyazar

 

Özgür kollarındaki kızı öyle bir sarmıştı ki, sanki geçmişinden bile korumaya çalışıyordu. Konuşabilecek duruma geldiğinde, kızı kendinden uzaklaştırdı ve elleri ile saçlarını düzeltti.

“Nasıl yani, sen... yani onu istemedin mi?”

“Evet karısıydım. Ama birlikte olmaya hazır değildim. Lütfen dedim, yalvardım. Beni dinlemedi.”

“Neden evlendin Şermin, o zaman madem sevmiyorsun? Ailenin yanında da işkence gören biri değildin ki, evlenip, kurtulmaya çalışasın.”

“Evet, haklısın. Ailemin yanında el bebek gül bebek büyüdüm. Bulut çok küçüktü o zamanlar, orta okula gidiyordu. Okumayı o kadar çok istiyordu ki...” Özgür onu tuttu ve yatağa oturttu, “Ama ben de vardım. Bir akşam annemle babam konuşurlarken duydum. Babam ikimizi de okutmak için gece taksicilik yapmak istediğini söyledi anneme. O zamanlar lokanta o kadar iyi işlemiyordu. Yetmiyordu hepimize.” Yutkundu, “Annem karşı geldi. Hayır, dedi. Ben çalışırım gerekirse, ama seni gece gündüz çalıştırtmam, dedi. İkisi de ikimizi okutmak için birbiri ile kavga ediyorlardı. Amaçları aynıydı ama. O ona kıyamıyordu, diğeri de ona. Ben ise ne kardeşime kıyabildim, ne anneme, ne babama. Annem hesap bilmez kitap bilmez. Yapacağı tek iş temizlik olurdu. Babamın ise gece gündüz çalışıp, heba olmasını istemedim. Üstelik uykusuz araba kullanmasını hiç istemedim. O aralar, o... adamda beni istiyordu sürekli. Bende sabah annemlere onu sevdiğimi ve evlenmek istediğimi söyledim. Kardeşim okusun diye. Annem günlerce dil döktü bana, babam da öyle. Okumamı istiyorlardı. Ama vazgeçmedim. Çünkü kardeşimi okuldan daha çok seviyordum. Evlendim. İlk senede hamile kaldım. Emre doğdu. Bulut ise gece gündüz ders çalışıyordu. Ama ona da okumak kısmet olmadı. Hukuk fakültesini kazandığı yıl, babamı kaybettik. Sonra işlerin başına o geçmek zorunda kaldı. Emre de çok küçüktü daha. Ona yardıma gidiyordum sık sık, Emre’yi de yanıma alıyordum. Birgün eve döndüğümde onu bir kadınla yatakta gördüm. Kadın ağlıyordu. O ise cansız bir şekilde yatıyordu.”

Özgür gözlerini yumdu, onu tekrardan kollarına aldı. “Sen nasıl bir ablasın, sen nasıl bir annesin, Şermin sen nasıl bir eşsin. O adam dünyanın en aptal adamı.”

Tekrar uzaklaştı ve kızın yüzünü ellerinin arasına aldı. “Benimle sadece mutlu olacaksın Şermin. O yaşadığın, yaşadıkların hepsi geride kaldı, hepsini de unutturacağım,” deyip, kadına yaklaştı. “Korkma... Yalvarırım benden, benimle yaşayacaklarından korkma Şermin...” kızın dudaklarına hafifçe dokundu. Şermin gözlerini yumunca, temasını arttırdı ve onu kollarına alarak öpmeye başladı. Eli gömleğinin düğmelerine gidince, Şermin’in gerildiğini fark etti ve hemen geri çekildi. “Tamam... Tamam. Sen istediğin zaman olacak. Özür dilerim.”

Şermin adamın kendinden uzaklaşan ellerini tuttu, “Ben özür dilerim Özgür. Söz evlendiğimiz gece her şeyi geride bırakacağım,” dedi gülümseyerek.

“Geride bırakacağız.” Dudağını ısırdı Özgür, “Sana bir şey soracağım.”

Şermin adamın ellerini daha sıkı tuttu ve gülümsedi. “Sor bakalım.”

“Birkaç gün Emre dayısı ve anneannesiyle kalır mı?”

“Kalır her halde, neden?”

“Bir yerlere gidelim mi diyecektim?”

Şermin kaşlarını çattı, “Nereye?”

“Balayı gibi işte. Fazla uzaklaşmayız. Abant’a gideriz mesela.”

Kadın ellerini çırptı, “Olur da, Özge falan üzülmesin. Onları da alabiliriz aslında.”

Özgür kafasını kaşıdı, “Yok, alınmaz da, yani başbaşa kalsak daha iyi değil mi?”

Şermin bakışlarını kaçırdı, “Peki, nasıl istersen.”

 ***

“Nerede kaldın, Ela gelmek üzere?”

Uğur oflayarak kasaya yaslandı, “Geldik işte ha.”

“Bak hesaplar burada. Masa numaraları yazıyor. Allah aşkına geçen sefer ki gibi karıştırıp, o aşka çalışan beynini becertip, çoğalttırma bana.”

Uğur kaşlarını kaldırarak arkasına baktı, “Ben karıştırmıyorum. Adamlar yanlış masa numarası veriyor.”

“Adamlara sorma, sana verdikleri adisyona bak Uğur!” Ela dükkandan içeri girdiğinde, Bulut’un ses tonu hemen değişti. “Tamam mı sevgili kardeşim. Sana güveniyorum.”

Ela gülümseyerek “Merhaba,” dedi.

Uğur da ona döndü, “Merhaba Ela yenge, sen de olmasan bu Bulut’tan böyle sözler duymayacağız.”

Bulut adamın kafasına tam vuracakken, birden okşadı, “Görende küfür ettiğimi sanacak Uğurcum. Saçmalama,” dedi yapmacık bir gülümseme ile.

“He maşallah, hep böyle konuşur. Cim’li cım’lı da ben duymuyorum. Sıkıntı bende.”

“Elacım oturalım mı biz? Yemeğimizi yiyelim, sonra eve bakarız.”

“Olur,” dedi içeri girerek. Etrafa göz gezdirdi. Şermin’in elinin değdiği çok belliydi. Her yer bembeyaz masa ve sandalyelerle doluydu. Masaların üstünde küçük vazolar ve onların içinde renkli, gerçeği aratmayan çiçekler vardı. Bahçe tarafında da limon, portakal ağaçları ve onların altına da beyaz masalardan yerleştirilmişti.

“Çok güzelmiş lokantan.”

“Şermin’in marifeti. Bana kalsa babadan kalma devam ettirirdim. Şermin dekorasyonu komple değiştirdi, hafif menüyle de oynadı. Ama iyi de oldu. Onun sayesinde şimdi her yaşa hitap ediyoruz.”

“Anladım,” dedi genç kızları süzerken. “Evlendikten sonra ben de gelip sana yardım ederim.”

Bulut masanın üstündeki kızın elini çaktırmadan tuttu, “Saçmalama. Evlendikten sonra çalıştırır mıyım ben seni Ela?”

Ela kaşlarını çattı, “Sen de mi o maço erkeklerdensin Bulut? Kadın çalışmaz, evde oturur diyen tiplerden misin?”

Bulut başını sağa sola salladı, “Hayır, hayır Ela’m yanlış anladın. Kadınların emeğini inkar eden, çalışmalarına karşı çıkan biri değilim. Eğer istediğin için çalışmak istiyorsan tabi ki gel. Bu beni sadece mutlu eder. Her an karşımda olacaksın sonuçta. Ben sadece istemezsin diye söyledim. Yani istemezsen çalışmak zorunda değilsin.”

Ela gülümseyerek baktı adama, “Her an yanında olmak beni de mutlu eder,” deyip, bakışlarını kaçırdı.

 *

Bahçeli evin önünde durduklarında Bulut’un yüzü asılsa da, Ela gülümseyerek bakıyordu eve. Evet ev çok bakımsız kalmıştı ama biraz uğraşsalar cennete dönebilirdi.

“Ev bu Bulut oğlum. Kızımındı, ama Ankara’ya taşındıktan sonra gelip oturmadılar hiç. Geçen günde ‘baba elden çıkar’ deyince, satmaya karar verdim.”

Ela ‘satma’ işini duyunca kaşlarını çatıp, adama baktı. “Biz kira düşünüyorduk.”

Bulut kızın elini sıktı ve lafa girdi, “Kira değil Ela. Satın alacaktım. Fiyatı çok cazipti, ama burası olmaz. Bu yüzden fazla cazipmiş.”

“Neden olmasın canım?”

Bulut kızı kenara çekti, “Aşkım evi görmüyor musun? Ev değil, harabe.”

Ela sırıttı, “Sana, Uğur’a ve dayıma Allah şimdiden yardım etsin o zaman. Ama söz arada size su ve yemek getiririz.” Tam gidecekken durdu ve omzuna dokundu, “Ha unutmadan, bence akşam serinliğinde çalışın ve Eylül’e yetiştirmeye bakın.” Bulut ona şaşkın şaşkın bakarken, o ev sahibine gidip, elini uzattı, “Anlaştık. Alıyoruz.”

 *

“Sana inanmıyorum Ela. Aldığımız eve bak. Annem beni öldürecek. Ablamı hiç saymıyorum. Çenesi ile diri diri mezara gömecek beni. Artık o evde mutlu mesut bensiz yaşarsınız. Yok beni oraya gömersiniz. Mezarlık gibi zaten.”

“Ya ben çok beğendim.”

Bulut durdu ve kıza öfkeyle baktı, “Ya neyini beğendin? Sen harabe mi seviyorsun Ela? Hem yuva üstüne yuva mı olur?”

“Ne yuvası?”

“Örümcek yuvası! Görmedin mi, her yerde 4+1, dubleks örümcek yuvaları vardı. Hiç haz etmem örümceklerden. Öldürülmez de günah. Ben sana söyleyim, tarantula bile vardır. Akrep, yılan. Bir sürü ev arkadaşımız olacak, oh ne güzel.”

Ela kaşlarını çattı, “Sen korktun mu acaba biraz?”

Bulut alay eder gibi güldü, “Yok canım. Saçmala-ben? Ben mi korkacağım? Asla! Küçücük şeyler canım. Ben senin için dedim. Kızlar korkar yani örümcekten.”

Ela göğsünde birleştirdiği ellerini çözdü ve o da güldü. “Ha, iyi. Birden korkuyorsun sandım da, çünkü arkanda kocaman bir tarantula var.”

Bulut birden zıpladı ve Ela’yı kolundan tutup, koşmaya başladı. “Bu-Bulut dur! Bulut dur Allah aşkına! Ne yapıyorsun?”

“Koş Ela koş!” diye bağırdı, “Adam yer bunlar!”

Biraz uzaklaştıktan sonra bir duvarın arkasına saklandılar. Sonra eğilip geldiği yola baktı. “Neyse, gelmiyor.”

O an Ela kahkahalarla gülmeye başladı. “Ay... Ayy... Karnım ağırdı ya. Kıyamam!” tekrar kahkaha atmaya başlayınca, Bulut ellerini beline koyup, çatık kaşlarla kıza baktı. “Korktun mu sen ya, inanmıyorum!”

“Gerçekten mi ya?” başını aşağı yukarı sallayıp, dudağını ısırdı, “Sen az önce benimle dalga mı geçtin?”

Kız ellerini havaya kaldırıp sağa sola salladı, “Hayır, hayır. Alay yok.”

“Yok, yok bildiğin Karadeniz’in dalgaları gibiydin. Maşallah! Kahkaha sesin zirvedeydi. İnsanların korkuları ile alay edilmez bir kere.”

“Yok gerçekten dalga falan yok. Sadece kontrol.”

“Ne kontrolü?”

Dudaklarını sıktı, “Korku.”

Bulut etrafa baktı ve kızı duvarla kendi arasına sıkıştırdı, “Şimdi de sen kork azıcık. Bakalım ne kadar cesaretlisin Ela Irmak?”

“Bulut, sokaktayız.”

“Biliyorum. Arasındayız hemde.”

“Ortasındayız Bulut, biri-“ dudaklarını örten dudaklarla susmak zorunda kaldı.

 ***

“Yok bildiğin aldığımız ev harabe. Bir de örümcek meselesi var tabi. Hayatta tek korktuğum şey, o siyahlı, tüylü şeyler. İğrenç yaratıklar. Adam yer onlar, bilmiyor,” başını sağa sola salladı, “Tabi çok öncesi de var. Yok mu, var. Ooo... Nasıl süründürdüler bunlar beni ablamla biliyor musunuz? Yok Sait, yok görünmeyen sevgili, falan...” Yanındakine baktı Bulut, “Bildiğin yüreğime indireceklerdi. Yok sıfatım yokmuş benim. Şimdi sıfatım da var. Ama hanımefendi ne yaptı? Ablamla çarşıya gitti, hem de minicik etekle. Ama ben biliyorum, hep o Şermin’in başından çıkıyor bunlar. Yoksa Ela akıllı kız. Hayatta sözümden çıkmaz. Hepsi o çıngıraklı Şermin yüzünden.”

Yanındaki çocuk kafasını kaşıdı, “Abi ne diyorsun valla bir şey anlamadım.”

Bulut çocuğun kafasına vurdu, “Neyini anlamadın? Uğur bile anlıyor beni, sen neyini anlamadın? Kız diyorum, gitti diyorum. Etekle diyorum. Ama dur ben o çarşıyı onlara dar etmesini bilirim.” Cebinden telefonu çıkardı ve Özgür’ün numarasını çevirdi.

“Efendim Bulut,” diye açtı Özgür telefonu.

Bulut öksürdü, “Nasılsın Özgür abi?”

“İyiyim Bulut, sağol. Sen nasılsın?”

Bulut sıkıntıyla nefes verdi, “Eh işte.”

“Hayırdır sorun mu var?”

“Yoo, yok sorun,” tekrar aynı şekilde nefes verdi.

“Var işte, söylesene Bulut.”

“Off... Off...”

“Ya Bulut ne oldu?”

“Ya şimdi Ela’ya dedim ki, ‘Hayatım dedim, bebeğim dedim, aşkım dedim...”

“Sıfatları geçsen Bulut da konuya girsen? Dayısıyım neticede.”

“Ha tamam, işte dedim ki acaba mobilyayı kahverengi mi alsak dedim. Biraz tartıştık öyle. Kahverengi dedim diye, bozuldu. Medeniyetli renk değilmiş. Ben medeniyetsizmişim. Hayır medeniyetsiz olsam mesela, şimdi çarşıya gittiklerinde onları o halde yollar mıydım acaba? Asla yollamazdım. Ama ben çok medeniyetliyim. Mesela medeniyetsiz olsam Şermin’e hiç o avcumu doldurmayan eteği giydirir miydim, bence giydirmezdim, değil mi?”

Özgür öksürmeye başladı, “Şer-Şermin? Avuç? İç? Etek? Bunları sen tek bir cümlede, anlamlı bir şekilde nasıl kurdun ya? Ne demek Şermin o sik-tövbe ya Rabbim, o avcunun içi kadar etek giymiş? Avcuna sıçarım senin Bulut? Avucun ne kadar senin? Büyük mü çok? Büyük de bana! Sen de onları o halde çarşıya mı yolladın? Bir de medeni mi diyorsun kendine? Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar lan, öğretmediler mi sana? Senin medeniyetini kısırlaştırırım Bulut, çünkü baştan sona hatalı doğumsun oğlum sen.”

Bulut gülümsedi, “Baş edebildim mi acaba bir sor? Şermin’in çenesi bir yandan, Ela’nın ‘öptürmem’ tehdit-yani öptürmem derken el öpmeden bahsediyor. Yani annesinin elini öptürmezmiş. Hani damat olamam anlamında.”

“Bulut, kes saçmalamayı, neredeler şimdi?”

“Valla abi bilmiyorum. Çemkirdiler çemkirdiler, çekip gittiler. Cumartesi bugün, bende lokantayı bırakamıyorum. Şimdi kaldırımda oturmuş, arkalarından baka kaldım öyle.”

“Tamam, o iş bende.”

“Sende? Süpersin yemin ediyorum. Akşam vereceğim sana ablamı söz."

“Yok bir de verme! Şuna bak.”

Bulut telefonu kapattı ve Ela’ya mesaj çekti.

B: “O etek sana nasıl yakışmış, nasıl yakışmış anlatamam. Allah’tan medeni bir insanım da, izin verdim giymene, değil mi aşkım?”

 

1 saat sonra...

E: “Seni öldüreceğim Bulut!”

Loading...
0%