@mutlusonlarinyazar
|
“Şermin Özge’yi içeri alır mısın?” Şermin tam konuşacakken, Özgür ona baktı ve “Lütfen hayatım,” diye mırıldandı. Şermin derin bir nefes aldı ve “Tamam,” dedi, sonra Özge’yi elinden tuttu, “Gel prensesim, içeri girelim.” Özgür onlar içeri geçince, kadına dik dik bakmaya başladı. “Ne istiyorsun? Ne çıkarın var kızımdan?” “O benim de kızım-” “O senin hiçbir şeyin değil!” diye gürledi bu sefer Özgür. “O benim kızım. Benim ve Şermin’in. Sen onu istemedin. O göğüslerin bozulmasın diye emzirmedin bile lan! Nereden kızın o senin? Sen gece hayatın için kızını terk ettin. Beni terk ettin. Biz senin hiçbir şeyin değiliz. Şimdi daha kaba olmadan git buradan.” Kadın başını öne eğdi. “Oğlum hasta,” diye mırıldandı. Özgür kaşlarını çattı, “Ne?” “Bir oğlum var, hasta. Eğer uygun ilik bulunmazsa ölecek.” Adam kahkaha attı, “Sen ne iğrenç bir kadınsın. Yıllar sonra bile gerçekten kızını düşündüğün için geldin sandım. Defol git kapımdan. Sen de oğlun da umurumda değilsiniz. Benim kızım senin oğlunun hiçbir şeyi değil. Benim kızımın iki kardeşi var, o da Emre ve doğacak bebeğimiz.” Kadın acı ile gülümsedi, “O hamile mi?” “Defol Bety,” sözünü bitirdiğinde kapıyı kadının suratına kapattı. Arkasına döndüğünde Şermin’i duvarın pervazına yaslanmış bir şekilde buldu. “O çocuğun bir suçu yok Özgür.” “Umurumda değil. O kadının oğlu için kızıma değil iğne, bir çöp batmasına izin vermem. Kızımı kullanacak o kadın.” “Oğlu hasta.” “Umurumda mı Şermin?” diye bağırıp, kollarını yana açtı. “Sen bu değilsin. Sen o çocuğun göz göre göre ölmesine müsaade etmezsin.” “Ben içerideyim,” deyip, odaya gitti. Şermin ise darmadağın olmuştu. *** Bulut elinde tepsi ile yatak odasına girdi. Yatakta gerinen kızı görünce gülümsedi, “Günaydın dünyanın en güzel sabahının mimarisi.” Ela duyduğu sözle birden sırıttı, “Günaydın gülüşlerimin sebebi.” Kızın tam karşısına oturdu, “Biliyor musun Ela’m, şu dünyada ben bir sabah daha bu kadar mutlu olmuştum.” Ela kaşlarını çattı, “Çatma o kurban olduğum kaşlarını, o sabah da elimde böyle bir tepsi vardı. Evin ortasından üzerinde çiçekli bir elbise ile koşuşturan güzeller güzeli bir kız vardı. Ömrüme bahar kokusunu, yıldızların parlaklığını getiren bir kız.” “Ben miyim o kız?” “Sensin. Sensin ömrüme yazılan eş, sensin alnıma yazılan o kader ve sensin kadınım, her şeyim sensin benim kalbime kazınan aşk.” “Seni seviyorum Bulut.” “Seni çok seviyorum Ela’m.” Birbirlerine sarıldılar. Kızı boynundan öptü, “Hadi kahvaltını et, enerji topla, sonra azıcık yaramazlık yapalım.” “Bulut! Çok ayıp.” Bulut onun burnunu sıkıştırıp, tuttu, “Yok ayıp falan. Kocaya ayıp olmaz.” “Edepsizsin valla.” “Evet. Bu kapıların ardında sadece sana dünyanın en edepsiz erkeği olacağım,” çarşafın altından elini geçirip, kadının iç çamaşırının üstünden özel olan her yerine dokundu. Ela çarşafla yüzünü kapattı. “Ya Bulut, çek elini ya!” “Çok canım acıdı çeksene elini mi diyorsun?” “Sus Bulut. Sen romantik ol, komik değil.” Bulut kısa bir kahkaha attı, “Hadi kahvaltını yap,” dedi ve kıza kendi elleri ile her şeyden yedirdi. “Ay Bulut yeter, tıkandım.” Bulut da baldan son lokmasını aldı, “Yok beni de ye. Bir ara parmaklarımı zor kurtardım.” Kız onun omzuna vurdu, “Her halde dün bir şey yemedim Bulut, açtım. Lokmalarımı mı sayıyorsun?” “Yok, nasıl sayayım hayatım. Üniversite terkim malum. O kadar da okumadım.” Elindeki tepsiyi kenara koydu. Kız arkasındaki yastığı adama attı, “Seni öldürürüm. Duydun mu beni?” Bulut gülerek kızı yatağa itti, “Duydum aşkım, öldürüyorsun zaten.” Dudaklarını öpmeye başladığında telefon sesi ile Bulut küfretti. “Kim lan bu?” “Bakayım,” dedi Ela adamın yardımı ile doğrulurken, geceliğinin askısını düzeltip, eline aldı telefonu. “Ablan arıyor,” dedi tedirgin bir sesle ve hemen açtı. “Efendim Şermin abla?” “Elacım,” o sırada bir homurtu duyuldu, “Ya dur Berrak abla, soruyorum,” öksürdü, “Elacım.” “Efendim dedim ya abla?” “İyi misin tatlım?” “İyiyim abla, ne oldu? Annem iyi mi?” “İyi iyi hiçbir sıkıntı yok. Biz... Şey... seni merak ettik. Yani onun için aradık. Daha doğrusu arattırdılar,” dedi yanındaki iki kadına sinirle bakarak. Ela onları anladığında kıpkırmızı olmuştu. Bulut da durumu anladığında telefonu kızın elinden aldı. “İyiyiz biz abla, hiçbir sıkıntı yok. Tamam mı? Hadi görüşürüz.” Şermin annesigilin yanından uzaklaşıp, “Bulut, dur kapatma! Bir şey diyecektim,” dedi aceleyle. “Ne var abla ya? Allah aşkına dün gece kabusum oldunuz, sabahımdan ne istiyorsunuz?” “Ablacım şey oldu mu?” “He oldu abla! Tamam mı? Bu mu derdiniz ya? Kaçıncı yüzyıldayız?” Şermin sıkıntı ile başını kaşıdı “Tamam değil. Şimdi bir iki gün bir şey yapmayın olur mu ablacım?” Adam yüzünü ekşitti ve “Sebep?” diye bağırdı. Ela parmağı ile damağını çekti. “Ablacım, sakıncalı işte. Ela için.” Bulut gözlerini yumdu, “Çok mu?” dedi acılı çıkan sesi ile. Ela ona vurunca, çocuk gibi çekti elini. “Çok ablacım çok.” “Kapat abla ya! Kapat! Akşam ayrı dertsin sabah ayrı felaket. Allah Özgür’e sabır versin,” telefonu kapattı ve karısına baktı. “Ne oldu?” “Ellerimde bir yerim, Önünde sırılsıklam Boşalırsam sakın şaşırma! Beni böyle çaresiz, Beni böyle sensiz Beni ellerime mahkum bırakma!” diye mırıldanıp, kadının kucağına koydu başını. Ela kahkaha atıyordu, “Ne oldu ya?” “Ablam! Ocağıma çam yarması ağacı dikti. Hayallerime kezzap döktü. Tüm rüyalarımın içine tükürdü gitti. Acımadı. Acımasız kadın.” Sesi ağlamaklıydı. Ela adamın saçlarını okşadı, “Ya Bulut ne oldu?” “Ablam dedi ki, bir kaç gün yapmayın dedi.” “Ne yapmayın?” “Sevişmeyin dedi işte.” Sonra aklına gelen şeyle birden doğruldu, “Tabi ya, o şeyden bahsetti. Ama sevişebiliriz, bence bir sakıncası yok,” kızı gülerek yatağa yatırdı. *** Özgür odanın kapısını çaldı. Açan olmadı. Bu sefer daha sert çaldı, yavaş hareketlerle kadın açtı kapıyı. “Kızımın raporu bu. Uyumlu olup, olmadığına baktır. Eğer uyumluysa operasyon günü hastahaneye geleceğiz. Ama ona görünmeyeceksin. Duydun mu beni?” Kadın hıçkırarak ağladı ve başını aşağı yukarı salladı. “Sadece yirmi yaşındaydım o doğduğunda. Korktum.” “Ben sana geçmişi anlat demiyorum. Bu şartla kurtulur oğlun. Bir daha karşımıza çıkmayacaksın!” “Tamam, tamam söz.” Kadının kucağına attı dosyayı ve hızla arkasını döndü. Tam gideceği an arkadan küçük bir çocuk sesi duydu. Yunanca “Teşekkür ederim,” dedi. Arkasına bakmadan, başını salladı sadece. Otelden çıkıp, arabasına bindiğinde, Şermin onun elini tuttu. “İşte benim kocam ve işte çocuklarımın babası.” “Kızıma bir şey-” “Olmayacak. Duymadın mı doktoru?” Kadına sarıldı, “Sen olmasaydın, ben o çocuğu kurtaramazdım Şermin. Sen benim doğru yolumun ışığısın.” “Sen de kurtarırdın. Çünkü sen doğru yolların adamısın.” Elini yanaklarına koyup, okşadı. “Çünkü sen benim aşık olduğum adamsın.” *** “Neymiş efendim ben artık evli barklı kadınmışım, giyimime, eve giriş çıkış saatlerime, konuştuğum kızlara, konuştuğum konulara dikkat edecekmişim. Bak bak bak!” Şermin çekirdeği tükürdü, “Ya bana ne demeli. Ya canım alt tarafı bici bicinin suyuna bulanmış baklava çekti. Bir bakışı vardı, zannedersin ki dünyanın en ilginç şeyini istemişim.” Ela yüzünü buruşturdu, “Yani öyle çok da normal değilmiş Şermin abla.” Şermin kıza gözlerini kıstı, “Sen benim tarafımda olmalısın Ela!” “Ta-tamam.” “Bahçe kapısı kilitli değil mi?” “Evet.” “İyi giremesinler.” “Yok giremezler,” dedi iç çekerek. Özlemişti kocasını. Öküzdü falan ama çok iyi sevişiyordu adam. Öpücüklerini de özlemişti. Dokunuşlarını... O sevişirken ki sisli bakışlarını, buğulu sesini... Ela kendinden geçmiş bir şekilde gözlerini yumdu. “Ela!” diye cırladı kız. “Ah evet...” diye mırıldandı. Ama kafasına yediği ufak fiske ile, kendine geldi, “Ne be?” Ela da ona çemkirdi. “Bulut’la sevişirken aldığın yüz ifadesini de görmüş olduk,” dedi yüzünü buruşturarak. Ela gözlerini kocaman açtı, “Hii, abla o ne biçim bir söz?” “Valla kızım bazen annemlere geliyorsunuz ya, birbirinize bir bakışınız var, resmen ‘burada zor duruyoruz’ der gibisiniz. Hatta sevişip gelmişseniz bile belli oluyor. İkiniz sırıtık otuz iki diş geziyorsunuz. Acemi azgınlar sizi.” Ela kadının her sözü ile yüzünü yelliyordu, “Abla sus gözünü seveyim.” “İyi tamam, sustum. Hadi yatalım.” “Yatalım,” diye mırıldandı. * 2 SAAT SONRA “Yatalımmış. Tabi sen kaç aydır evlisin. Doydun kocana. Ben daha tazecik gelinim be. Doyamadım kocama, onsuz yatamam ben.” Terliklerini eline aldı, kapıyı yavaşça kapattı ve bahçeden koşarak çıktı. Saat geçti ama kendi mahalleleri olduğu için korkmuyordu. Lokantaya giden yola saptı. Tam tahmin ettiği gibi ışık yanıyordu. Buradalardı. İçeri geçtiğinde dayısını masada uyurken buldu. Biraz daha geçti Uğur tuvalet kapısında uyumuştu. “Ay, reziller ya.” İçerideki odaya girdiğinde ise yüzündeki gülümseme dondu. Kocasının kucağında Şükriye vardı. Yüzünü de kızın göğüslerine bastırmıştı. Başını sağa sola salladı. Şermin “Ah Ela...” diye yalancı bir tedirginlikle üstünü düzeltmeye çalışsa da kocasının kucağından kalkmamıştı. “Bulut...” diye mırıldandı. Tam arkasını dönüp odadan çıkmıştı ki, durdu. Kocası başını kaldırıp, ona bakmamıştı bile. Tekrar odaya döndüğünde kocasının başını masanın üstünde gördü. Şükriye de gülümseyerek üstünü giyiniyordu. Ela’nın geri döndüğünü gördüğünde kaşlarını çattı. “Ne klişesin be Şükriye. Başta gerçekten yiyecektim. Ama o benim kocam Bulut. Ayık olsa, değil kucağına seni oturtmak, bu lokantaya giremezdin bile. Bulut asla ama asla yapmaz! Yanlış adamın üzerine basit bir oyun oynadın. Daha doğrusu bu oyunu oynamak için yanlış adamı seçtin.” “Beni o çağırdı.” “Neden? Kusmukları temizle diye mi? Hı Uğur tuvaletin önündeydi, yapamadı her halde, anladın sen ne yapamadığını. Git de bir yerlerine yapsın! Ama iyi aç o yerlerini, malum sarhoş, oraya buraya sıç-ramasın.” “Seni-” Ela öfke ile sözünü kesti, “Çık buradan! Yoksa yarın bütün mahalleye bu rezilliğini anlatırım.” “Nasıl ispat edeceksin Ela? Bu mahalle beni yıllardır tanıyor. Seni ise bir yıl bile olmadı tanıyalı.” Ela kahkaha atsa da kızın saçını başını yolmak istiyordu. “Bak kendin diyorsun. Bu mahalle seni tanıyor. Ne tür bir peynir olduğunu biliyorlar. Ayrıca,” deyip, üstündeki noktayı gösterdi, “Kamera var ve ben burada olmadığım her an kayıtta.” Şükriye şaşkınlıkla arkasına baktı. “Sarhoş bir adamdan yararlanmak ne derece hastalıklı bir durum bilebiliyor musun?” sesi çok masum çıkmıştı. Ama görünüşü avına her an saldıracak bir panter gibiydi. Kız hızla çıktı odadan. Ela ise o çıktıktan sonra ellerini beline koydu ve gözlerini kısarak masada sızan adama baktı. Şimdi sıra ondaydı. |
0% |