@mutlusonlarinyazar
|
Kadın oğlunun cevabı ile kulağına eğildi. “Oğlum az salak mı oldun sen çok affedersin? Kızı dansa kaldır diyorum nesini anlamadın da, ‘ha’ diyorsun? Azıcık kibar ol!” “Anne ben salon beyefendisi miyim nereden bileyim dans etmeyi, gözünü seveyim?” Kadının başında hemen belirmişti o kırmızı boynuzlar. “Hı, e iyi tamam, Uğur oğlum kaldırsın!” Bulut birden annesine döndü. “Af buyur neyi kaldıracak Uğur?” Annesi ona ayıplar gibi baktı. “Edepsiz! Kızı dansa kaldırsın diyorum.” Bulut öfkelendi. “Lan neden illa biri kaldırmalı? Kız edebiyle oturmuş işte.” “Sen anlamazsın. Hem belli mi olur belki-“ “O lafı bitirme yemin ederim arkadaş katili edersin beni. Tamam ben kaldırıyorum dansa,” deyip, öfkeyle kalktı yerinden ve kıza baktı. Kız Bulut’un ayağa kalktığını ve bakışlarını ona yönelttiğini fark edince o da baktı ona. Bulut kaş göz işareti ile kalkmasını söyledi. Ela kaşlarını çattı. “Ne?” diye oynattı ağzını. Bulut başını yana çevirip, ‘ya sabır’ diye mırıldandı. Annesi oğlundan bir cacık olmayacağını anlayınca, Berrak hanıma seslendi. “Berrakçım izin var mı Bulut oğlum Ela kızımla dans etsin?” Berrak hanım gülümsedi. “Tabi ki,” diye yanıtladı. Bulut kafasını kaşıdı ve kıza baktı. Ela çantasını masaya bırakıp, ayağa kalktı. Birlikte piste doğru yürüdüler. Sahneye geldiklerinde Bulut elini kolunu nereye koyacağını bilemedi. “Şey ben pek bilmem de...” Kız bir elini ona uzattı. “Bu elimi tutacaksın, diğer elini de...” Bulut etrafa baktı. “O kadarını biliyorum da, dans etmeyi pek beceremem.” Kızın elini tutup, diğer elini beline yerleştirdi. İşte o an olan oldu. Kızın gözleri Bulut’a değdi... Bulut’un gözleri Ela’nın kalbini delip içine sızdı. Yavaş yavaş salınmaya başladıklarında, Bulut gözlerini kaçırdı. Ama aklına gelen gerçekle birden gözlerini pörtletti, kızın kulağına öfkeyle fısıldadı, “Çok dans ettin galiba?” “Oldukça,” dedi oyuncu bir ciddiyetle. Bulut kaçırdığı bakışlarını yeniden kıza dikti. “Maşallah...” “Dayımla. Dayım dans etmeyi çok sever.” Bulut gülümsedi. “Dayı candır ya. Benim de vardı bir dayım. Hiç sevmezdim, Allah rahmet eylesin.” Kız kıkırdadı. “Neden?” “Erik ağaçları vardı. Bende tırmanır, erikleri yerdim. O da beni sopayla kovalardı.” Kızın gülümsemesi artınca, adamın gülümsemesi dondu. Kız karşısındaki adamın ciddiyete bürünmesi ile, o da ciddileşti. “Şerife ile de dans edecek misin?” Bulut kaşlarını çattı. “Ne Şerife’si ya sabahtan beri.” “Annenin gelin adayı.” Bulut güldü. “Valla benim gelin adayım değil. O yüzden tanımıyorum. Anneme bakarsan İstanbul’un tüm bekar ve güzel kızları gelin adayı. hatta güzel olması da gerekmiyor. Bekar olması kafi.” “Şerife de bekar.” Bulut derin bir nefes aldı. “Ne Şerife’ymiş arkadaş.” Ela sustu, adam baktı. Ela baktı, Bulut bakışlarını kaçırdı. Ama o anlarda ikisi de bir şeyi fark etmişti. Duyguları normalin çok dışındaydı. İkisi de duygularının farkındaydı artık. Bulut derin bir nefes alıp, bıraktı ve kızın kulağına fısıldadı. “Of yeni eleman of!” “Ne oldu?” “Ne olmadı ki...” Kız ona garip bir şekilde baktı. “Anlamadım.” “Bende anlamıyorum ki yeni eleman, bende anlamıyorum,” diye mırıldandı. *** Adam odasında dört dönüyordu. Yine... Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Odasının bahçeye açılan kapısından dışarı çıktı, derin nefesler alırken, içindeki sıkıntıyı atamadı. Tekrar odaya geçti ve çekmecesinden bir sigara çıkarıp, yaktı ve tekrar dışarı çıktı. Aslında sigarayı pek içmezdi. Hatta hiç içmezdi. İlk sigarasını babası öldüğü zaman, üniversiteye gidemeyeceğini idrak ettiğinde içmişti. İkincisini ablası çaresizce ona sığındığı zaman. Üçüncüsünü de... Şimdi... o ‘yeni elemanı’ kalbinde bir yere oturtamadığı için içiyordu. Aslında yerleşik hayata girmişti bile, artık bazı şeylerin farkındaydı. Sigarasını bitirdiğinde, ellerini önündeki demirlere yasladı ve yanda bir hareketlenme hissetti. Bahçede kızın kitabını kapatıp, üzerindeki şalı katladığını gördü. Kaşlarını çattı. “Bu saatte bahçede kitap mı okunur?” Kız duyduğu sesle irkildi. Eliyle damağını çekti. “İnsan alıştıra alıştıra konuşur. Korktum.” “Olur bir dahakine mahallenin camisinden anons ettiririm. Şimdi alıştığına göre, cevap ver.” “Neye?” “Bu saatte kitap mı okuyorsun?” “Yok sirtaki yapacaktım da, tabaklara kıyamadım.” “Maşallah bilmediğimiz dans da yok. Dayın Yunan asıllı galiba?” “Yok, eski yengem Yunandı.” Adam kızın her dediğine cevap vermesiyle sinirlenmişti. “Kızım olmuş saat kaç, girsene odana.” “Sanane ya, sanane! Sen ne sıfatla bana karışıyorsun ki sürekli?” Bulut öfkelendi. Elleri altındaki demiri tüm gücüyle sıktı. Bu kız sıfat mı istiyordu? Sıfatın babasını almayı bilirdi. Sinirle içeri girdi ve ablasının kapısını çaldı. Ses gelmedi. Daha sert bir şekilde çalınca, ablası hızla açtı kapıyı. "Con-“ “O kelimeyi bitirme ve bahçeye gel! Bekliyorum,” deyip, bahçeye çıkıp, arka tarafa döndü. Büyük salıncağa oturup, ablasını bekledi. Ablası üzerine bir şal alıp, yanına geliyordu. “Kahve yapayım mı?” “Yok, haftasonu içerim ben kahve falan. Yani olursa tabi. Gerçi olacak. Madem sıfat istiyor, o sıfatını sevdiğim, veririm ben ona sıfat.” “Hı?” dedi ablası anlamamış gibi. “Hangi sıfatla karışıyor muşum ben ona? Laflara bak laflara. Dıştan bak naif, kibar. Sanırsın ağzı var dili yok. Ama bana gelince dil pabuç değil, takunya.” “Ablam, uykum var. Kaçırmadan de gözünü seveyim. Ne saçmalıyorsun?” “Saçmalamak mı? Evlenecem ben. İsteyin bana kızı.” Ablasının gözleri sonuna kadar açıldı. “Ne? Kiminle? Ölümü gör söyle ablam kim bu? Ha?” Bulut öksürdü, öksürüğünün arasından mırıldandı. “Ela.” “Kim? Kim bu bela?” “Bela değil kızım ya.” “Kim o zaman?” Bulut başını kaşıdı. Öbür tarafa bakarak hızlıca mırıldandı. “Ela.” “Ya Bulut anlamıyorum. Bir düzgün söylesen ya ablam?” Bulut öfkeyle yüzüne baktı. “ELA ABLA DUYDUN MU ELA!” Ablası gülerek sarıldı ona. “Ay ablam duydum duydum. Çok da sevindim.” “Haftasonu gidip isteyin kızı.” Kadın kaşlarını çattı. “O ne demek be? Önce bi kızla kahve iç, konuş. Öyle.” “Ya ne kahvesi. Onlarda içeriz işte kahveyi.” Sonra aklına bir şey gelmiş gibi tekrar kaşlarını çattı. “Yarın sabahtan git, o kasabın oğlunu kızın kafasına nasıl soktuysan, çıkar ve beni sok.” “Ben soktuğumu çıkarırım da, gerisi sende. Randevuyu ben ayarlarım merak etme.” “Ya abla ben gelemem böyle alengirli şeylere.” “Sen bana bırak. Bende o.” Bulut kafasını kaşıdı. “Bende ondan korkuyorum ya,” diye homurdandı. *** Sabah Bulut erkenden çıkmıştı evden, çünkü ablasını biraz tanıyorsa, sabah namazında kalkıp, anlatmıştır annesine ve şuan dırdırlarını çekemezdi. Uğur’u aradı ve kapıya çıkmasını söyledi. On dakika sonra Uğur uykulu gözlerle açtı kapıyı. “Ne oldu abicim daha kargalar bokunu yemeden kaldırdın beni?” Adam ellerini cebine soktu ve etrafa -daha çok yandaki eve- baktı. “Ben yemişim boku, kargalarına başlatma.” Uğur sırıttı. “He onu fark ettim de...” “De?” “Neden açılmıyorsun kıza, onu çözemedim.” Bulut çekinerek baktı adama, “İlk buluşmada ne yapmam gerekiyor?” “Çiçek böcek alınır.” “Böcek ne lan? Çinli mi bu kız böcek alayım?” “Ya böcekten kastım, böyle ayıcık falan alınır.” “Saçmalama lan, almam ben böyle şeyler. Köfte ekmek alıp, sahile gitsek?” “Yok ekmek arası sucuk al, arkasından da çak sodayı. Oh mis. Hohlar hohlar durursunuz.” Uğur kahkahayı basarken, Bulut kafasına vurdu. O sırada yan bahçenin kapısı açıldı ve kız elinde çöple dışarı çıktı. "Tamam sus-" Uğur hala sırıtırken, Bulut öfkelendi. “Lan sussana. Anlayacak kız. Uğur sus!” Uğur zar zor sakinleştirdi kendini. Sonra Bulut kızın elindeki çöpü fark edip, koştu. “Günaydın.” “Günaydın.” “Alayım,” dedi çöpe uzanırken. “Ne o, kızlar çöp dökemiyor mu?” Adam elini geri çekti. “Sadece yardım etmek istedim. Yoksa çöple aramda bir alıp vermemezlik yok.” Ela mahcup bir şekilde gülümsedi. “Özür dilerim, kabalık etmek istemedim,” dedi ve çöpü uzattı. Bulut da gülümsedi ve elinden aldı çöpü. “Rica ederim, yeni eleman.” Kıza göz kırptı. “Yeni eleman ne ya?” “Sıfat. Sen istemiştin ya,” gülerken, kızdan uzaklaştı. “Hay senin sıfatına Bulut!” diye homurdanıp, eve girdi. İkisi de Emsal hanımın ev bakmaya bile başladığından ne yazık ki habersizdi. |
0% |