@mutlusonlarinyazar
|
Şermin çöpü dökmek için bahçe kapısını açtı ve dışarı çıktı. O sırada kapıda arabasının önündeki adamı gördü. Ela’nın dayısıydı bu muhtemelen, diye düşündü. Adam kızı gördüğü an yaslandığı arabadan doğruldu. “Merhaba,” diye mırıldandı. Şermin de “Merhaba,” dedi kibar ama mesafeli bir sesle. “Özgür ben, Ela’nın dayısıyım. “Şermin, yan tarafta oturuyorum.” “Memnun oldum Şermin,” adam uzun yıllar Yunanistan’da yaşamıştı. Bu da onun biraz daha rahat davranmasını sağlıyordu. Orada tanışmıştı kızı Özge’nin annesi ile. Öyle büyük bir aşk değildi. Zaten Özgür de aşk peşinde koşan bir adam değildi o zamanlar. Tanışıp, sevmişlerdi birbirlerini. Kız hamile kalınca, ablasının ve eniştesinin baskısı ile evlenmişlerdi. Zaten evlilikleri de iki yıl sürmüştü. O da zorla. “Bende,” Şermin etrafa bakınıyordu. Ne rahat adamdı, ya biri görse. Müsaade isteyip, adamın yanından ayrıldı ve mahallenin köşesindeki çöpe çöpü atıp, geri geldi. O sırada kapıya Berrak hanım çıkmıştı. “Merhaba Şermin kızım.” “Merhaba Berrak teyze, nasılsın?” adama bakmamaya çalışıyordu, ama adamda utanma denilen bir şey yoktu. Resmen gözlerini kıza dikmişti. “Ben iyiyim, sen nasılsın? Oğlun Emre nasıl?” “İyi teşekkür ederim.” “Kızım akşam ben de Hamdi amcan da yokuz. Sen kızlara göz kulak olursun değil mi? Özgür’ün kızı rahatsızlanmış. Tek bakamıyor.” “Tamam Berrak teyze, olurum.” “Sağolasın. Bu arada kardeşimle tanıştın mı?” dedi gülümseyerek. Kız tam cevap verecekti ki, Özgür elleri cebinde “Tanıştık abla,” deyip, kadına göz kırptı. “Neyse görüşürüz Berrak teyze,” hızla yanlarından uzaklaşırken, Özgür ablasına baktı. “Oğlumu var, sen demin sanki öyle bir şeyler dedin?” “Evet. Emre. Çok zeki maşallah.” Özgür’ün suratı düştü. “Evli mi?” “Ha yok, kocası yıllar önce ölmüş. Kardeşi ile annesiyle yaşıyor. Ama çok tatlı bir kız. Kıpır kıpır maşallah.” Sonra kaşlarını çattı. “Hayırdır Özgür?” “Yok bir şey abla. Merak sadece merak,” dedi iki elini havaya kaldırarak. Ama içi rahatlamıştı doğrusu. *** Bulut tişörtünü çıkardı ve eşofman altı ile yatağa uzandı. Aklından sürekli kız geçiyordu. Ne tatlıydı bugün o şaşkın halleri, kendi halleri de bayağı odundu. Yan döndü ve telefonunu kurcalamaya başladı. Acaba ablasından kızın numarasını alsa- “Saçmalama oğlum, sapık gibi.” Telefonunu komodine bıraktığı an dışarıdan gelen çığlık sesini duydu ve bu çığlık Ela’ya aitti. Hızla yataktan kalkıp, odasının kapısından çıktı. “Ela!” diye telaşla bağırdı. Ela ise hala bağırıyordu. “Aaaa.... Oooo...” adamı görünce ses tonu ve bakışları değişti, aynı anda gözlerini kapattı. “Bulut! Ne bu hal?” “Ne oldu kızım niye bağırıyorsun?” “Odamda hamam böceği var. Kocaman.” Bulut rahat nefes verdi ve bıkkın bakışlarla kıza baktı. “Hamam böceği ne kadar kocaman olabilir Ela ya?” “Kafam kadardı ya.” Hala adama bakamıyordu. “Hı, eminim,” güldü ve odasına girip, tişörtünü giydi. Tekrar çıktığında onların bahçesine doğru yöneldi. “Annenler yok mu?” “Yok, yeğenim rahatsızlanmış. Oraya gittiler babamla.” Adam kafasını kaşıdı. “Eda?” “O da yatıyor.” “Anladım. Nasıl yapalım?” “Gir al işte. Benim odamda.” “Müsait mi?” “Müsait.” Adam terliğini çıkarıp, içeri girdi. Kız odasının kapısını gösterdi. Adam içeri girdiğinde kızın o kokusu ile sarmalandı ve nefesleri düzensizleşti. ‘Alt tarafı bir koku Bulut, abartama, konumuz hamam böceği’ diye geçirdi içinden. Köşede hamam böceğini görünce, kızdan kürekle süpürgeyi aldı ve içine koyup, odadan çıktı. Kız “Ay!” diye bağırıp, köşeye geçti. “Korkmasana ya,” dedi Bulut gülerek, dışarıdaki çöpe atıp geri geldi. Tekrar bahçeye girip, kıza verdi elindekileri. “Teşekkür ederim Bulut, seni de uykundan ettim.” “Önemli değil. Daha uyumamıştım bile,” gülümsedi. Sonra kıza çevirdi bakışlarını. “İstersen numaramı vereyim, bir şey olursa ararsın.” Kız yutkundu. “Peki.” Kız geçip, içeriden telefonunu aldı ve Bulut’a baktı. “Sen numaranı ver, ben sana çaldırırım.” Bulut gülümsedi. Aslında birtek onun alacağını sanıyordu ama bu iyi olmuştu. “Olur,” numarasını söyleyince, Ela kaydedip, çağrı attı adama. Bulut tişörtünü düzeltip, kıza baktı. “Ela...” diye mırıldandı. Ela’nın yine kalbi boğazında atıyordu. “Efendim.” Bulut nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. “Şey, ablam söyledi. Yani haftasonu için-“ “Evet, biliyorum.” Yanakları kan kırmızısına dönmüştü. “Şey umarım seni zorlamamıştır. Yani zorladıysa-“ “Yok hayır zorlamadı,” adama bakamıyordu artık. Bulut birden rahatladı. “Oh,” kız aniden ona bakınca “aaa, oha ya o nasıl kocaman bir hamam böceğiydi, değil mi?” Ela kaşlarını çattı. İşte yine ışık hızıyla odunluğa giriş yapmıştı. “Oha mı?” Bulut öksürdü. “Yani büyüklüğü için. Çok büyüktü ya.” “Anladım.” “Oldu o zaman ben gideyim. Başka hamam böceği görürsen, mahalleyi ayağa kaldırmadan beni ara. Maazallah Sait ya da Uğur duyabilir.” Kız gülümsedi. “Tamam ararım.” “İyi geceler o zaman.” “İyi geceler.” Derin nefes aldı ve bahçeden attı kendini. “Hep saçmala oğlum. Böyle hep saçmala,” yüzünü buruşturdu “Oha ne lan? Kıza resmen oha dedin! Yarın nasıl konuşacaksın kızın önünde acaba?” Odasına girdiğinde telefonuna baktı. Numarayı görünce gülümsedi. Hemen kaydet tuşuna bastı ve ‘Yeni eleman-“ yazacaktı ki, sonuna ek getirip, ‘Yeni elemanım’ yazdı. “Sanırım telefonuma tuş kilidi koyma zamanım geldi,” dedi gülerek. Elinde telefonla oynarken gülümsedi. Akşam ablasından almak isterken numarayı, şimdi kendi almıştı. Ama bu sefer yazacak bir bahanesi yoktu. “İyi geceler diledin mi ben ya?” düşündü, “Hatırlamıyorum. Dilemedim bence.” Mesaj kısmına girdi. B: “İyi geceler... Yeni eleman... böcek falan var mı?” Biraz bekledi, -böcek ne lan?- sonra cevap geldi. E: “İyi geceler... Böcek avcısı... Ayrıca böcek falan yok.” B: “Uyudun mu?” E: “Hayır.” B: “Yarın öğlen değil de, kahvaltıdan sonra buluşsak? Yani gideceğimiz yer biraz uzakta.” -ne uzak ama... E: “Tamam, ben anneme söylerim.” B: “Anlaştık, hadi şimdi uyu o zaman, telefonunu da açık ve başucunda tut.” E: “Emredersin.” *** Bulut sabah erkenden kalktı, banyoya girip, duş aldı. Tıraşını oldu, losyonunu sürüp, saçlarını düzeltti. Odaya girdi ve dolabını açtı. “Of, keşke dün gidip gömlek falan alsaydım,” diye mırıldandı. Siyah gömleğini eline aldı ve ütüsünü kontrol etti. Neyse ki ütülüydü ve kırışmamıştı. Hemen üstüne onu geçirdi ve altına açık renk bir kot giydi. Odadan çıktığı an annesi onu gördü ve gözleri doldu. “Allah’ım bugünleri de gördüm ya, ölsem de gam yemem.” Bulut gülümsedi ve annesinin yemeninin üstünden öptü. “Sayenizde sultanım,” diye mırıldandı. Kadın hemen uzaklaştı. “Üstüme iyilik sağlık ben ne yaptım?” “Ne yapmadın ki,” deyip, göz kırptı. Kahvaltı masasına oturduklarında Bulut her dakika telefonuna bakıyordu. Ablası ise onun bu şirin hallerine gülümseyerek baktı. “Ablam sakin, daha öğlene çıkacaksınız.” “Yok. Yani ben dün şey dedim ona, kahvaltıdan sonra çıkalım, dedim.” Ablası kaşlarını çattı. “Ne ara dedin ablacım?” Bulut çenesini kaşıdı. “Ak-akşam,” diye mırıldandı. “Akşam?” “Ya telefonda dedim, hadi beni oyalama.” Evden kahvaltısını yapmış bir şekilde çıkarken, annesi peşinden koştu. "Oğlum okunmuş şekerle, pirinci yemedin!" Bulut ofladı. "Anneciğim alt tarafı kızla kahve içeceğim. Üniversite sınavına girecekmişim gibi davranmasan diyorum." Kadın dudak büktü. "Ay hayatta olmaz oğlum. Kırk yılda bir, bir kızla kahve içmeye ikna etmişim seni, anlaşmadan gelirsen hatırım kalır." Bulut kaşlarını kaldırdı. "Evlendirmezsen asıl benim hatırım kalır. Anne kahve içeceğiz sadece kahve." "Sakın kızı şu senin abuk kahvehanelerine götürme. Şık, güzel bir yere götür. Çiçek de al, e mi benim romantik oğlum." "Romantik mi? Anne sen beni kıza nasıl tanıttın da bu kız gelmeyi kabul etti? Romantiktir, duygusaldır diye iftira atmadın değil mi?" gözleri kocaman açılmıştı. "İftiraymış. Sanki kötü bir şey. Sen dediğimi yap, bir çiçek al. Eksilmezsin." "Çiçeğe not yazıp, parfümümü de sıkayım mı annecim, ha? Ne çiçeği ne şıkkı ya. Sahildeki çay bahçesine gideceğiz işte." "Oğlum kızla iki zar atıp, tavla oymaya gitmiyorsunuz. Anne sözü dinle sen!" O sırada yan evin kapısı açıldı ve kız uzun çiçekli elbisesi ile çıktı. İlk geldiği günde bunu giyinmişti ve Bulut bu ayrıntıyı nasıl hatırladığını soruyordu kendine... O sırada Ela Emsal hanımı görünce başını öne eğdi, "Merhaba," diye fısıldadı. Bulut da aynı şekilde yanıtladı. Yüreği bambaşka cümlelere gebeydi oysa... 'Hey canına yandığımın yeni elemanı, başıma bela, yüreğime sevda oldun da, dilimi de lal ettin. Helal olsun ne deyim?' “Araba şurada, yürüyelim mi?” “Olur,” diye mırıldandı. Birlikte yürümeye başladılar. Bulut ellerini cebine soktu. “Nasılsın?” kıza değil, önüne bakıyordu. “İyiyim, sen?” Başını kaldırdı ve karşıya baktı bu sefer. Fark ettiği bu kıpırtılar onu çok mutlu ediyordu. “Bende iyiyim. Hem de çok.” Arabaya geldiklerinde, kapıları kumandayla açtı ve kendi tarafına geçip, bindi. kız da binince, kontağı çalıştırdı. "Nasıl bir yere gitmek istersin?” Kız elleri ile oynuyordu. “Bilmem.” “Açık mı, kapalı mı? Deniz kenarı mı? Zevkini bilmediğim için soruyorum, yanlış anlama.” “Sen bilirsin.” “Ben bilmiyorum Ela. Sana soruyorum.” “Sakin bir yer olsun. Hem hani uzaktı gideceğimiz yer? O yüzden erken çıkmıştık?” Bulut başını eğip, gülümsedi ve arabayı mahalleden çıkardı. “Uzak. Yani açıkçası biraz fazla gezelim diye dedim. Umarım rahatsız olmamışsındır?” “Yok,” dedi kısaca ve dışarıyı izledi. Adamda güzel bir şarkı bulmaya çalışıyordu. “Ela?” “Efendim,” adama çevirdi bakışlarını. “Güzel bir şarkı ayarlasana ya, ben bulamadım.” Kız eğilip, şarkıları tek tek geçmeye başladı. Aslında adamın derdi kızın müzik zevkini bilmekti. Gökhan Türkmen’in ‘Biraz Ayrılık’ şarkısını açtı. “Bu adamı çok seviyorum ya,” diye mırıldandı. Bulut kaşlarını çattı. “Ne seviyorsun elin adamını ya?” diye çıkıştı. “Şarkılarını seviyorum demek istedim.” “Şarkılarını de o zaman, şahsı katma. Hem ben sevmem bunu, değiştirir misin?" Ela adama baktı. Şuan küçük mızmız bir çocuk gibiydi. "Şarkı bitsin de,” deyip, yüzünü öbür tarafa çevirdi. Bulut arabayı park edip, indi. Ela da arabadan inince, mekana geçtiler. Deniz kenarında bir masaya oturunca Ela’nın gülen yüzüne kilitlendi. “Beğendin mi?” “Çok güzel. Bayıldım.” “Ben de çok beğendim,” dedi kızın gözlerinin içine bakarak. Ama kastettiği kesinlikle mekan değildi.
|
0% |