
UZUN BİR BÖLÜM DAHA SİZLERLE :)
***
Doruk arabayla kızla buluşacağı durağın önüne geldiğinde saatine baktı. Tam zamanında gelmişti. İkinci buluşmada kızı bekletmek istemezdi doğrusu. Sonra yüzünü ekşitti, ne çok değişmişti bu kızla. Doruk bunlara çok da önem veren biri değildi. Aşk insanı bambaşka biri yapıyordu demek.
Dikiz aynasından saçına bakarken, kızın arkada yürüyerek geldiğini gördü. Çok şirin gözüküyordu ve bu görüntü Doruk’u gülümsetmişti. Hasır şapkası, üzerindeki kırmızı ekoseli elbisesi, elindeki sepeti ile oldukça -hatta çok fazlası ile- güzeldi, Doruk derin bir nefes aldı ve hemen yandaki çiçeği alıp, arabadan indi. Kızın gelişini izlerken gözlerini yumdu, ‘Allah’ım ne olur bana bağışla’ diye geçirdi içinden. İçindeki duyguların yoğunluğundan ödü kopuyordu.
Kız ise adamın elindeki çiçeği ve gözlerindeki heyecanı görünce içindeki o küçük aşık kız yatak üzerinde zıplayan haylaz çocuklar gibi zıp zıp zıplıyordu.
“Merhaba Ayşegül,” deyip sol yanağından öptü kızı, sonrasında da “Sol yanağın bundan sonra benim olsun mu?” diye soruverdi.
Kız bir şey demeden o da adamın sol yanağını öptü ve “Seninki benim olursa olur,” dedi.
Doruk mutlulukla gözlerini kapayıp, açtı ve başını gülümseyerek aşağı yukarı sallayıp koca pembe gül buketini kıza uzattı, “Sana aldığım ilk çiçek adın gibi olsun, senin gibi koksun istedim.”
“Doruk bunlar çok güzel!” diye inleyip, burnuna götürüp kokladı.
Etrafta onlara imrenerek bakanlardan habersiz, birbirlerinde kaybolmuşlardı. Sonra Ayşegül elindeki sepeti salladı “Bende sana annemin babama özel olarak yaptığı peynirlerden azıcık ödünç alarak sandviç yaptım, annemin reçel ve ekmeklerden yürüttüm. Babaannemin de bahçesinden domates arakladım. Erkek kardeşimin de meyse sularını çaldım,” deyip küçük yaramaz kızlar gibi kıkırdadı.
“Oo bayağı suç makinesiymişsin. Yani kısaca bugün çalıntı-” kızın kaşlarını çattığını görünce, “Yani toplama mallarla piknik yapacağız. Bizim olan bir şey yok mu bu arada? Hani bize ait...”
“Tabi ki de var,” dedi kendini beğenerek, “Ondan sonra da yemek için kendi ellerimle kek yaptım.”
Doruk gülümsedi, “Çikolatalı mı?” dedi gözlerini kısarak.
“Elbette. Tam istediğin gibi. Gerçi çikolatayı da diğer erkek kardeşimin çekmecesinden aldım.”
Doruk kahkaha attı, “Vay be, bildiğin kapkaççı çıktın.”
Kız uyaran bakışlar atıp, işaret parmağını kaldırdı, “Ödünççü.”
“Tamam ödünççü. O domatesleri nasıl geri vereceksen?” Sol elini uzattı, “O zaman gidelim sayın ödünççü güzel kız. Çünkü harika bir programım var bugün için. Kendinizi doktorunuza bırakın.”
“Bende doktorum Doruk. Ayrıca pazardan alıp, verirdim domatesleri babaanneme ama almaz, canın sağolsun torunum, der. Canım benim...”
“Eminim eminim. Al bostan senin der,” dedi kıkırdayarak. Kız dudaklarını sarkıtıp, adamın açtığı kapıdan arabaya binerken, “Komik değil, senin için işledim onca suçu. Sende suç ortağımsın sonuçta,” diye homurdandı. Doruk da bindiğinde Ayşegül arabaya bakıyordu, “Araban çok şirin. Sende mi bunu arakladın?”
“Yok benimki çok yasal ve adil yollarla alınan ödünç mal (!)” dedi. Tamam kendi de azıcık şantaj yapmış olabilirdi.
“Hımm. Senin değil mi? Babanındır kesin.”
“Aynen. Üstelik çok daha şirinlerini gördüm. İdare ediyorum işte,” deyip göz kırptı. -Onun bebeği daha şirindi. Of ya! Satıp, bundan mı alsa?
Çok güzel bir piknik alanına geldiklerinde kız indi arabadan ve ellerini yana açarak derin bir nefes aldı. “Doğayı seviyorum,” diyerek ellerini çırptı.
Doruk ise kıza bakarken, “Bende seni seviyorum,” diye mırıldandı. Sonra da dediği şey yüzünden kaşlarını çattı. Rahatlamış mıydı o? Seviyordu, hemde çok.
Birden gülümsedi, “Hadi başlayalım mı?” deyip bagajdan piknik sepetini ve kendi getirdiklerini alıp, birlikte yürümeye başladılar.
Çok güzel bir ağacın altına geldiklerinde “Burası güzel,” dedi Ayşegül adamın elindeki sepetten kırmızı örtüyü alıp açarken.
Tabakları, peçeteleri, bardakları da özenle hazırladılar birlikte. Doruk etrafına bakındı ve bir tane papatyayı alıp kızın saçına taktı, “Şimdi her şey tamamlandı.”
“Ne tamamlandı?”
Kızın yanağını öpüp, uzaklaşmadan “Rüyamdaki güzele benzedin. Hatta rüyalarımdakinden de güzeline.” Eli ile yanağını okşadı, “Ayşegül... Sol yanımda atan kalp senin.” Derin bir nefes alıp, yanağındaki eli kızın kalbinin üstüne indirdi, deli gibi atıyordu o da, “Senin de sol yanın benim olsun mu? Başka türlüsünü ben istemiyorum. Yani belirsizce seninle olmak istemiyorum.”
Kız da elini adamın kalbine koydu, “Bu benim mi gerçekten?”
“Hem de her atışı.”
“Yanağımı kaptırdım bir kere. Sanırım başka seçeneğim yok.”
“Yok,” dedi adam kaşlarını kaldırıp indirerek.
“O zaman sol yanım sizindir Doktor bey. Ona iyi bakın.”
Adam kızı kollarına alıp, sardı. “Çok iyi bakacağım.” Sonra kızdan ayrılıp, “Bir sorunumuz var ama,” dedi.
Ayşegül endişe ile baktı, “Nedir?”
“Baban.”
“O bende ya, sıkıntı yok.”
Doruk içinden ‘sen öyle san’ diye geçirdi. Ayşegül annesinin yaptığı reçelden bir ekmeğe sürüp, adama uzattı, “Babamı ben yumuşatırım. Hem o da annemi sevmiş, anlar bizi.”
“Azıcık kıskanç gibi,” dedi kızın uzattığı ekmeği yiyerek. O da sandviçi kıza uzatıp, ısırmasını bekledi ve bunu ikisi de bilinçsiz yapıyordu.
“Evet.”
“Of ya.” Sonra kızın dudağının kenarında kalan maydanozu gülümseyerek aldı. “Yarın... Şey... Pazar. Ben tatilim ya... Yani yarın da gelelim mi buraya?”
“Yarın kuzenlerimin açılışı var. Pastane açıyorlar.”
“Yaa...” dedi üzülerek. “Yani seni göremeyecek miyim?”
Ayşegül birden gülümsedi, “Bak aklıma ne geldi, yarın sende gel.”
“Hıı, pastadan çıkar, açılışa renk veririm. Saçmalama Ayşegül baban öldürür beni.”
Ayşegül dudaklarını sarkıttı, “Saçmalama Doruk. Babam o kadar da yobaz değil.”
Adam kafasını kaşıdı, “Valla hayatım eminim benden önce değildir, ama ona seninle ilgili söylediklerimden sonra çok ama çok değişmiş olabilir bakış açısı.”
Kız gözlerini kırpıştırdı, “Sen babamla benimle ilgili mi konuştun?”
Adam huysuzca kafasını kaşıdı, “Evet ama senin onun kızı olduğunu bilmiyordum. Öyle çok da hoş bir sohbet değildi yani.”
“Ne dedin ki?” diye sordu merak ve şaşkınlıkla.
Doruk azıcık düşünüp, kıza saydı, “Senin aklımı başımdan aldığını söyledim, çok güzel olduğunu söyledim, çarpıldığımı söyledim ve...” dedi kızın dudaklarına bakarak.
Kız da “Ve?” diye sorunca, kızın ensesinden tutup kendine çekti ve dudaklarına kısa, ama ateşli bir öpücük bıraktı.
“Ve bunu yapacağımı söyledim.”
Ayşegül elini dudaklarına koyup birden adamın elinden kurtulup arkasına yaslandı, “Evet bu şey olmuş. Uygunsuz.”
“Seni öpmem mi uygunsuz?”
Ayşegül eline çilek alıp kocaman ısırdı, ateş basmıştı sanki. Adama değil karşıya bakarak “Cık,” yaptı, “Yani babama bunu söylemen uygunsuz olmuş.”
“Ha, evet.” Sonra kıza baktı, “Ama öpmem bence uygunsuz değildi. Değil mi?”
Kız başını sağa sola salladı, “Yok değildi. Bence çok yerindeydi. Yani şey, uygun.”
Adam ‘oh’ yaparak gülümsedi ve o da çilek alıp kocaman ısırdı, “Çilek güzelmiş.”
Ayşegül de gülümsedi, “Tam mevsimi ya. Ondandır.”
“Aynen. Tam mevsimine uygun yani.”
***
“Ela, Nefes nerede?” diye sordu Bulut karısının soyduğu meyveyi elinden yerken.
“Odasında. Rahatsızmış biraz.”
Bulut kaşlarını çattı, “Hasta mı yoluna öldüğüm, ömrümü verdiğim? Ben bir bakayım kızıma,” deyip kalkacakken, Ela tuttu kocasını.
“Bulut belli ki yalnız kalmak istiyor,” dedi. Keyifsiz olduğunu anlamıştı kızının.
“Ama bi baksaydım. Uyuyamam.”
“Kızsal bir rahatsızlık hayatım. Utanır şimdi,” dedi oğulları duymasın diye fısıltı ile.
“Ha anladım. Haklısın.”
Ela’nın cebindeki telefon çalmaya başladı. Çıkarıp baktığında ‘Jojo’ yazısını görmesi ile, hemen gizledi telefonu.
“Kim?”
“Burçin. Bir şey diyecek her halde. Ben bi bakayım,” deyip mutfağa koştu ve aramaya geri döndü.
“Ela teyze?”
“Efendim James.”
Adam sıkıntı ile kafasını kaşıdı, “Nefes’in telefonu kapalı da merak ettim. Verebilir misin?”
Ela adam görmediği için sırıtıyordu, “Hımm... Önemli sanırım?”
“Ela teyze... Yapma...” derken kadının bir şeylerin farkında olduğunu bildiğini ima etti.
“Uyuyordu, dur bakayım.”
“Eminim uyumuyordur. Bir de Aslı dersen sevinirim. Benim aramamdan çok haz edeceğini sanmıyorum.”
Kadın kıkırdadı, “Kavga edildi sanırım.”
“Keşke kavga etsek, kaçmasının nedenini anlardım.”
“Tamam, dur veriyorum.” Kızının odasının kapısını tıklattı, “Nefes?” içeri girdiğinde kızının yatakta uzanmış olduğunu gördü. “Nefes kızım?”
“Efendim anne.”
James kızın sesini uzaktan duyduğu an ‘şükür’ dedi.
“Aslı arıyor seni. Telefonun kapalıymış sanırım.”
“E-evet. Şarjında sorun var.”
James sinirle güldü, “Eminim öyledir küçük uydurukçu,” diye homurdandı.
Ela kıza ekranı göstermeden telefonu direkt kulağına koyup, çıktı odadan.
“Efendim Aslı.”
James bir iki saniye durakladıktan sonra, “Nefes?” dedi. Nefes duyduğu sesle ne diyeceğini bilemeden durakladı. “Nefes lütfen konuş. Bak kendimi bok gibi hissediyorum. Lanet olsun, bir şey de. Pişmanım James, de. Lanetler yağdır, kavga et ama bir şey de.”
“Pişman değilim,” dedi utanarak.
“O zaman neden kaçtın üstüne titrediğim, neden kaçtın yüreğimin sahibi? Beni neden böyle saçma sapan bir duruma düşürdün sevdiğim benim?”
Nefes’in gözyaşları akmaya başladı, adamdan kaçmasına rağmen adam kızarken bile sevgi dolu sözcükler kullanıyordu. “Utandım. James ben seni çok seviyorum, hem de çok. Ama ne bileyim, yıllardır seni uzaktan seviyorum. Birden böyle bu derece yani... Yakın olmak yani... Tuhaf geldi.”
“Ben senin için ölüyorum gözbebeğim.”
Kız gözyaşlarının içinde gülümsedi, “Özür dilerim. Saçmaladım.”
“Hemde çok fazla.” İkisi de güldüler. “Seni görebilir miyim ısırgan sineği?”
“Anladın değil mi?”
“Salak gibi mi duruyorum oradan bakınca Nefes?”
Nefes kıkırdadı, “Hayır. Çok zeki duruyorsun.”
“Pişman değilsin değil mi Nefes’im?”
“De-değilim. Hiç hemde.”
James rahat bir nefes verdi, “Çok korktum. Seni incittiğimi sandım, ödüm koptu Nefes.”
“İyiyim. Sıkıntı yok.”
“O zaman seni görmek istiyorum.”
“Şimdi çıkamam. Rahatsızım dedim. Üstelik sayende annem her şeyi anladı.”
Adam ufak bir kahkaha attı, “Nefes o Ela Erdemli. Zaten her şeyin en başından farkındaydı.”
“Uyu James, uyu. Gıcık aldım.”
“Bu arada şu bizim kampta yalan oldu.”
“Ha o mu, Emir’le konuştum. Bu hafta açılıştan dolayı, haftaya ertelemişler.”
“İyi tamam. O zaman yarın açılışta görüşürüz.”
“Görüşürüz.”
Kimsenin bilmediği ise yarın açılışta damatlar geçidi olacağıydı ;)
***
Pastanenin ilk günden bir sürü müşterisi olmuştu. Nefes ile Ayşegül de sabahtan yardıma gelmişlerdi Aslı’ya. Anneler de mutfakta bulaşıklara yardım ederken, Aslı geceden tüm ikramlıkları, pastaları hazırlamıştı.
Doruk kapıda durup içeri baktı. Çok kalabalıktı. Belki hocası onu görmezdi bu kalabalıkta. Çok mantıklı, diyerek içeri adım atmıştı ki yandaki sesle ‘Mantığını siksinler Doruk,’ dedi içinden.
“Doruk?”
Birden hocasına döndü, “Oğuz hocam? Nasılsınız?”
“Senin ne işin var burada?”
“Valla açılış var dediler, geldim. Her açılışa gelirim ben böyle. Çok severim.”
Oğuz kaşlarını çattı, “Çiçek?”
“Şey açılışı yapana.” Sonra sır verir gibi eğildi, “Bu arada açan kim?”
“Aslı ile Emir. Tanıdın mı Oğuz oğlum?”
“Cık,” yaptı, kaşlarını kaldırarak. “Valla çıkaramadım.” Sonra düşünür gibi kaşlarını çattı, “Yanlış mı geldim acaba? Adresleri mi karıştırdım?”
“Valla bir şeylerin yanlış olduğunu bende seziyorumdur, ama inşallah öyle değildir.”
“Şimdi amin de diyesim gelmedi nedense?”
“Doruk?”
“Aa Doruk, hoşgeldin,” dedi James araya girerek.
Doruk karşısında ona doğru gelip, sarılan adama o da sarıldı gülümsemeye çalışarak. ‘Kimdi lan bu?’
James adamın kulağına, “Çaktırma!” dedi.
O an Doruk anladı durumu, “Ah, bende yanlış mı geldim acaba diyorum. Nasılsın Emir?” dediği an James öksürdü.
“James benim adım,” diye adama fısıldadı.
“Yemin ederim bin isim saysam bu gelmezdi zaten aklıma,” dedi gülerek.
Oğuz ikisine şüpheyle bakarken, “Siz nereden tanışıyorsunuz?” diye sordu.
Doruk “Hastahaneden,” derken James “Üniversiteden,” dedi.
Sonra hemen düzeltti Doruk, “Üniversitedeki hastaneden. Hep gelirdi. Müdavimim olmuştu,” derken adamın sırtına vurdu. “Sağolsun.”
“Ya ya, nasıl müptelaydım anlatamam. O mu beni kurtarırdı ben mi onu orası biraz tartışmaya açıktı tabi.”
“Valla ben bir şey anlamadım!”
James gülmeye başladı, gülmesinin arasında da “İşte bizde tam onu yapmaya çalışıyoruz ya,” dedi. “Sanki anla diyoruz.”
Doruk öksürdü, “Neyse, ben çiçeği takdim edeyim.”
“İkincisi kime?”
“İki kişiymiş açan.”
Oğuz iki parmağı ile önce gözlerini gösterip, sonra adamı gösterdi ve “Gözüm üzerinde,” dedi.
Doruk yutkunarak “Boku yedim ben ya,” diye inledi.
“Bu aileye gelerek aynen onu yedin valla ne deyim şimdi.”
“Öyle mi?”
“Yani bende yedim de o boku. Ondan biliyorum. Bu ailenin babaları tuhaftır. Turşu kıvamında seviyorlar kızlarını. Hayret bir şey, sanki yiyeceğiz.”
“Şimdi ben adamın yüzüne yüzüne kızının dudaklarına yapışacağımı söylediğimden gıcık bana bence. Yoksa seviyor beni.”
“Ağır olmuş evet. Bayağı bir yemişsin.”
“Evet. Öyle yaptım.”
James adamı kendi taraflarına çekti. “Gel biz burada oturuyoruz. Kızlar yoğun zaten.”
“Çok sağol kardeş ya. İsim neydi bu arada unuttum da?”
“James.”
“Memnun oldum. Bende Doruk. Yabancısın her halde.”
“Yok. Akrabayım. Benim azıcık Yunanlık var, ama burada büyüdüm. Ailedenim yani. Durumum biraz karışık.”
Doruk omuz silkti, “Bu arada nereden anladın durumu?”
James güldü, “Ayşegül gönderdi beni,” dedi kızı gösterip gülerek.
“Meleğim ya... Canım benim.”
Yandan öksürük sesi duyunca, dönüp baktı. Emir elini uzattı, “Emir ben. Bu geniş James’in kankisi, o demin ‘meleğim’ dediğin kızın da abisi sayılırım.”
“Bir nevi Azrail diyorsunuz. O da melektir sonuçta bir yerde.”
“Aynen. Senin meleğinim.”
Doruk kafasını kaşıdı, kendine acımıştı. “Anladım.” Çiçeği adama uzattı, “Hayırlı olsun bu arada.”
“Teşekkür ederim,” dedi adamdan çiçeği alarak.
James Emir’in omzuna elini koydu, “Yalnız çok da sahiplenme, o çiçek Ayşegül’ün. Azıcık oyna, o çiçekle iki tur at, görün. Sonra gün sonunda kıza ver. Pembe gül senin rengin ve çiçeğin değil. Açmadı sanki.”
“Kes Jojo! Durumun farkındayım ve hazmetmeye çalışıyorum,” diyerek sinirle ayrıldı yanlarından.
“Lan bu Ayşegül’ü yutmuş ama hazmedemiyor. Nefes’i ağzına yaklaştırmaz bile. Sıçtım ben.” Sonra anlamayarak ona bakan adamı görünce, “Kız kardeşine aşığım da,” dedi gülümseyerek.
“Öyle mi?”
“Evet. O da Uğur abinin kızına aşık. En belalı babalardandır kendisi.”
“Mafya babası mı?”
“Yok lan, daha beter. Kız babası.”
Doruk başını salladı, “Evet. Çok daha kötüymüş. Mafya babası sıkar öldürür. Kız babası süründürür.”
“Aynen. Mesela Özgür var. Benim babam sayılır, ama biz ev halkı olarak ona Özi diyoruz. En zararsızı odur. Ama onda kız kalmadı maalesef. Bulut dayı var, Uğur’dan sonra o gelir. Ondaki kızı da ben aldım işte malum. Bir de Orçun abi var. Ondaki durum ne bilmiyorum. Henüz kız verme konumuna gelmedi. Ama şu köşedeki delikanlıyı görüyor musun?”
Doruk o tarafa baktı, “Evet.”
“Onun gözü göz değil. Aslı’nın öz babasının oğlu. Onun gözü varmış gibi geliyor bana.”
“Valla çok bir şey anlamadım. Çok karışıksınız.”
“Sade aile verelim? Adama bak, kendini kabul ettirdi de karışığı beğenmiyor!”
“Hayır, sonuçta senin kayınbabanda kızını vermemiş, onun nereden biliyorsun belalı olduğunu?”
“Ben doğduğu an istedim de kızını. Beşiğin kertmesi gibi bir şey.”
Doruk ‘Çattık’ dedi içinden, belalı babaların arasında kalmıştı. “Anladım. O zaman kolay gelsin bize ne diyelim.”
“Aynen. Bu arada yemin ederim ‘gizli damat geçidi’ gibi oldu bu açılış. Herkes damat, ama kimsenin haberi yok. Çok eğlenceli.”
“Ya, harika!” dedi Doruk gülümsemeye çalışarak.
“Limonata?” dedi James adama.
“Buz gibi olsun!”
“Hemen!” Tam mutfağa giderken Nefes’le yüz yüze geldi. Kız utanarak bakışlarını kaçırırken, adam “Beş dakika sonra arka bahçede ol,” dedi.
“Biri görür.”
“İki dakika lütfen.”
“Of tamam James. ”
“Müstakbel kocaya oflanmaz. Ayıp.”
“İstedin, babam verdi, nişanlandık, terbiyem eksik kaldı.”
James güldü, “O saatten sonra terbiyeyi ne yapayım ben. Baba evinde bırak gel onu,” dedi.
“Edepsiz!” diye inledi adamın yanından ayrılarak. Nefes zaten sabahtan beri adama bakmaktan çekiniyordu. Abileri ve diğerleri ile konuşurken bile bakışlarını üzerinde hissediyor, heyecanlanıyordu. Üstelik bu adamı çıplak görmüştü! Ortamda bunu düşünmek bile tuhaftı.
Elindeki servisi yapıp, Emir’e gözlerini kısmış bakan Aslı’ya durumu izah ederek arka bahçeye çıktı.
James de limonatayı Doruk’a verip, Demir’le tanıştırmış ve kaçmıştı. Kızı ağacın orada sırtı dönük içeri bakmaya çalışırken görünce gizli gizli yaklaştı ve belinden sarılarak, ağacın arkasına çekti.
Nefes “Hii!” diye bağırınca da dudakları ile susturdu onu. Ayrılınca Nefes adamın omzuna vurdu, “Ödümü kopardın.”
“Benden başka kim sarılmaya cesaret edebilir acaba sana?”
Nefes gülümseyerek kaçırdı bakışlarını, “Hiç kimse.”
Kızın saçlarını düzeltti, “Çok özledim.”
“Bende.”
“Dün gece neden çıkmadın.”
“Ya Emir göz hapsine almış beni. Babama da hasta demiş annem. Nasıl çıkayım?”
James kendi dudağını ısırdı, “Şey... Nefes iyisin değil mi? Bir sorun yok.”
Nefes kıpkırmızı oldu, “James...”
“Nefes utanma benden artık. Bu evreyi geçmek için fazla yakın değil miyiz?” dedi boynunu öperek.
“Biri görecek.”
“Kim görecek? Babanla Uğur amca lokantada. Diğerleri de yoğunlar. Hadi söyle, iyisin değil mi? Ağrın falan yok.”
“Yok James yok. Kapat şu konuyu.”
“Kapatalım,” diyerek dudaklarını öpmeye başladı.
*
Emir masaya oturan iki kızın yanına gelmişti, “Hoşgeldiniz. Ne alırdınız?” diye sordu.
Kızlar onu süzerek kıkırdadılar, “Ne tavsiye ederdiniz?”
Emir bir gözünü kapatıp, dudağını büzdü, “Çikolatalı pastamız çok güzeldir?”
“Imm...” dedi kızlardan biri, “Öyle mi?” elindeki menü açık olmasına rağmen adama bakıyorlardı. Emir, şuan gerçekten dağınık saçları, beyaz gömleği, krem rengi pantolonu ve üzerindeki kiremit rengi önlükle fazla dikkat çekiyordu.
Aslı ellerini beline koymuş, başını da yana eğerek olanları izliyordu. En son kızların gözlerini adamdan ayırmadıklarını görünce, “Ee ben bunların ebelerini ama...” diyerek elindeki bezi yere fırlattı ve tezgahın arkasından ön tarafa resmen uçtu.
“Kızlar?” dedi sinirle. “Pardon da benim sevgilim menüde yok.”
“Anlamadık?”
“Adamı yiyecek gibi bakıyorsunuz da, menümüzde o tatlı mevcut değil! Lütfen önünüzdeki menüden seçiniz!!!”
Emir çaktırmadan ağzını kapatmış, gülüyordu. Sonra kıza eğildi ve “Sevgilim mi dedin sen az önce?” diyerek fısıldadı.
“Sen sus. Az sonra seni kazandibi yapıp yiyeceğim.”
“Ooo... Çok ateşli. İçeride bekleyim o zaman ben seni?”
“Gir gir! Geliyorum.”
Emir kızlara bakıp, üzgünce, “Maalesef. Menüye dahil değilmişim. Hanımefendi yiyecekmiş beni,” deyip iki elini ‘maalesef’ der gibi açıp, içeri giderken Demir’in omzuna sertçe vurdu, “Beni kıskandı lan. Bu iş bu kadar!” dedi ve mutfağa uçarak geçti.
Annesinin, Burçin teyzesinin fısıltı şeklinde konuştuklarını görünce, ikisine de sarıldı, “Ne haber dünürler? Aferin böyle tatlı tatlı anlaşın.”
“Buyur. Cafer’in arkasını temizlediği sıçan da geldi. Cafer de ben oluyorum bu arada,” dedi Ela Burçin’e başını sağa sola sallayarak. Sonra oğluna döndü, “Uğur amcan duyacak sus Allah aşkına,” dedi etrafa bakıp.
“Bak şimdi sen damat anneliği yapıp gelinini üzmeyeceksin. Böyle kıskançlık yapmak, triplere girmek yok.” Sonra Burçin’e döndü ve kaşlarını çattı, “Sen de azıcık kocanı yumuşatsana! Salmışsın adamı damatsavar gibi dolanıyor etrafta. Ayıp! Şu ödüllü pilavdan yap, ödül de Aslı olsun, bana verin onu.”
“Merak etme Uğur amcan duysun, o pilavı bizzat seninle o yiyecek,” dedi Burçin onun kulağını çekerek. “Edepsize bak.”
“Yemin ederim iş yok sizde. Bakın Şeri’ye, bütün ipler onda. Bir ‘Özi’ dedi ne çeyiz kaldı evde ne kız. Hemen paketleyip verdi. Azıcık feyz alın.” Sonra Şermin’in yanaklarını sıktı, “Oy tatlı halam benim. Örnek halam. Azıcık şunlara ders ver ya.”
“Veririm kuzum veririm. Sen iste yeter.”
Ela “Emir yemin ederim terlik geliyor ha! Çık şuradan,” diye bağırdı oğluna.
“Yok Aslı ceza verdi. Buradan çıkmayacakmışım.”
“Kime ceza acaba, sana mı bize mi?”
Emir sandalyeye oturup, sağ ayağını sol ayağının üstüne koyup, ellerini göğsünde birleştirdi, “Valla bilemiyorum artık. Canı benli kazandibi çekmiş. Yapıp yiyecekmiş.”
“Uğur amcan da seni çiğ çiğ yiyecek. Dur sen!”
“Bence yeme işi bende, o hazmetsin yeter bana.”
Ela terliği çıkarıp, fırlatınca Emir kaçarak bahçeye çıktı ve asıl olayın orada olduğunu gördü.
“Nefes? James?” dedi inanamayarak ikiliye bakıp.
“Abi!”
James “Şimdi sıçtık!” dedi ellerini sinirle saçından geçirip
???
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.63k Okunma |
590 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |