
“Varsın nefessiz bıraksın aşkın...
Nasıl bir felaketsin anlamadım...
Bir yanım deniz gibi bakışlarınla,
Bir yanım yeşillik dolu bir orman soluğunla...
Neşenle kalabalığım, susmuyor mutluluk kulaklarımda...
Bir yanım sessiz, sakin ve dingin o huzurunla...
Yokluğunu sevmem bile tuhaf değil mi?
Çünkü seninle ilgili olan hiçbir şeyden nefret edemiyorum.
Ki yokluğun olmasaydı,
Sana kavuşmam böyle görkemli olamazdı.
Hoşgeldin hayatıma Nefes’im...”
N: “Ya yapma şunu sevgilim ya. Ben yazamıyorum öyle şeyler :( üzülüyorum sonra.”
J: “Sen o asık suratını değiştirip, gülümse bana bir ömür yeter.”
N: “İyi geceler o zaman :)”
J: “Seni çok seviyorum, iyi geceler. Yokluğuna bir çizik daha atıyorum. Varlığın çok yakın.”
N: “Gıcık :P”
J: “:D”
***
“Günaydın hala,” dedi Nefes heyecanla gülümseyerek, “Sevdiğin börekten yaptım, bak!”
Şermin onu sararak öptü, “Oy canım gelinim, hoşgeldin. Aman da aman kaynanasına yağ da çekermiş.”
Nefes kıkırdadı, “Çok tuhaf oldu. Yani senden de zilli kaynana olmaz, ne yapacağız biz. Kavga da edemem seninle.”
Şermin kahkaha attı, “Ben annemin kızıyım deli kız. Annen ne zaman annemle kavga etti de ben seninle edeyim? Emir yok mu?”
“Aslı’yı alıp gelecek o.”
“İyi hadi gel mutfaktayım ben.”
Nefes surat asarak hasır çantasını çıkarıp, astı ve ayakkabısını da hızla çıkarıp, terlik giyerken bir yandan da etrafa bakınıyordu.
“Daha uyuyor seninki. Geç uyandır istersen.”
“Nasıl ya? Ben heyecandan erkenden uyandım, o nasıl uyur?”
Şermin kahkaha attı, “Ay kıyamam, erkek milletin romantikliği bir açlığa bir uykuya kadardır. Hem hafta içi çalışıyor diye, ben ona sen gelince uyandırırız dedim. Hadi git uyandır, neredeyse her şey hazır.”
“Tamam,” dedi sevinçle ve onun odasına doğru gitti. Kapıyı hafifçe araladığında adamın karın üstü ve üstsüz yattığını gördüğünde yutkundu. Ne çekiciydi şu haliyle. Derin bir nefes alarak yaklaştı. Sırtındaki dövme dikkatini çekti, kimseye ne olduğunu bir türlü söylememişti. İtalyanca el yazısı ile bir şey yazıyordu. Hatta bir ara fotoğrafını çekip, internetten bakmak bile istedi, ama bir türlü harfleri ayıramamıştı. Çok ustaca harmanlanmıştı.
Hafifçe elini değdirdi dövmeye, belki sorsa söylerdi, artık nişanlılardı sonuçta ve o bunu düşünürken bir el onu ayaklarından tutarak yatağa çekti.
“Ay!” diye bağırdığında adam dudakları ile susturdu onu. Kısa ve sıcak bir öpücüktü.
“Ne güzel bir günaydın bu böyle?” dedi James gülümseyerek.
“James çok kötüsün, ödümü kopardın. Uyumuyor muydun sen?”
James düşünürken kızı biraz daha yanına çekti. Şimdi Nefes altta o üstteydi. “Aslında uyuyordum. Sonra sihirli bir koku burnuma doldu ve beni uyandırdı.” Kızın yanağına bir öpücük kondurdu, “Sen benim yörüngeme girdiğin an benim ruhum öyle senle doluyor ki, değil uyumak, gözümü bile kırpasım gelmiyor.”
Nefes eli ile yüzünü yelledi, “Asıl sen beni nefessiz bırakıyorsun James.”
Adam ufak bir kahkaha attı, “Sen her sabah beni uyandırmaya gelsene, ne güzel güne dudaklarınla başlamak alışkanlık olabilir yani.”
Nefes onun çıplak omzuna vurdu, “Bir günden alışkanlık mı olur be?”
“Valla konu sen olunca bende sınır, kural çok da bir şey ifade etmiyor. Şaşırma yani, her şey mümkün.”
“Bir şey soracağım,” dedi omzunu okşarken.
Adam gözlerini yumdu “Dövme mi?”
“Evet!” diye çıkıştı. “Ne yazıyor neden söylemiyorsun?”
“Ne koştun peşimden ama. Çok tatlıydın.”
Kız kaşlarını çattı, “Peşinden koşmam mı tatlı geldi James?”
“Hayır. Çaban ve merakın. Çok takdir ettim doğrusu. Hele o fotoğraf çekmen mükemmel bir fikirdi. Hah şimdi yakalandım dedim kendi kendime,” derken kıkırdıyordu.
“Jojo sen şuan benimle eğleniyormuşsun gibi geldi bana. Yanlış anlamıyorum değil mi?”
Adam kızın saçını düzeltti ve gözlerinin içine bakarak, “İl mio respiro...” diye fısıldadı.
“O ne demek?” nefes nefese kalmıştı.
“Nefes’im...” dedi ve eğilip kızı öpmeye başladı. Eli yanağından boynuna inerken kız da onun sırtına dolamıştı kollarını. O an gerçekten de her şey akıllarından uçup gitmişti.
“Nerede kal- Aaa!” diyen sesle James birden kızın üstünden kalkarken, Nefes de yataktan fırlamıştı.
“Şeri!” dedi James sinirle, “Ya kapıyı çalsana!”
“Çaldım da duydunuz mu acaba?”
“Şey halacım, dövme şeysini konuşuyorduk, konuşmaya dalmışız.”
Şermin ters ters James’e bakıyordu, “Valla daha çok Jojo sana dalmış gibiydi.”
James yüzünü buruşturdu, “Çok ayıp Şeri. Ben senle Özi’nin özelini dillendirdim mi hiç?”
Şermin elini beline koydu, “Biz evliyiz bay şantajcı.”
James yataktan kalkıp dolaptan kıyafetlerini alırken bir tek Şermin’e bakıyordu ve tam banyoya giderken, “Bunu yazdım Şeri,” diye fısıldadı. “Geri dönüşü kötü olacak!”
“Destan yap, banane! Çok korktum,” sonra Nefes’e elini uzattı, “Gel kuzum gel. Suç bendeki seni kurdun inine yolladım.”
Nefes yaklaşıp, elini tutarken adama da ‘Ne yapayım?’ der gibi bakıyordu.
James inanamıyormuş gibi elele mutfağa giden ikiliye bakıp, “Ya ya o kuzu, ben kurt. Bildiğin ateşböceği o da kimsenin haberi yok,” diye kendi kendine homurdandı. “Kuzuymuş.”
*
Kahvaltı sofrasından kalktıklarında James hızla ağzını sildi ve Nefes’in kulağına, “Bana bir saat verir misin?” diye sordu.
“Neden?”
“Abinle bir işim var.”
Omuz silkti, “İyi tamam. Bende Aslı ile pastaneye giderim. Yarına bayağı siparişi varmış.”
Onu yanağından öptü, “Peki. Bir saate gelirim, çıkarız.”
Sonra Emir’e ‘hadi’ der gibi başını salladı ve birlikte evden çıkıp, arabaya bindiler.
“Ne bu gizem sabah sabah? Mesajından da bir şey anlamadım. Nereye gidiyoruz?” diye sordu Emir.
“Sana bir teklifim var. Az sabret, sürpriz.”
Emir yüzünü buruşturdu ve sağ parmağını kaldırıp, “Nişanlandım ben,” dedi alay eder gibi.
James onun kafasına vurdu, “Gerizekalı. Hiç tipim değilsin.”
Emir yalandan bir kırgınlıkla baktı ona, “Oysa bunca sene kız arkadaşın olmadığı için çok ümitlenmiştim. Hep bana aşıksın sanıyordum.”
James yüzünü buruşturdu, “İtici.”
Arabayı sağa park edip indiğinde, Emir de onu takip etti. Birlikte bir harabenin bahçesine girdiler. “Burası neresi?” diye sordu Emir, çalılıkların arasından yürümeye çalışarak. “Şuraya bak bakımsızlıktan çalılar boyuma yetişecek neredeyse.”
James tam harabe olan evin kapısının karşısında durup gülümseyerek baktı karşısına. Emir de onun baktığı yere bakıyordu. İki katlı, çatısı çökmüş, pencereleri kırılmış, boyası gitmiş gayet de yıkık metruk bir evdi.
“Burası neresi dostum Allah aşkına? Şimdi bir yılan ya da çekirge atlayacak üstümüze.”
James güldü, “Aynı baban gibisin. Ayıyla savaşırsınız, ama küçücük böceklerden korkuyorsunuz.”
Emir omuz silkti, “Tiksiniyoruz.”
“Burasını satın aldım,” dedi eve bakıp sırıtarak.
Emir çalıları uzaklaştırırken birden durdu ve bakışlarını James’e yönlendirdi, “Ne yaptın ne yaptın?” derken şaşırmanın etkisi ile biraz sesi yüksek çıkmıştı.
“Burayı satın aldım.”
“Sebep?”
James kafasını kaşıdı, “Nefes’e hayalindeki evi bulamam. Ama yapabilirim. Hatta sırf bu yüzden mimar bile olmuş olabilirim.” Sonra bir an düşündü, “Hep bahçeli, renkli ve cıvıl cıvıl bir ev hayal ediyordu.”
“Evet. Doğrudur. Ama burası harabe.”
“Şimdilik. Bak böyle damında küçük bir çardağı olan, salıncak sandalyeler, renkli berjerler, farklı bahçe koltukları ve renkli renkli yastık ve minderler hayal ederdi hep. Beyaz, yeşil tonlarında bir mutfak, mutfağının perdeleri mutlaka çiçekli olacak. Küçük bir masa, yeşil ve eskitme, etrafında perdelerin çiçeklerinin renginde koltuk. Emir ben Nefes’in hayallerini dinleyerek büyüdüm ve hepsini bir bir gerçekleştireceğim.”
“Delisin sen!” dedi başını sağa sola sallayarak.
James dudaklarını büzdü, “Yani deli gibi aşığım, daha uygun.”
“Abi burası adam olmaz. İyi misin sen ya?”
“Nedenmiş? Nefes beni adam ettiyse, bende onun için burayı adam edebilirim bence. Sende bana yardım edeceksin.”
Emir delirmiş gibi baktı adama, “Elimi bile sürmem.”
“Aslı’ya o zaman aynen bunu derim.”
Emir kaşlarını çattı, “Aslı ne alaka?”
“Abi bu ev iki katlı. Bir katı benim, diğer katı da sizin.”
“Ne?” diye mırıldandı, bir daha eve bakarak.
“Bir katı bizim, diğeri de sizin dedim. Hem Nefes çok sevdiği abisinden ayrılmamış olacak, hem de kardeş gibi büyüdüğü Aslı’dan. Ne dersin dostum komşu olalım mı?”
Emir ona bakarken alayla güldü, aslında fena fikir değildi. O da prensesinden ayrılmak istemiyordu. “Ee bildiğin sen bana evlenme teklifi ediyorsun.”
James kahkaha attı, “O açıdan bakmamıştım hiç.”
“Burayı nasıl normal bir eve çevireceksin çok merak ediyorum ama sana güvenmem lazım galiba.”
“Kesin.” Sonra onun omzunu tuttu, “Bak, bizim şirkette bir sürü inşaat ustaları var. En iyilerini ayarlayacağım. İç dizayn bana ait zaten. Bahçe için de annemleri ikna ettik mi, bitti bu iş.”
Emir elini uzattı, “Anlaştık komşum!”
“Anlaştık!” dedi James el sıkışarak.
***
Ayşegül yatakta gerinerek uyandı. Bir yandan da gördüğü rüyanın etkisi ile gülümsüyordu. “Ay keşke...” dedi gözlerini kırpıştırıp. Doruk ile kendisinin düğününü görmüştü.
Yataktan hızla kalkıp, elini yüzünü yıkadı ve odaya dönüp, telefona baktı. Dünden herkes gruba çektiği fotoğrafları atmıştı. Kendisi ile Doruk’un da dans ederken çekildikleri fotoğraflar vardı.
Gülümseyerek sosyal hesabını açıp, bir yandan fotoğrafları ekliyor, bir yandan da herkesi etiketliyordu. Birden yüzünü ekşitti.
“Lan!” diye mırıldandı, “Ay ben neden sevgilimi eklemedim acaba?” sonra kendi kendine gülmeye başladı. Çok kullanmazdı sosyal hesabı ama özel günleri paylaşmayı severdi.
Sosyal hesabın arama kısmına ‘Doruk Demirkol’ yazınca, ilk başta çıkana baktı. Güneş gözlüğü ile başka yöne bakan bir fotoğraf vardı. Hemen bastı, “Bingo!” dedi gülerek. Babası da takip ediyordu.
Tam takip isteği göndereceği an fotoğraflarının açık olduğunu gördü ve kaydırarak aşağı indi. En son dün nişandaki ikisinin dans eden ve selfie yaptıkları bir kaç fotoğrafı eklemişti. Gülümsedi, bu hoşuna gitmişti. Biraz daha aşağı indiğinde son model bir araba ile olan fotoğrafını görüp, durdu. Üstüne tıklayıp, alttaki yazıyı okudu.
Dr.DorukDemirkol: “Evet, bebeğimden ayrılamadığım doğru...”
Ayşegül’ün kaşları çatıldı. “Ne demek bu ya?”
Biraz daha kaydırdı. Arada hastanede mesai arkadaşları ile çekilen fotoğraflar vardı. Sonra ailesi ile olan bir fotoğrafı açtı. Kocaman bir bahçede çekilmişti, kucağında yeğeni vardı ve arkasında şato gibi olan villa görülmeyecek gibi değildi.
Dr.DorukDemirkol: “Benim kıymetlilerim misafirliğe gelmiş :)”
Ayşegül başını sağa sola salladı, “Hayır Doruk... Bana yalan söylemiş olamazsın!”
Üstteki konuma baktı, “Demirkol yalısı, öyle mi?” hızla üstünü değiştirip, çantasını boynundan geçirdi. Annesine çarşıya kadar gidip geleceğini söyleyerek evden çıktı. Mahalleden çıkıp, ana yola geldiğinde ilk gelen taksiyi eliyle durdurdu.
Bindiğinde “Demirkol yalısı, şeydeydi sanırım,” derken adam hemen araya girdi, “Tamam kızım biliyorum,” dedi.
Kız alayla güldü, “Tabiki biliyorsun. Bir benim salak.”
Kırk dakika süren yolun sonunda yalının önüne gelmişlerdi. Çok ıssız bir yerdeydi. Parayı ödeyip, indiğinde karşısındaki devasa kapının ardından gözüken koca yalıya baktı. “Aman Allah’ım...” deyip elini ağzıyla kapadı.
Bir süre durup baktıktan sonra, kapıya gitti. Koca demir kapıyı görünce de yüzünü buruşturdu, “Tabiki öyle olacaktı.”
O sırada bir görevli geldi, “Buyurun hanımefendi, kime bakmıştınız.”
Ayşegül ensesini sıkarken, “Doruk Demirkol? Burada mı?” diye sordu.
“Evet küçükhanım, Doruk bey evde. Kim diyelim?”
Ayşegül gözlerini yumdu, şuan yanıyordu göz bebekleri. “Şey ben ona sürpriz yapacaktım. Acaba nasıl yapsak? Sevgilisiyim de ben.”
Adam kafasını kaşıdı, kız ne bir hırsıza, ne de bir satıcıya benzemiyordu. Kapıyı açtı, “Peki buyurun. Şu merdivenlerden ineceksiniz. Bahçedeler.”
“Ta-tamam, teşekkürler.”
Merdivenlerden inerken gözündeki yaşlara daha fazla engel olamamıştı. Son basamakta çöküp oturdu. Bahçedeki gülüşmeler kulağına geldiğinde, sevdiğinin kahkaha sesi ile gözlerini yumup, kulaklarını kapadı.
“Hayır ya!” dedi inler gibi ve sinirle kalkıp çantasını sıkarak bahçeye doğru döndü. Bir kolu ile de gözündeki yaşı silmişti.
Köşeyi döndüğü an yeşil çimlerin üstüne kurulmuş masada kahvaltı eden kalabalığı gördü. Dört kişiyi ve çocuğu tanımıştı, fotoğraftakilerdi. Ama diğer üç kişi yabancıydı.
Ayşegül’ü ilk gören annesi ile babasıydı.
“Allah Allah bu kız da kim?” dedi Doruk’un annesi Sezen hanım.
Başta Doruk olmak üzere herkes o tarafa döndüğünde, Doruk şaşkınlıkla ayağa kalktı. Resmen vurgun yemiş gibiydi. “Ayşegül?” dedi korku ve tedirginlik içinde.
Ablası da “Aa bu dün gece paylaştığın resimdeki kız değil mi?” gülümsemişti. Anlaşılan kız gelerek kardeşine sürpriz yapmıştı.
“Merhaba Doruk Demirkol! Yoksa veliaht mı demeliyim?”
Hemen masadan kalkıp, kızın yanına geldi, “Ayşegül, içeride konuşalım mı?”
“Neden? Ailenin senin koca bir yalancı, sahtekar ve genç kızları kandıran, onlarla dalga geçen bir aşağılık olduğunu bilmelerini istemiyor musun?”
Doruk ona yaklaştı, “Ayşegül düşündüğün gibi değil. Anlatacaktım ben sana. Ama yemin ederim-”
“Etme!” diyerek ellerini havaya kaldırıp, adamdan bir adım uzaklaştı. “Ben seni sevdim ya. Hayatımda ilk kez bir erkeğe güvendim. Ama sen en zayıf yerimden vurdun beni, alay ettin!”
“Ayşegül, yemin ederim bende seni seviyorum, alay etmedim seninle. Seni kaybetmekten korktum işte!” diye bağırdı.
“Beni asıl şimdi kaybettin,” diye mırıldandı. Gözündeki yaşı silerken Doruk acı ile başını yana eğdi.
“Yapma...”
“Doruk neler oluyor?”
“İyi misiniz?”
Arkadaki sorulara ikisi de kayıtsızdı.
“Hoşçakal. Beni sakın arama, sakın yakınıma yaklaşma, bir daha seni görmek istemiyorum.”
“Bu imkansız!” dedi sinirle. “Seni bırakmam!”
“Bitti!” diyerek arkasını dönüp, geldiği yoldan ağlayarak döndü. İnanamıyordu. Dün nasıllardı şimdi ne haldeydi.
Kapıya geldiğinde görevli yanına koştu, “Hanımefendi iyi misiniz?”
Eli ile adamı susturup, açılan kapıdan çıktı. Bir kaç adım atmıştı ki bir taksi gördü ve hemen durdurdu. Tam bindiği an Doruk da kendi arabası ile garajdan çıkmıştı.
“Kız nerede?” diye sordu görevliye.
“Şu öndeki takside Doruk bey.”
Doruk gazı kökleyerek ayrıldı oradan. İbre neredeyse sona gelmişti. Bu yol şansına boş oluyordu. Taksiye yetiştiğinde dörtlüleri yaktı, ama taksi durmadı. Bir daha yakıp, bu sefer kornaya da bastı ama taksi yine durmamıştı.
Önünü kesecekti başka çaresi yoktu. Yine gazı köklediği an viraja girmişlerdi ve tam o anda Doruk taksiyi solladı. Ama karşıdan gelen arabayı gördüğünde çok geç kalmıştı, gözlerini yumarak direksiyonu sola bariyerlere doğru kırıp, sonunu bekledi.
Ve bunların hepsi Ayşegül’ün gözleri önünde saniyeler içinde olmuştu. Büyük gürültü ile çarpan arabanın patlayan camları etrafa sanki ağır çekimle yayılıyordu.
???
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.63k Okunma |
590 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |