
Oğuz ve diğerleri hastaneye girdiğinde koşarak ameliyathanenin önüne geldiler. Ayşegül başını tutmuş, yerde oturuyordu. Oğuz kızının önüne çöktü, “Ayşegül! Ayşegül Doruk? O nerede?”
“Bilmiyorum.”
“Ayşegül, o nerede?”
Ameliyathaneye baktı ve işaret parmağını oraya doğru uzattı, “Orada...” diye fısıldadı.
Oğuz rahat bir nefes verdi ve karısına döndü, “Siz onun yanında kalın, ben içeri girip, duruma bakayım.”
“Tamam.”
Yarım saatin içinde bütün aile toplanmıştı hastaneye ve Doruk’un annesi bütün hastaneyi ağlaması ile inletiyordu. Ayşegül ağlayarak kulağını kapattı.
James yanına geldi, “Ayşegül, hadi kalk da gidelim.”
“Hayır!” diye bağırdı.
Nefes de yanlarına gelmişti, James’in kulağına eğilerek, “Götür James, şimdi ailesi bir şey derse kaldıramaz,” diye fısıldadı.
James kızın itiraz etmesine fırsat vermeden, onu kucakladı ve oradan uzaklaştırdı. Ayşegül bir yandan çırpınıyor, bir yandan da “Bırak beni, o çıkmadan gitmem bir yere!” diye bağırıyordu. Ama James onu dinlemeden yana döndü ve onlara hazırlatılan odaya geçirdi kızı. Yatağa koyduğunda Aslı kapıyı kapatıp, kilitledi.
“Bebeğim, ne olur sakin ol.”
“Bırakın gideyim Nefes! Orada olmam lazım.” İki kişi zorlukla tutuyorlardı kızı.
“Ayşegül! Önce bir sakin olur musun? Bak ailesi orada, sana bir şey derlerse ne ben ne de diğerleri tutamayız kendimizi, o yüzden burada bekleyelim. Söz biz arada gidip bilgi alacağız senin için.” Sonra Aslı’ya baktı. “Kayra’yı çağırın!” dedi.
“Neden?”
“Sakinleştirici versin,” diye fısıldadı. Hala çırpınıyor, sinir krizi geçiriyordu artık.
“Tamam.” Telefonunu çıkarıp, mesaj çekti kıza ve beklemeye başladılar. Yaklaşık beş dakika sonra Kayra elinde bir şırıngayla gelmişti.
James’e “Başını başka tarafa çevir,” dedi ona duyurmadan.
James yatağın diğer tarafına geçip, kızın diğer kolunu tutarak başını göğsüne bastırdı. O sırada Kayra da ayağını kızın bileğine dayadı ve şırıngayı ağzına koyup, kolunu sabitledi. Sonra da kızın kıpırdamasına fırsat vermeden iğneyi batırıp, vurdu.
“Yapmayın! Yalvarıyorum yapma...” gözlerini kapatıp, uyuyunca hepsi rahat bir nefes aldı.
“Umarım Doruk çıkar o ameliyathaneden. Yoksa sakinleştiriciler yetmez. Annesiyle teyzesi de fenalaşmış."
James elini saçından geçirdi, “Ayşegül için bir şey dediler mi?”
Kayra başını sağa sola salladı, “Hayır. Yani henüz duymadım.”
“İyi bari,” deyip kapıya gitti, “Hepinize su getiriyorum.”
“İyi olur.”
***
1 SAAT SONRA...
Çalınan kapıya eğilerek baktı Aslı, gelen kadını görünce horoz gibi diklenip, hemen önüne geçti. “Bak o da iyi değil. Lütfen sonra zaten uyuyo-”
Doruk’un ablası Azra hafifçe gülümsedi, “Doruk çıktı, şimdi durumu stabil. Belki bilmek ister diye...”
Aslı deminki tavrından utanarak, “Şey teşekkür ederiz. Sakinleştirici verdik de, uyuyor, diyecektim bende,” dedi.
O sırada Ayşegül gözlerini yavaş yavaş araladı, “Doruk...” diye fısıldarken, tavana bakıyordu.
Azra hemen yanına gitti, “Ayşegül... Ben Doruk’un ablası Azra.”
Ayşegül başını ona çevirip baktı. Gülümsüyordu ona, “Doruk?” dedi bu sefer soru sorar gibiydi. Sesi de çok çatallaşmıştı. Uyumadan önce o kadar bağırmıştı ki, tahriş olmuştu boğazı.
“İyi. Çıktı ameliyattan. Sende kendine gel, yanına gidelim, olur mu?”
Başını salladı sadece gülümseyerek, ama gözünden yaşlar akıyordu. “Affettim onu.”
“Biliyorum.”
“Gerçekten affettim. Bedeli bu kadar ağır olmamalıydı ama affettim...”
“Olacağı varmış.”
“Ailen... Annen, baban?”
“Demin ailenle sohbet ediyorlardı. Hiçbir sorun yok. Merak etme. Doruk’un haberini aldıklarında annenle annem sarıldılar hatta.”
Ayşegül doğrulunca Aslı hemen koştu, “Birtanem kalkma hemen,” dedi ama onu durduramayacağını biliyordu.
Azra “Tamam, götürelim hadi onu,” dedi Aslı’ya da gülümseyerek. “Onu görmeden rahat edemez. Haklı olarak.”
Aslı başını salladı, şaşkındı. Ne pozitif bir aileydi bunlar böyle. “Çok kibarsınız.”
“Sizli bizli olmaya gerek yok.”
“Ben Aslı bu arada.”
“Memnun oldum.”
“Bende,” dedi. Aslı garipsemişti az buçuk, gariplerdi çünkü.
***
Günlerce, hergün hastaneye gelmişti Ayşegül, ama bir kere bile Doruk onunla görüşmemişti. Bu tavrını anlamıyordu, anlamlandıramıyordu. Delirecekti, kafayı yiyecekti. Ya uyuyor oluyordu ya da uyumuş numarası yapıyordu.
Başını duvara yasladı, adamın kapısının yanında duruyordu, her zamanki gibi. İçeri geçse, biliyordu ki başını çevirip, gözlerini yumacaktı, bu da Ayşegül’ün canını acıtacaktı. En azından bir kere konuşsa, ne olduğunu anlasa...
Kapı açılıp da içeriden Azra’nın çıktığını görünce hemen doğrulup, alayla gülerek “Yine mi uyuyor?” diye sordu.
“Ayşegül... Ne desem bilmiyorum. Yani psikolojisi alt üst. Hiçbirimizle konuşmuyor.”
“İyi de neden? Ayrıca James’le konuşmuş. Bana gelince mi psikolojisi alt üst? Hem her şey iyi demedi mi doktorlar?”
Azra tedirgince başını salladı, “E-evet de...”
“De ne? Azra abla ne oluyor?”
“Yani atlatamadı demek ki henüz.” Eliyle oynuyordu. Bunu kıza söylerse kardeşi bir daha yüzüne bakmazdı.
“Yarın çıkıyor mu?”
“Evet.”
“Peki!” deyip, sinirle ayrıldı hastaneden. Bakalım evde de ondan kaçabilecek miydi? Evde ilaç da yoktu, nasıl uyuyacaktı acaba? Hem bahçede yakalayabilirse şanslıydı.
***
Doruk karşısında oturan kıza bakıp, güldü. Eli alçılı ve siyah bant takılıydı. Yüzündeki cam kesikleri ise tazeydi henüz.
“Ayşegül... Merak ediyorum, eğer bu kaza olmasaydı şimdi şuan karşımda oturuyor olacak mıydın?”
“Hayır.”
“Beni dinleyecek miydin?”
Ayşegül başını öne eğdi, “Hayır.”
“Bende öyle tahmin etmiştim. Ama yine de dürüstlüğün için teşekkür ederim.” Doruk derin bir nefes aldı.
“Doruk sende hatalısın. Bana yalan söyledin.”
Doruk güldü, “Ama niyetim seni kandırmak, seninle oynamak ya da düşündüğün gibi dalga geçmek değildi Ayşegül. Daha ilk tanıştığım gün masada zenginlerden hoşlanmadığını, asla zengin biriyle olmayacağını söyledin.” Ona bakarken başını eğdi, “Ne deseydim o anda? İşin ucunda seni kaybetmek vardı, ha Ayşegül ne deseydim? O anlık bir şeydi. Korktum. Gidersin diye, korktum. Bu kadar büyüyeceğini tahmin etmedim. Çorap söküğü gibiydi. Ama konuşacaktım, nişandan sonra konuşmaya karar vermiştim.”
“Annem manav dedin ya bana, annenin koca fabrikası varmış,” diye sinirle çıkıştı. Sonra adamın sıkkınlıkla oflayan halini görünce kendinden nefret etti, daha yeni çıkmıştı hastaneden, ölümden dönmüştü. Çok üstüne gitmemeliydi, “Neyse Doruk ikimizde birbirimizi kırdık. Ben seni affettim. Bunları unutsak mı?”
“Unutmak imkansız hocamın kızı, unutulman imkansız.”
Ayşegül gülümsedi, “Şey... O zaman barıştık mı?”
“Ben gidiyorum Ayşegül,” dedi yutkunarak.
Kızın gülen yüzü hafifçe soldu, “Tatile mi? Yani tabi, o kadar şey yaşadın, bir iki hafta iyi gelecek sana-”
“Yurt dışına!” diye sözünü kesti. “Ne zaman dönerim bilmiyorum.”
Ayşegül’ün elinde olan limonata dolu bardak masanın üstüne düştü ve döküldü. Ama kız
Üstüne dökülen limonatanın farkında bile değildi.
“A-ama döneceksin değil mi? Yani çok ama çok yakında-”
“Ayşegül bilmiyorum. Bekleme beni o yüzden.” Sandalyenin kulpunu sıktı. Kızın her gözyaşıyla kendisi bin kez ölüyordu. Çırpınmasıyla can çekişiyordu.
“Neden?”
Doruk yutkundu, ‘Sorma... Ne olur sorma...’ dedi içinden ama kıza “Öyle,” diyebildi.
“Öyle...” dedi o da alayla gülerek, “Peki, öylesine gidiyorsan yolun açık olsun!” ayağa kalktı. “Limonata çok güzeldi, üstüme döküldü ama, olsun. Elbisem de kirlendi ya, of!” dedi ağladı ağlayacak halde, “Ama yine de ablana teşekkür edersin!” derin derin nefesler alıyordu. “Bir-bir ay içinde mi? Gi-gideceksin yani?” konuşamıyordu artık.
“Bu cuma. Saat akşam yedide uçağım.”
“Ne-nereye?”
“Amerika.”
Ayşegül masanın kenarını tutarken artık gözyaşlarına engel olamadı, “Çok uzak,” diye inledi, “Gelemem.”
Doruk ayağa kalkıp, tek eli ile onu kendine çekip, sarıldı. “Gelme zaten!”
Bir süre öyle kaldıktan sonra Ayşegül onu itti, “Defol git! Git o zaman!” diye bağırıp, ağlayarak bahçeden çıktığında Doruk başını eğdi.
O sırada ablası geldi yanına, “Doruk ablam neden ona ameliyat olacağını söylemedin?”
Doruk ablasına bakıp başını acı ile eğdi, “Beklemesin diye. Öyle dersem bekler. Umut eder. Ben ameliyattayken o burada tedirgin olur, uyuyamaz. Abla ben onu bu halde bırakıp gidemem.”
Ablası onu kollarına aldı, “Ah be ablam ah be Doruk.”
“Abla ben onu çok seviyorum!” diyerek ağlamaya başladığında, ablası da onunla ağladı. Abla kardeş birbirlerine sarılarak bir süre ağladılar.
Sonra ablası saçını okşadı, “İyileşeceksin Doruk. Yeniden kolunu kullanacaksın ablacığım. Evet tedavi çok riskliymiş, kolunu tümden kesebilirler, ilaçlar ağırmış, bedenin kaldıramazsa kalbin durabilirmiş, ama ablacım ben bunların hiçbirini düşünmek istemiyorum.” Ondan uzaklaşıp, yüzünü avuçlarının arasına aldı, “Başaracaksın duydun mu beni? Yoksa o kız durumu eşitlemek için her şeyi yapar. Onun için başaracaksın. İkiniz için başaracaksın.”
Doruk gözyaşlarının içinde gülümsedi, “Sonra da onunla evleneceğim.”
Ablası da gülümsedi, “Evleneceksiniz.”
“Beni affetmezse?”
“Ağzına bile edebilir. Ama sen ölümü yenip, ona geleceksin ve eminim bunun için biraz cezanı hafifletebilir.”
“Abla çok korkuyorum.”
Ablası hıçkırdı, “Biliyorum. Çünkü ben de korkuyorum küçüğüm. Ama dönmenden başka bir şey düşünmek istemiyorum şuan.”
***
Ayşegül ve diğerleri hepsi Ayşegüllerin damında oturmuştu. Kız sedirde ayaklarını göbeğine doğru çekmiş, eliyle ayaklarını sarmış, başını da dizlerine dayamış, gökyüzüne bakıyordu.
“Yarın mı gidiyor?” diye sordu Nefes James’e. İçlerinden bir tek Oğuz ve James biliyordu gerçeği. Ama Doruk yemin ettirmişti onlara. Kimseye söylemeyeceklerdi. Hemen hemen her akşam kızın yanındaydılar.
James başını aşağı yukarı salladı, sonra da “Evet,” dedi.
O sırada Demir çıktı dama, elinde de gitarı vardı. “Ailenizin nadide sanatçısı geldi. Ne bu canım, kaç gündür depresyondayız.”
Emir de elindeki cips ve kolaları ortaya bıraktı, “Aynen. Hadi.”
Demir ardı ardına duygulu şarkıları söylerken, Ayşegül bir tek onu düşünüyordu. James yerden kalkıp, kızın yanına, sedire oturdu, dayanamıyordu onu bu şekilde görmeye.
“Ayşegül!”
Kız ona baktı, gözleri yaşlıydı, “Valizini hazırlamıştır değil mi?”
“Hazırlamıştır.”
Kız hıçkırdı, “İkimizin fotoğraflarını silmemiştir değil mi? Ama orada hayatına biri girerse siler.”
“Orada hayatına kimse girmeyecek. Bir iki ay sonra gelecek.”
“Dönmeyecek. Bana dönmeyecek Jojo!” deyip adama sarıldı.
“Dönecek. Bak ben sana bunun sözünü veriyorum Ayşegül. Allah’tan mani gelmezse, o sana dönecek.”
Kız ondan ayrılarak, Emir’in söylediği şarkıya kulak verdi.
“BİLİYORUM BİR DAHA BANA DÖNMEYECEKSİN...”
***
İş yerinden dönen James Bulut’tan büyük minibüsü aldı. Herkesi içine toplayıp, Ayşegül’ün evinin önüne geldi ve kapıyı açarak bir tek bedenini havalandırıp durmadan kornaya bastı.
Bütün ev halkı kapıya çıkmıştı. “Gençler ne oluyor?”
James Ayşegül’e baktı, “Yolcu etmemiz gereken biri var. Hadi Ayşegül atla.”
Başını sağa sola salladı, “Olmaz.”
James arabadan atlayarak indi ve kızın karşına geçti. O sırada Oğuz, ona uyaran bakışlar atıyordu. Tam James söze girecekken, Oğuz “Yemin Jojo!” dedi.
“Evet. Söylemeyeceğime dair yemin ettim, ama onu havaalanına götürmeyeceğime dair bir yemin etmedim. Havaalanına gidip, o soracak.”
Ayşegül anlamıyordu, “Neler oluyor? Yemin ne Allah aşkına?”
O sırada Demir darbukayı çıkarıp, gerilim müziği gibi tempo tuttu, “Hadi kalkıyor kalkıyor! İstanbul Havaalanına yolcu kalmasın!”
Oğuz gülerek başını sağa sola salladı, “Haklısın! O zır deli kendi söylesin. Hadi gidelim.”
Ayşegül bir şey anlamadan kendini koca minibüste buldu. Arabadaki herkes şarkı söylüyor, eğleniyordu. Ayşegül ise heyecanlıydı. Belki gitmekten bile vazgeçirebilirdi onu. Gözlerini kapatıp, dua etti içinden.
***
Havaalanına girdiklerinde hepsi dağılırken, James’in aklına gelen şeyle “Ayşegül, yukarı!” diye bağırdı ve o, Nefes, Ayşegül ve Oğuz yukarı çıktılar.
“Anonslar nerede yapılıyor ki?” diye sorduğu sırada Oğuz odayı buldu ve içeride oturan kıza sevimli bir şekilde gülümsedi.
*
Doruk, annesi ve babasıyla gidecekti. Havaalanında ablası, eniştesi ve ailenin diğer fertleriyle vedalaşıyorlardı. Şimdilik sadece üçü gideceklerdi. Ameliyat günü ablası ile eniştesi de gideceklerdi.
“Kendine iyi bak ablacım,” dedi Azra ona sarılarak.
Doruk başını salladı, sonra ablasına bakarak, “Arada onu ziyarete gider misin?” diye sordu.
“Giderim tabi. Sana fotoğraf da atarım.”
“Çok mutlu olurum.”
“Doruk Demirkol!”
Doruk birden ismini duyunca afalladı. Annesi de “Neler oluyor?” diye sordu.
“Evet yine ben! Ne haber zengin ama gururlu genç?”
Doruk elini başına koydu, “Bu... Ayşegül?” dedi gülerek.
“Gidemezsin! Duydun mu beni, en azından bu şekilde? İzin vermem! Kalbin, ellerin, gözlerin her şeyin benim! Bak babam da diyor, ‘damadı’ olarak benimsedi seni.”
“Abartma Ayşegül!”
“Of baba, dur iki dakika, kandırmaya çalışıyorum.” Sonra yeniden adama seslendi, “Şimdi aşağı iniyorum, aşağıda bekle beni tamam mı? Ben gelmeden gitme. Gerçi nerede olduğunu da bilmiyorum ya.”
Nefes telefonu gösterdi, “Bizimkiler bulmuşlar. Dış hatlardalar hadi,” dedi
Anons kulesinden indiklerinde Ayşegül koşarak o tarafa gitti. Bir an durup, kendi etrafında döndü ve ilerideki kalabalığı gördüğü an gülerek o tarafa koştu.
Doruk da ona doğru yürümeye başladı ve ortada buluşup, birbirlerine sarıldılar.
“Tek kolum olduğundan seni taşıyıp çeviremiyorum.”
“Olsun. Böyle de güzel,” dedi Ayşegül neşe içinde. Sonra adamın gözlerinin içine bakıp, “Doruk gitme!” diye fısıldadı.
Doruk onun yüzünü tek eliyle avucunun içine alıp, alnını alnına yasladı “Gitmem lazım, ama döneceğim sana söz veriyorum. Yüreğin sana emanet. Kimseye kaptırma olur mu? O benim, içindeki her şeyiyle.”
“Neden?”
Doruk yutkundu, “Ayşegül... Çok önemli bir ameliyat olmam lazım. Baban detayları anlatır. Ama sen bunu kafana takma, sen yanımda olduğun sürece ben bunu atlatırım.”
“Ne ameliyatı?” diye korkuyla sordu.
“Kolum iyileşmedi maalesef güzelim. Tek tedavisi de Amerika’da. Yüzde yirmi başarma oranları var.”
“Delirmişsin. Peki ya başaramazlarsa?”
“Bunu düşünme. İyileşeceğim. İkimiz için başaracağım.”
“Ya başarmazlarsa?” diye bağırdı. “Ölmeyeceksin her halde.”
“O da var,” diyerek dürüst davrandı kıza, “O yüzden söylemek istemedim.”
“Gitme! Deli misin? Öyle kalsın kolun. Ne var yani? Fizik tedavi denilen bir şey var. Tıp ilerledi.”
Başını sağa sola salladı, “Yanımda olduğunu bilmeye ihtiyacım var.”
“Doruk...”
“Seni seviyorum Ayşegül, seni çok seviyorum.”
“Bende seni çok seviyorum. Kuzenlerimin düğününe yetişmezsen, seni gebertirim.”
İkisi de gözyaşlarının arasında gülümsedi, “Söz o düğünde olacağım ve seninle dans edeceğim. İki kolumla o bedenini sımsıkı saracağım.”
“Öp beni,” derken gözyaşları akıyordu.
“Baban?” dedi kaşlarını yalandan çakarak.
“Öp beni Doruk.”
Doruk dudaklarını dudakları ile örtüp, uzun ve soluksuz bir öpücük bıraktı ona. James “Ooo...” derken, Emir Oğuz’un önüne geçti, “Ne haber Oğuz abi?” dedi sırıtarak.
“Gördüm Emir!” diye sinirle homurdandı.
Doruk kızdan uzaklaştığında gülümsedi, “Gelir gelmez evleneceğiz tamam mı?”
“Tamam.”
“Çünkü seninle sevişmek için sabırsızlanıyorum.”
“Edepsiz.”
“Edebimi bozan, beni herkesin içinde onu öpmem için zorlayan kız konuştu.”
“Doruk, geri dön.”
“Döneceğim. Söz.”
Ve son kes sımsıkı sarıldılar.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.63k Okunma |
590 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |