12. Bölüm

9. BÖLÜM - EYVAH EYVAH

Eda Şahinoğlu
mutlusonlarinyazar

 

Emir dalgın dalgın yürürken ne zaman geldiğini anlamadığı ağaca gülümseyerek baktı ve önüne oturarak, başını geriye yaslayıp, gözlerini yumdu. Bugüne kadar Aslı ile yaşadığı her şeyi düşünürken bir an o gecede takılı kaldı. Onu ilk öptüğü, ilk öpücüğü olan gecede...

 

“Ne cesaret...” dedi kendi kendine gülümseyerek. Aklından çıkmıyordu, Allah kahretsin ki bu kaza ona ders olmuş gibiydi. Hayat kısaydı. Ne babasının tavsiyeleri, ne Uğur amcasının tehditleri umurunda değildi. Onu istiyordu, hayat Aslı’yı ona hediye etmişti. Onun eşsiz aşkını, sevgisini...

 

Duyduğu ayak sesleri ile başını yasladığı yerden doğrultup, gözlerini açtı. “Aslı...” diye fısıldadı.

“Senin ne işin var benim gizli yerimde.”

Emir gülerek etrafına bakındı, “Çok da gizli değil. Halka açık bir yer.”

Aslı sinirle gidip ağacın diğer tarafına oturdu, “Evet ama benim özel yerim.”

 

“Demek artık ikimizin olacak.”

Yüzlerini görmeseler de o kadar iyi tanıyorlardı ki birbirlerini, mimiklerini tahmin edebiliyorlardı.

“Nereden senin olacak acaba?” sonra yerdeki bir dalı alıp karşıya fırlattı, “Babam pastanede çalışacağını söyledi.”

Emir bir süre sessiz kaldı, sonra da derin bir nefes alarak onayladı onu. “Evet. Yapacak başka bir şeyim kalmadı.”

 

“Başka kız da kalmadıysa demek ki, bana sarıyorsun.”

Emir başını sağa sola salladı, “Başka kız olmadı ki... Hep sen vardın. Varlığının kapladığı hayatımda, korkaklığımın esir aldığı yüreğimde. Sana bugüne kadar ‘seviyorum’ diyemediğim o aşkın içinde-”

Aslı birden yerinden kalkıp, adamın olduğu tarafa döndüğünde Emir de ayaklandı. “Sana inanmıyorum!” diye bağırdı kız. “Söylediklerine de inanmıyorum, aşkına da...”

 

Emir o geceden beri yeniden yapmak istediği şey için önce kızın dudaklarına baktı, gözlerini yumup açtı ve kızı belinden tutup, çekerek dudaklarını dudaklarına bastırdı. Önce sadece öylece durdu, sonra da onu öpmeye başladı. Öpüşmenin sonunda kızdan fazla ayrılmadan, nefes nefese kalmış bir halde kızın kulağına emir kipi ile sözlerini fısıldadı, “İnanmıyorsan, inanacaksın! Güvenmiyorsan, güveneceksin! Artık sevmiyorsan, yeniden seveceksin! Söndüyse o ateşin, yeniden yakacaksın!” kızın yanağını okşadı, “Neden biliyor musun?” cevabı beklemeden son sözlerini söyledi, “Hayırlı olsun Aslı Karan, ateşler içinde yanan bir sevgilin oldu çünkü!” kızın dudağından son kez ateşli bir şekilde öpüp, yanından gülerek ayrıldı.

 

Aslı girdiği şoktan çıkar çıkmaz arkasına döndü ve inleyerek “Öküz! Koca bir öküzsün Emir Erdemli!” deyince, Emir de arkasına bakıp iki elini yana açtı “Bende seni çok seviyorum! Hemde çok!” diye bağırdı.

 

*** 

 

Doruk heyecanla kıza ismini söylediği kafede onu bekliyordu. ‘Gelirim,’ dediği andan beri zaman geçmek bilmemişti onun için. Sürekli bir saate bir kapıya bakarken, birden onu gördü. O kadar güzel görünüyordu ki yerinden kalkamıyordu bile. En sonunda masanın yanına kadar geldiğinde kalkabilmişti.

“Ayşegül, hoş geldin.”

 

“Hoşbulduk Doruk,” dedi heyecandan titreyen sesi ile.

“Şey beni kırmadığın için teşekkür ederim,” derken kızın sandalyesini çekip oturmasını bekledi.

“Rica ederim.” Ayşegül etrafına bakındı, çok prestijli bir kafeydi. “Şey,” dedi eğilerek, “Burası biraz fazla değil mi? Normal bir çay bahçesinde de bulaşabilirdik.”

 

Doruk o konuyu tamamen unutmuştu. Gömleğinin üzerindeki armaya tüküreydi, ne diye giydiyse bunu. “Doktorum ben canım, o kadar da değil. Hem bu ilk buluşma, önemli ve-” derken kızın gözünün içine baktı, “Özel. Sana değer yani.”

Ayşegül gözlerini kaçırdı. Kalbi durabilirdi şuan ya da babası bu adamın kalbini durdurdu. Allah kahretsin, öğrenirse canına okurdu.

 

“Şey... Babamın haberi yok değil mi?”

Doruk başını sağa sola salladı, “Asla! Ölmüş dedem biliyorsa o biliyordur, o derece sır yani.”

“Oh!” dedi elini kalbine koyup, rahat bir nefes bırakarak. “Çok kıskançtır da.”

“Evet. Biliyorum maalesef. Acı ile deneyimliyim.”

“O ne demek?”

 

“Boşver,” dedi önündeki suyu içerken. O sırada telefonu çaldı, “Bir saniye,” diyerek telefona baktı, “Efendim abla?”

“Doruk neredesin?”

Yutkundu, “İşim var abla ne oldu?”

“Ya bugün izin günündü, benle anneme yardım edecektin.”

“Gelemem bugün. Eniştemi ara. Hadi görüşürüz,” deyip kadının suratına kapattı. Daha da uzatırsa pot falan kırabilirdi.

“Öz ablan mı?”

 

Doruk kaşlarını çattı, “O nasıl bir soru ya? Elbette öz ablam. Güvenmiyor musun bana Ayşegül?”

Ayşegül küçük bir kahkaha attı, “Ya kusura bakma, bizim aile ortaya karışık da, o yüzden öyle saçma bir soru sordum. Yoksa güvenmesem burada işim ne?”

“Anlamadım, nasıl yani?”

“Dediğim gibi karışık. Sen ailenden bahsetmedin, kaç kardeşsin mesela?”

 

“İki. Ben ve ablam. Ablam evli, bir tane ufaklıkları var. Umut.”

“Yaa... Ne kadar şanslısın.” Sonra elini çenesine koyup, “Peki annen ve baban? Hayattalar mı?” diye sordu.

“Evet. Allah’a şükür ikisi de hayatta ve sağlıkları da yerinde. Çalışıyorlar.”

Ayşegül gülümsedi, “Ee hayat zor. Ne iş yapıyorlar?”

 

Doruk hafifçe öksürdü, iyi bok yemişti konuyu buraya getirerek. “Bostan, hayvancılık falan işte. Yani babam hayvancılıkla uğraşır. Annemin de manavı var, sebze meyve falan satar işte.” Bardağına yeniden su doldurup içti.

“Ay ne güzelmiş.”

 

“Ya harika.” -Battıkça batıyorsun Doruk, battıkça batıyorsun. Aferin!

“Baksana, haftasonu biz kuzenlerim ve arkadaşlarımızla kampa gideceğiz. Sende gelsene.”

“Ciddi misin? Yani kuzenlerin hepsi kız değildir her halde, beni çağırdığına göre?”

“Yok canım, erkeklerde var,” dedi gülerek. “Hem eminim hepsi ile çok iyi anlaşırsın.”

 

Doruk başı ile onayladı, “Olur, gelirim. Kuzenlerinden dayak yemem umarım.” her halde gidecekti. Yok bir de tek başına mı gönderecekti kızı kampa erkeklerle? Daha neler!

“Yok canım, ne yiyeceksin. Hepsini çok seversin.”

“Tamam o zaman anlaştık,” dedi sevinç ve heyecanla. Bu kızda onu çeken çok başka bir şey vardı ve ne güzeldir ki hocasının kızıydı. Hey maşallah!

 

*** 

 

Emir evde yemeği yapan annesinin yanağına kocaman bir öpücük kondurup, arkadan boynuna sarıldı, “Ela sultan,” dedi imalı bir sesle.

“Şehzade Emir?” diye aynı tonda cevap verdi annesi ona.

“Nasılsınız bugün?”

“İyiyim, asıl siz nasılsınız?”

 

Bulut kapıya yaslanıp, “Bence oğlun gayet iyi,” dedi ve başını sinirle salladı “Dün beyefendimiz Uğur’a resmen kızını aldığını söyledi. Adamı kalp krizinden kavurma sayesinde kurtardım.”

 

“Abartma baba, ‘kardeş değiliz’i biraz sert söylemiş olabilirim. O kadarcık yani.” Sonra babasına işaret parmağını uzattı “Ve sen Bulut Erdemli bir daha bana o kızın kardeşim olduğunu bırak söylemeyi, ima edersen yemin ederim tüm sülalemi reddeder, soyadımı değiştirir ve o kızı da alırım. O kadar.” Annesine dönüp, gözlerini kıstı, “Sen de kaynanalığa hazır ol. Yeter, tamam bitti yeni elemanlık. Artık kaynanasın sen, terfi ettin. Eski elemansın. Ağır ol azıcık. Ödüllü pilavın tarifini gelinine ver! Of ya! Ne zor işmiş kız almak!” sinirle odadan çıktığında Ela’nın gözleri kocaman açılmıştı.

 

“Bu ödüllü pilavı nereden biliyor?” diye inledi kadın kocasına bakıp, ayağını yere vurarak.

“Ne bileyim Ela nereden biliyor. Edepsiz çocuk. Hiç bana çekmemiş hiç! Ben mahalleden, aileden kimseye yan gözle bakmadım bugüne kadar. Kime çekti bu cibilliyetsiz çıktı!”

Ela inanamayarak adama döndü, “Pardon? Daha mahalleye taşındığımız ilk gün peşimden koşmaya başlamadın mı? Yok yemek getirmeler, yok asayişi sağlamalar, yok çöp dökmeler...”

 

“Sen el kızıydın. Olaya -yani mahalleye sonradan dahil oldun. Yeni elemandın işte. Hem ben peşinden boşu boşuna koşmadım,” dedi kendini beğenmiş bir eda ile tezgaha yaslanıp, “Yüz verdin de astarını istedik, nedir yani? Sanki tek taraflıymış gibi.”

 

Ela elindeki mendille adama vurdu, “Oğlun sana çekmiş Bulut!” diye çemkirdi. “Edepsizsiniz ailecek.” Başını sağa sola sallarken mutfaktan çıkıyordu ki birden geri döndü, “Akşama da kol böreği var. Ellerine sağlık şimdiden.” Tekrar çıkıp gitti mutfaktan.

Bulut kadının peşinden “Ela saçmalama ya!” diye bağırarak koştu. Şimdi yanmıştı işte.

 

*** 

 

Özge iki saattir evin içinde yemeği bitmiş, ayaklarına sürtünen kedi misali peşinde dolanan kardeşine sinirle döndü, “James sen benden bir şey istemediğine emin misin?”

James başını sağa sola salladı, “Yoo... Yeğenimi görmeye geldim ben.”

Kadın elini beline koydu ve gözlerini kısarak baktı ona, “Git oyna o zaman onunla odasında. Ne diye peşimde kedi yavrusu gibi geziniyorsun?”

 

Kafasını kaşırken, “Ya şey oldu,” dedi kendi kendine, “Dedi ki o bana ‘Çoktandır Deniz’i görmüyorum, çok özledim, dedi. Ama Özge abla çağırmadığı için de gidemiyorum, dedi. Acaba sen mi çağırsan?”

Özge arkasını döndü, “Kimi?” diye sordu patatesleri alıp masaya otururken.

James de bıçak alıp hemen karşısına oturdu ve eline bir patates aldı soymak için, “Ya onu işte.”

 

“Lan o kim?”

“Ya yok mu senin dayının kızı, SENİN kuzenin. Benim kuzenim olmayan kuzenin.”

Özge ofladı, “Ya kim bu kim? Allah’ım neden ben ya? Toplama bilgisayar gibi ailen olursa öyle karışırsın işte. Emre öz abim değil, bu öz kardeşim ama babamız bir değil, Özen kardeşim ama annemiz bir değil! Bu ne iş arkadaş.”

“Ya Nefes diyorum. Deniz’i özlemiş, ara da gelsin.”

 

Özge kaşlarını çattı, “Ha Nefes? Benim kuzenim, ama senin değil! Senin neyin?”

“Neyimse neyim, sen karıştırma orasını!” diye sinirle çıkıştı patatesin kabuğundan çok içini de soyarken.

“Bak sen şu Allah’ın işine, bugün Emsal teyzemlerdeydi Deniz, gördü orada onu Nefes. Dert etme.”

“Doymadım!” diye bağırdı.

“Ne?”

“Doymamışsa demek ki dedim, demin aradı. Daha görmek istiyor.”

 

“Nefes seni aradı öyle mi?” başını sağa sola salladı, “James, çok açık veriyorsun çok. Hem derdini söylesene sen bana? Şermin annemden duydum ben az çok bazı şeyler.”

James dudaklarını büzdü, “Küstü bana. Neden anlamadım. Arasana gelsin. Bende en azından barışmak için fırsat kollarım.” -Sen arada ben o fırsattan romantik bir gece yaratırım.

 

“Ne iş peki? O baloda neler oldu?” James’in elindeki patatesle uğraştığını görünce elinden sinirle aldı patatesi, “Ver şunu ver. Zaten kabuğundan çok kendini çıkarıyorsun. Sen şu işi anlat. Şuna bak, ziyan etmiş patatesi.”

“Sevgiliyiz,” dedi birden bire.

“Ne?” gözleri kocaman oldu. “Eyvah eyvah! Bulut dayım seni çiğ çiğ yer yemin ederim. Sen patatesi bırak, helva kavur helva.”

 

“Ya bırak helvayı da ara kızı ne olur abla ya? Dün gece uyuyamadım.”

“James Bulut dayım ne olacak?”

James oflayarak arkasına yaslandı, “Abla inan o kadar çok seviyorum, ne dayım ne sülaleniz umurumda değil. Adam gibi gider isterim, vermezse de alıp çıkmasını bilirim. Zora sokmasa iyi olur. Adım kız kaçırana çıkmaz en azından.”

 

“Sen bayağı aşıksın,” dedi Özge sevgi dolu sesi ile.

“Günaydın be ablam. Çok aşığım hemde.”

Özge adamın gözlerindeki hüznü görünce elini yanındaki bezle silip önlüğündeki telefonunu çıkardı ve kızı aradı.

“Özge abla?” Nefes’in sesini duyan James de yerinden kalkıp, kulağını telefona yapıştırdı. Çok özlemişti sesini bile.

“Nefes, nasılsın kuzum?”

 

“İyiyim Özge abla, sen nasılsın? Deniz nasıl?”

“İyi-“

Kadın sözünü bitirmeden Nefes devam etti, “Şermin halam, Özgür dayım, Özen, Emre abi bir de şey nasıllar? İyiler mi? Geziyor ama, evde yokmuş. Demek iyi, keyfi yerinde maşallah!”

“Kim?”

 

“Kimse kim, boşver. Ne diye sorguluyorsun Özge abla ya?”

Özge kıkırdarken, James kendini işaret edip, telefondan uzaklaşıp, kısık bir kahkaha attı.

“Yemin ederim biriniz normal değilsiniz!” diye homurdanıp, devam etti. “Bak ne diyeceğim, bize gelsene. Patates kızartıyorum, yanında da köfte var ve bol sos.”

 

“James de çok sever.”

“Öyle mi?” dedi manidar sesi ile.

“İstersen onu da ara gelsin. Sakıncası yok benim için. Maksat sokaklarda şey etmesin.”

James gözlerini kısarak gülümsedi, “Canım ya, kıyamazmış da bana.”

 

“Ah o da burada zaten.”

Kız elini kalbine koyup, rahat bir nefes verdi, “Oh şükür! Yani ya çok şükür, çok sever de o.”

“Tamam. O zaman Furkan eniştene söylüyorum, gelirken alsın seni?”

“Olur-” demesine kalmadan James araya girdi ve “Ben alırım onu ya,” dedi.

 

“Aa Nefes sen hazırlan, James alacakmış seni.”

“Zahmet etmeseydi de neyse tamam.”

James “İşte bu,” diyerek yumruğunu aşağı indirdi. “Ben çıkıyorum. Gelmezsek çok şey etme. Biz sendeyiz,” dedi göz kırparak.

 

“Ne?” diye inledi Özge, “Saçmalama James. Başımı belaya sokarsın.”

“Bir şey olmaz, sen idare edersin. Öptüm seni,” deyip ceketini alarak gittiğinde Özge kendini koltuğa bıraktı.

“Şu helvayı iki kişinin ruhuna yapayım. Dayım beni de öldürecek çünkü.”

 

*** 

 

Nefes tripli bir şekilde arabaya bindiğinde James gülümsüyordu, “Hoşgeldin sevgilim,” dedi yanağından öperken.

“Hoşbulduk Jojo.”

James arabayı çalıştırırken yüzünü buruşturdu, “Yine Jojo mu oldum? Aşkım iyiydi.”

Kız omuz silkti, “Onu abimle dedikodu yapmadan önce düşünecektin.”

 

Adam arabayı bir an önce mahalleden çıkarıp, kızın elini tuttu, “Bebeğim, ben dedikodunu yapmadım ya, abin olacak gevşek konuştu. Ona kızmıyorsun, bana küsüyorsun.”

“Küsmedim ben James çocuk muyuz biz?”

“Ya bu yaptığın ne küçük hanım, dünden beri ben hariç herkesin telefonunu açıyorsun. Özlemden gebermemi istiyorsun her halde.”

 

“O trip atma canım, sevgililer öyle yapar.”

James gülümsedi, “Tribini öperim senin,” dedi kızın yanağını okşayarak. “Çok özledim. Bir daha ne atacaksan kendini özletmeden at olur mu?”

Nefes yanağındaki eli tuttu, “Olur sevgilim,” derken gidecekleri kavşağı geçtiğini fark etti, “Ablanların evini geçtik.”

 

“Yemişim ablamın evini de köftesini de, boşver. Başbaşa olacağımız bir yere götürüyorum seni,” dedi göz kırpıp, çapkınca gülümseyerek.

“Ne-nereye?”

“Gidince görürsün. Sadece gideceğimiz yerde bana güven olur mu?”

 

Nefes yutkunarak, başını aşağı yukarı salladı. Yol boyu adamın söylediği her şeye kem küm etmişti. Çünkü aklı gidecekleri yerdeydi. Nereye gideceklerdi ki ona güvenmesini istiyordu bu şimdi?

“Aç mısın? Atıştırmalık bir şeyler alalım mı?”

“Yok. Değilim.”

James kızın elini tutup, “Nefes gerileceksen hiç gitmeyelim?” dedi gülerek.

“Nereye gideceğiz? Bilmediğimden gerildim galiba.”

 

“Geldik zaten,” diyerek arabayı en uygun yere park etti ve elindeki anahtarı havaya atıp yakaladı.

“Özgür dayımların eski evi değil mi bu?”

“Aynen. Okul zamanı Emre falan hep burada kalır, ders çalışırdık.”

Nefes kaşlarını çattı, “Kız arkadaşlarınız da geliyordu değil mi?”

 

James bıkkın bir nefes bıraktı, “Hayatım, benim aldığım soluğun adı sensin. Neyime başka kız. Normal kız arkadaşlarım elbette oldu, ama hepsi kardeşim gibiydi.” Sonra yalandan şivesini değiştirdi, “Siz Türkler nasıl diyo? Hah! Dünya ahiret bacımdılar.”

“Ay James...”

 

Birlikte eve girdiklerinde James hemen klimayı çalıştırdı. “Çok sıcakmış ev,” dedi üzerindeki gömleği çıkarıp beyaz tişörtü ile kalarak. Kıza döndü, “Kahve var mı bakalım?”

“Tamam,” dedi etrafa bakınırken. “Yıllar oldu buraya gelmeyeli.”

“Biz Özen sayesinde geliyoruz işte ara sıra.” Sonra bir kavanozda kahve buldu, “Çok güvenmiyorum ama ölmeyiz her halde.”

 

Cezveyi ocağa yerleştirip iki kahveye yetecek ölçüde kahve koyup, su ekledi. Kaynayana kadar dolapları karıştırmaya devam etti, “Keşke markete uğrasaydık ya,” diye kendi kendine konuşurken bir dolapta çikolata buldu. “Çok şanslısın,” dedi kızın burnunu sıkıp.

Onları bir tabağa yerleştirirken, bir yandan da telefonundan müzik açmıştı. Kahve kaynayınca fincanlara doldurup, oturma odasına girdiler birlikte.

 

Üç kişilik koltuğun önündeki masaya kahveleri koyduktan sonra kızı yanına çekti. “Çok özledim seni.” Kıza sıkı sıkı sarılırken, bir yandan da saçlarını öpüyordu, “Çok insafsızsın kızım ya. Öldürecektin beni.”

“Ben mi?”

“Sen,” yavaşça uzaklaşıp, kızın yüzünü avuçlarının arasına aldı, uzun uzun öptükten sonra sesi boğuk ve fısıltı şeklindeydi, “Durdur beni Nefes!”

 

???

 

 

Bölüm : 12.12.2024 16:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...