Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Hazan Vakti| 11

@mutlusonsuz222

🖇️Herkese selamlar, nasılsınız?

🖇️Umarım beğenerek okuduğunuz bir bölüm olur..<3

🖇️Satır arası yorum yapmayı unutmayın lütfen. Keyifli okumalar dilerim..

 

11.Bölüm

Sözlerimi bitirdikten sonra derin bir nefes aldım. Doğru mu yapmıştım, yanlış mı yapmıştım hiçbir fikrim yoktu. Yine de aklımı kurcalayan şeylerin cevabının Alparslan da olduğunu bildiğim için içimden geleni yapmıştım.

"Ne sevgilisinden, ne tehdidinden bahsediyorsun sen?" diyen adamın şaşkın ses tonunu işittiğimde kaşlarım çatıldı. "Azra hemşireden bahsediyorum." dedim şaşkınlığını gidermek için.

Alparslan üsteğmen dişlerini dudaklarına bastırıp gözlerini kapattı ve derin bir nefes çekti içine. Ardından da gözlerini açarak tam gözlerimin içine baktı. "Ne söyledi sana?"

Adamın hiçbir şeyden haberi yoktu galiba. Boşuna sinirlenmiştim ve ona patlamıştım. Olanı biteni ona anlatmak konusunda da emin değildim o yüzden sessizce yüzüne baktım. O ise tahammülsüz bir ses tonuyla konuştu. "Bana her şeyi anlat."

Normalde bana emir veren kişilerden hiç hazmetmezdim ancak bir kerelik bunu göz ardı ederek derin bir nefes verdim. "Sizin sevgili olduğunuzu, senden uzak durmam gerektiğini falan söyledi." diyerek Alparslan'a baktım. Ardından ekledim. "Bunların dışında beni sinirlendiren ne oldu biliyor musun?" Bu sözleri hak edecek hiçbir davranışta bulunmamış olmam." dedim sinirli bir sesle.

"Ben gerçekten çok özür dilerim böyle bir şey yaşadığın için. Bizim aramızda hiçbir şey yok." Samimi bir şekilde dilediği özür karşısında omuz silktim. "Senin özür dilemene gerek yok. Sonuçta senin haberin dahi yokmuş, ben sana biraz çıkıştım ama sen k-" daha sözlerimi tamamlayamadan onun sesini duydum. "Haklıydın, kim olsa öyle tepki verirdi."

Başımı hafifçe aşağı yukarı salladığımda Alparslan tekrar konuştu. "Bir daha asla böyle bir durumla karşılaşmayacaksın söz veriyorum. Ben gereken şekilde onu uyaracağım." dediğinde konuştum. "Ben ona gereken cevabı verdim, bir daha bana karşı böyle bir şey yapacağını sanmıyorum."

Söylediğim şeyden sonra yalnızca sessiz kalmıştı. Bakışlarından mahcup olduğunu net bir şekilde anlıyordum. Hiçbir şeyden haberi olmayan bir adamı bir şeyler yüzünden suçlayamazdım.

O yüzden konuyu değiştirmek için konuştum. "Operasyon başarılı geçmiş, yaralınız var mı?" dedim cevabını bildiğim halde. Söylediğim şeye ilk başta şaşırsa da cevap verdi. "Hiçbir zayiat yok." Hafifçe başımı sallayarak onu onayladım. "Sevindim."

Biraz önce sinirden aramızdaki tüm resmiyeti bitirmiştim. Benim için sorun değildi ancak pat diye resmiyeti kaldırmak beni utandırmıştı. "Ben biraz önce sinirle sen dedim ama." dedim yüzüne bakarak o ise hızla cevap verdi. "Sıkıntı değil yeterince resmi konuştuğumuzu düşünüyorum. Bundan sonra böyle devam etmek en iyisi." dediğinde hafifçe başımı eğdim. "Peki."

Kollarımı göğsümde birleştirdiğimde Alparslan'ın gözleri üzerimde gezindi. Sonra kendi ceketine yönelip çıkartacağı zaman elimle kolunu tutarak ona mani oldum. "Çıkarma."

"Ama üşüyorsun." dediğinde hafifçe gülümsedim. Beni böyle düşünmesi hoşuma gitmiyor değildi. "Aramızdaki sorunu hallettiğimize göre ben içeri girsem iyi olacak." dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. "Nasıl isersen."

"Sonra görüşürüz o zaman." Dediğimde başını salladı. "Görüşürüz."

Küçük bir tebessümle yanından ayrılırken arkamdan seslendiğini duydum. "Hazan?"

İlk defa adımın yanında bir ek veya doktor lakabını kullanmıyordu. Başımı ona doğru çevirdiğimde merakla gözlerine baktım. "Nöbetin ne zaman bitiyor?"

Kaşlarımı hafifçe çatıp dudaklarımın kıvrılmasını engelleyemeden konuştum. "Sabah bitiyor. Neden sordun?" dedim merakla. Elinin ensesine atıp hafifçe orayı ovaladıktan sonra konuştu. "Verdiğim sözü yerine getirmek istiyorum." dediğinde aklıma iki gün önce verdiği kahve sözü geldi. Alparslan sözlerine devam etti. "Sende istersen yarın kahve içelim?"

"Olur içelim." Dediğimde onunda dudaklarında küçük bir kıvrılma meydana geldi. "O zaman yarın haberleşiriz." dediğinde başımı salladım. "Haberleşelim." Bakışlarımız birbirinden ayrılmadan öylece dururken ağırca yutkundum. "İyi geceler." dediğimde başını salladı. "iyi geceler."

Arkamı dönüp yanından uzaklaşmaya başladım. Dudaklarımdaki gülümsemeyi silemiyordum. Hastaneye girdikten sonra acile doğru ilerlemeye başladım.

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından,

Genç adam onu ardında bırakıp hastanenin kapısına doğru ilerleyen kadının arkasından baktı kısa bir süre. Dudaklarında hafif bir tebessüm oluştu biraz önce kadının sinirli halini hatırlayınca. Onun hep sakin ve ılımlı konuşmasına alışmıştı şu birkaç günde. Şimdi ona sert çıkışması onu hem afallatmış hem de hayran bırakmıştı. Yeri geldiğinde insanlara dişini gösterebilmesi güzeldi.

Sonra kadının sinirlenmesine sebep olan olayı hatırladı. Azra ne hakla gidip saçma salak yalanlar uyduruyordu böyle. Alparslan kaç kere bu konuda Azra'yı uyarmıştı. Hazan için fular bakmaya gittiğinde çarşının ortasında Azra ile karşılaşmıştı. Azra'nın ona hesap sormasıyla birlikte ona haddini bildirdiğini düşünmüştü ama yanılmıştı.

Azra buraya geldiğinden beridir Alparslan ile konuşmaya çalışıyor onunla ilgileniyordu. Alparslan da bunun farkındaydı ancak kıza umut verecek herhangi bir davranışta bulunmamıştı. Dahası zaten bu zamana kadar vatanı hariç hiçbir sevdayı kalbine sokmamıştı. Azra kendi kendine gelin güvey oluyordu. Alparslan'ı takıntı haline getirmiş onu elde etmek üzere her şeyi yapıyordu. Aynı Hazan'ı tehdit ettiği gibi.

Alparslan bunları düşünürken yanına gelen Barışla düşüncelerinden sıyrıldı ve ne zaman çattığını bilmediği kaşlarını eski pozisyonuna getirdi.

"Komutanım konuşmuyor bu adam. Hastaneden çıktıktan sonra sorgu odasına alalım." dediğinde Alparslan başını salladı. "Konuşacak aslanım eninde sonunda. Sussun bakalım susabildiği kadar."

Barış komutanının dediğine kafasını salladı ve etrafa bakındı. Komutanı biraz önce Hazan'ın yanındaydı o yüzden Hazan'ın nerede olduğunu merak etmişti. "Hazan nerede komutanım?" diye sorduğunda Alparslan Barış'a doğru anlamaz bir şekilde baktı. "Neden soruyorsun?"

Barış komutanın söylediği şeyle afalladı ilk başta. Ardından da konuştu. "Benim yanımdan onun yanına gittiğiniz için komutanım." dedi. Alparslan cevap verdi. "Hastaneye girdi o." dedi. Ardından da aklına gelen soruyu Barış'a yöneltti. "Sen Hazanla ne zaman bu kadar samimi oldun?" Alparslan Barış ile Hazan'ın samimi konuşmasına şaşırmıştı. Hazanla neredeyse 2 aydır tanışıyorlardı ama resmiyeti ancak bugün bitirebilmişlerdi.

"Dün tanıştık komutanım. Samimi olmak demeyelim ama iyi birine benziyor. Hem sizde güveniyorsunuz ona. Siz kolay kolay güvenmezsiniz kimseye. Eğer ona güvendiyseniz bir bildiğiniz vardır." dedi Barış.

Alparslan, Barış'ın cevabına karşılık sessiz kalmayı tercih etti. Hazanla tanıştığı günden beri aralarında anlaşmazlıklar olmuştu. Bunun sebebi de biraz kendisiydi. Kadına ters cevaplar vermekten geri durmuyordu ama bunun nedeni onu daha tanımıyor olmasıydı. Şimdi onu tanımaya başlamıştı ve önyargılı davrandığı için kendine kızıyordu.

Alparslan kapıdan çıkan Azra hemşireyi gördüğünde bakışlarını askerine çevirdi. "Sen beni şurada iki dakika bekle aslanım, geliyorum hemen." diye bankaları işaret etti Alparslan. Ancak bakışları Azra hemşirede idi. Onu gözden kaçırmak istemiyordu.

Barış bakışlarını Alparslan'ın baktığı yere çevirdi ve göz devirdi. Yine mi bu kadındı. Sürekli Alparslan komutanının yanında görmekten bıkmıştı. Normalde sevgiye, aşka saygı duyardı ancak bu kadın dozunu kaçırmıştı artık. Onunki takıntıydı.

Alparslan daha fazla beklemeden Azra'nın yanına adımladı. Azra biraz önce onu Hazanla konuşurken görmüştü ve içten içe kıskançlık ve hırsla dolmaya başlamıştı. Alparslan'ın yanına yaklaştığını gördüğünde ise yüzüne gülümsemesini takınmış ve hiç görmemiş gibi şaşırma mimiklerini yüzüne yansıtmıştı.

"Alparslan sen ne zaman geldin?" diyerek cilveli bir sesle konuştuğunda Alparslan gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu ve direkt konuya daldı. "Konuşmamız gerekiyor."

Azra duyduğu sert sesle yutkundu ve başını salladı. "Konuşalım." dediğinde Alparslan konuştu. "Sen hangi hakla Hazan'a gidip saçma sapan şeyler söylüyorsun? Ne hakla?" kaşlarını çatmış, sesinin tonunu ayarlamadan konuşmuştu.

Birkaç kişi onlara dönüp baktığında sert bakışlarını onlara yollayarak önlerine dönmelerini sağladı. Ardından da meydan okurcasına karşısındaki kadına baktı. Azra ise tek bir şeye takılmıştı Alparslan'ın söylediklerinden. "Hazan? Şimdi Hazan oldu öyle mi?"

Alparslan duyduğu sözler karşısında sinirle gözlerini kapadı ve derin bir nefes alıp verdi sakinleşmek adına. Karşındaki kadına hiçbir şekilde sert davranıp kalbini kırmak istemiyordu ancak bıkmıştı.

"Yaptığın çoğu şeye göz yumdum, ses çıkarmadım. Ama artık yeter! Haddini aşıyorsun." dedi Alparslan. Azra ise çirkef bir biçimde bağırdı. "Ne çabuk boyadı o kız senin gözünü öyle. Yapmacık hareketleriyle herkesin gözüne girmeye uğraşıyor ki başardı." dedi.

Söyledikleri Alparslan için damlayı taşıran son damla olmuştu. "Hazanla uğraşmayı bırak artık! Sen kendini ne zannediyorsun da bana bunları söylüyorsun? Hazan'a bir daha yaklaştığını, laf attığını ya da herhangi bir şey duyarsam sonuçlarına sen katlanırsın! Bu da sana son sözüm!" diyerek işaret parmağını Azra'ya doğru salladı Alparslan. Sesi tahammülsüz ve itiraz kabul etmez bir biçimde sert bir tınıyla çıkmıştı.

Azra gözleri dolmuş bir biçimde Alparslan'ın yüzüne baktı. Alparslan son sözünü söyledikten sonra Azra'yı ardında bıraktı ve askerinin yanına doğru ilerlemeye başladı. Azra'nın hala pişkin pişkin hareketlerine devam etmesi sinirlerini geriyordu. Bir de Alparslan'a hesap sorup Hazanla ilgili söylediği şeyler çileden çıkmasına neden olmuştu.

Adımları bankta oturmuş onu bekleyen askerinin yanına gittiğinde durdu. Barış, komutanının sinirli halini fark ederek konuştu. "İyi misiniz komutanım?"

"İyiyim aslanım, iyiyim. Hadi gidelim." diye cevap verdi Alparslan. Barış komutanının söylediğini dinleyerek oturduğu yerden ayaklandı ve park ettikleri arabaya doğru ilerledi. Şoför koltuğuna oturduktan sonra komutanının da arabaya binmesiyle arabayı çalıştırdı ve tabura doğru sürmeye başladı.

 

◔◔◔

Hazan Eraslan'ın anlatımından,

Sabaha kadar nöbetim devam etmişti. Birden fazla kez yaralı olarak getirilen teröristin yanına uğramıştım. Dikişleri gayet iyi durumdaydı ve yarına taburcu edilebilirdi. Akşam hastaneye döndüğümde durumuna tekrar bakarak çıkartıp askerlere teslim edebilirdik.

Eve döndükten sonra bir süre uyuyup dinlenmiştim. Ardından da kendi evimde ilk defa yemek pişirmiş ve karnımı doyurmuştum. Gerçekten insanın evi gibisi yoktu. Her şeyimi kafama göre kendim hallediyordum ve bu durumdan da epey memnundum. Yemekten sonra bulaşıkları toparlayıp salondaki kanepeme oturmuştum.

Alparslan ile akşama doğru buluşacaktık. Onun öğlen toplantısı olduğundan buluşmayı bir süre ertelemiş akşam üzerine çekmiştik. Adresi mesaj olarak göndermesini istediğimde ise beni evden almayı teklif etmişti ancak ben reddetmiştim. Bu konuda anlaştıktan sonra da telefonu kapatmıştık ve ben derin bir uykuya dalmıştım.

Biraz televizyon izleyerek kendime vakit ayırdıktan sonra kalan eşyalarımı bir bir yerleştirmiş ve evimi istediğim hale getirebilmiştim. Tek eksiğim kitaplıktaki boş olan yerlerdi. Belki bugün buluşma sırasında Alparslan'a bildiği bir kitapçının yerini sorar oradan kitapları temin ederdim.

Saatin epey ilerlemesiyle birlikte uzandığım yerden doğrulup gardırobun önüne geçtim. Havalar soğuktu. O yüzden siyah bir bluz ve siyah kot pantolonumu üzerime giydim. Boynuma kolye takmak yerine Alparslan'ın aldığı fuları bağladım. Koluma saatimi taktıktan sonra saçlarımı tepeden bağladım. Üzerime gri renkli kabanımı geçirdim. Evden çıkmadan evvel siyah botlarımı da giyerek bahçeden dışarı çıktım.

Alparslan'ın attığı konum evime yakındı. Hem hava almak için hem de konumun yakın olmasından dolayı yürüyerek adrese doğru ilerlemeye başladım. Çok uzun sayılmayacak bir süre sonra adrese vardığımda karşıma ufak bir kafe çıktı. Kafe küçüktü ancak dekoruyla çok hoş bir hava oluşmuştu. Ayrıca çokta sıcak bir yer gibi görünüyordu.

Beğeniyle içeri girdiğimde masalardan bir tanesinde oturan Alparslan'ı gördüm. O da kapının açılmasıyla birlikte bakışlarını bana çevirmişti. Yanına adımlayarak tam masanın önünde durdum. "Çok bekletmedim umarım."

"Hayır, bende şimdi geldim zaten." dediğinde ufak bir tebessüm ederek Alparslan'ın tam karşısına oturdum. Gözlerimi kafede dikkatle gezdirdikten sonra konuştum. "Burası ne güzelmiş."

Alparslan da benim gibi etrafa baktı ardından da başını salladı. "Evet, küçük bir yer ama kahveleri güzel. Senin gibi kahve aşıkları müdavimidir buranın." dediğinde güldüm. "Desene hastaneden sonra ikinci adresim burası olacak." Söylediğim şeyle birlikte onunda yüzünde küçük bir tebessüm belirdi.

Kafenin sıcak olduğuna karar verdiğimde yerimde doğrularak üzerimdeki kabanı çıkardım ve sandalyemin arkasına astım. O sırada Alparslan garsonu çağırıyordu. Yerime tekrar oturduğumda bakışları boynuma taktığım fulara kaydı.

"Yakışmış." dediğinde utanarak başımı fulara doğru eğdim ve başımı salladım. "Teşekkür ederim, gerçekten çok zevklisin." dediğimde o da tatmin olmuşçasına gülümsedi. "Güle güle kullan."

Garson yanımıza geldiğinde Alparslan ne istediğimi sorarcasına bana doğru baktı. Bense konuştum. "Kahvelerini o kadar met ettin. Bana da önerirsin diye düşünüyorum?" diye ona baktığımda dudaklarını birbirine bastırdı. "Aslında öyle önerecek kadar tatmadım. Yani sen kahve seviyorsun diye buraya gelmeyi teklif ettim." dediğinde şaşırdım.

Ne yani sırf ben kahve seviyorum diye mi buraya gelmiştik? Çok ince bir düşünceydi bu. Bir süre bir şey diyemeden suratına doğru baktığımda araya garson girdi. "İsterseniz en çok tercih edilen kahvemizi getireyim?" dediğinde bakışlarımı garsondan çektim. Alparslan ile birlikte aynı anda konuştuk. "Olur."

Garson bizi onaylayarak yanımızdan ayrılırken bende bakışlarımı Alparslan'a çevirdim ancak o zaten benden önce bana doğru bakmaya başlamıştı.

"O zaman kahveyle pek aran yok?" dedim meraklı bir biçimde. Ama ben hastanede kahve içelim deyince reddetmemişti. Gerçi bende ona teklif hakkı sunmamıştım bile. Düşününce utanmıştım. "Yani öyle de denebilir ama arada sırada içerim." dedi. Ardından da ekledi. "Ben çay insanıyım daha çok."

Ben sormadan kendi hakkında bilgi vermesine şaşırmıştım ancak bunu ona belli etmeden konuştum. "O zaman keşke çay içseydik." dediğimde gülümsedi. "Onu da içeriz belki. Kim bilir?" bakışları yüzümde dolaşırken başımı hafifçe eğdim.

"İçelim biri açık olsun." dedim Cemal Süreyya'nın şiirinden alıntı yaparak. Alparslan benim söylediğime kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Cemal Süreya. Şiir okuduğunu bilmiyordum." Dediğinde elimi şöyle böyle manasında salladım. "Yani çok fazla okumuyorum ama yine de kaptık bir şeyler." dedim gülerek.

Söylediğim şeyle dudaklarındaki ufak tebessüm büyüdü. Kahvelerimiz geldiğinde garsona teşekkür ederek kahvemi elime aldım ve bir yudum içtim hemen. Aldığım tatla gözlerimi kapatıp 'hmm' diye bir ses çıkardım.

"Gerçekten haklıymışsın, ben buranın müdavimi olacağım gibi." dediğimde Alparslan ben sana demiştim der gibi baktı ve o da kahvesinden bir yudum aldı. Hiçbir tepki vermeyince bu haline güldüm. Galiba gerçekten sevmiyordu kahve içmeyi. Bunu aklımın bir köşesine yazacaktım. Bir daha buluşursak mutlaka çay içmeliydik.

İkimizde sessizce kahvelerimizi yudumlarken gözlerim onun yüzü hariç her yerde dolaşmıştı. Arada bir ona da bakıyordum ancak daha çok masaya bakıyordum. Aklıma gelen şeyle bakışlarımı ona doğru çevirdim ve konuştum.

"Burada kitap alabileceğim bir yer var mı?" dediğimde başını salladı. "Evet, var. Kahvelerimizi içtikten sonra oraya gidebiliriz sende istersen." dediğinde kararsız bir biçimde yüzüne baktım. "Seni işinden daha fazla alıkoymak istemiyorum. Sen bana adresi verirsen b-" sözlerime devam edemeden Alparslan'ın kaşlarının çatıldığını gördüm. Ardından da sözlerini işittim. "Başka bir işim yok. Kendini rahatsız hissetme lütfen."

Onun için söylemesi kolaydı ama bugüne kadar bana çok yardımcı olmuştu, kendimi ona karşı mahcup hissediyordum. Sonuçta onun kendine özel bir hayatı vardı ve benim sorunlarımla ilgilenmek zorunda değildi. Neden birden böyle bir düşünceye girmiştim bilmiyorum ama böyle hissediyordum.

Bakışlarını yüzümden çekmezken rahatsızca yerimde kımıldandım. "O zaman tamam, gidelim." dediğimde yüzünde bariz bir rahatlama oluştu. Ardından da kahvesinden bir yudum aldı.

Kısa sürede kahvelerimiz bittiğinde garsondan hesabı istedik Çantama uzanacağım sırada beni engelleyerek hesabı kendisi ödedi. Geçen sefer kahveleri ben ısmarladığımdan bu sefer onun hesabı ödemesine ses çıkarmazdım ancak bir dahakine kendi hesabımı kendim ödemeyi yeğlerdim. Kafeden çıktığımızda biraz yürüyerek Alparslan'ın arabasına varmıştık.

Uzaktan kumandasıyla kapıyı açtıktan sonra benim tarafımdaki kapıyı açıp arabaya binmemi bekledi. Ardından da kendi tarafına binerek emniyet kemerini taktı. Açıkçası ilk tanışmamızdan sonra böyle ince hareketlerini görmek beni şaşırtıyordu. Kedi köpek gibi birbirimize saldıracak yer aradığımızdan böyle iki arkadaş gibi sohbet etmek garipti.

Kendi kendime gülerken bakışları bana döndü. "Neden gülüyorsun?" dediğinde omuz silktim. "Hiç." dedim i harfini uzatarak. Anlamaya çalışır gibi yüzümü inelerken dayanamayıp konuştum. "Aslında tanışmamızı düşünüyordum."

Onun da aklına gelmiş olacak ki yüzünü hafifçe buruşturarak yola doğru çevirdi gözlerini. "Bu konuyu hallettik sanmıştım." dediğinde başımı salladım. "Hallettik zaten ama yine de aklıma geldi. Yani öyle bir sohbetten sonra şimdi böyle karşılıklı sohbet etmek garip."

"O zaman seni tanımıyordum." dediğinde tek kaşımı kaldırdım. "Şimdi tanıyor musun ki?" dediğimde bakışları yoldan bana doğru kaydı. "Henüz tanımıyorum ama yavaş yavaş tanımak istiyorum."

Söylediği şeyle duraksadım. Aklımdaki soruyu sorarken ondan asla böyle bir cevap beklememiştim. Yani hazırlıksız yakalanmıştım. Bu cümleye söyleyecek sözüm yoktu. O yüzden bana bakan gözlerinden kendi gözlerimi kaçırdım. O ise bu durumu anlayarak konuştu. "En azından kahveyi sevdiğini biliyorum. Şimdilik." Dediğinde gülümsedim. "Bende senin çayı sevdiğini biliyorum." dediğimde onunda benim gibi dudakları kıvrıldı.

Aramızda sessizlik oluşurken araba bir dükkânın önünde durdu. Bakışlarımı dükkâna çevirdiğimde içerisinde birden çok raf ve rafları dolduran yüzlerce kitap gördüm. Emniyet kemerimi çözerek arabadan indiğimde Alparslan da benimle birlikte arabadan indi. Dükkanın kapısından içeri girdiğimizde orta yaşlı bir adam karşıladı bizi.

"Oo Alparslan oğlum, hoş geldin." diyerek oturduğu yerden ayaklandı adam. Ardından da bana döndü bakışları. "Hoş geldiniz."

"Hoş bulduk İhsan amca." diye cevap verdi Alparslan. Bende küçük bir tebessümle adama baktım. İhsan amca konuştu. "Ne zamandır uğramıyordun buralara?"

"Şu sıralar yoğunum biraz ondan uğrayamadım ama uğramaya çalışırım bundan sonra." diye açıklama yaptı Alparslan. İhsan amca ise memnuniyetle onu onayladı. Alparslan sözlerine devam etti. "Biz kitap bakacağız, sen hiç rahatsız olma." dediğinde İhsan amca onayladı. "Nasıl isterseniz oğlum, kolay gelsin size."

"Teşekkürler." diyerek İhsan amcanın oturduğu masadan uzaklaştık ve raflar arasında dolaşmaya başladık. Dükkân dışarıdan küçük duruyordu ama aslında içeri girdiğimizde epey büyüktü.

İkimizde farklı raflara göz gezdirirken bakışlarımı kısaca ona doğru döndürüp yandan profiline doğru baktım. Düzgün yapılı burnu, uzun boyu olan kirpiklerin çevrelediği kahverengi gözleri ve yeni yeni çıkmaya başlayan sakallarıyla epey iyi görünüyordu. Saçları ise onu ilk gördüğüm güne nazaran biraz daha uzamıştı. Bakışları aniden bana doğru döndüğünde bakışlarımı kaçırdım. Muhtemelen ona bakmaya başladığım andan itibaren onu incelediğimi fark etmişti ve bu durum epey utanmama neden olmuştu.

Önümdeki raftan birkaç dünya edebiyatı romanı aldım. Ardından da arkamdaki rafa doğru dönerek Türk edebiyatı romanlarına bakmaya başladım. Elimi Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna romanına doğru elimi uzattım. Elimi uzattığım anda başka bir el daha uzandı kitaba doğru. Bakışlarımı elin sahibine çevirdim.

O ise kısaca bana bakarak elini geriye çekti ve eliyle kitabı işaret etti benim almam için. Kitabı elime aldığımda bakışlarımı tekrar Alparslan'a çevirdim. "Bu kitabı okumuş muydun?"

Başını olumlu anlamda salladı. "Okudum, arada sırada aklıma geldiğinde de sayfalarını karıştırırım tekrar tekrar." dediğinde kitabın sayfalarında göz gezdirmeye başladım. Bende okumuştum bu kitabı.

En sevdiğim cümlenin olduğu sayfayı açarak cümleyi okudum. "Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin." (Sabahattin Ali- Kürk Mantolu Madonna : Sayfa 159)

Bakışlarımı kitaptan çekip ona doğru çevirdim. Bakışlarımız buluştuğunda bir süre ikimizde konuşmadık ama bakışlarımızı da birbirimizden kaçırmadık. Bu bakışmayı kesmek için küçük bir tebessüm ederek konuştum. "En sevdiğim kitaplardan biridir." diyerek kitabı diğer aldığım kitapların üzerine koydum. Ardından da Alparslan'a hitaben konuştum. "Benim alacaklarım bu kadar, eğer senin de işin bittiyse gidebiliriz."

Alparslan bir şey söylemeden başını salladı ve eliyle İhsan amcanın oturduğu masayı işaret etti. İhsan amcanın yanına vardığımızda aldığım kitapları ödeyerek Alparslan'ın işini bitirmesini bekledim. O da kitaplarını aldığında iyi akşamlar diyerek dükkândan ayrıldık. Arabaya binmeden evvel Alparslan bakışlarını bana çevirerek konuştu.

"Başka gitmek istediğin bir yer var mı?" dediğinde başımı olumsuz manada iki yana salladım. "Hayır, yok. Her şey için teşekkür ederim." dedim minnettar bir biçimde. Alparslan konuştu. "Teşekkür edilecek bir şey yapmadım."

Söylediği şeye tebessüm ederek bakışlarımı kolumdaki saate çevirdim. Hastaneye gitmeme az bir süre kalmıştı. O yüzden bakışlarımı tekrar Alparslan'a çevirerek konuştum. "Benim gitmem gerekiyor, malum hastane beni bekler."

"Bırakayım seni." diyerek gözlerimin içine baktığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Azra hemşire ile tekrar karşılaşmak, onunla muhatap olmak istemiyordum. Böyle bir yalan söyleyebildiğine göre gerçekten Alparslan'a takmış durumdaydı. "Ben şuradan bir taksiye atlar giderim."

Alparslan çekincelerimi anlayarak derin bir nefes verdi. "Sana söylemedim ama Azra meselesini hallettim. Sana bir daha böyle bir şekilde saygısızlık yapmaz."

"Umarım." dedim kısaca. Vedalaşıp ayrılmamız gerekiyordu ancak ikimizde bir atakta bulunmuyorduk. Alparslan aramızdaki sessizliği bozdu. "Hastane benim yolumun üzeri yani beni yolumdan alıkoymazsın." dedi imalı bir biçimde.

"Madem öyle diyorsun, tamam." dediğimde arabanın kilidini açtı. Ardından yine benim kapımı açarak kendi tarafına ilerledi. Arabaya bindikten sonra emniyet kemerini taktı ve arabayı hastaneye doğru sürmeye başladı.

Kısa süre içerisinde hastaneye vardığımızda emniyet kemerimi çözdüm. Ardından da ona doğru döndüm. "Güzel sohbetin için teşekkürler, gerçekten böyle bir güne ihtiyacım varmış." dedim samimi bir şekilde.

"Ben teşekkür ederim doktor hanım, o zaman bir dahakine makilerin orada buluşuyoruz." Yaptığı Cemal Süreya alıntısıyla bu sefer gülümseyen taraf ben oldum. "Olur, orada buluşuruz."

Arabadan inerek kapıyı ardımdan kapattım. Hastaneye doğru ilerleyerek tam kapısında dikildim ve geriye dönerek tekrar Alparslan'a doğru çevirdim başımı. Elimi hafifçe kaldırdığımda o her zamanki gibi başını aşağı eğip kaldırarak selam verdi. Ardından da geri geri çıkarak hastanenin bahçesinden ayrıldı.

Hastaneye girdiğimde ilk işim odaya çıkarak üzerime önlüğümü giymek ve aldığım kitapları dolabıma koymak olmuştu. Mesai saatimin de başlamasıyla birlikte adımlarımı acile doğru atmaya başladım. Ancak hastanenin içerisinde yankı yapan yangın alarmına benzer sesle olduğum yerde duraksamak zorunda kaldım. İnsanlar bağrışarak dışarı kaçmaya başladığında şaşkınca ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Koridor boyunca ilerlerken bir yandan koşuyor bir yandan da insanlara çıkış kapısının yerini tarif ediyordum. Etrafta herhangi bir yanık kokusu almamak ise tuhaf bir durumdu. Koridorlarda ne duman vardı ne de duman kokusu. Aklıma gelen ihtimalle yukarı kata doğru koşmaya başladım. Hastaneye getirilen terörist kaçıyor olabilir miydi? Kapısında onu bekleyen polisleri nasıl alt etmişti?

Odaya doğru koşarken kapıda polislerin olmaması tahminimi gayet doğrulamıştı. Odanın kapısını açtığım an yerde yatan polislere doğru ilerledim. Birinin boynunun arka tarafı yaralanmıştı, diğeri ise yalnızca bayılmıştı. Odadan dışarı çıkarak bu kattaki malzemelerin olduğu odaya daldım ve birkaç paket sargı bezi aldım. Bir yandan da cebimden telefonumu çıkarmış Alparslan'ı aramaya çalışıyordum.

"Hazan, Bir şey mi oldu?" diye meraklı bir ses tonuyla telefonu açan adamı umursamadan direkt konuya girdim. "Adam kaçıyor galiba, kapıdaki polisleri yaralamış ve hastanede yangın alarmı çalmaya başladı." dedim panik bir halde.

Telefondan birkaç hışırtı geldikten sonra Alparslan'ın sesini duydum. "Tamam, sakin ol. Sen neredesin şimdi?"

Odaya doğru koşarken bir yandan da Alparslan ile konuşmaya çalışıyordum. "Yaralı polise müdahale etmem gerekiyor, teröristin kaçtığı odadayım." dediğimde Alparslan cevap verdi. "Hazan hastaneden dışarı çık, kalabalık bir yerde durman daha güvenli olur." dediğinde onu reddettim. "Yapamam, kan kaybediyor. Onun yanına gitmek zorundayım."

Alparslan burnundan sert bir nefes verdi. "Tamam, biz geliyoruz. 10 dakikaya kadar orada oluruz. Sakın kendini tehlikeye atacak bir şey yapma." dedi sıkıntılı bir sesle. Muhtemelen inat etmeme kızmıştı ama bir doktor olarak kanaması olan hastayı bırakamazdım. Bu benim meslek etiğime aykırıydı.

"Tamam." dedikten sonra telefonu kapattım. Elimdeki sargı bezini poşetinden çıkartarak polisin boynuna bastırdım. En azından şimdilik kanamasını durdururdu bu. Elimdeki telefonu cebime koyarak derin bir nefes verdim. Alparslan ve timi bir an önce gelse iyi ederlerdi. Yoksa adam elini kolunu sallayarak kaçacaktı.

Kapının aniden açılmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Kaçmaya çalışan teröristle göz göze geldiğimizde ağırca yutkundum. Bakışları hiç hoş değildi ve bu tüylerimin diken diken olmasına neden oluyordu. Hastanenin dışından siren sesleriyle eş zamanlı olarak lacivert-kırmızı ışıklar camlarda belirmeye başladı. Telefon zil sesim odayı doldururken adamdan bakışlarımı çekemiyordum çünkü elindeki silahı bana doğru uzatmıştı.

"Get on your feet!" (Ayağa kalk!) diye emir verdiğinde başımı iki yana salladım. Kalkamazdım. Polisin kanaması devam ediyordu. Gazlı bezi yaraya bastırmam gerekiyordu. "I'm not getting up!" (Kalkmıyorum.)

Karşımda bana silah tutan biri varken ona karşı gelmem ne kadar doğruydu bilmiyorum ama yaralı birini bu halde bırakamazdım. Adam yanıma gelip kolumu tuttu ve beni zorla kaldırdı. Mecburen ona uyum sağlarken cama yaklaşarak perdenin ardından dışarıya baktı. Etraf polislerle çevrilmişti.

"You can never escape from here." (Buradan asla kaçamazsın.) dedim keyifle. Benim söylediğim şeyle adam kolumu sıkıca tutarak silahı kafama doğru getirdi. "shut up!" (Kapa çeneni)

Telefon zil sesim bir kez daha odada yankılandığında terörist telefonu alıp ekrana baktı. Arayan Alparslan idi. Muhtemelen gelmek üzere olduklarını haber verecekti. Telefonu almak için elimi kaldırdığımda aramayı kapattı ve telefonu duvara doğru fırlattı. Telefonum parçalara ayrıldığında gözlerimi sıkıca kapattım.

Adama kafa tutuyordum ama içten içe de çok korkuyordum. Ama ona korkumu belli edemezdim. "Come on!" (yürü!) diyerek beni kapıya doğru iteklediğinde dediğini yaparak kapıya doğru ilerledim. Kapıdan çıktığımızda adımlarımız merdivenlere doğru ilerledi. Merdivenlerden birer birer inerken kolumdan tutmaya ve başıma silah dayamaya devam ediyordu.

Arada sırada kurtulmak için hareketleniyordum ama nafileydi. Kiloca ve boyca benden uzun olduğundan ondan kurtulmak çok zordu. Yine de omuzunda gördüğüm kan lekesinden yarasının açıldığı gayet net belliydi.

Hastanenin çıkış kapısına vardığımızda birden fazla polisin bize doğru silah çektiğini görmüştüm. Ama arkamdaki adamı böyle korkutamazlardı. Adam elini boynuma sararak silahı şakağıma yasladı. İşte şimdi gerçekten ölmekten korkuyordum.

Aslında korkmamam gerekiyordu. Beni bu dünyada seven çok az kişi vardı. Arkamdan birkaç gün gözyaşı döker sonra eski rutinlerine geri dönerlerdi. Belki de korkmamam gerekiyordu. "İf you don't let me go, the doctor will die." (Eğer gitmeme izin vermezseniz doktor ölür.) diye kulağımda bağıran adama karşılık yüzümü buruşturdum ve gözyaşlarımın yanaklarımı ıslatmasına izin verdim.

O sırada polislerin arasından gelen tanıdık yüzler gördüm. Alparslan Emre, Barış, Fırat ve tanıdık birkaç yüz daha. Gelmişlerdi. Gözlerim direkt olarak Alparslan'ın gözleriyle buluştuğunda bakışlarıyla güven verdi bana. Biraz önce kapıldığım umutsuzluk duygusu uçup gitmişti sanki.

"Let go of the doctor!" (Doktoru bırak!) diye bağırdı Alparslan bize doğru. Arkamdaki adamsa boğazımdaki kolunu sıklaştırdı ve kafama silahı daha sert bastırdı. Yüzüm buruşurken ellerimle adamın kolunu tutup kurtulmaya çabalıyordum. Ama terörist benim bu çabamdan ne kadar etkileniyordu tartışılırdı. "if you let me get out of here, I'll release the doctor" (Buradan çıkmama izin verirsen doktoru bırakırım.) dedi bir kez daha.

Derin derin nefes almaya çalışırken gözyaşlarımda benden bağımsız bir şekilde akıyordu. Bakışlarımı tekrar Alparslan'a çevirdiğimde kaşlarının her zamanki gibi çatıldığını gördüm. Ancak bakışları biraz da olsun endişeli bakıyordu. Dudakları kımıldadığında bakışlarımı dudaklarına indirdim. "Korkma." diyordu. Bakışlarımı gözlerine çıkardığımda kafasını yavaşça aşağı indirip yukarı kaldırdı birine işaret verir gibi.

Onun bu hareketiyle birlikte boynumdaki kollar gevşedi ve şakağımdaki silah geri çekildi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken birden patlayan sesi kulaklarımı çınlatmaya başladı.

 

Bölüm Sonu

‣‣‣Bölümümüzü nasıl buldunuz?

‣‣‣ Hazan her şeyi Alparslan'a söylemekle iyi mi yaptı sizce?

‣‣‣Alparslan ile Azra hemşire arasında ne olduğunu öğrendik. Sizce Azra Alparslan'ın söylediği gibi Hazanla uğraşmaktan vazgeçer mi?

‣‣‣ Hazan ve Alparslan arasındaki resmiyet son buldu. Sizce erken mi oldu bu?

‣‣‣Hazan ve Alparslan sahnelerini nasıl buldunuz? Kahveler içildi, sohbetler edildi. Bence aralarındaki buzlar erimeye başladı yavaştan. Güzel bir arkadaşlık kurmaya başladılar. Sizce?

‣‣‣ Bu bölümde birazda olsa Alparslan'ın Hazan hakkındaki iç dünyasına değindik. Onunda Hazan hakkında ne düşündüğünü gördük. Beğendiniz mi yazarın anlatımını?

‣‣‣Alparslan sustu sustu pir açıldı Hazan'a karşı. Sizce hızlı mı gidiyoruz?

‣‣‣Bölümün son sahnesi için neler düşünüyorsunuz?

‣‣‣Bölümde sevmediğiniz kısımlar var mı?

‣‣‣Bölüm uzunluğu hakkında ne düşünüyorsunuz? Diğerlerine göre bir tık daha uzundu:)

‣‣‣ Bölümde bahsedilen Cemal Süreya alıntıları Keşke Yalnız Bunun İçin Sevseydim Seni şiirindendir. Merak edenler için yazmak istedim.:)

Loading...
0%