Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Hazan Vakti| 2

@mutlusonsuz222

🖇️Herkese merhabalar!

🖇️Umarım bölümümüzü severek okursunuz. Keyifli okumalar..<3

🖇️Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum..

2.Bölüm

Annem hiçbir zaman beni işini sevdiği gibi sevmemiştir. Onun için varsa yoksa işi önemliydi. Hastaları, hastanesi.. Beni dadım büyümüştü. Her anımda yanımda olmuş beni bu yaşıma getirmişti. Karne aldığımda, yeni bir yaşa girerken, hastayken, düştüğümde hep yanımda dadım olurdu. O bana öz annemden daha çok annelik yapmıştı. Ancak geçtiğimiz yıllarda onu da kaybetmiş hepten yalnız kalmıştım.

Annemi Tıp fakültesinden mezun olduğumda memnun edebilmiştim bir tek. Ondan önce ve sonra yaptıklarım onun hiç umurunda değildi. Duygularım, hissettiklerim hiç değildi. Hakkımda kararlar verirken bana sormamıştı hiçbir zaman. Buraya gel Hazan, şuraya git Hazan, şunu yap Hazan. Hep kendi istediği olsun istemişti.

Onun isteklerini hep yerine getirmeye çalışmıştım belki gözüne girer azıcıkta olsa sevgi kırıntısı görürüm diye. Ancak hiçbir şekilde karşılık alamamıştım. Onun istekleri artık benim için önemli değildi. Ben buraya gelerek her şeyden vazgeçmiştim. Her şeyin üzerine bir çizgi çekmiştim. Para, pul, tanınmak, şan bunlar bana göre değildi. Kaç kere annemin isteği üzerine davetlere katılmıştım ama hiçbirinde kendim gibi hissetmemiştim.

Ama şimdi kendim gibi hissediyordum. Ben buydum. Olmak istediğim yer de olmak istediğim kişi de buydu. Burada mutlu olacaktım. Buna çok inanıyordum.

Sabah uyandıktan sonra ufak bir kahvaltı yapmıştım. Ardından da hızlı bir şekilde hastaneye gelmiştim. Eren'den nöbeti devralarak bugün hastalarla ben ilgilenecektim. Üzerime önlüğümü geçirerek saçlarımı at kuyruğu yaptım.

Eren hastalarla ilgili gerekli bilgileri vererek hastaneden çıkmıştı. Bense sırasıyla hastalara vizite çıkacaktım. Öğrendiğim kadarıyla dün getirilen askerin durumu iyiydi ancak bir süre burada tedavi olması şarttı. Aldığı yara basit değildi.

Adımlarımı onun odasına doğru atarak kısa sürede odaya vardım. Kapıyı açtığım anda ilk olarak yatakta yatan Emre Bey görüş açıma girdi. Ardından da yatağın yanındaki kanepede oturan Alparslan üsteğmen. Benim içeri girmemle Alparslan üsteğmen toparlanırken bakışlarımı ondan çekerek hastama çevirdim.

"Günaydın, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" dedim enerjik bir sesle. Yaptığımız her hareket, ses tonu hastayı etkiliyordu. Bu yüzden ben her zaman hastalarıma morallerini yükseltecek şekilde yaklaşmaya çalışırdım.

"Sağ olun doktor hanım, iyiyim çok şükür." diyen Emre beyle birlikte başımı sallayarak onu onayladım. Yatağının hemen ayak ucunda asılı olan dosyasını alarak yapılmış olan tahlillerine baktım ve Emre Bey'e bakarak konuştum. "Sonuçlarınız iyiye gidiyor, beklediğimden hızlı iyileşiyorsunuz."

Odadan kimse bana cevap vermezken ben dosyayı yerine takarak Emre Bey'e yaklaştım. Odada bulunan eldiven kutusundan eldiven alarak ellerime giydim ve hastane önlüğünün düğmelerini açarak karnındaki yaranın sargısını canını acıtmamak için yavaşça açtım ve yarasına baktım. Gayet iyi duruyordu.

"Yaranız da gayet iyi durumda ancak siz hızlı hareketlerden kaçının lütfen." dedim sargıyı tekrar kapatırken. Ardından da ekledim. "Size bir hemşire yönlendireceğim sabah akşam yaranıza pansuman yapacak." Serumuna da kısa bir göz attıktan sonra tekrar konuştum. "Ağrınız var mı?"

"Çok hafif kendini hissettiriyor ancak dayanamayacağım bir acı değil." dediğinde gülümsedim. Mutlaka dayanırdı çünkü askerlerimiz bugünler için yetiştirilmişti. "Ağrının artması durumunda arkanızdaki kırmızı tuşa basarsanız size ağrınız için yardımcı olurlar." dedim arkasındaki tuşu işaret ederek. Ardından elimdeki eldiveni çıkararak odada bulunan çöpe attım.

"Merak etmeyin, bir sorun olursa ben ilgilenirim." diye konuşan Alparslan üsteğmene yandan bir bakış atarak kafamı tamam manasında aşağı yukarı salladım. "Geçmiş olsun."

"Allah razı olsun doktor hanım." dediğinde büyükçe gülümsedim ve samimi bir şekilde Emre beye baktım. "Ne demek, görevimiz."

Kapıdan çıkmak üzere arkamı döndüm ve kapıyı aralayarak dışarı çıktım. Diğer hastalarıma bakmak için ilerleyeceğim sırada arkamdan adımı seslenen kişiyle duraksadım. "Doktor hanım?"

Bu kişinin Alparslan üsteğmen olmasıyla birlikte yavaşça arkamı dönerek yüzümü ona doğru çevirdim. Dün yaptığı saygısızlıktan sonra onunla muhatap olmayı hiç istemiyordum ancak buna mecburdum. "Buyurun." dedim sert bir sesle.

"Emre ne zaman çıkabilir hastaneden?" dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Alparslan üsteğmense sözlerine devam etti. "Yani önemli bir operasyonda ona ihtiyacımız var."

"Maalesef bir süre daha istirahatine devam edecek. Yarası basit bir yara değil. Hastaneden çıksa da bir süre evde istirahat etmesi önemli." dedim gerekli açıklamaları yapmak adına. Alparslan üsteğmen bu söylediklerimden pek memnun olmamıştı.

Bense daha fazla beklemeden tekrar konuştum. "Başka bir şey yoksa iyi günler size." diyerek yürüyeceğim sırada kolumda hissettiğim parmaklarla duraksadım. Şaşkınca bakışlarımı Alparslan üsteğmene çevirdiğimde o elini ateşe değmiş gibi hızla çekti.

Neden böyle bir şey yaptığını sorgularcasına ona bakarken o elini ensesine atarak yavaşça orayı sıvazladı ve göz ucuyla bana doğru baktı. "Dün için." dediğinde ne söyleyeceğini anlayarak sustum. "Dün size saygısızlık ettim, normalde ön yargılı biri değilim. Haklısınız sizi kimseyle bir tutamam kusura bakmayın."

"Önemli değil üsteğmenim." dedim düz bir sesle. Hiç tanımadığım bir adama karşı küsecek değildim ne de olsa. "Bende size sert çıkışmış olabilirim, mazur görün lütfen." dediğimde hiçbir şey söylemedi. Bu sessizliğinden faydalanarak konuştum. "Bir ihtiyacınız olursa buralardayım."

Başını sallayarak beni onayladığında yanından ayrılarak yürümeye başladım. Demek ki isteyince gayet kibar olabiliyordu. Hatasını kavrayıp özür dilemesi ayrı bir erdemdi. Çünkü bu zamanlarda insanlar gerçekten özür bile dilemeyi unutuyordu.

Diğer hastalarımın odasına girerek onlarla da aynı samimiyetle ilgilendim. İnsanlarla ilgilenmek benim için çok değerliydi. Onların yüzündeki minnettar ifade bile benim kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu.

Odalardan çıktıktan sonra acile ilerleyeceğim sırada hastanenin kapısından içeri giren Efe'yi, annesini ve dün Emre Bey'in ameliyatı sırada yardımcı olduğum kadını gördüm. Efe ile bakışlarımız buluştuğunda gülümsedim. Efe annesini çekiştirerek beni gösterirken gülüşüm büyüdü.

Annesiyle bakışlarımız buluştuğunda yanıma doğru gelmeye başladılar, bende onlara doğru ilerledim. "Merhaba Hazan Hanım." diye konuşan kadına kafa selamı verdim. "Merhaba. Önemli bir şey yoktur inşallah." dedim Efe'ye bakarak. Bandajı hala kafasındaydı.

"Yok, biz Emre'yi ziyarete geldik hem de Nazlı'yı yalnız bırakmayalım dedik." diye açıklama yaptığında başımı salladım. Bakışlarım hemen yanı başımızda duran Nazlı'ya çevrildiğinde Nazlı sevecen bir şekilde elini bana doğru uzattı. "Ben Nazlı. Emre'nin nişanlısıyım. Dün hoş bir karşılaşma olmadı bizim için ama sana çok teşekkür ederim, benim içimi rahatlattın."

Elini kavrayarak tuttum ve gülümseyerek sıktım. "Memnun oldum Nazlı, Hazan ben de. Bu benim görevim. Her zaman seve seve yardımcı olurum." dediğimde o da benim gibi gülümsedi.

"Dün tanışamadık ama bende Semra. Eşim, Emre ile aynı timde görev yapıyor." diyerek yaptığı açıklamayla gülümsedim. "Memnun oldum Semra hanım." dediğimde Semra hanım kaşlarını çattı. "Abla de sen bana, hanım çok resmi oldu. Hem aramızda bir samimiyet oluştu bence baksana iki gündür bizimle uğraşıyorsun."

Söylediklerine güldüm. "Sen nasıl istersen Semra abla." dediğimde kaşları eski halini aldı ve gülümsedi. Ardından bakışları elini tutan oğlunu buldu ve bana dönerek konuştu. "Dün seni bulamadık tomografi sonuçlarına başkası baktı. Hiçbir sorun yokmuş. Ancak pansuman için gelin demişti."

Söylediği şeyle hızla konuştum. "Ben yaparım Efe'nin pansumanını. Hem biz anlaştık bence. Ne dersin?" diyerek Efe'ye baktığımda Efe gülerek başını salladı. "Ama o çikolatadan tekrar verirsen."

"Ayıp oğlum, öyle söylenir mi?" diye kızan Semra ablayla birlikte elimi Efe'ye uzattım ve neşeli bir sesle konuştum. "Seve seve veririm." diyerek Semra ablaya baktım. Bakışlarındaki minnete karşı gülümseyerek ona hitaben konuştum. "Siz geçin isterseniz Emre'nin yanına. Ben getiririm Efe'yi."

"Zahmet olmasın, eğer işin varsa başka biri de halledebilir." diyen Semra ablanın kolunu sıvazlayarak konuştum. "Ne zahmeti."

Anlaşarak karar verdiğimizde ben ve Efe pansuman odasına ilerlemeye başlamıştık. Nazlı ve Semra abla da bizim tam tersi yönümüze Emre'nin odasına ilerlemeye başlamışlardı. Efeyle birlikte odaya girdikten sonra Efe'yi kucaklayarak sedyeye oturtturdum.

Eldivenlerimi giyerek Efe'ye yöneldim. Sargısını açarken bir yandan da konuştum. "Dün başın ağrıdı mı?" dediğimde Efe başını iki yana salladı. "Hayır."

Sargıyı çıkarttıktan sonra dikişlerin üzerini tentürdiyotla temizlemeye başladım. O sırada Efe'nin sesini duydum. "Emre abimi sen mi ameliyat ettin?" diye konuşan çocuğun gözlerine doğru baktım başımı eğerek. "Hayır, burada çalışan başka doktorumuz etti."

"Sende ameliyat edebiliyor musun?" dediğinde güldüm. Soru işaretleriyle bakan gözleri o kadar tatlıydı ki yanaklarını sıkmak istiyordum. "Evet edebiliyorum." dediğimde bakışlarında pırıltı gördüm. Yarasını temizledikten sonra merhemi sürerken tekrar konuştuğunu duydum.

"Benim babamda asker. Sonra Emre abim, Alparslan dayım, Barış amcam, Caner amcam, Fırat amcam bir de Kadir abim var. Onlar da asker, babamın arkadaşları." dediğinde onu dinlemeye devam ettim.

Merhemi sürdükten sonra sargı bezini tekrar kapattım ve sabit durması adına güzelce bantladım. Efe ise anlatmaya devam ediyordu. "Babam hiç evde olmuyor, onu çok özlüyorum."

Duyduğum sözlerle bakışlarımı Efe'nin gözlerine çevirdim. Gözlerindeki ifadeler küçük bir çocuk için o kadar zordu ki. Bazı şeyler uzaktan çok kolay geliyordu ama yakından gördüğümüzde aslında bu kadar basit değildi. Askerlerimiz bizi korumak için çok büyük fedakarlık yapıyorlardı. Kim bilir arkalarında kaç kişi bırakıyorlardı. Kim bilir kaç çocuk babasız, annesiz büyüyordu.

Elimdeki eldiveni çıkartarak Efe'nin yüzünü avuçlarımın arasına aldım. "Baban gerçek bir kahraman. Senin gibi çocukları, bizim gibi büyükleri koruyan bir kahraman."

Anlamadığını belirtircesine bana bakarken elimi yanaklarından çektim. Bu söylediklerimi anlamamıştı ama ileride bir gün anlayacaktı. Bu kasvetli havayı dağıtmak adına elimi Efe'ye doğru uzattım ve konuştum. "O zaman çikolata zamanı."

"Oley!" diye bağırıp sevincini dışarıya belli eden Efe elimi tutarak sedyeden aşağı indi. Onunla birlikte kafeteryaya doğru ilerlemeye başladık.

Kafeteryaya geldiğimizde ilk iş Efe'nin karnının aç olup olmadığını sormak olmuştu. Ondan aç olmadığı cevabını aldıktan sonra istediği çikolatayı almış başka istediği bir şeyin olmadığından emin olduktan sonra kafeteryadan çıkarmıştım. Emre'nin odasına doğru ilerlerken koridorda ilerleyen Alparslan üsteğmenle karşılaşmıştık. Biz onu görmüştük ancak onun arkası dönük olduğu için bizi görememişti.

"Dayı!" diyerek Alparslan'a seslenen Efeyle birlikte Alparslan üsteğmen başını bize doğru çevirdi. Bakışları ilk benimle buluştuktan sonra elimi tutan Efe'ye dönmüştü. Onu görmesiyle yüzünde büyük bir gülümseme oluşmuştu. Hiç gülmeyen yüzü Efeyle birlikte gülmüştü ve yanağındaki gamze meydana çıkmıştı. Gözlerim oraya kaydığında hızla bakışlarımı kaçırdım. Çocukları seviyordu.

Yere doğru diz çökerek kollarını açtığında Efe elimi bırakmış dayısına doğru koşmuştu. Efe kollarının arasına girdiğin onu sıkıca kucaklamış ve diz çöktüğü yerden kalkmıştı. "Aslanım, sen ne yapıyorsun burada?"

"Annem ve Nazlı ablamla Emre abimi ziyarete geldik." diye açıklama yaptı. Ardından da tekrar konuştu. "Bak dün buramı iyileştiren, sana anlattığım abla oydu." diyerek eliyle ilk önce yarasını ardından beni gösterdi.

Alparslan üsteğmenle bakışlarımız buluşurken tebessüm ettim. Yanlarına doğru ilerlerken Alparslan üsteğmenin konuşmaya başladı. "Öyle mi? Sağ olun doktor hanım."

"Rica ederim." dedim ufak bir tebessümle. Aramızda bir sessizlik olurken hemşirelerden birinin yanımıza doğru yaklaştığını görmemle bakışlarımı çevirdim. "Doktor hanım acil bir hasta geliyormuş."

Söylediği şeyle onu onayladım. "Tamam geliyorum." hemşire yanımızdan uzaklaşırken Alparslan üsteğmene dönerek konuştum. "Madem Efe'yi emin ellere teslim ettim. İşimin başına döneyim. Semra ablaya ve Nazlı'ya selamımı iletirsiniz." dediğimde başıyla beni onayladı. "İletirim."

Bakışlarımı Efe'ye çevirdiğimde yanına yaklaştım ve elimi yanağına uzatarak yavaşça okşadım. "Efecim görüşürüz. Kendine dikkat et tamam mı?" dedim göz kırparak. Efe heyecanlı heyecanlı başını salladı. "Görüşürüz Hazan abla."

Arkamı dönmeden birkaç adım geri geri ilerledim. Efe'ye el sallarken o da bana el salladı. Bakışlarımız Alparslan üsteğmenle buluştuğunda bana başıyla selam vardı. Aynı şekilde ona selam verdikten sonra geriye dönerek acil müdahale yerine koşarak ilerlemeye başladım.

Acile girdiğimde silahlı ateş yaralanmasıyla gelen bir hasta vardı. Sol göğsünden vurulmuştu ve kıyafetinden anlaşıldığı üzere çok fazla kan kaybetmişti. Kurşun çıkış yapmıştı. Solunumu yoktu o yüzden entübe* edilmişti.

(İşaretli kelimelerin tanımı en aşağıda verilmiştir.)

Eldivenlerimi giymiş yarasına müdahale etmeye çalışırken nabzının alınamadığını ventriküler fibrilasyona * girdiğini anlayarak bağırdım. "Defibrilatörü* getirin!"

Defibrilatörü gerekli şekilde birden fazla kez uyguladığımda hastanın sinüs ritmi hala alınamıyordu. Elimdekileri bırakarak kolumdaki saate baktım ve konuştum. "Ölüm saati 14.50."

Kanlı eldivenlerimi çöp kutusuna atarak acil müdahale odasından çıktım. Kapıda ağlayarak bekleyen iki kadın ve onların biraz gerisinde bekleyen üç erkek bekliyordu. Benim çıktığımı gördüklerinde hepsi bana doğru yaklaştı.

"Abimin durumu nasıl doktor hanım?" diye konuşan genç bir çocuğu gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırdım. Doktorluğun kötü yani hastalara ölüm haberini vermekti. Hastalar iyileştiğinde nasıl seviniyorsak öldüğünde aynı şekilde üzülüyorduk.

"Konuşsana doktor! Daha ne kadar bekleyeceksin!" diye bağıran adamla irkildim. Birkaç kez yutkunarak konuştum. "Buraya geldiğinde çok kan kaybetmişti, biz elimizden gelen her şeyi yaptık ama kurtaramadık. Başınız sağ olsun."

Bekleyen iki kadından feryat sesleri duyulurken yanlarından ayrılmak, onları yalnız bırakmak üzerine uzaklaşmak istedim ancak kolumdan tutularak durduruldum. Beni durduran kişi orta yaşlı, sakallı bir adamdı. "Nasıl kaybettik lan!"

"Beyefendi kolumu bırakın lütfen." dedim nazik olmaya çalışarak. Acıları vardı. Ölümü kabullenmenin ilk iki evresiydi inkar ve öfke. Kolumu elinden kurtarmaya çalışıyordum ancak o kadar sıkı tutuyordu ki kurtarmak çok zordu.

"Buraya geldiğinde yaşıyordu, ne yaptınız da öldü ulan!" diye yüzüme doğru bağırmaya devam ederken yüzümü buruşturdum. Bu yaptığı artık sınırı aşmaktı. "Biz bir şey yapmadık, buraya geldiğinde zaten durumu ağırdı!" diye bende bağırdım.

"Ne oluyor burada!?" diye bağıran Alparslan üsteğmenin sesini işittiğimde bakışlarımı karşımdaki öfkeli gözlerden çektim. Alparslan üsteğmen büyük adımlarla yanımıza ulaştığında karşımdaki adamın sesini işittim. "Bu kadın benim kardeşimi öldürdü komutan!"

Tepki vermek üzere adama döndüğümde Alparslan üsteğmenin taviz vermeyen sesini işittim. "Önce çek elini doktor hanımın kolundan." adamın eli yavaşça kolumu terk ettiğinde elimi koluma götürerek sıvazladım.

"Ne yapıyorsun sen Ferhat ağa? Derdin ne senin. Bir doktora dahası bir kadına ne biçim davranıyorsun?" diyerek bağırdı Alparslan üsteğmen. Normalde de çok yumuşak bir yapısı yoktu ancak şimdi daha sertti.

Ferhat ağa denilen adam üsteğmenin karşısında el pençe divan durduğunda gözlerimi devirdim. Böyle adamların güçleri ancak kadınlara yeterdi zaten. Nasılda çekmişti elini ondan daha güçlü birini görünce. Ne yazık ki ülkemizde çok insan vardı böyle.

"Kardeşin öldü dediler komutanım, gözüm döndü!" diye açıklama yaptığında iyice sinirlendim ama ben onun aksine bunu yansıtmayacaktım.

"Kardeşiniz buraya geldiğinde kan kaybetmişti, elimizden gelen her şeyi yaptık. Çok uğraştık." dedim sertçe. Alparslan üsteğmenin bakışları bana doğru döndü. Kaşlarını hafifçe kaldırdığında sakin olmam gerektiğini işaret ettiğini anlamıştım.

Alparslan üsteğmenin bakışları benden Ferhat ağaya döndüğünde sesini işittim. "Başın sağ olsun, doktor hanımı duydun. Yapılacak bir şey olsa neden yapmasınlar." dediğinde Ferhat ağanın bakışları bana döndü. "Kusura bakmayın doktor hanım."

Hiçbir şey demeden başımı iki yana salladım ve yanlarından uzaklaşmaya başladım. Bir özürle her şey bitiyor muydu yani? Ne olursa olsun bir insan başka bir insana böyle davranamazdı. Yine de Alparslan üsteğmene bir teşekkür borcum vardı ve bunu en kısa sürede halledecektim.

-Bölüm Sonu-

‣‣ Merhabalar, bölümü nasıl buldunuz?

‣‣ Alparslan ve Hazan hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣ Bölüm sonuyla ilgili düşünceleriniz var mı? Açıkçası ülkemizde doktorlara, hemşirelere ve diğer sağlık çalışanlarına olan şiddet arttı. Burada ona da değinmek istedim.

‣‣ Efe'yi sevdiniz mi?

‣‣ Semra ve Nazlı ile de tanıştık. Sizce Hazanla iyi anlaşacaklar mı?

‣‣ Diğer bölümlerde olacaklarla ilgili tahmininiz var mı?

 

Entübe; Entübasyon herhangi bir nedenden dolayı oluşan bir solunum sorunun aşılması için endotrakeal tüp adı verilen bir cerrahi borunun ağızdan veya burundan solunum yoluna yerleştirilmesi işlemidir. Entübasyon bireyin yeterli bir oranda nefes almasına yardımcı olacak için bir ventilatöre yani hava sağlama cihazına bağlanabilmesi için yapılır. Entübasyon yaygın olarak birey kendi solunum yolunu koruyamadığı, yardımsız kendi başına nefes alamadığı veya her iki durumun eş zamanlı geliştiği vakalarda yapılır.

Ventriküler Fibrilasyon (VF); Kalbin ventrikülünün farklı odaklarından kaynaklanan , 350-500/dakika hızında düzensiz uyarıların olduğu düzenli ve yeterli bir ventrikül kontraksiyonu olmadığı için yeterli kalp debisinin de olmadığı ,bu sebeple saniyeler içinde kardiyak arrest ile sonuçlanan yapılarak hemen müdahale edilmezse ölüme yol açan aritmidir.

Defibrilatör; fibrilasyona girmiş bir kalbin normal ritmini geri kazanabilmesi için kalbe kısa sureli yüksek değerde akım veren cihaz. Kısaca elektro şok cihazı olarak tanımlanabilir

Loading...
0%