@mutlusonsuz222
|
🖇️Selamlar, nasılsınız? 🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur. Keyifli okumalar dilerim..💖 🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen... 23.Bölüm Azra tüm hastanenin önünde tutuklanmış, pişmanlık sözleri söyleyerek polis arabasına binmişti. Ama arabaya bindiği an benimle uğraşmaya yeniden başlamıştı. Sözleri, bakışları gerilmeme neden olmuştu. Vakit kaybetmeden arabayla götürülürken Alparslan konuşarak dikkatimi dağıtmış, bakışlarımı Azra'dan çekmeme neden olmuştu. Alparslan ile bir süre vakit geçirdikten sonra ise o tabura geri dönmüş bende hastalarımın yanına dönmüştüm. Gece boyu nöbet tuttuktan sonra eve gelip biraz dinlenmiştim. Şimdi Nazlı için ikramlık şeyler hazırlıyordum mutfakta. Elimdeki hamuru yağlı kağıt serili tepsiye koyduktan sonra tepsiyi fırına koydum. Ellerimi yıkadıktan sonra üzerimdeki önlüğü çıkarttım. Mutfaktan çıkmadan evvel çalan telefonla birlikte hızla masanın üzerindeki telefonu aldım. Ekranda Alparslan'ın ismini gördüğümde yüzümde büyük bir gülümseme oluştu. "Efendim?" diyerek telefonu açtığımda Alparslan'ın sesini duydum. "Nasılsın güzelim?" Alparslan'a cevap verdim. "İyiyim, mutfaktayım. Bahsetmiştim ya Nazlı gelecek diye." dediğimde Alparslan'ın onaylayan sesini duydum. "Kolay gelsin." "Sen napıyorsun, nasılsın?" dediğimde Alparslan'ın sıkıntılı iç çekiş sesini duydum. Merakla vereceği cevabı bekledim. "Acil bir operasyon emri verildi. Birazdan yola çıkacağız. Haber vermek istedim." dediğinde içime büyük bir sıkıntı çöktü. Her seferinde bunu yaşamak garip hissettiriyordu. "Ne kadar sürecek?" dedim iç çekerek. Merakla sorduğum soruya Alparslan cevap verdi. "Maalesef ne kadar süreceği belli değil ama uzun süreceğini düşünmüyorum." dediğinde onu onayladım. "Tamam, çok dikkat et kendine olur mu? Seni bekleyeceğim." "Beni beklediğini bilmek içimi rahatlatıyor, sana gelebilmek için dikkatli olacağım." Vedalaşarak telefonu kapattığımızda telefonu tezgaha bıraktım ve derin bir iç çektim. Hala alışamamıştım bu duruma. Ama alışacaktım. Fırındaki poğaçalara bir kez daha baktıktan sonra mutfaktan çıkacağım sırada telefon zil sesimin mutfakta tekrar yankılanmasıyla birlikte telefonu elime aldım. Ekranda bilinmeyen bir numara vardı. Kararsızlıkla telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Efendim?" karşıdan bir ses gelmesini bekledim bir süre. Ama hiçbir ses gelmiyordu. Bu duruma kaşlarımı çattım. "Kiminle görüşüyorum?" diyerek tekrar konuştuğumda yine bir ses gelmemesiyle telefonu kapattım. Yanlış numara olma ihtimali büyüktü. Mutfaktan çıktıktan sonra direkt olarak odama doğru ilerledim. Nazlı'nın çıkış saati gelmişti. Eve uğradıktan sonra buraya gelecekti. O yüzden hızlıca hazırlanmaya başladım. Kısa süre sonra evin kapısı çaldığında kapıya giderek açtım. "Hoş geldin." diyerek mutlulukla karşıladım Nazlı'yı. Nazlı her zamanki gibi cıvıl cıvıl bir şekilde konuştu. "Hoş buldum, hoş buldum." İçeri geçerek elindeki pasta kutusunu bana doğru uzattı. "Ne gerek vardı, ben hazırlamıştım bir şeyler." dediğimde gülümsedi. "Tatlı yiyelim tatlı konuşalım arkadaşım." diyerek ayakkabılarını ve montunu çıkarttı. Sarılarak selamlaştıktan sonra Nazlı salona doğru geçti. Bende pasta kutusunu dolaba koyarak salona doğru ilerledim. İçeri girdiğimde Nazlı çoktan kanepelerden birine oturmuştu. Bende yanına geçerek oturdum. "Ee Nazlı hanım nasıl gidiyor evlilik." dediğimde Nazlı'nın yüzündeki gülümseme büyüdü. "Çok güzel gidiyor." diyerek işaret parmağını bükerek masaya vurdu ve ekledi. "Allah nazarlardan saklasın." Yaptığı harekete gülerken Nazlı tekrar konuştu. "Sen anlat, sizin nasıl gidiyor?" "İyi hatta çok iyi. Çok mutluyum." dedim içimdeki duyguları dışa vurarak. Nazlı tebessümle bana bakarken tekrar konuştum. "Alparslan bana çok iyi geliyor" dediğimde Nazlı konuştu. "Mutluluğun gözlerinden belli zaten. Allah mutluluğunuzu bozmasın." dediğinde cevap verdim. "Amin." "Ama ben ilk gördüğümde sizi yakıştırmıştım. Çok güzel olacağınızı anlamıştım. Tam birbirinizi buldunuz. Dediğim çıktı yine." dediğinde güldüm. "Çokta mütevazısın." Nazlı söylediğime büyükçe güldü. "Öyleyimdir huyum kurun." Nazlı'nın söylediği şeye güldüm. Nazlı da gülüşüme karşılık verirken oturduğum yerden ayağa kalktım. "Ben mutfağa gidip geliyorum." dediğimde Nazlı ayaklanacağı sırada tekrar konuştum. "Sen otur geliyorum hemen. Çaylarımızı koyacağım." Nazlı beni onaylayarak konuştu. "Çok bir şey yapmadın inşallah." dediğinde başımı omzuma doğru eğerek konuştum. "Kırkta yılda bir arkadaşım geliyor, tabii ki bir şeyler hazırladım. Hemen geliyorum." Salondan çıktıktan sonra mutfağa geçerek hazırladığım tabaklara yaş pastayı kesip koydum. Demlenen çayı bardaklarına koyduktan sonra ilk önce çayları ardından da tabakları salona götürerek Nazlı'nın ve benim önümde duran sehpaya bıraktım. Yerime oturduğumda Nazlı'ya dönerek konuştum. "Bu pastayı neye borçluyuz? Kutlama mı var?" dedim Nazlı'ya takılarak. Nazlı ise bu anı bekliyormuş gibi heyecanla konuştu. "Daha fazla dayanamayacağım ben." diyerek çantasının fermuarını açtı ve içerisinden peçeteye sarılmış bir şey çıkardı. Merakla ona bakarken elindeki peçeteye sarılı nesneyi bana doğru uzattı. Peçeteyi açarak içindeki şeye merakla baktığımda bunun hamilelik testi olduğunu gördüm. Hem de pozitif bir hamilelik testi. Şaşkınca Nazlı'ya bakarken Nazlı konuştu. "Ben bir hafta kadar gecikince test yaptım. Yanlış çıkar mı sonuçlar?" heyecanlı bir sesle sorduğu soruyla birlikte büyükçe gülümsedim. "Bu testler %97 oranında doğruyu gösterir. Kesin sonuç için kan testi de yaparız." Nazlı dediğim şeyle büyükçe gülümsedi. "Hazan çok mutluyum ben." Nazlı oturduğu yerde duramayarak ayaklandığında bende oturduğum yerden kalktım. Kollarımı Nazlı'ya dolayarak konuştum. "Ne kadar sevindiğimi anlatamam sana canım arkadaşım. Anne oluyorsun." Birçok hamilelik haberine denk gelmiştim şu güne kadar. Ama hiç yakınımdan birinin çocuğu olmamıştı. Çok güzel bir duyguydu. Hele de buradaki en yakın arkadaşım anne oluyordu. Bu daha başkaydı benim için. "Sende teyze oluyorsun." dedi Nazlı ağlamakla gülmek arasında bir sesle. Onun bu haline gülümseyerek sıkıca sarılmaya devam ettim. Dudaklarından hıçkırığa benzer bir ses geldiğinde sırtını sıvazladım. Bir süre omzumda gözyaşı dökmesine izin verdim. Ardından kollarımı sırtından çekerek gözyaşlarını temizledim. Nazlı tekrar konuştu. "Dün sabah yaptım testi ama içimde bir kuşku da oluştu. Tam sonuç için sana söylemek istedim." dedi titreyen sesiyle. Başımı sallayarak onu onayladım. "Hemen yaparız testi, istersen şimdi bile gidip yaparız. Yarın da kadın doğum uzmanımız bakar." dediğimde Nazlı onayladı. "Gidelim o zaman hadi, ben yerimde durabileceğimi sanmıyorum." Onun bu sevinçli haline güldüm. Eminim ki çok güzel bir anne olacaktı. O yüzden onu kırmayarak onayladım. "Tamam, hadi gidelim." Hızlıca evden çıktıktan sonra bir taksiye binerek hastanenin adresini verdik. Nazlı kıpır kıpırdı. Yerinde duramıyordu. Nasıl olmasındı ki zaten. İçinde bir can taşıyordu. Mucize gibi bir şeydi bu. Anne olma duygusu eminim ki çok başkaydı. Ki Nazlı'ya anne olmak çok yakışırdı. Onunla arkadaş gibi olurdu, enerjisiyle bebeğini çok iyi büyütürdü. Bana bile o kadar iyi geliyordu ki eminim kendi çocuğuna da çok iyi anne olurdu. Kısa süre sonra hastaneye vardığımızda taksinin ücretini ödeyerek içeri girdik. Acile ulaştığımızda nöbetçi olan doktora Nazlı'nın durumundan bahsetmiştik ve bunun sonucunda Nazlı'dan bir kan kalınmıştı ve onun sonucunu beklemek kalmıştı yalnıza. Hastanenin kafeteryasında sonucu beklerken merakla konuştum. "Emre'ye bahsettin mi?" dediğimde Nazlı başını iki yana salladı. Yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. "Sana söyleyip kesin sonucu alınca söyleyecektim ama biliyorsun göreve çıktılar." derin bir nefes alarak başımı salladım. "Birkaç güne gelirler, Alparslan kısa sürer demişti." Nazlı başını salladı. "Umarım öyle olur. Emre de bana kısa sürer diyor ama gitti mi bir 10 günde ancak geliyor." dedi alayla gülerek. Ardından ekledi. " Ama ne yapalım gülü seven dikenine katlanır." Nazlı'nın söylediği şeyle istemsizce gülümsedim. Haklıydı. Gülü seven dikenine katlanırdı. Bende, Nazlı'da bunu bile bile gönül vermiştik. Sonucunda sevdiklerimize kavuşmak varsa beklemeye de razıydık. "Emre çok sevinecek, zaten istiyorduk ama bilmiyorum. Kafamda karışmadı değil." diye konuşan Nazlı ile düşüncelerimden sıyrıldım. "Neden kafan karışık?" dedim merakla. Ardından ekledim. "Kafan karışmasın hiç, Emre de istiyorsa hem o sana yardımcı olur. Ayrıca el birliği ile büyütürüz bebeğimizi." dedim gülerek. Nazlı söylediğime tebessüm etse de düşünceli olduğu çok belliydi. "Ne bileyim Hazan, evet istiyorduk ama onun sorumluluğunu almak zor. Baksana babası bir gidiyor günlerce gelmiyor. Büyürken yanında bile olamayacak muhtemelen. Haberi aldığımda hiç bunlar aklıma gelmemişti ama şimdi düşününce bilmiyorum." dediğinde masanın üzerinde duran elini tuttum. "Nazlı onun babası yanında olamayacak belki ama sen daima onun yanında olup koruyacaksın. Hem biz ne güne duruyoruz? Seni yalnız mı bırakacağız aşk olsun." Sitemli bir sesle konuşurken Nazlı küçük bir tebessümle bana baktı. "Tabii ki bırakmazsınız. Hem ben seni çok rahatsız ederim merak etme." dediğinde bu sefer gülen taraf ben oldum. Az da olsa moralini düzeltmek istemiştim ve başarmıştım. Nazlı düşüncelere daldığında daha fazla üstelemedim. Anne ve baba olmak büyük bir sorumluluktu çünkü. Kafasında bir şeyleri halletmesi, kabullenmesi gerekiyordu. Kafa karışıklığını bitirmesi gerekiyordu çünkü sonradan olan çocuklara oluyordu hep. Benim gibi anne- baba sevgisi olmadan büyüyorlardı. O yüzden böyle bir sorumluluk alınmadan evvel en ince ayrıntısına kadar düşünülmeliydi. Bir saate yakın bekleme süresinden sonra sonuçlar çıktığında danışmadan sonuç kağıtlarını aldım. Nazlı ile ikimiz aynı anda kağıda bakarken Beta hCG değerinin hamilelikle uyumlu olduğunu görmemle birlikte Nazlı'ya doğru baktım. Nazlı merakla bana bakarken gülümsedim. "Hamilesin." Nazlı'nın yüzündeki gülümseme büyürken aynı zamanda ağlamaya başladığında istemsizce benimde gözlerim doldu. Onu kendime çekerek sıkı sıkı sarıldım. "Tebrik ederim canım arkadaşım." Nazlı bana sarılarak ağlamaya devam ederken sırtını okşadım. Bir süre sonra sakinleşerek benden ayrıldı ve konuştu. "Çok sağ ol Hazan, iyi ki yanımdasın." "Sende iyi ki benim yanımdasın canım benim." diyerek elimi koluna koydum ve sıvazladım. Ardından ekledim. "Kadın doğum uzmanımız Selin hanım yarın burada olur. Ondan randevu alırız." dediğimde Nazlı beni onayladı. "Olur, bir an önce öğrenmek istiyorum durumunu." dediğinde başımı salladım. "Merak etme her şey yolundadır eminim." Birlikte sevinç içerisinde hastaneden çıktıktan sonra benim evime tekrar geçmiştik. Nazlı o gece evine gitmeyip bende kalmıştı. Sabaha kadar konuşmuş, dertleşmiştik. Kah benim sorunlarımdan kah onun sorunlarından konuşmuştuk. Yeri geldiğinde birbirimize üzülmüş destek olmuş, yeri geldiğinde anılarımıza kahkahalarla gülmüştük. Sevdiğimiz adamlar aklımıza geldiğinde hüzünlenmiştik. Kısacası tüm duyguları yaşadığımız bir gece olmuştu bizim için ama böyle vakit geçirmek ikimize de çok iyi gelmişti.
◔◔◔ Nazlı'nın hamile olduğu haberini aldığımız günün üzerinden günler geçmişti. Nazlıyla ikimiz ertesi gün Selin Hanım'a gitmiş, gerekli kontrolleri yaptırmıştık. Hiçbir sorun çıkmamıştı. Her şey normal çıkmıştı. Doktor gerekli vitaminleri yazıp dikkat etmesi gereken şeylerden bahsetmişti. Nazlı'ya. Her şey iyiydi ama Alparslanlar belli bir süre operasyondan dönmeyince Nazlı'nın morali iyice bozulmuştu. Gittiklerinden bir 15 gün sonra dönebilmişlerdi ancak. Tabii Nazlı, Emre gelir gelmez haberi vermişti. Biz yanında değildik ama Nazlı'nın anlattığı kadarıyla çok güzel bir tepki vermişti Emre. Günler sonra Alparslan ve bende bir türlü çıkamadığımız yemeğe çıkma kararı almıştık. Benim kaçırılmam, vurulmam, iyileşmem ve Funda teyzelerin Diyarbakır'a gelmesi derken epey ertelemiştik yemeği ve nihayet bugüne yanı yılın son gününe denk gelmişti. Yemeğin yılbaşına denk gelmesi de ayrı güzel olmuştu. Yeni yıla birlikte girmek her şeyden daha güzel olacaktı eminim ki. Nasıl bir yere gidecektik bilmiyordum ama yine de şık bir şeyler giymem gerektiğini düşünüyordum. O yüzden üzerime siyah, boğazlı ancak göğüs dekoltesi içeren, dizlerimin biraz altında biten bir elbise tercih ettim. Buğulu bir göz makyajı ve koyu kırmızı rujla elbiseyi tamamladım. Saçlarımı kendi halinde düz bir biçimde bırakarak omuzlarımdan dökülmesine izin verdim. Siyah süet topuklu bir botla kombini tamamladım. Siyah kabanımı üzerime geçirerek çantamı omuzlarıma astım ve evden çıktım. Alparslan muhtemelen çoktan gelmişti beni almaya. Kapıdan çıktığım an arabasına yaslanıp kollarını göğsünde bağlamış olan Alparslan görüş açıma girdi. Kabanının içerisinde beyaz bir gömlek vardı ve birkaç düğmesi açıktı. Esmer teni gözler önüne seriliyordu. Yüzümde büyük bir gülümsemeyle yanına ilerlerken onun da bakışları bana doğru kaydı. Yanına yaklaştığımda yaslandığı yerden doğruldu ve gözleri ilk önce kırmızı ruj olan dudaklarımda oyalandı bir süre. Ardından göğüs dekoltemde ve sonra vücudumun kalan diğer yerlerinde dolaştı. "Nefes kesici görünüyorsun." diye fısıldadığında büyükçe gülümsedim. "Sende çok yakışıklısın. Üniforma kadar beyaz gömleğinde yakıştığını söylemiş miydim?" dedim baştan aşağı onu süzerek. Alparslan söylediğim şeye güldü. "Uzun uzun dinlemek isterim daha uzun bir zamanda." Kollarını bana doğru açtığında kollarının arasına girdim. Yanaklarımızı birbirine değdirerek selamlaştıktan sonra kollarından çıktım. Birbirimize bakarken Alparslan arabanın arka kapısına ilerledi ve kapıyı açarak içerisinden bir buket çiçek çıkarttı. Şaşkınca ona doğru bakarken elindeki çiçekleri bana doğru uzattı. "Lale sevdiğini biliyorum ama bu mevsimde ancak bu kadar oluyor." dediğinde tebessümle nergis demetini aldım. "Düşünmen bile yeter bana." "Semih'e çiçeklerin koparılmasını sevmediğinden bahsetmiştin ama evindeki çerçevelerden birinde kollarında çiçek vardı. Ayrıca kitabının arasında da kurutulmuş papatya vardı. Bende onlardan yola çıkarak Semih'e bir bahane uydurduğunu düşündüm. Yanılıyor muyum?" dediğinde şaşkınca ona baktım. Benimle ilgili şeylerde kadar dikkatli olması, söylediğim her cümleyi hatırlaması içimi kıpır kıpır etmişti. "Yanılmıyorsun, Semih Bey çiçek getirmesin diye söylemiştim ama pek işe yaramadı." Alparslan omuz silkti. "Şimdi onu konuşmayalım, zaten yeteri kadar onun yüzünü görüp sesini duyuyorum karargahta. Ben şimdi senin güzel yüzünü görmeye, sesinle kulaklarımın pasını silmeye geldim." söylediği güzel sözlerle mest olarak çiçekleri burnuma götürdüm ve kokladım. O kadar güzeldi ki. Merakla Alparslan'a bakarak konuştum. "Sen benim laleleri sevdiğimi nereden biliyorsun?" Alparslan'ın dudakları hafifçe kıvrıldı. "Kuşlar söyledi." Kaşlarım hafifçe çatılırken konuştum. "Nazlı mı söyledi?" Alparslan omuz silkerek konuştu. "Bilemem" Söylediği şeye karşılık güldüm. "Çok fenasın." Alparslan söylediğim şeyden büyükçe gülerken kapımı açarak arabaya binmeme yardımcı oldu. Ardından da kendisi şoför koltuğuna geçti. "Nereye gidiyoruz?" dedim etrafa bakarken. Alparslan göz ucuyla bana baktıktan sonra konuştu. "Sürpriz. Ama merak etme eminim ki beğeneceksin." Alparslan'ın kendinden emin ses tonuyla başımı salladım. Merak ediyordum ama eminim ki hoşuma gidecek bir yere gidiyorduk. Çünkü Alparslan beni benden bile iyi tanımaya başlamıştı. Kısa süren yolculuğun ardından bir mekanın önüne geldiğimizde Alparslan arabayı park etti. Arabadan birlikte indikten sonra çiçeğimi arka koltuğa bıraktım ve el ele tutuşarak içeri girdik. İçerinin ambiyansı o kadar güzeldi ki. Duvarlar taşlardan yapılmıştı, eski bir hamama veya eski yapı bir konağa benzer bir hali vardı. Gerçekten çok güzeldi.
Garsonun yönlendirmesiyle boş masalardan birine geçerken etrafıma bakınmaya devam ettim. Bayağı kalabalık bir yerdi. Yemeklerini bilmiyordum ama ambiyansı için bile gelinirdi bence. Üzerimdeki kabanı çıkarttığım sırada Alparslan sandalyeyi benim için çekti. Ardından elimdeki kabanı alarak sandalyeme astı. Hayranlıkla onu izlerken o da benim gibi üzerindeki kabanı çıkardı. Beyaz gömleği ve kumaş pantolonuyla çok şıktı. "Nasıl beğendin mi?" dediğinde bakışlarımı vücudundan gözlerine çıkardım. Ardından etrafa bakarak konuştum. "Gerçekten çok güzelmiş, çok beğendim." dediğimde Alparslan başını salladı. "Yemekleri de çok güzeldir, bir kere gelmiştik annemlerle. Senin de beğeneceğine eminim." Yanımıza gelen garsonla birlikte siparişlerimizi verdik. Daha doğrusu ben kendimi Alparslan'a bırakarak onun sipariş vermesini istemiştim. Çünkü burayı en iyi bilen oydu. "Ben yokken bir sorun olmadı değil mi?" diye soran Alparslan'a karşılık başımı iki yana sallayarak cevap verdim. "Olmadı, Azra tutuklanınca bir şeyler olur mu diye düşünmüştüm ama bir sorun yok." "Azra direkt olarak tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bundan sonra sana bir şey yapamaz." Beni de rahatlatan buydu zaten. Tutuklanmış olması ama işbirliği yaptığı kişilerden korkmuyor değildim. Garsonlar yemeğimizi getirdiğinde ikimizde yemeye başladık. Her şey o kadar güzeldi ki. Şalgamdan bir yudum alarak konuştum. "Haberi aldın değil mi? Emre ve Nazlı'nın." Söylediğim şeyle Alparslan gülümsedi. "Almaz olur muyum? Emre tabura geldiğinde o kadar sevinçliydi ki, baba oluyorum diye ortalığı inletti." O anlar gözümün önünde canlandığında büyükçe gülümsedim. "Nazlı da öyleydi. Ama biraz tereddütleri vardı, eminim Emre onu rahatlatmıştır." dediğimde Alparslan başını salladı. "O tereddütler, düşünceler hiç geçmez. Bir askerin sevgilisi olmak, eşi olmak kolay değil. Hasreti omuzlarında taşıyan bir adamı beklemek, her kapıdan çıkışınca acabalar ile kapıyı kapatmak, başını yastığa koyduğunda endişe ile uyuyamamak zordur." Söylediği şeylerle yutkundum. Evet çok zordu. Kalbin ağzında yaşıyordun bir kere. Kaç kere acil kapısında asker görsem içim korku doluyordu mesela. Nerede? Ne yapıyor? İyi mi? Bunların cevabını bilmemek çok zordu. Ama değerdi. Gözlerim hafiften dolarken gülümsemeye çalıştım. "Ben bunlardan gocunmam Alparslan. Aksine bana gurur veriyor senin yaptığın meslek. Ben seni beklemeye razıyım. Sonunda senin şahadet haberini alsam bile seni beklerim ben. Evet zor, çok zor ama aynı zamanda çok gurur verici." Alparslan masanın üzerinde duran elimin üzerine elini getirerek sıkıca tuttu. Yüzünde ufak bir tebessüm vardı. Ama bakışları hayranlık ve gurur içeriyordu. "İşte bu yüzden çok seviyorum seni. Arkamda beni bekleyen birinin olması benim içinde zor çünkü düşünmeden edemiyorum seni yalnız bırakırsam diye. Ama sen böyle güçlü durup beni bekleyeceğini, her ne olursa olsun bekleyeceğini söylüyorsun ya yaşadığım hissi anlatamam. Belki haksızlık bu senin için ama ben içimdeki o hisse alıştım bile. Senin için, sana dönmek için çabalıyorum. Sana bir söz verdim ben, senin her şeyin olacağım diye. Bu sözü tutmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Sana dönmeye çalışıyorum." Elimin tersiyle akan gözyaşımı sildim ve gülümsedim. "Sen zaten benim bu hayatta sahip olduğum tek iyi şeysin. Annemin, babamın yapmadığını yaptın bana. Her anımda destek oldun seni nasıl sevmem ki ben, nasıl beklemem? Hep geri dön bana sevgilim. Ne olursa olsun seni bekleyeceğimi bil ve dön." Alparslan elimi tutarak dudaklarına götürdü ve uzunca öptü. Ardından da konuştu. "Nereden açıldı bu konu? Durup dururken senin de üzülmene sebep oldum." kendi kendine kızarken gülümseyerek yüzüne baktım. Evet konuştuklarımız canımı acıtmıştı ama konuşulması da gerekiyordu. Biz bir yola çıkmıştık. Kafasında soru işareti kalmasını hiç istemiyordum. Yemeğimize geri dönerken aramızda bir süre sessizlik oluştu. Ardından Alparslan'ın sesini tekrar duydum. "Nazlı ve Emre'nin haberini kutlamak için topluca yemeğe çıkalım diyoruz. Tim arkadaşlarımız, Nazlı, ablamlar ve istersen sen. Ne dersin?" "Çok isterim, günü belli mi?" dediğimde Alparslan başını iki yana salladı. "Şimdilik belli değil ama mutlaka senin müsait olduğun bir güne ayarlarız." dediğinde gülümsedim. Alparslan tekrar konuştu. "Buraya gelmeden annemle konuştum. Bol bol selam söyledi, bir gün mutlaka Aydın'a bekliyormuş." "Sağ olsun, belki yazın gideriz. Sende izin alabilirsen eğer." dedim beklentiyle Alparslan'a bakarak. Alparslan başını salladı. "Olur, tabii. Bende ne zamandır gitmedim oraya. Buradan uzaklaşmak ikimize de iyi gelir. Az buz şeyler yaşamadık sonuçta." "O zaman ilk tatil planımızı da yapmış olduk böylece." dedim sevinçle. Alparslan benim sevinçli halime büyükçe gülümsedi. "İlk ama son olmayacak." Güzel bir sohbet eşliğinde yemeğimize devam ettikten sonra mekanın kapalı olan terasına çıkmıştık. Şehir manzarası eşliğinde çaylarımızı içmeye başlamıştık. Böyle uzaktan bakıldığında ne kadar da güzeldi şehir. Bazı evlerin ışıkları yanıyordu, kim bilir içeride neler oluyordu? Belki kahkahalar yankılanıyordu, belki de büyük hüzünler vardı. "Bir arkadaşından bahsetmiştin çerçevedeki resme bakarken." diye söze başlayan Alparslan ile birlikte bakışlarımı camdan ona doğru çevirdim. "Evet, Zeynep." diye tamamladım onun sözünü. Alparslan başını salladı. "Onunla görüşüyor musunuz?" Alparslan'ın sorduğu soruyla derin bir iç çektim. "Çok fazla görüştüğümüz söylenemez araya mesafeler girince ister istemez bir uzaklık oluşuyor." Alparslan başını olumlu anlamda salladı. Ben sözlerime devam ettim. "Onunla üniversitenin başında tanıştık. Yakın arkadaş olduk. Sonra mezun olunca farklı hastanelerde çalışmaya başladık ama sonuçta aynı şehirdi aramızdaki iletişim kopmadı. Şimdi o İstanbul'da özel bir hastanede çalışıyor. Bende buradayım." "Olsun çok yakınsanız yine de aranıza mesafeler girmez." dediğinde başımı salladım. Haklıydı. Araya mesafeler girse de konuştuğumuzda eskisi gibi olmalıydık. Dostluk böyle bir şeydi. "Yine de üzülmüyorum arkadaşımdan uzak kaldığım için çünkü burada da bir çok kişiyle tanıştım. Nazlı, Buse, Semra abla arkadaş oldular bana. Bir de sen varsın tabii. Hatta Fırat ve Barış da arkadaşım gibi. Bir de Emre." Alparslan söylediğim şeye güldü. "Benden önce Barışla arkadaş oldun zaten." dedi Alparslan sitemli bir sesle. Söylediğine gülerek konuştum. "Çok cana yakındı. Direkt samimiyet kurduk. Kıskandın mı yoksa?" dediğimde Alparslan omuz silkti. "Hayır ama ben bile zar zor seninle iletişim kurarken onun pat diye samimiyet kurması rahatsız etmişti beni o zamanlar." "Geçmişte ne olduysa oldu." dedim gülümseyerek. Ardından ekledim. "Sonuçta şuan yanımda sen varsın, elimi sen tutuyorsun." dediğimde Alparslan da muzip bir şekilde gülümsedi. "Elini tutan hep ben olacağım." Gülümseyerek birbirimize bakarken Alparslan konuştu. "Tim arkadaşlarımın hepsi öyledir. Hepsi cana yakın, komiklerdir." dediği şeyi onayladım. Ben hepsiyle birebir konuşmamıştım ama Alparslan söylüyorsa öylelerdir. "Ama Fırat ayrı benim için biz onunla yıllardır dostuz. Kuleli 'de okurken tanıştık." dediğinde şaşkınca Alparslan'a baktım. Bu kadar önce tanıştıklarını beklemiyordum. Alparslan devam etti sözlerine. "Sonra Kara Harp Okulu'na gittik birlikte, mezun olunca özel kuvvetler eğitimini de birlikte aldık. Sonra ben Şırnak'a o Hakkari'ye gitti. Ama iletişimimiz kesilmedi hiç. Yıllar sonra da Diyarbakır'a geldik." "Aranızda büyük bir bağ olduğunu görebiliyordum ama bu kadar eskiye dayalı bir şey olduğunu bilmiyordum." dediğimde Alparslan gülümsedi. "Babası da askerdi. Fuat amca. Hatta babamın arkadaşıymış. Biz Kuleli'den mezun olmadan önce şehit oldu." dediğinde gözlerimi kapattım sıkıca. Hiç böyle bir şey beklemiyordum. "Başınız sağ olsun." dediğimde Alparslan kafasını salladı. "Vatan sağ olsun." "Neyse kötü konulardan bahsetmeyelim." diyerek konuyu kapattı Alparslan. Bende ona uyum sağlayarak telefonumdaki saate baktım ve konuştum. "Yeni yıla girmemize az bir süre kaldı." dedim. Gece yarısına bir saat kalmıştı. Zaman ne çabuk geçmişti anlamamıştım bile. Benim söylediğime karşılık Alparslan konuştu. "O zaman verdiğim sözü yerine getirmenin vakti geldi." dediğinde anlamayarak ona baktım. Alparslan bakışlarıyla camı işaret edince başımı cama doğru çevirdim. Kar yağıyordu. Hevesle Alparslan'a baktığımda Alparslan oturduğu yerden kalktı. "Hadi çıkalım dışarıya." Söylediğini onaylayarak üzerime kabanımı giydim. Ardından Alparslan'ın bana uzattığı elini tutarak merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Dışarı çıktığımızda lapa lapa kar yağıyordu. O kadar güzeldi ki. Ağaçların üstü, yerler hafiften bembeyaz olmaya başlamıştı bile. Alparslan üşümemem için tuttuğu elimi cebine koyarken ona iyice yaklaşıp başımı koluna yasladım. Karın altında el ele yürümek, doğayı dinlemek çok güzeldi. "Sen görevdeyken yağmaya başlamıştı kar. Keşke yanımda olsan diye düşünmüştüm o an." dediğimde Alparslan konuştu. "Bak şimdi yanındaydım, el eleyiz." dedikten sonra ekledi. "Mesajlarını da okudum bu arada. O kadar iyi geldi ki anlatamam." Başımı hafifçe kaldırarak Alparslan'a doğru baktım. "O zaman hep atarım. Bıktırırım seni." dediğimde Alparslan güldü. "Senden bıkmak mı? Hiç sanmıyorum." Keyifle sırıtarak başımı omzuna tekrar yasladım. Kar taneleri üzerimize düşüyordu ama ortam o kadar güzeldi ki bunu umursamıyordum bile. "Bu yıl benim için hep özel olacak." diye konuşan Alparslan ile birlikte duraksadım. Kafamı kolundan kaldırıp yüzüne bakarken Alparslan iki elimi de tutarak bana doğru döndü. "Çünkü senin bana geldiğin, bizim birlikte olduğumuz yıl." dediğinde gülümsedim. "Tek bu yıl değil daha bir sürü güzel yıllarımız olacak." dedim ona karşılık olarak. Alparslan başını salladı gülümseyerek. "Seni tanımadan önce, tek amacı mesleğimi yapmak ve sonrasında şehit olmak olan bir adamdım. Ama sen geldin, bana aşkı tattırdın. Senin bir gülüşün için bile nasıl çabalayacağımı öğrettin bana, bir insanın kokusunda nasıl dinlenilir, gözlerinde nasıl kaybolunur öğrettin." Yüzümde hayranlıkla küçük bir tebessüm oluştu. Ama gözlerim dudaklarımın tam tersine gözyaşlarıyla dolmaya başlamıştı bile. O kadar güzel sözler söylüyordu ki. Her kadının sevdiği adamdan duymak istediği şeyleri söylüyordu. Ben o kadar şanslı bir kadındım ki karşıma Alparslan gibi beni çok seven biri çıkmıştı. Kalbimin yerini bana tekrar hatırlatmıştı. "Yalnızca bu yıl değil, yaşayacağım tüm yıllar da yanımda olmanı istiyorum. Kokunla, sevginle her daim sar beni bir tanem. Tüm yıllarımız birlikte olsun, ellerimiz hiç ayrılmasın." dediğinde gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Elleri direkt olarak yüzüme çıktığında gözyaşlarımı nazikçe sildi Alparslan. Alnını alnıma yasladığında konuştum. "Sen benim başıma gelen en güzel şeysin Alparslan. Bana yalnızlığı unutturan, yanımda oluşunla tüm zamanımı huzurlu kılan adamsın. Ellerimiz hiç ayrılmasın sevgilim. Seni çok seviyorum." Alparslan gözlerini usulca açarak bana baktı. Ardından fısıltı şeklinde mırıldandı. "Bende seni çok seviyorum." Bakışları dudaklarıma kaydığında elimde olmadan yutkundum. İzin alırcasına tekrar gözlerime baktığında gözlerimi kapatarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım usulca. Bir süre öylece dururken Alparslan belimden tutarak beni kendine doğru çekti. Ellerimi ensesine götürerek saçlarının arasından parmaklarımı geçirdiğimde Alparslan alt dudağımı kavradı. Bir sokak lambasının altında, üzerimize lapa lapa karlar yağarken anın büyüsüne kapılmıştık ikimizde. Dudaklarımız büyük bir hasretle birbirine tutunmuş bir ahenk içinde dans ediyordu sanki. Yıllar sonra yaşadığım bu his içimde volkanlar patlamasına neden olmuştu. Ama bu hissi hiçbir şeyle değişmezdim. Yazarın anlatımından Buse ve Fırat, Hazanla Alparslan'ın yemek yediği saatlerde Buse hastanenin içerisinde nöbette idi. Hemşire arkadaşlarından biri nöbetini ona devrettiği için yılbaşında hastanede kalmak durumunda kalmıştı. Bundan da hiç gocunmuyordu çünkü yılbaşını geçirebileceği kimse yoktu yanında. Annesi ve babası ondan kilometrelerce uzaktaydı. Onlarla telefonla konuşacaktı. Ona verilen odadaki hastanın damar yolunu, tansiyonunu ve serumunu kontrol ettikten sonra odadan çıktı. Acil bugün rahat geçiyordu. Saatin 00.00'ı göstermesine 20 dakika kadar bir süre kalmıştı. Koridorda ilerlerken etrafına bakındı nöbette olan diğer arkadaşlarını göremedi. Şansına bugün ne Eren buradaydı ne de Hazan. O yüzden kafeteryaya giderek kendine bir kahve aldı Buse. Üzerine kabanını geçirip dışarı çıktı. Yeni yılı kendi başına beklemeye karar verdi. Boş olan banklardan birine oturduktan sonra kahvesinden birkaç yudum içti. Bu soğukta iyi gelmişti. Hava karlıydı. Her an kar yağabilirdi. Bu havayı çok sevdiği için ciğerlerine büyük bir nefes çekti. "Bugün hava olması gerektiğinden daha güzel bence." yanı başından gelen sesle birlikte irkildi Buse. Bu sesin sahibini tanıyordu, kabul etmek istemese de kalbinin hızla çarpmasına neden oluyordu bu ses. Başını sesin sahibine doğru çevirdi. Fırat'a. Buse daha bir şey söyleyemeden Fırat tekrar konuştu. "Oturabilir miyim?" "Tabii." dedi Buse bankta biraz kayarak. Fırat bankın ucuna doğru oturarak karşıya doğru bakmaya başladı aynı Buse gibi. Buse merakla konuştu. "Sizi buraya getiren ne üsteğmen?" Fırat, Buse'nin umursamaz ses tonuna karşılık tebessüm etti. "Yeni yıla seninle girmek istemem." Buse aniden bakışlarını Fırat'a çevirdiğinde göz göze geldiler. Buse Fırat'ın söylediği cümleye diyecek bir şey bulamıyordu. Fırat ise Buse'nin sessizliği karşısında biraz daha umutlarını tüketiyordu. "Vazgeç bu işten." dedi Buse Fırat'a doğru bakmadan. Fırat Buse'nin söylediği şeyle kaşlarını çattı. Buse genelde sessizdi, Fırat'ın söylediklerine cevap vermezdi ama bu sefer sesi çok keskin çıkmıştı. Bu sertlik çok şaşırttı Fırat'ı. "Ne vazgeçmesinden bahsediyorsun?" dedi Fırat da aynı sertlikle. Ardından devam etti. "Oradan bakılınca vazgeçecek gibi mi duruyorum. Vazgeçecek olsaydım çoktan vazgeçerdim zaten." Buse başını Fırat'a doğru çevirerek dudaklarını yaladı. "Fırat biz ikimiz olamayız anlamıyor musun?" dediğinde Fırat alayla güldü. "Anlamıyorum, anlamıyorum Buse. Anlat da anlayım." diyerek derin bir nefes aldı Fırat. Aslında Buse, Fırat'ı anlamıyor değildi. Anlıyordu. Fırat'ın kendine karşı hissettiği duyguları epey önce fark etmişti. Ama hiç anlamamış gibi davranıyordu. Çünkü korkuyordu. Bir askerle beraber olmak onu korkutuyordu. Kendisinin de ona karşı hisleri vardı. Ama bunu ona söyleyemiyordu. Bir askerle olmak zordu, ne gecesi ne gündüzü belliydi. Günlerce, haftalarca ve hatta aylarca gidip gelmiyordu. Buna dayanıp dayanamayacağını bilmiyordu Buse. Bir yola çıktıktan sonra da ben yapamıyorum deyip Fırat'ı ardında bırakmak istemiyordu. "Ben seni sevmiyorum." dedi kısaca Buse. Ama bunu tabii ki yürekten söylememişti. Fırat'ın gözlerine bile bakamamıştı bunu söylerken. Fırat duyduğu üç kelimelik cümleyle gözlerini kapattı. Karşındaki kadını kendisine duyguları yok diye suçlayamazdı ama yine de canı çok acımıştı. "Bakışlarından bile bunun doğru olmadığını biliyorum. Senin içinde kabullenemediğin başka şeyler var. Bana söylesen keşke." Buse başını Fırat'a çevirdi hızlıca. "Fırat daha fazla zorlama lütfen. Ben söyleyeceğimi söyledim." Fırat buruk bir gülümsemeyle başını salladı. "Öyle olsun. Ama şunu unutma sen ne zaman bana gelmek istersen benim kollarım her daim senin için açık olacak." Fırat oturduğu yerden kalkarak kolundaki saate baktı. Saat tam 00.00'dı. "Yeni yıldan dileğim gözlerinin hüzünle değil mutlulukla parlaması. Hep gülümsemen. Çünkü ben gözlerinin içindeki o parıltıya ve dudaklarındaki o tebessüme vuruldum." Fırat başka hiçbir şey söylemeden banktan kalkarak arabasına doğru ilerlemeye başladı. Buse ise biraz önce onun ağzından duyduğu sözlerde takılı kalmıştı. Bir adam bu kadar güzel sevebilir miydi? Peki aşk her şeyin üstesinden gelir miydi? Tüm korkuların, tüm dertlerin ve tüm olumsuz düşüncelerin. Bunun cevabını ikisi de çok kısa zamanda öğrenecekti.
◔◔◔ Hazan Eraslan'ın anlatımından, Yüzümdeki sırıtma ile hastanenin koridorunda ilerlemeye devam ettim. Dün gece o kadar güzel geçmişti ki kelimelere bile dökemiyordum. Hayatımda geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. Tabii mutluluğumun bir diğer sebebi de sabahtan Alparslan ile buluşmamızdı. Birlikte kahvaltıya gitmiş ve çok güzel vakit geçirmiştik. "Hazan ikidir sana sesleniyorum?" diye konuşan Eren'in sesini duyduğumda düşüncelerimden sıyrıldım. Bakışlarımı ona çevirirken Eren konuştu. "Ne o üsteğmeni mi düşünüyordun yoksa?" Söylediği şeye utanarak güldüm. Ardından da konuştum. "Bir şey mi oldu?" "Geçen gün ameliyat ettiğin hasta seni görmek istiyor onu söyleyecektim." dediğinde merakla Eren'e baktım. Birçok hasta ameliyat etmiştim geçtiğimiz günlerde. Eren de benim hatırlayamadığımı anlamış olacak ki tekrar konuştu. "Şu yaralı olarak getirilen polis kadın." dediğinde içimi büyük bir hüzün kapladı. O gün onu çok zor bir şekilde sakinleştirmiştik. Kocası durumu söylediğinde çok üzülmüştü, krize girmişti ancak sakinleştirici enjekte ederek sakin olmasını sağlamıştık. Eşinin de morali çok bozuktu ama her şekilde karısının yanında olmaya çabalamıştı. Böyle insanları gördükçe seviniyordum. Hastanın yanına gittiğimizde yaralarını kontrol edip beni neden görmek istediğini sormuştum. Bol bol teşekkür etmişlerdi. Tabii ki böyle durumlarda hasta her zaman anlayışlı olmuyordu. Bazen suçu bizden biliyorlardı. Ama bu sefer böyle olmamıştı. Hasta kabullenmişti. Tabii ki psikolojik bir destek alması da şarttı. Bu durumu ancak o zaman sağlıklı bir biçimde atlatırdı. Esma Hanım'dan sonra diğer hastaların odasını da teker teker gezerek taburcu olması gerekenleri taburcu etmiş, kontrol edilmesi gereken hastaları kontrol etmiştik. Şimdi ise Erenle birlikte kafeteryaya ilerliyorduk. Eren'in konuşmasıyla dikkatimi ona doğru yönelttim. "Azra'nın böyle bir şey yapmasına inanamıyorum." Eren'in söylediği şeyle derin bir nefes aldım. Kesinlikle bende beklememiştim böyle bir şey. Eren devam etti sözlerine. "Hayır seninle uğraştığını biliyordum da bu kadarını tahmin edemezdim. Resmen teröristlerle iş birliği yapmış. İnanılmaz yani." Başımı sallayarak Eren'i onayladım. "Başta bende inanamadım zaten. Ama kendi ağzıyla söyledi." Eren başını iki yana sallayarak konuştu. "Bir insan bu kadar mı kötü olur? Resmen öldürtecekti seni. Hastaneye getirildiğindeki halini biz biliyoruz. Çok kötüydü." "Neyse boş verelim bunları. Sen anlat biraz da." dediğimde Eren bana baktı. "Ne anlatayım be Hazan. Öyle işten eve, evden işe gidip geliyorum." dediğinde güldüm. Eren ise güldüğüme bozulmuş olacak ki alınmış bir biçimde konuştu. "Gülme Allah aşkına. Tabii sizin tuzunuz kuru hanımefendi. Kaptınız kapı gibi üsteğmeni." Söylediği şeyle daha çok gülerken konuştum. "E sana da bulalım birisini. Yok mu hiç aday?" Eren söylediğim şeyle derin bir iç çekti. "Geçen sene vardı biri, bayağı hoşlanıyordum kendisinden ama tayini çıktı maalesef." dediği şeyle birlikte dudaklarımı birbirine bastırdım. Eren'den hiç böyle bir şey duymayı beklemiyordum. "Yapma ya kötü olmuş." "Ondan sonra da karşıma biri çıkmadı zaten." dediğinde konuştum. "Belli olmaz bu işler, karşına ne zaman birinin çıkacağını bilemezsin." dediğimde Eren başını salladı. Ama hiç umudunun olmadığı belliydi. Erenle ikimizin aynı anda çağrı telefonuna bildirim geldiğinde kafeteryadan çıkarak acile doğru ilerlemeye başladık. Acil müdahale odasının kapısına ulaştığımda kapıdan içeri giren kişi görmeyi en son beklediğim insandı. Yıllardır hiç görmediğim, haberini dahi olmadığım kişiydi. "Kerem."
Bölüm Sonu ‣‣‣Bölümü nasıl buldunuz sevgili okurlarım? Beğendiniz mi? ‣‣‣Herkesin beklediği, nerede kaldı bu dediğiniz kiss sahnemiz sonunda geldi. Nasıldı? ‣‣‣Alparslan ve Hazan sahneleri nasıldı? ‣‣‣Hazanla Alparslan'ın gittikleri mekanı beğendiniz mi? Gerçekten Diyarbakır'da böyle bir yer varmış haberiniz olsun. Bir gün yolunuz düşerse gitmek istersiniz belki. İsmi Fırın-Ci Sur diye geçiyor. ‣‣‣Buse ve Fırat sahnesini ilk defa yazdım beğendiniz mi? Sizce araları ne zaman iyi olur? ‣‣‣Bu bölüm Fırat'ın aile hayatını da öğrenmiş olduk. Nasıldı? ‣‣‣Hazanla Nazlı sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Tahmin eden okuyucularımı da ayrı tebrik ederim:) ‣‣‣Bölüm sonunda geçmişten biri geldi; Kerem. Sizce neler olacak bir tahmininiz var mı? ‣‣‣İnstagram'da kitaplarımız için hesabımız var: mutlusonsuz222_ yöneten benim, soracağınız soruları falan cevaplarım oradan seve seve. Bölümle ilgili düşüncelerinizi merakla bekliyorum.. Görüşmek üzere❤️ Hazan'ın giydikleri; Alparslan, |
0% |