@mutlusonsuz222
|
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur.. Keyifli okumalar dilerim💖 🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın.. 29.Bölüm Yazarın anlatımından, Semih bakışlarını demir parmaklıkların üzerinde gezdirdi. Tutuklanalı birkaç saati geçmişti ancak yanına ne gelen vardı ne giden. Sorguya alındıktan sonra hiçbir şey söylememiş ve bunun sonucunda bu parmakların arkasında tutsak edilmişti. Düştüğü durumu görüp sevinmek için ilk Alparslan'ın geleceğini düşünmüştü. Az çektirmemişti ona. Hem hesap sorar hem de karşısında keyifle oturur diye düşünmüştü ama hiçbir şey beklediği gibi olmamıştı. Ne gelen vardı ne giden. Nerede hata yaptığını düşünüyordu. Her şeyi kafasında planlamıştı. Hazan, Alparslan'dan ayrılsa da ayrılmasa da belgeleri teslim edecekti Harun Yarbay'a. Hazan'ın ayrılmayı kabul edeceğine de emindi çünkü insanların sevdikleri için ayrılığı bile göze aldığını görmüştü. Hazan, Alparslan'dan ayrılacaktı. Alparslan'ın dikkati dağılacaktı. Ayrıca görevden de uzaklaştırıldığında Semih her şeyi daha kolay halledecekti. Alparslan ayağına bağ olduğu için işlerini halledemez olmuştu. Terör örgütünün bir ayağı da Semihti. Bazen gizli bilgileri onlara aktarıyordu. Suçu da usulüne göre ayarlayıp başka bir askerin üzerine atıyordu. Bunu aralıklarla yaptığı için dikkat çekmiyordu. Ta ki Alparslan'ın bazı şeyleri araştırmaya başlamasına kadar. Alparslan işin içine girdiğinde planları suya düşmüş, bilgi götüremez olmuştu. Bu da örgütün onu tehdit etmesine sebebiyet vermişti. Alparslan'ı ekarte etmek için ilk başlarda onu sinirlendirmeyi, sabrını taşırarak usulsüzlük yapmasını istemişti. Ama ne yaparsa yapsın Alparslan'ın sabrıyla karşılaşmış ve işini halledememişti. Ta ki Hazan, Diyarbakır'a gelene kadar. Başlarda Hazanla tanıştığında iyi anlaşabileceklerini düşünmüştü, hem doktor hem de çok güzel bir kadındı Hazan. Yeri geldiğinde kendini savunan, yeri geldiğinde sessizleşen bu kadından içten içe hoşlanmaya başlamıştı. Ne zaman ki Hazan'ın Alparslan'a karşı duyguları olduğunu fark etmiş işte o zaman Semih için ipler kopmuştu. Kızın gözleri Alparslan'a bakarken parlıyordu ve hayranlığını gözleriyle bile belli ediyordu ama kendine bakarken hiçbir şekilde bu parıltıları görmemişti Semih. Mesafeli ve soğuk bakışlarını gösteriyordu Hazan hep ona. Alparslan ile konuşurken sürekli gülümseyen Hazan, Semih'in yanında nezaketen gülümsüyordu, resmiyetini hiç bozmuyordu. Alparslan işini baltalamakla kalmıyor ayrıca hoşlandığı kadını da kendinden uzaklaştırıyordu Semih'e göre. Bu yüzden içten içe daha da hırslanarak, sevgisini hiçe saymıştı. Sırf Alparslan'dan kurtulmak için Hazanla uğraşmayı seçmişti. Laflarıyla, çiçekleriyle rahatsız etmeye başladıktan sonra Kerem'i işin içine katması ve son olarak da ayrılması için tehdit etmesiyle devam etmişti yaptıkları. Son hamlesini yaparken Hazan'ın zekasını hesaba katamamıştı. Tek bir cümlesi, her yerde gözüm kulağım var demesi tüm planını alt üst etmişti. Tabii Hazan'ın Alparslan'a her şeyi anlatacağını da hesaba katmamıştı. Telefonlarını dinletirken her şeye şahit olmuştu, aşklarına, tartışmalarına, aralarındaki güvene. Ama bir gün yaptığı bu şeyin ortaya çıkacağını hiç düşünmemişti Semih. Gafil avlanmıştı. Hazan'ı tehdit ettiği gün dinlediği kayıtlarda da bir şeyden şüphelenmemişti. Ne güzelde oyuna getirmişlerdi Semih'i. O hırsla Semih silahı çekmiş ve kendini daha da çıkmaza sürüklemişti. Kapıdan içeri giren polis memuru ile bakışlarını ona çevirdi Semih. Polis masanın başında oturmuş bekleyen arkadaşına yaklaşarak konuştu. "Kenan, hadi sende çıkıp dinlen biraz. Ben dururum burada." Kenan başını sallayarak arkadaşını onayladı. "Sağ ol, ben beş dakikaya gelirim. Hanımı aramam lazım." "Ara sen, rahat rahat konuş." dediğinde Kenan masadan kalkarak kapıdan dışarıya çıktı. Yeni gelen polis memuru bakışlarını Semih'e yönlendirerek parmaklıkların önüne doğru ilerledi. "Su ister misin?" diyerek Semih'e bakarken Semih başını salladı. Buraya geldi geleli hiçbir şey içmemişti ve epey susamıştı. Polis odadan dışarı çıkıp bir bardak suyla geri dönerek Semih'e bardağı uzattı. Semih bardağı alıp yudum yudum sudan içerken polis memuru gülümsedi. "Aslan Beyin çok selamı var. Gittiği yerden bize kart atsın dedi." Semih duyduğu isimle birlikte içtiği suyu püskürtse bile suyun yarısından fazlası midesine inmişti bile. Midesinden boğazına kadar bir yanma hissederken elini boğazına götürüp bu acıdan kurtulmaya çalıştı. Acı o kadar kötüydü ki nefesini kesmeye başlamıştı çoktan. Kalbi inanılmaz şekilde hızlı atmaya, gözleri acıdan kaymaya başlamıştı. Yüzü, vücudu kıpkırmızı olmuştu. Can havliyle konuşmaya çalışsa da konuşamamıştı çünkü zehir çoktan tüm vücuduna yayılmış onu öldürmeye başlamıştı bile. Nefesi kesilip bilinci kapanırken artık ayakları onu taşıyamaz hale gelmiş ve yere yığılmıştı. Bir süre sonra da kalbi durmuş ve oracıkta ölmüştü. Polis memuru, eldivenlerini giyerek parmaklıkların kapısını açtı ve içeri girdi. Semih'in nabzını kontrol ettikten sonra öldüğüne emin olarak cebindeki jileti çıkardı. İki bileğine de kesikler atarak jileti Semih'in avucunun içine bıraktı. İçinde zehir olan bardağı alarak arkasında iz bırakmadan kapıyı kilitledi ve odadan çıktı. Semih'in tutuklu olarak bulunduğu odada başka tutuklunun olmaması ve kamera görüntülerinin de imha edilmesiyle arkalarında tek bir tanık bırakmışlardı. O da polis memuru Kenan'dı. Çok vakit geçmeden ondan da kolayca kurtulacaklardı...
◔◔◔ Hazan Eraslan'ın anlatımından 3 ay sonra, Semih'in intihar haberinin üzerinden 3 ay geçmişti. Alparslan beni bırakıp tabura gittiğinde uzun bir süre şaşırıp kalmıştım. Neden böyle bir şey yapmıştı hiçbir şey anlamamıştım. Psikolojisi bozuktu ve tedaviye ihtiyacı vardı evet ama bu kadar ileri gideceğini hiç düşünememiştim. Başlarda mesleğinden olduğu için intihar ettiğini düşünsem de bunun böyle olmadığını çok sonra anlamıştım. Semih çok kötü işlere bulaşmıştı. Yalnızca Alparslan'ın söylediği cümleyle bunu anlamıştım. 'Semih'in terörle bağlantısı doğrulandı.' Alparslan'ın söylediği cümle buydu. Bu cümle aklımda acaba Semih öldürüldü mü sorusunu oluştursa da Alparslan bana hiçbir şey söylememişti. Bende üstelememiştim. Muhtemelen gizli bir bilgi olduğu için benimle paylaşamamıştı ve paylaşamazdı da. Azra terörle iş birliği yaptığında ne kadar şaşırsam da Semih'te apayrı şaşırmıştım. O bir askerdi. Tabii asker demek doğru olmazdı, o bir haindi. Ama bunca yıllık meslek hayatında kaç çatışmaya girmişti, kaç arkadaşını şehit vermişti. Onlara yardım ederken hiç mi vicdanı sızlamamıştı? Hiç mi içi acımamıştı? Bunu anlayamıyordum. Hangi çıkar uğruna arkadaşlarının canını tehlikeye atmıştı merak ediyordum ama öğrenmem imkansıza yakındı. Bunu yalnızca Semih biliyordu ve o da artık bu dünyada değildi. Geçtiğimiz 3 ay da sıkıcı olayların yanı sıra iyi şeyler de yaşamıştık. Mesela Nazlı ve Emre'nin bebeklerinin erkek olduğunu öğrenmiştik. Buse ve Fırat artık birbirlerine daha da alışmış artık el ele sokaklarda dolaşıp gayet rahat bir biçimde bizimle vakit geçiriyordu. Kader'e o kötülüğü yapan şahsın yeri bulunmuştu ama polislere silah çekip çatışmaya girdiğinde vurularak etkisiz hale getirmişti. Ağır bir yara aldığından dolayı da ölmüştü. Neyse ki Kader'in babası hastanedeki gibi sakin kalmış, kızına ve karısına hiç bir şey yapmamıştı. Onlarla da hala iletişim halindeydi, bir şeylere ihtiyaç duyduklarında mutlaka yardımcı olacaktım. Alparslan ile ikimize geldiğimizde ise her şey çok güzeldi. Sevgimiz katlanarak büyümüş ve tüm hızıyla devam ediyordu. Tüm zorluklardan sonra rahatça nefes almış, aşkımızı doyasıya yaşıyorduk. Bence bunca çileden sonra bunu çoktan hak etmiştik. Günlük koşturmacalarımızdan vakit bulup el ele sokaklarda gezmiştik, sinemaya gitmiştik, yemeklere çıkmıştık. Kısacası her şey çok güzel ilerliyordu. Arkamdan belime sarılan kaslı kollarla birlikte düşüncelerimden sıyrıldım. "Günaydın." Alparslan'ın uykulu sesini duyduğumda gülümsedim. "Günaydın, keşke biraz daha uyusaydın. Ben kahvaltı hazır olunca uyandıracaktım seni." Dün akşam görevden yeni dönmüştü. 20 gündür dağ taş gezdiği için çok yorgundu. Biraz daha uyuyup dinlenmesini istemiştim ama pek başarılı olamamıştım anlaşılan. "Yanımdan kalktığını hissettim, uyuyamadım sonra da." diyerek burnunu boynuma yaklaştırdı ve derin bir nefes aldı. "Ayrıca kokun olmadan uyumak zor." diye ekledikten sonra dudaklarını boynuma bastırarak öptü. Huylanarak gülerken Alparslan çenesini omzuma yasladı. "Erken uyanmaya alışmışım, yatakta dönüp durarak seni rahatsız etmek istemedim. Çok yorgunsun, dinlenmen gerekiyor." dediğimde Alparslan konuştu. "Dinlendim zaten, sen yanımdaysan ben hep dinleniyorum ki." dediğinde yüzümde güller açtı. Sabah sabah böyle sözler duymak ne güzeldi. "Peki sen, sen rahat mıydın?" diyen Alparslan ile birlikte bakışlarımı ona doğru çevirdim. Hafifçe kaşlarımı çatarak konuştum. "Pek rahat sayılmazdım, öyle sıkı sıkı sardın ki beni kıpırdayamadım bile." şakayla söylediğim sözlerle Alparslan kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi? O zaman bundan sonra daha sıkı sarılırım sana, içime sokacakmış gibi." Söylediği şeye gülerek kollarının arasında döndüm ve yüzümü ona doğru çevirdim. Ellerimi ensesinde koyarak gözlerinin içine baktım. "Hep öyle sarıl bana, beni öyle sıkıca sardığında kendimi o kadar güvende hissediyorum ki. Sanki hiçbir şey beni üzemez, korkutamaz." "Ömrümün sonuna kadar, sen ne zaman istersen bu kollar her zaman senin etrafında olacak. Yeter ki sen öyle hissetmeye devam et." başımı göğsüne koyarak aramızdaki mesafeyi kapattım ve sıkı sıkı sarıldım Alparslan'a. Ardından da başımı hafifçe kaldırarak konuştum. "Sabah sabah bu kadar romantizm yeter bence, kahvaltımızı yapalım." Alparslan söylediğim şeye güldü. "Bir de erkekler odun derler." diyerek kollarını belimden çekerken hafifçe kaşlarımı çattım. "Senin karnın acıkmadı mı? Bence acıktı. Sonuçta sevgi karın doyurmuyor." "Bir şey söylemedim." diyerek gülen Alparslan ile birlikte tezgahtaki dilimlenmiş domateslerin olduğu tabağı aldım ve Alparslan'a uzattım. İtiraz etmeden elimdeki tabağı alıp masaya koyarken bende yarım kalan salatalıkları doğramaya devam ettim. "Çayları doldurayım mı?" diye sorduğunda başımı olumlu anlamda salladım. "Olur, geliyorum bende hemen." Alparslan çayları doldururken işimi bitirip tabağı masaya bıraktım ve masadaki yerime oturdum. Alparslan da çaylarımızı getirdikten sonra tam karşıma geçerek oturdu. Sohbet eşliğinde kahvaltımızı yaparken çayımdan bir yudum alarak konuştum. "Semih'in yerine gelen olmadı değil mi?" dediğimde Alparslan başını iki yana salladı. "Hayır, timi Semih'ten sonra rütbe olarak üstün olan askerlerden biri yönetiyor şimdilik. Ama yakında gelecek, şimdi bir görevdeymiş. Görevini tamamladığında burada olur. Neden sordun?" "Dosya işleri sana kalıyor, e sende sevmiyorsun." dediğimde Alparslan gülümsedi. "Eh biraz öyle ama Semih'in de pek iş yaptığı söylenemezdi sonuçta. Alışkınım ben." Alparslan'ın söylediği şeyle gülerek tabağıma geri döndüm. Kahvaltıma devam ederken Alparslan'ın sesini duydum. "Hazan?" merakla ona doğru bakarken Alparslan tereddütle bana baktı. Ne olduğunu anlamak istercesine suratına bakarken Alparslan dudaklarını yalayarak konuştu. "O günden sonra annenle hiç konuştun mu?" Duyduğum cümleyle birlikte elimdeki çatalı masaya bıraktım. "Konuşmadım, konuşmaya da niyetim yok. Unuttun mu o beni çoktan sildi. Hiçbir zaman umurunda değildim onun, olsaydım bana o mirastan ret evraklarını göndermez isteğime saygı gösterirdi. Yani benimde onu umursamaya niyetim yok." diyerek sertçe duygularımı dile getirdim.. Bu konu beni hem çok yaralıyordu hem de çok geriyordu. Eğer annem ölmüş olsaydı eminim ki bu kadar kötü hissetmezdim kendimi, bir gün mutlaka buluşacağımızı bilirdim ama yaşayıp da beni hiçe saymasını kabullenemiyordum. Bir insan neden öz evladına böyle bir şey yapardı ki? Peki bu Alparslan'ın aklına nereden gelmişti? "Neden sordun?" dedim merakla. Alparslan çayından içerek bana baktı. "Beni aradı." söylediği cümleyle birlikte anında kaşlarım çatılırken konuştum. "Ne demek beni aradı?" Şaşkınca Alparslan'a bakarken Alparslan konuştu. "Göreve gitmeden hemen önce aradı. Sana söylemedim bilerek. Döndüğümde ayrıntılı konuşuruz diye düşündüm." diyerek açıklama yaptığında konuştum. "Ne dedi sana?" Alparslan bir süre yüzüme bakarken duyacaklarımdan hiç hoşlanmayacağımı anlamıştım. "Lütfen ne söylediyse anlat, inan bana beni üzemez o." dediğimde Alparslan bana inanmasa da konuştu. "Bizim birlikte olduğumuzu öğrenmiş. Senin yüzünden mi oralara gitti Hazan falan diyerek bir şeyler söyledi. Senin peşini bırakmam gerekiyormuş ki sende İstanbul'a dönesin." Yüzümde alaylı bir gülümseme oluşurken konuştum. "Hadi ya demek senle ayrılırsam İstanbul'a dönermişim öyle mi?" başımı iki yana sallayarak gülmeye devam ettim. İnanılmaz bir kadındı. "Bunca yıl kızını tanıyamamış, gerçi ne beklenirdi ki ondan. Hala uğraşmaya devam ediyor, sanki yanındayken bana çok düşkünmüş gibi şimdi hayatıma müdahale etmeye çalışması beni hayrete düşürüyor." "Canını hiç sıkmak istemezdim ama sana anlatmasam da olmazdı." Alparslan konuştuğunda ona güven verircesine tebessüm ettim. "Söylemekle iyi yaptın, bir daha açma olur mu ararsa. Senin de canın sıkılmasın." Alparslan beni onaylarken aramıza giren karamsar havayı dağıtmak için konuştum. "Neyse bu konuyu kapatalım, konuşmaya hiç gerek yok. Biz yarın için plan yapalım. Ne yapalım sence?" Bugün gece nöbetçi olduğum için ne yazık ki bir plan yapamayacaktık ama yarın tüm gün bizimdi. Alparslan da görevden yeni döndüğü için bir süre rahattı. O yüzden istediğimiz her şeyi yapabilirdik. "Sen yanımdaysan ne yaptığımızın pek bir önemi yok." dedikten sonra ekledi. "Ama havalar da ısınmışken seni biraz gezdirmek istiyorum Diyarbakır'da. Geldiğinden beri tek gördüğün yer hastane oldu neredeyse." dediğinde güldüm. Haklıydı. Tüm vaktim öyle geçiyordu. "Çok iyi olur, bir ara Eren beni gezdirecekti ama hiç fırsat bulamadık." söylediğim şeyle Alparslan gözlerini kısarak yüzüme baktı. "İsabet olmuş." verdiği cevaba gülmek istesem de dudaklarımı birbirine bastırdım. Alparslan ise tekrar konuştu. "Neyse birlikte gezeriz sonra akşam da baş başa güzel bir yemek yeriz. Sizin için uygun mudur doktor hanım?" Başımı olumlu anlamda salladım. "Uygundur yüzbaşım, heyecanla yarını bekleyeceğim emin olabilirsin." Kahvaltımızı yaptıktan sonra Alparslan ile sofrayı birlikte toplamış ve bulaşıkları makineye yerleştirmiştik. Alparslan onun için aldığım tişört ve eşofmanı çıkartarak dünkü kıyafetlerini giyerken bende siyah kot pantolon ve gerdanımı açık bırakan bluz ile kombin yaparak odadan çıktım. Elindeki telefonla uğraşan Alparslan'a kısaca bakarak antredeki aynaya doğru ilerledim. Kahvaltı faslını biraz uzatmış ve neredeyse öğlene kadar bir güzel sohbet etmiştik. Buradan çıkar çıkmaz benim hastaneye Alparslan'ın da tabura gitmesi gerekiyordu. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırarak pembe alt tonluk ruju dudaklarıma sürmeye başladım. Aynadan Alparslan ile göz göze geldiğimizde işime devam ederek rujumu sürdüm. Aynada kendime son kez bakarak Alparslan'a döndüm. "Hazırım, çıkabiliriz." dediğimde Alparslan adımlarımı bana doğru atarak tam önümde durdu. Bakışları sırayla gözlerimden dudaklarıma doğru kaydığında büyükçe yutkundu. Elini yanağıma getirerek baş parmağını dudağımın kenarında gezdirdi. "Rujunu bozsam, bana kızar mısın?" fısıldayarak söylediği şeyle gözlerimi kapattım. Sorduğu soruya karşılık dudaklarım kıvrıldı. "Kızmam." diyerek dudaklarına doğru konuştuğumda onunda dudaklarında muzip bir gülüş peydah oldu. Yavaşça bana doğru yaklaşarak dudaklarımızı birleştirdiğinde belimden tutarak beni kendine biraz daha çekti. Elimin birini ensesinden saçlarına doğru kaydırırken, diğer elimle de sakallarını okşadım. Dudaklarımız bir uyum içinde birbirleriyle dans ederlerken yavaşça birbirimizden ayrıldık. Bakışları dudaklarımda dolanmaya devam ederken fısıldadı. "Bence ruja hiç ihtiyacın yok, böyle daha güzel oldu." Başımı iki yana sallayarak güldüm. Ardından da aynaya dönerek yüzüme baktım. Allah'tan yüzüme falan buluşmamıştı. Ufak dokunuşlar ile düzelttikten sonra konuştum. "Çıkalım artık yoksa ben geç kalacağım." dediğimde Alparslan güldü. "Kalmazsın kalmazsın. Ben yetiştiririm seni." Dün beni hastaneden Alparslan aldığı için arabam hastanenin parkındaydı. Bu yüzden şimdi de Alparslan bırakacaktı hastaneye. Evden çıktıktan sonra arabadaki yerlerimize geçtik. Kısa süre sonra hastaneye vardığımızda vedalaşarak arabadan indim ve odama doğru ilerlemeye başladım.
◔◔◔ Yazarın anlatımından, Alparslan arabasını park ettikten sonra binaya girerek odasına doğru ilerlemeye başladı. Yapacağı birkaç evrak işi vardı. Odasına vardığında içeri girmek üzereyken ona doğru yaklaşan askeri fark ederek duraksadı. "Er Ali Bozdağ, Harun Yarbay sizi çağırıyor komutanım." Alparslan başını aşağı eğip kaldırarak konuştu. "Tamam, geliyorum." Asker selam verip Alparslan'ın yanından uzaklaşırken Alparslan odasına girdi. Üzerine üniformasını giydikten sonra Harun Yarbay'ın odasına doğru ilerlemeye başladı. Kapıyı çalarak gerekli talimatı aldıktan sonra içeri girdi. "Gel Alparslan seni bekliyordum bende, şöyle otur." Harun Yarbay eliyle karşısındaki sandalyeyi işaret ederken Alparslan karşısına geçip oturdu. Merakla yarbaya bakarken Harun Yarbay önündeki dosyayı Alparslan'a doğru uzattı. Alparslan dosyayı alarak kapağını açtı ve içindeki yazıya baktı. O sırada Harun Yarbay da konuştu. "Büyük patron denilen herifin son ifadesi burada. Semih'in kendileriyle değil direkt olarak en üstteki kişiyle iletişimde olduğunu söylemiş." Alparslan yazılarda gözlerini gezdirerek komutanını onayladı. "Komutanım bu adamın ismi cismi yok mu? Başkan denen adam da bahsetti o heriften. Ama ne ismini ne tipini bilmiyormuş." diyen Alparslan'ı yarbay onayladı. "Genelde yardımcısıyla haber yolluyormuş, büyük patron kod adlı terörist sorgusunda eşkalini çizdirdi." Alparslan ifade kağıdının olduğu dosyayı çevirerek büyük patronun çizdirdiği eşkalin olduğu dosyaya baktı. Genç, saçları arkadan toplu, gözlerinin altında torbalar olan, dudağının hemen kenarında büyük bir bene sahip, yanağı ve çenesi boydan boya sakalla dolu bir karakalemle çizilmiş bir adamdı resimdeki. Alparslan daha önce bu kişiyi görüp görmediğini düşünürken Harun Yarbay konuştu. "Bu adamın lakabı kesik ama diğerinin ki hala belli değil, onun lakabını bilen tek kişi de Semihti ve o da öldürüldü." dediğinde Alparslan başını salladı. "Onu öldüreni hala bulamadık değil mi?" Harun yarbay başını iki yana salladı. "Hayır, ne kameralar ne parmak izi hiçbir şey yok. Onu gören tek kişiyi de şehit ettiler biliyorsun." Semih öldürüldükten birkaç gün sonra Semih'i öldüren polis kılığındaki adam Kenan'ı da öldürüp tüm kanıtları yok etmişti. Böylece Semih'i öldüreni bulacakları pek bir yol kalmamıştı. Yalnızca terör örgütü mensuplarını yakaladıkça ona ulaşacak gibi gözüküyorlardı. "Bu eşkali timine de göster, herhangi bir operasyonda karşınıza çıkarsa sağ olarak getirmenizi istiyorum, bizi bu işin başındaki adama götürecek olan adam Kesik." diyen Yarbay'ı onayladı Alparslan. "Merak etmeyin en kısa zamanda yakalayacağız." Alparslan oturduğu yerden ayaklandığında Yarbay tekrar konuştu. "Fırat'a söyle hazırlansın, bazı bilgiler var elimizde onları teyit etmemiz gerekiyor." "Emredersiniz komutanım." Alparslan odadan çıktıktan sonra direkt olarak Fırat'ın odasına doğru ilerlemeye başladı. Ona görevinden bahsettikten sonra odasına giderek birkaç evrak işini halledecekti.
◔◔◔ Yazarın anlatımından Buse ve Fırat, Fırat, Alparslan'dan görev emrini öğrendiğinde direkt olarak Harun Yarbay'ın yanına gitmişti. Görevin ne zaman olduğunu öğrenmişti. Bir saat içinde yola çıkmaları gerektiğini öğrendiğinde büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı çünkü en azından bir 10 dakika sevgilisinin yanına gidip onun yüzünü görmek istiyordu ama bu mümkün değildi ne yazık ki. Görevleri sınır dışında olduğu için bir 10 günden evvel buraya tekrar dönemezdi. O yüzden morali bozulmuştu. Odasında sivil kıyafetlerini giydikten sonra telefonunu çıkartarak Buse'nin numarasını tuşladı. En azından telefonla konuşup sesini duyabilirdi. Telefon çok fazla çalmadan direkt açıldığında Buse'nin sesi duyuldu. "Efendim sevgilim?" Fırat duyduğu cümle ile büyükçe gülümsedi. Hala bunları yaşadığına inanmış değildi. Ne kadar beklemişti bugünü? "Fırat, duyuyor musun beni?" Buse'nin sesiyle Fırat düşüncelerinden sıyrıldı. "Duyuyorum güzelim, nasılsın?" Buse gülümseyerek konuştu. "Nasıl olayım hastanedeyim, sen nasılsın? Ne yapıyorsun?" dediğinde Fırat konuştu. "İyiyim bende taburdayım, sesini duymak için aradım." "Çok iyi yaptın, bende seni arayacaktım. Kalp kalbe karşıymış." dedi Buse mutlu bir sesle. O kadar mutluydu ki Fırat'a bir şans vermek onun için en doğru karar olmuştu. Fırat o kadar güzel hissettiriyordu ki ona. İyi ki dedi içinden Buse. "Bir de haber vermek için aradım, bir göreve gitmem lazım." diyen Fırat ile Buse'nin yüzü düştü. Morali her ne kadar bozulsa da merakla konuştu. "Daha yeni gelmiştin ama." dedi Buse şaşkınlıkla. Fırat konuştu. "Öyle ama görev beklemez biliyorsun." "Biliyorum. Ne zaman gidiyorsun?" dedi Buse üzgün bir sesle. Fırat tabii ki de Buse'nin sesinden moralinin düştüğünü anlamıştı. Ama bozuntuya vermeden cevap verdi. "Birazdan yola çıkacağız." "Bu kadar çabuk mu?" dedi Buse şaşkınca. En azından son bir kez yüz yüze görüşebileceklerini düşünmüştü ama bu mümkün değildi ne yazık ki. Sözlerine devam etti. "Peki ne zaman geleceksiniz belli mi?" "Belli değil ama bir haftayı bulur ya da daha fazla bilmiyorum." dediğinde Buse dudaklarını birbirine bastırarak gözlerinin dolmasını engellemeye çalıştı. Ardı ardına yutkunarak konuştu. "Tamam, sayılı gün. Çabuk geçer. Kendine çok dikkat et, aklında burada kalmasın ben seni bekliyor olacağım." "Ederim, sende kendine dikkat et. Vakit bulabilirsem seni mutlaka ararım." dediğinde Buse konuştu. "Sabırsızlıkla bekleyeceğim." Aralarında bir süre sessizlik oluştu. İkisi de hiç kapatmak istemiyorlardı ama mecburlardı. Buse konuştu. "Seni seviyorum." Fırat duyduğu sözle şaşırdı, bu üç ay boyunca hiçbir şekilde Buse'den bu iki büyülü kelimeyi duymamıştı. Kızın kendinden hoşlandığını biliyordu sırf bu yüzden kabul etmişti denemeyi zaten Buse. Fırat da onu zorlamıyordu zaten çünkü her şeyin zamanla olacağını biliyordu. Ama şimdi o çok beklediği an gelmişti. "Bende seni çok seviyorum." dedi hemen Fırat. Vedalaşarak telefonu kapattıklarında Buse telefonu cebine koyarak derin bir iç çekti. Çok doğru yapmıştı Fırat'a duygularını söylemekle. Sonuçta gidip de dönmemek vardı, içinde kalmasını istememişti. İlk başlarda Fırat'tan hoşlandığı için kabul etmişti onunla olmayı. Ama şimdi ona çok alışmıştı. Fırat'ı tanıdıkça hissettiği hoşlantı yavaş yavaş sevgiye dönmüştü...
◔◔◔ Hazan Eraslan'ın anlatımından, Elimdeki telefona bakarken derin bir iç çektim. Alparslan'ı aramıştım birkaç kere ama telefonlarına cevap vermiyordu. En son dün akşam konuşmuştuk sonra da bir daha konuşmamıştık. Ben nöbetten çıktığımda beni anında arayan adam bugün hiç aramamış hatta telefonlarıma bile bakmamıştı. Endişeli bir biçimde tekrar aradığımda telefonun açılmamasıyla arabanın anahtarını alarak evden çıktım. Arabaya binmeden evvel Barış'ın numarasını tuşlayarak aradım. Belki de taburdaydı ve telefonu duymuyordu. Birkaç çalıştan sonra telefon açılırken Barış'ın sesini duydum. "Efendim Hazan?" "Nasılsın Barış?" diyerek söze girdiğimde Barış'ın samimi sesini duydum. "İyiyim, sen nasılsın?" dediğinde cevap verdim. "İyiyim, taburda mısın? Ben Alparslan'a ulaşamadım, yakınındaysa verebilir misin?" dediğimde Barış'ın sesini duydum. "Ben taburda değilim, en son dün gördüm komutanımı. Ama bugün tabura gelmeyecekti." Barış'ın dediği şeyle birlikte konuştum. "Tamam, teşekkür ederim. Rahatsız ettim seni de. Kusura bakma. Görüşürüz." dediğimde Barış konuştu. "Ne rahatsızlığı, ne kusuru. Görüşürüz." dediğinde telefonu kulağımdan çekerek cebime koydum. Arabama binerek Alparslan'ın evine doğru sürmeye başladım. Kısa süre sonra lojmanlara vardığımda binaya girerek Alparslan'ın kapısının önüne geldim. Zile basarak bir süre beklediğimde açan kimse olmadı, her ihtimale karşılık tekrar zile basıp bir karşılık alamayınca merdivenlere doğru yöneldim. Tam ineceğim sırada kapının açılmasıyla birlikte bakışlarımı kapıya çevirdim. Karşımda Alparslan'ı görerek rahat bir nefes verdim. İyiydi çok şükür. Kapıya doğru yaklaşırken konuştum. "Neredesin sen? Çok merak ettim. Telefonları da açmıyorsun." Üzerindeki sweatshirte bakarken kaşlarımı çattım. Alparslan kışın bile kısa kollu tişörtle veya tişörtsüz gezen biriydi. Yüzüne doğru baktığımda burnunun hafif kızardığını, göz altlarının çökmüş olduğunu gördüm. Hasta olmuştu anladığım kadarıyla. Zaten kısık gözlerle bana bakmasından belliydi. "Uyuyakalmışım, telefonu hiç duymadım." diye yorgun bir sesle konuşarak kapıdan çekilen Alparslan ile birlikte içeriye girdim. Ayakkabılarımı çıkartarak konuştum. "Sen iyi misin?" diyerek elimi Alparslan'ın alnına götürdüm. Ateşi vardı ama neyse ki çok fazla değildi. "Halsiz hissediyorum kendimi." diyen Alparslan'ı kolundan tutarak odasına doğru götürmeye başladım. Bu eve daha önce geldiğim için biliyordum artık odaların yerini. Alparslan'ı yatağa oturttuktan sonra konuştum. "Üzerindeki çok kalın çıkartmamız lazım." çıkartmak için ona doğru yöneldiğimde Alparslan konuştu. "Çok üşüyorum ama." "Ateşini düşürmemiz lazım canımın içi, merak etme ateşin düştüğünde rahatlayacaksın." diyerek sweatshirti eteklerinden tutarak çıkarttım. Ardından yatağa uzanmasını sağlayarak üzerine ince bir pike örttüm. Yatağa oturarak alnına dökülmüş saçlarını geriye doğru ittim. Kısık gözlerle beni izlerken konuştum. "Boğazların acıyor mu?" "Evet." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Fena derecede şifayı kapmıştı anlaşılan. "Tamam, sen burada dinlen biraz daha. Ben sana yemen için bir şeyler hazırlayacağım. Sonra da ilacını veririm." Alparslan gözlerini kırpıştırırken odadan çıktım. Mutfağa ilerleyerek Alparslan için çorba yapmaya başladım. Boğazları acıyorsa çorbayı yerken zorlanmazdı. Mercimek çorbasının tüm aşamalarını yaptıktan sonra ocakta pişmeye bırakarak ecza dolabına doğru ilerledim. Alparslan'ın odadan gelen hapşırma seslerini duyduğumda soğuk algınlığını azaltacak bir ilaç bularak Alparslan'ın yanına ilerledim. Bıraktığım şekilde gözlerini kapatmış, ağzından nefes alıp veriyordu. Burnu da tıkanmıştı anlaşılan. Yanına yaklaşarak yüzüne baktığımda alnında ter damlacıkları oluştuğunu gördüm. Elimi alnına değdirdiğimde hissettiğim sıcaklıkla birlikte avucumu boynuna kaydırarak ateşinin epey yükseldiğini fark ettim. Üzerindeki pikeyi açtığımda Alparslan kollarını birbirine sararak konuştu. "Üşüyorum." "Ateşin çok yükselmiş, seni ılık bir duşa sokayım hadi gel." Alparslan'ın hiç kalkmaya niyeti yoktu, üzerinden çektiğim pikeyi kendine doğru çekip üzerine örtmeye çalışıyordu. "Çok soğuk Hazan, izin ver örtüyüm." boğuk sesle söylediği şeyle birlikte elindeki pikeyi geri çektim. Hasta olmasından kaynaklı olarak gücü azalmıştı, bu yüzden pikeyi ondan çekmem de kolay olmuştu. Aklıma gelen çorba ile hızlıca mutfağa giderek altını söndürdüm. Ardından hızlı adımlarla Alparslan'ın yanına tekrar döndüm. Neyse ki benim bıraktığım gibi durmaya devam ediyordu. Kolundan tutarak onu kaldırmaya çalışırken konuştum. "Ufak bir duştan sonra kendini çok daha iyi hissedeceksin, söz veriyorum." Daha fazla zorluk çıkarmadan yataktan kalan Alparslan'ı kolundan destek vererek banyoya doğru götürdüm. Ateşinin yükselmesinden dolayı halsizliği epey artmıştı. Alparslan'ı duş kabininin içerisine sokarak duş başlığını tutucuya takarak suyu açtım. Alparslan vücuduna değen sudan kaçınarak kabinden çıkmaya çalışırken zorla suyun altına soktum. Tüm vücuduna değen suyla irkilirken konuştum. "İyi olacaksın canımın içi. Birazcık sabret." diyerek onu sabit tutmaya çalışırken üzerimin ıslanmasını umursamadım. "Yeter bence bu kadar, çıkalım artık." diyen Alparslan ile birlikte gülümsedim. O sert, gülmeyen yüzbaşı ne hale gelmişti karşımda. Bu halini gören kimse inanmazdı. Çok tatlıydı. "Olmaz, biraz daha." diyerek suyun altında durmasını sağladım. Alparslan kollarımdan tutup beni kendine doğru çekerken konuştu. "O zaman bana sarıl ki üşüdüğümü hissetmeyeyim." Söylediği şeyle birlikte gülümsedim. Fırsatçılığa başladığına göre kendine gelmeye başlamıştı. Elimi alnına oradan da boynuna ve omuzlarına değdirerek ateşine baktım. Biraz öncekine nazaran gayet düşmüştü ateşi. İstediğini yaparak ona yaklaştım. Sıkıca belime sarılırken alnını omzuma doğru yasladı ve benden destek aldı. Su başımızdan aşağı akarken bende ellerimi saçlarında dolaştırdım. Kısa süre sonra musluğu kapatarak banyo kapısının arkasında duran bornozu Alparslan'a doğru uzattım. Bornozu alarak üstüne giyerken Alparslan konuştu. "Sende dolaptan havlu al, üşütme." dediğini yaparak dolaptan beyaz renkte bir havlu aldım ve üzerime sardım. Üzerim sırılsıklam olmuştu, kıyafetlerim üzerime yapışmıştı. Alparslan odasına ilerlerken banyoda kalarak saçlarımın ıslaklığını havlu ile almaya başladım. Kısa süre sonra Alparslan'ın sesini duydum. "Güzelim, odaya senin için kıyafet hazırladım. Ben salona geçiyorum." sesi daha iyi geliyordu, muhtemelen kendine gelmişti biraz daha. Ama yine de halsiz olduğu belliydi. Banyodan çıkarak Alparslan'ın odasına ilerledim. Yatağın üzerine benim için hazırladığı tişört ve eşofmanı gördüğümde üzerimdeki havluyu ve kıyafetlerimi çıkardım. Alparslan'ın hazırladığı şeyleri giydikten sonra odadaki aynadan kendime baktım. Kıyafetler epey büyük gelmiş ve üzerimde komik duruyordu ama idare edecektim. Kendi kıyafetlerim kuruduktan sonra değiştirirdim üstümü. Odadan çıkarak salona doğru ilerledim. Salona girdiğimde kanepede uzanan Alparslan görüş açıma girdi direkt olarak. Bakışlarımız buluştuğunda konuştum. "Nasıl olmuşum?" Gülerek sorduğum soruyla Alparslan beni baştan aşağı süzerek konuştu. "Çok güzel olmuşsun, zaten sana çuval giysen bile yakışır. Ama benim kıyafetlerim daha bir yakışmış." dediğinde eşofmanın belini tutarak yanına doğru ilerledim. Alparslan ise tekrar konuştu. "Eşofmanın en dar olanını seçmiştim ama büyük mü geldi?" "Birazcık ama idare ederim kıyafetlerim kuruyana kadar." diyerek L şeklinde olan kanepenin boş olan kısmına oturdum. Eşofmanın paçalarını katlayarak boyum için uygun hale getirdim. "Nasılsa tişört uzun, eşofmanı çıkart derdim ama üşürsün. Hava henüz ısınmadı o kadar." Başımı sallayarak onu onayladım. Ardından oturduğum yerden kalkarak konuştum. "Hemen çorbanı getiriyorum. İlacını alıp dinlenmeye devam etmen gerekiyor." dedikten sonra mutfağa doğru ilerledim. Hazırladığım çorbayı kaseye koydum. Tepsiye su, ilaç ve birkaç parça ekmek koyarak salona doğru ilerledim. Alparslan ben gelmeden önce sırtını kanepeye yasladığı için direkt olarak tepsiyi dizlerinin üzerine bıraktım. "Çok halsizsen yedirebilirim." diye teklif ettiğimde Alparslan gülümsedi. "Halsiz değilim ama sen yedir yine de, ellerin şifalı senin. Eminim yediğim an turp gibi olurum." Fırsatçılığına karşılık gülerek kaseyi elime aldım. Bir kaşık alarak Alparslan'a uzattığımda Alparslan konuştu. "Şaka yapmıştım. Gayet iyiyim, senin sayende. Yani sen zahmet etme, kendim yerim ben." diyerek elimdeki kaseyi aldı. Çorbaya kaşığını daldırıp içmeye başladığında bende elimi alnına götürdüm. "Ateşin düşmüş çok şükür." dedikten sonra Alparslan'ın yanındaki boşluğa oturdum. "Sen gelmeseydin ben şimdi yatak döşek yatıyor olurdum." diyen Alparslan ile birlikte konuştum. "Beni arayıp hasta olduğunu söyleseydin keşke, hemen gelirdim. Ya da Semra ablaların kapısını çalsaydın" dediğimde Alparslan çorbasından içerek konuştu. "Akşam biraz halsizdim ama pek umursamadım sabah uyanamamışım. Ablamlar da dün Murat Abinin annesine gittiler Erzincan'a. Kimse yoktu yani." Semra ablaların olmamasına bir nebze sevinmiştim, şimdi kapı çalsa onlardan biri gelse ve beni bu halde görse epey utanırdım. O yüzden sorun yoktu. Nasılsa şuan daha iyiydi Alparslan ve önemli olan oydu. Alparslan tekrar konuştuğunda bakışlarımı ona çevirdim. "Dün timle biraz antrenman yaptık, üzerimi değiştirmeye fırsat bulamadan Yarbay çağırınca yanına gittim. Ter üzerimde kurudu, ondan oldu galiba." "Olan olmuş, iyisin ya önemli olan o." dediğimde Alparslan başını salladı. Günlerdir operasyondaydı, vücudunun güçsüz düşmesi normaldi. Dün ki olay da tuzu biberi olmuştu. Ardından elindeki kaseyi tepsiye bırakarak konuştu. "Çok güzel olmuş eline sağlık, bizim sıpanın neden mercimek çorbanı sevdiğini anlamış oldum." Söylediği cümleyle güldüm. "Afiyet olsun." Oturduğum yerden kalkarak tepsideki soğuk algınlığı ilacından bir tane çıkartarak Alparslan'a uzattım. Alparslan elimden alarak ilacı içti. Tepsiyi kucağından aldığım sırada tekrar sesini duydum. "Sen neden yemedin? Hadi mutfağa geçip bir tabakta sen ye." "Tamam, sen dinlenmeye devam et. Geliyorum ben birazdan." dediğimde Alparslan onayladı. Salondan çıkarak mutfağa doğru ilerledim. Kendime çorba koyarak içtim. Ardından bulaşıkları bir hamlede toplayarak salona tekrar ilerledim. Salona girdiğimde kanepede uzanan Alparslan'a baktım. Gözlerini kapatmış, ağzından nefes alıp veriyordu. Yanına yaklaşarak elimi alnına koydum. Ateşi gayet normaldi. Benim hamlemle birlikte gözlerini usulca araladığında konuştum. "Sen uyu, geliyorum ben hemen." Yanından uzaklaşarak odasına ilerledim ve üzerine örtmek için pike aldım. Salona tekrar dönerek pikeyi Alparslan'ın üzerine doğru örttüm. Yanı başındaki boş kanepeye ilerleyeceğim sırada bileğimden tutmasıyla birlikte duraksadım. "Nereye gidiyorsun?" "Şuraya oturacağım." diyerek elimle kanepeyi işaret ederken Alparslan konuştu. "Sende nöbetten çıktın yorgun değil misin?" dediğinde konuştum. "Ben dinlendim, iyiyim." Alparslan başını iki yana salladı. "Yorgunsun yorgunsun, yanıma gel hadi." Kanepede yüzü bana doğru dönük bir biçimde yan dönerken üzerindeki pikeyi açtı. Davetini reddetmek olmazdı. O yüzden memnun bir şekilde benim için açtığı yere yan bir şekilde uzandım. Alparslan kolunun birini boynumun altından geçirirken diğer eliyle üzerimize pikeyi örttü, ardından da elini belimin üzerinden bana sararak beni kendine doğru çekti. Nefesini saçlarımın arasında hissederken sesini duydum. "Bugün ki planımızı benim yüzümden erteledik ama en kısa zamanda telafi edeceğim söz." dediğinde konuştum. "Benim için senin yanında olmak yeter. Planımızı ertelesek de olur yani. Hadi bunları düşünme sen, dinlenmene bak." Alparslan'dan bir ses gelmediğinde bende gözlerimi kapatarak dinlenmeye başladım. Nöbetten sonra dinlenmiştim ama şimdi burada Alparslan'ın kolları arasında uyumak daha bir güzeldi..
◔◔◔ Dün tüm günü Alparslan ile ilgilenerek geçirmiş, akşam olduğunda ise eve geri dönmüştüm. Sabah hastaneye Alparslan ile gidecektik ve o muayene olacaktı. Ben ilaç vermiştim evet ama antibiyotiğe ihtiyacı vardı. Reçetesiz antibiyotik alamayacağı için muayene olması şarttı. Arkalı önlü bir biçimde hastanenin bahçesine girdiğimizde arabalarımızı yan yana park ettik. Arabadan indikten sonra Alparslan'ın yanına ilerledim. "Hazan, bak ben iyiyim. Boşuna geldik buraya. Seni bırakayım gideyim ben." Buraya gelmeden önce telefonla konuşurken de aynı cümleleri duymuştum ağzından. O yüzden derin bir nefes verdim. Ters bir biçimde yüzüne baktım. "Şimdi iyisin ama tamamen iyileşmedin. Bir bilemedin iki gün sonra tekrar yataklara düşersin. Biraz doktor sözü dinle, ben senin işine karışıyor muyum hiç." dediğimde Alparslan güldü. "Kusura bakmayın doktor hanım, siz çok haklısınız. Buyurun geçelim içeriye." Elini bana doğru uzattığında tutarak ilerlemeye başladım. Resmen benimle dalga geçiyordu. Hastaneden içeri girdiğimizde direkt olarak karşımıza Eren çıktı. Bize doğru yaklaşırken sesini duydum. "Hoş geldiniz." diyen Eren'e gülümsedim. "Hoş bulduk. Sen bugün izinli değil miydin? Hani Merve ile buluşacaktınız?" dediğimde Eren bıkmış bir biçimde nefesini verdi. "Öyleydi, öyleydi ama bir hasta gelmiş. Beni çağırdılar. Ona bakıyorum. Buluşmayı sonraya erteledik mecbur." "Anladım." Eren ve Merve epey yol kat etmişlerdi. Tam sevgili olmasalar da birlikte vakit geçiriyorlardı. Uzun süre sonra Eren'i böyle görmek gerçekten güzeldi. O yüzden onun adına seviniyordum. "Siz de hoş geldiniz komutanım." diyen Eren ile birlikte Alparslan cevap verdi. "Hoş buldum doktor bey. Kolay gelsin." "Sağ olun." diyen Eren bir bana bir de Alparslan'a bakarak konuştu. "Ben sizi tutmayım daha fazla, sonra konuşuruz." dediğinde başımı salladım. "Tamam, görüşürüz." Eren yanımızdan ayrılırken Alparslan'a yönelerek konuştum. "Gel KBB bölümüne geçelim, orada bir muayene ol." Birlikte koridorda ilerledikten sonra KBB bölümüne geçerek hızlı bir şekilde randevu aldık. Alparslan muayene olduktan sonra hastanenin bahçesine çıktık. Doktor tam tahmin ettiğim gibi antibiyotik yazmıştı. "İlaçlarını eczaneden aldıktan sonra eve gidip dinlen olur mu? Bende işten çıkışta gelirim. Sana ıhlamur falan kaynatırım." dediğimde Alparslan konuştu. "Ne yazık ki tabura gitmem gerekiyor. Dün sen gittikten sonra haber geldi. Yeni yüzbaşı teşrif ediyormuş. Bugün herkesin taburda olması gerekiyor." Söylediği şeyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Umarım bu yüzbaşı da Semih gibi başımıza bela açmazdı. Umarım iyi biri olurdu. "Peki o zaman." dediğimde Alparslan konuştu. "Bir değişiklik olursa sana haber veririm." Onu onayladığımda birbirimize veda ederek sarıldık. Ondan ayrılırken gözüme çarpan adamla kaşlarım çatıldı ister istemez. Dudaklarımdan şaşkınlıkla çıkan kelimeye engel olamadım. "Baba?" Bölüm Sonu ‣‣‣ Bölümümüzü nasıl buldunuz? Uzun zaman sonra sakin bir bölüm oldu.. ‣‣‣ Bol bol Alparslan- Hazan sahnesi okuduk. Nasıldı sahneler? ‣‣‣ Buse ve Fırat'ın ufak bir telefon kesitini okuduk, beğendiniz mi? ‣‣‣ Nazlı ve Emre'nin bebekleri erkek, tahmin edenleri teker teker tebrik ediyorum.. ‣‣‣ Hazan'ın annesi sizce durur mu yoksa kızını İstanbul'a döndürmek için her şeyi yapar mı? ‣‣‣ Sizce yeni gelen yüzbaşı nasıl birisi olacak? Bir tahmininiz var mı? ‣‣‣Semih'in ölümüyle ilgili detayları okuduk, Semih'ten kurtulduk çok şükür. İçinizde bir şüphe kalmasın:) Bu arada Semih'in terörle bağlantısını da tahmin edenleri de tebrik ederimm.. ‣‣‣Bölüm sonunu nasıl buldunuz? Sizce Hazan'ın babası neden geldi? ‣‣‣ Bölümde beğenmediğiniz yerler var mı? Varsa eğer söylemekten çekinmeyin lütfen eleştirilere daima açığım😊 Yorumlarınızı merakla bekliyorum.. Diğer bölümde görüşmek üzere💖 |
0% |