Yeni Üyelik
31.
Bölüm

Hazan Vakti| 30

@mutlusonsuz222

Herkese selamlar, nasılsınız

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim💖

30.Bölüm

Baba sözcüğü benim için pek bir anlam ifade etmiyordu. Kimileri için önemli olan bu kelime bende sadece yalnızlığı hatırlatıyordu. Kızların ilk aşkı babalarıdır diye bir söz söyler herkes ama bu söz benim için ve kim bilir daha nice kız için geçerli değildi. Ben babamı o kadar tanıyamamıştım bile.

Küçücük aklımla onu aramıştım yıllarca, onunla iletişim kurmaya çalışmıştım ama büyüdüğümde onu tamamen hayatımdan çıkarmıştım. Artık aramayı bırakmıştım. Beni aramayan sormayan adamı neden zorla hayatıma sokmaya çalışacaktım ki. Onunla ilgilenmeyi bırakmıştım evet ama düşünmeyi bırakamamıştım. Okullardan mezun olduğumda, tıp fakültesini kazandığımda, doktor olarak mezun olduğumda ve hatta Kerem beni aldattığı zaman yaslanacak bir omuz olarak onu düşünmüştüm. Keşke yanımda olsaydı demiştim.

Ne yazık ki bazı insanlar ailesi açısından şanslı olmuyordu. Bende onlardan biriydim.

Şimdi karşımda bana bakan adam için ne hissetmeliydim hiç bilmiyordum. Özlem mi? Hayır. Ona karşı hissettiğim tek duygu meraktı. Bunca yıl aramadan, sormadan şimdi neden karşıma çıkmıştı?

Dudaklarımdan dökülen kelimeyle birlikte Alparslan da benim baktığım tarafa doğru döndü ve babama doğru baktı. Beni terk eden bu adama baba demek doğru muydu onu da bilmiyordum.

Hiç değişmemişti, hala televizyonlarda göründüğü gibiydi. Kendine iyi bakıyordu anladığım kadarıyla. Adım adım yanıma doğru yaklaşırken sesini duydum. "Hazan?" Sahi onun ağzından ismimi duymayalı kaç yıl olmuştu? Ben saymayı yıllar önce bırakmıştım.

"Hazan, ne kadar büyümüşsün güzel kızım." diyen adamla birlikte gözlerimi devirdim. Nasıl kızım diyebiliyordu ki hala? Bir çocuğu olduğunu yeni mi hatırlamıştı. "Konuşmayacak mısın benimle?"

Söylediği şeyle art arda yutkundum. "Ne söylememi bekliyorsun?" dedim ters bir biçimde. Benden ne duymayı bekliyordu ki, babam diyerek boynuna sarılmamı mı? O tren yıllar önce kaçmıştı. Haklılığım karşısında başını salladı usul usul. "Haklısın, bunca yıl seninle ilgilenmedim. Yalnız bıraktım. Bana çok kırıldın, haklısın."

Söylediklerini umursamadan konuştum. "Neden buradasın?" Babam bir süre yüzüme baktıktan sonra bakışlarını yanımda bizi dinleyen Alparslan'a çevirdi. "Bu beyefendi kim?" dediğinde burnumdan nefes verdim. Alparslan ise benden önce davranıp konuştu. "Alparslan Türkoğlu, Hazan'ın sevgilisiyim."

"Memnun oldum, bende Hazan'ın babasıyım. Faruk Eraslan." diyerek Alparslan'a elini uzatan babamla birlikte Alparslan babamın elini tuttu ve tokalaştılar. "Ne işle uğraşıyorsunuz? Sizde doktor musunuz?" diyen babamla birlikte konuştum. "Buraya sohbet etmek için gelmediğini biliyorum, bir an önce ne söyleyeceksen söyler misin? Çünkü Alparslan'ın gitmesi gerekiyor."

"Hazan, sorun değil." diyerek babama doğru baktı Alparslan. Ardından konuştu. "Askerim efendim." dediğinde babam hayranlıkla başını salladı. "Ne kadar güzel, burada mı görev yapıyorsunuz?" Ayak üstü resmen sorguya çekiyordu Alparslan'ı, yapamadığı babalığı sevgilimi tanıyarak yapmaya çalışıyordu anlaşılan.

Alparslan ise sabırla cevap veriyordu. "Evet, yüzbaşı olarak görevime devam ediyorum." Babam başını sallayarak Alparslan'ı onayladı. "Çok güzel, başarılarınız daim olsun."

Kolumdaki saate bakarak konuştum. "Hayatım, sen geç kalıyorsun." diyerek Alparslan'a döndüm. Hayatımda yeri olmayan biri için ne ben ne de Alparslan işine geç kalsın istemiyordum. Alparslan elini tekrar babama uzatarak konuştu. "Memnun oldum."

"Bende çok memnun oldum." Tokalaştıktan sonra elleri ayrıldığında Alparslan bana doğru dönerek yanağımı öpecek gibi yaklaştı ve kulağıma doğru fısıldadı. "Canını sıkacak bir şey olursa bir telefon uzağındayım." diyerek yanağımı öptü. Gülümseyerek gözlerimi kırpıştırdım onu onaylamak için.

Alparslan arabasına binerek hastaneden çıktığında bakışlarımı tekrar karşımdaki adama çevirdim. "Rütbeli, yakışıklı bir Türk subayı. İdeal damat adayı, gerçekten iyi bir seçim yapmışsın." diyen babamla birlikte kaşlarım çatıldı. "Bunun seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum. Sen benim babam değilsin, doğal olarak o da senin damadın değil."

Babam söylediğim şeyle birlikte bana doğru yaklaştı. "Biliyorum bana kırgınsın ondan böyle konuşuyorsun ama benimde sebeplerim var Hazan, sana anlatamayacağım sebepler." dediğinde merakla konuştum. "Madem bana anlatamayacaksın neden buradasın? Neden geldin?"

"Seni hiç aramadım, sormadım ama elimi üzerinden hiç çekmedim. Her anını biliyorum senin, yanında olmasam da sürekli arkandaydım." dediğinde alayla güldüm. "Benim arkamda olmana değil yanımda olmana ihtiyacım vardı ama. Çok küçüktüm birden bırakıp gittin beni, o evde yalnızca sen ilgileniyordun benimle. Sende hiçbir şey söylemeden gittiğinde ne hale geldiğimi düşündün mü mesela?" dedim gözlerim dolarken.

Babam üzgünce bana bakarken konuşmaya devam ettim. "Günlerce seni aradım ben, sana ulaşmaya çalıştım. Umuruna getirip açıklama bile yapmadın bana. Ben bir gün senin geleceğin umuduna tutundum. Ta ki annemin o artık gelmeyecek demesine kadar. Küçücük aklımla acaba ne yaptım diye düşündüm günlerce, acaba ne yaptım da babam beni bıraktı dedim." Akan gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim.

"Yani şimdi karşıma çıkarak sebeplerim vardı deme bana. Çünkü bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Benim yaşadıklarımı unutturmayacak." dedim alayla gülerek.

"Bir gün duyduklarından sonra seni neden ardımda bıraktığımı anlayacaksın." dediğinde sinirle gözlerimi kapattım. "Anlat o zaman, anlat ki ben karar vereyim anlayıp anlayamayacağımı." dedim bağırarak. Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyorfu karşımda. Allah'tan hastane kalabalık değildi de biz böyle konuşabiliyorduk.

"Şimdi olmaz ama bir gün mutlaka öğreneceksin." dediğinde burnumu çektim. "Hülya Hanım mı gönderdi seni?" dediğimde babam kaşlarını çatarak başını iki yana salladı. "Hayır, biz onunla görüşmeyi boşandığımız gün bıraktık."

"O zaman neden geldin buraya?" dediğimde babam konuştu. "Bir toplantı vardı, onun için geldim. Gelmişken senin yanına da uğramak istedim." dediğinde hayal kırıklığıyla babama baktım. Ne kadar da aptaldım, benim için geldiğini düşünecek kadar aptaldım. Tam bir gerizekalıydım ben. Yediğim onca darbeye rağmen hala umut ediyordum.

"Uğradın, gidebilirsin şimdi." diyerek burnumu çektim. Onun karşısında ağlamak istemiyordum daha fazla. Duygusuz bir biçimde yüzüne bakmaya çalışsam da içten içe canım yanmaya başlamıştı.

Ne beklemiştim ki ben, buraya benim için gelmesini mi? Bunca yıl İstanbuldayken bile beni umursamayan adamın sırf beni görmek için Diyarbakır'a gelmesi imkansızdı. Zaten ben böyle düşünerek yapmıştım hatayı. Asla umut etmeyi bırakamıyordum.

"Bir gün tekrar görüşeceğiz Hazan, o zaman şartlar daha farklı olacak bizim için. Emin ol." dediğinde alayla gülümsedim. "Bir 20 yıl daha bekleyeceğimi düşünmüyorum ki bizim tekrar görüşmemiz için de bir sebep yok. O yüzden hoşça kal."

Kararlı bir şekilde yüzüne bakarken başını salladı. "Görüşürüz." diyerek adımlarını hastanenin dışına doğru atmaya başladı. Ardından girişe doğru yaklaşan siyah arabaya bindi. Camdan bana doğru baktığında yüzümü çevirerek hastaneye doğru ilerlemeye başladım.

"Hazan?" Tanıdık bir ses adımı seslendiğinde şaşkınca arkamı döndüm. Alparslan'ın burada ne işi vardı ki? Daha biraz önce gitmemiş miydi?

"Alparslan, sen gitmemiş miydin?" merakla ona doğru bakarken adımlarımızı birbirimize doğru atmaya başladık. Alparslan konuştu. "Gitmedim, daha doğrusu gidemedim. Yalnız konuşun diye gitmiş gibi yaptım sadece. Babanla aranızda olanları bilirken seni yalnız bırakamazdım."

Sözleri bir kez daha ona neden aşık olduğumu kanıtlar gibiydi. Beni böyle düşünmesi o kadar güzeldi ki. Annemden ve babamdan alamadığım sevgiyi, ilgiyi, desteği ondan almak beni çok duygulandırıyordu. Gözlerimden birkaç damla yaş akarken Alparslan elini yanağıma koyarak gözyaşlarını temizledi.

"Ağlama birtanem." diyerek gözyaşlarımı temizlemeye devam ederken elimi elinin üzerine koyarak sıkıca tuttum. "Yanımda olmana o kadar ihtiyacım varmış ki." diyerek art arda yutkundum. Ardından ekledim. "Benim için gelmemiş, toplantısı varmış. Gelmişken de bana uğramış." dedim kırgınlıkla.

Alparslan gözlerini kapatıp burnundan nefes verirken içinden küfür ettiğine yemin bile edebilirdim.

"Bunca yıldan sonra neden gelmiş hiç anlamış değilim, iki adım uzağındaydım bir kere bile gelmedi. Gelmeyi geç beni aramadı bile. Şimdi ne değişti hiç bilmiyorum. Tek söylediği bir gün anlayacaksın." dedim sinirli bir şekilde. Artık tüm duygularım birbirine girmişti resmen. Sinir, öfke, kırgınlık...

"Annen bu konuda bir şey biliyor olabilir mi?" diyen Alparslan ile duraksadım. Biliyordu muhtemelen ama o da aynı babam gibi kendine saklıyordu bilgileri. Eminim bana hiçbir şey söylemezdi. Alparslan'ın sorusuna karşılık alayla güldüm. "Biliyordur ama bana bir şey anlatmaz eminim ki. Bu saatten sonra da umurumda değil zaten. Onlar benim en zor anımda bile yanımda değillerdi, o zamandan beri benimde umurumda değiller."

Böyle söylüyordum ama içten içe düşünüyordum hep. Her şey farklı olsaydı mesela. Annem ve babam benimde üstüme düşseydi, beni sevgiyle ve ilgiyle büyütselerdi ne olurdu diye. Belki de o zaman şuan olduğum kişi olmazdım. Zorluklara karşı bu kadar güçlü olmazdım, bazı şeyleri kendim halletmeye alışmazdım. Belki de böylesi daha iyiydi benim için.

"Gözlerinin ardında bir burukluk bir üzüntü görmesem, buna inanabilirdim belki. Seni ilk gördüğümde de tanımaya başladığımda da o burukluk hiç geçmedi, evet belki şimdi biraz daha az ama içten içe üzüldüğünü anlayabiliyorum." diyerek gözlerime baktı Alparslan. Beni benden iyi tanıyan bir adama sahiptim, bu paha biçilemezdi. Ben daha bir şey söyleyemeden tekrar konuştu. "Benim yanımda güçlü durmak zorunda değilsin çünkü her ne olursa olsun ben seni düştüğün yerden kaldırırım."

Buruk bir tebessümle başımı salladım. Karşımdaki adam o kadar mükemmeldi ki anlatacak kelime bile bulamıyordum. Hayatımda sahip olduğum en değerli insandı. Her seferinde beni bu kadar değerli hissettirmeyi nasıl başarıyordu bilmiyordum. O gün bana bir söz vermişti, her daim yanımda olacağına ve beni tüm zorluklarla yalnız bırakmayacağına bir söz vermişti. Bu sözün hakkını çok iyi veriyordu. Ne zaman düşsem beni kaldırıyor, sözleriyle ve hareketleriyle yanımda olduğunu iliklerime kadar hissettiriyordu. Onun sayesinde yalnız değildim ben artık.

"Ben senin gibi bir adamı hak edecek ne yaptım ki?" dedim fısıldayarak. Alparslan karizmatik bir şekilde güldü. "Senin hayatta olman, buraya gelmiş olan yeterli bir sebep bence." söylediği şeyle benimde yüzümde bir gülümseme oluştu.

Alparslan'a yaklaşıp kolları arasına girdim. Kokusunda dinlenmek istiyordum. Kollarında biraz da olsun tüm sıkıntılarımı unutmak istiyordum. Ama bu mümkün değildi. İkimizin de işlerine geri dönmesi gerekiyordu. Bu da hayatın gerçeğiydi ne yazık ki. Gözlerimi kapatmış anın tadını çıkartırken duyulan zil sesiyle birlikte mecburen Alparslan'ın kollarından ayrılmak zorunda kaldım.

Cebinden telefonunu çıkartıp kulağına götürdü. "Efendim Barış?" dedikten sonra karşı tarafı dinledi. Sonra da konuştu. "Geleceğim, yüzbaşı ne zaman geliyormuş?"

Barış ne söyledi bilmiyorum ama Alparslan hafiften kaşlarını çattı ve gözlerini devirdi. "Bu kadar tantanaya gerek var mıydı acaba?" dedikten sonra ekledi. "Tamam geliyorum, beyefendi teşrif etmeden gelmiş olurum." diyerek telefonu kapattı.

Merakla ona bakarken Alparslan konuştu. "Yeni yüzbaşı 1 saate geliyormuş, beni çağırıyorlar." dediğinde başımı salladım. "Tamam, benimde mesaim başlamak üzere." dedim anlayışla. Alparslan elini yanağıma yaslayarak konuştu. "Canını sıkma daha fazla tamam mı?"

Başımı sallayarak onu onayladığımda dudaklarıma yaklaşarak ufak bir öpücük bıraktı. Ardından da alnımı öperek yanımdan uzaklaşmaya başladı. Arkasından gidişini izlerken arkasını dönerek bana baktı ve gülümsedi. Gülümseyerek elimi kaldırdığımda o ilk zamanlarda yaptığı gibi başını eğip kaldırdı. Köşeyi döndüğünde arkasından bakmayı bırakıp hastaneye girdim.

 

 

 

◔◔◔

Alparslan Türkoğlu'nun anlatımından,

Hayat her insana aynı şartlar sunmuyor, her zaman iyi anne babaya sahip olmuyor demiştim. Benim sevdiğim kadın da bunlardan biriydi. Ne annesinden yana ne babasından yana yüzü gülmüştü, hatta bir zamanlar sevdiği adamdan da darbe yemişti. Ama o ne olursa olsun güçlü biri olmayı başarmıştı.

Onu gördüğümde gözlerinin ardındaki bulutları merak etmiştim ilk başta. Her ne kadar öküz gibi davransam da merak etmiştim. O bakışların sebebi ne diye. Soyadını duyduğumda Eraslan Holdingin sahibi Faruk Eraslan'ın kızı olduğunu tahmin etmiştim. Kendisi epey büyük bir iş insanıydı. Gazetelerde, televizyonlarda yatırımlarını ve haberlerini görüyordum. O kadar büyük bir Holdingin varisinin Diyarbakır'da ne işi var diye düşünmüştüm.

Olayın aslını öğrendiğimde düşündüklerimden utanmıştım. Aslında olanların hiç benim düşündüğüm gibi olmadığını Hazan kendini bana açtığında anlamıştım. Aslında o ailesinden çok yara almış bir kadındı.

O günden sonra tek amacım onun bu eksik yanını tamamlamak için uğraşmıştım. Ona söz verdiğim gibi ömrüm yettiğince onun yaslanacağı bir omuz olacaktım, ağladığında gözyaşlarını temizleyen, düştüğünde kaldıran kişi olacaktım. Onun annesi de, babası da, abisi de, sevgilisi de, kocası da olurdum. Yeter ki o yalnızlık hissetmesindi.

Ben elimden geldiğince Hazan'ın her şeyi olacaktım ama anne ve babasının eksikliğini doldurabilir miydim hiç bilmiyordum. Başlarda gördüğüm o hüzün dolu bakışlar biraz da olsun azalmıştı ama tam olarak geçmemişti. Belki zamanla, ailemi kendi ailesi gibi benimserse o hüznün zamanla geçeceğine inancım tamdı.

Annem olsun, babam olsun, ablam olsun Hazan'ı çok benimsemişlerdi. Yeğenim bile onu benden daha çok sever olmuştu. Nasıl sevmesindi ki zaten, her hareketiyle her sözüyle kendini sevdiriyordu. Bir gün karım olduğunda aile açısından hiç sıkıntı çekmeyecekti, annem onu çoktan kızı olarak kabul etmişti bile. Bunu bilmek benim de içimi rahatlatıyordu.

Arabamı park ederek indiğimde binaya girerek direkt olarak odama ilerledim. Üniformamı giydikten sonra adımlarımı Harun Yarbay'ın odasına doğru atmaya başladım. Yüzbaşının gelmesine neredeyse yarım saatlik gibi bir süre vardı. Umuyordum ki bu adamda başımıza bela olmazdı.

Harun Yarbay'ın kapısını çaldığımda içeriden gir komutunu duyarak kapıyı açtım. Harun Yarbay bana doğru bakarak konuştu. "Hoş geldin Alparslan, yeni yüzbaşımız gelmek üzere. Seninle birlikte karşılayalım onu daha sonra tabura takdim ederiz." diyen Harun Yarbay'ı onayladım. "Emredersiniz komutanım."

Birlikte odadan çıktıktan sonra binadan dışarı çıkarak kapıda beklemeye başladık. "Fırat'tan haber geldi, bu hafta içerisinde örgütün toplantısı olacakmış. Net bir tarih öğrendiklerinde haber verecekler. Ona göre hazırlığını yaparız bizde." dediğinde komutanımı onayladım. "Tamam komutanım."

Çok kısa bir süre sonra taburun kapısından bir araba girerek bize doğru yaklaşmaya başladı. Araba park edildikten sonra içerisinden inen benim yaşlarımda, esmer, yapılı bir adam bize doğru yaklaşmaya başladı. Yeni yüzbaşımız olmalıydı gelen.

"Hoş geldin Kartal, gözümüz yollarda kaldı." diyen Harun Yarbay ile Kartal bey konuştu. "Hoş buldum komutanım, ancak gelebildim." Anlaşılan Harun Yarbayım ile tanışıyorlardı. Kartal beyin bakışları bana doğru döndüğünde elini uzatarak konuştu. "Yüzbaşı Kartal Candemir."

Elimi eline uzatarak tuttum ve tokalaştım. "Yüzbaşı Alparslan Türkoğlu, memnun oldum." Dediğimde Kartal memnuniyetle başını salladı. "Bende memnun oldum."

"Benim önemli bir toplantım var, daha sonra mutlaka odama uğra." diyerek Kartal'a yönelerek konuştu Harun Yarbay ardından da bana döndü. "Alparslan, sen Kartal'a odasını göster sana zahmet 2 saate kadar tüm askerleri burada hazır olarak görmek istiyorum." Dediğinde başımı salladım. "Emredersiniz komutanım."

Harun Yarbay yanımızdan ayrılırken bakışlarımı Kartal Bey'e çevirdim. "Buyurun, bu taraftan." Semih'in eskiden kaldığı odaya doğru ilerlerken Kartal Bey'in sesini duydum. "Aramızda çok bir yaş farkı yok, bana siz diye hitap etme lütfen."

"Nasıl istersen." diyerek yürümeye devam ettiğimizde Kartal'ın sesini tekrar duydum. "Buraya daha önce gelmedim pek fazla bir yer bilmiyorum, bir ara bana gösterirsen sevinirim." Dediğinde başımı salladım. "Tabii, vakit bulursak neden olmasın."

Semih'in odasına vardığımızda Kartal kapıyı açarak odaya baktı. Ardından da konuştu. "Bu odada kalan eski yüzbaşı hain çıkmış, seninle de bir derdi varmış değil mi?" sorduğu soruyla birlikte yüzüne doğru baktım. Karşımdaki kişi çok çabuk samimiyet kurmuştu. "Evet ne yazık ki öyle. Ben seni yalnız bırakayım dinlen, yol yorgunusun. İki saat sonra görüşürüz." diyerek lafı değiştirdim. Bu konunun konuşulmasından pek hoşlanmıyordum. Semih benimle uğraşmaktan ziyade daha çok sevdiğim kadınla uğraşmıştı çünkü.

"Tamam." diyen adamla birlikte adımlarımı kendi odama doğru atmaya başladım. Gayet samimi ve iyi biri gibi duruyordu yeni yüzbaşımız ama ilerleyen zamanlarda nasıl birine dönüşeceği hiç belli değildi..

 

 

 

◔◔◔

Hazan Eraslan'ın anlatımından,

Ellerime eldivenlerimi giyerek karşımda oturan kadına baktım. Dudağı patlamış, kaşı açılmış ve elmacık kemiklerinde bariz belli olan bir morluk vardı. Mahcup bir şekilde karşımda oturuyor ve bakışlarını yere doğru eğmiş fayansları izliyordu. Asıl mahcup olması gereken o değildi, o başını eğecek hiçbir şey yapmamıştı. Asıl ona bunu yapanın utanması gerekiyordu ama ne yazık ki böyle bir şey imkansızdı.

Kadının ardından yanında duran 3-4 yaşlarındaki erkek çocuğuna baktım. Yaşlı gözlerle annesini izliyordu. Kim bilir neler geçiyordu küçücük aklında, kim bilir nasıl korkmuştu.

"Darp raporu alıp şikayet edersen kurtulabilirsin belki." diyerek elimdeki uyuşturucu iğneyi kadına uyguladım. Kadın iğne yüzünden yüzünü buruştururken konuştu. "Şikayet etmem bir çözüm olmaz ki. Salıverildiği sürece buna devam eder, dahası onu şikayet ettiğim için ölmekten beter eder beni."

Sessiz kalarak açılan kaşına sütur atmaya başladım. Ne yazık ki doğru söylüyordu. Şikayet ettiğinde ne olacağını hepimiz biliyorduk. Ama daha gencecikti karşımdaki kadın. Onu bu cehenneme yollamak hiç istemiyordum. Hele ki o çocuğu hiç.

"Boşanmayı düşündün mü hiç?" dediğimde kadın başını iki yana salladı. Dudaklarında alaylı bir gülümseme oluştu. "Boşansam ne olacak? Anam babam bana sahip çıkmaz. Gitmedim mi sanıyorsun ailemin yanına. Gittim. Annemin dediği tek şey o senin kocan, döver de sever de. Bu eve ancak kefenle dönebilirsin."

Ülkemizin bazı kesimlerinde ne yazık ki böyle düşünceler mevcuttu. Elalem ne der korkusuyla kızlarını o pisliklerin ellerine bırakıyorlardı. Elalem kendi evlatlarından daha değerliydi onlar için. Bu düşünceyi anlayamıyordum.

Dikişi bitirerek sargı bezini yaranın üzerine kapattım ve etrafını bantladım. "Eğer gerçekten o adamdan kurtulmak istersen, ben sana destek olurum. Kalacak yer de ayarlarım."

"Keşke doktor hanım keşke. Babam muhtar, ne yapar ne eder bulur beni sonra da alır verir yine kocamın eline." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Bakışlarım yanımızda bizi dinleyen çocuğa kaydığında konuştum. "Kendin için değilse de çocuğun için düşün en azından. Elimden geldiğince yardım ederim sana." dediğimde kadından ses çıkmadı.

Elime merhem alarak patlayan dudağına sürdüm. Ardından da ona doğru uzatarak konuştum. "Bunu kullanırsan birkaç güne kadar geçer yaraların. Pansuman için gelirsen çok iyi olur." dediğimde kadın konuştu. "Zar zor çıktım bugün, bir daha gelmem mümkün değil."

Sıkıntılı bir şekilde iç çekerek konuştum. "O zaman eczaneden saygı bezi, tentürdiyot falan al. Ellerini güzelce yıkadıktan sonra tentürdiyotu gazlı beze dök ve yaranın üzerini temizle. Sonra da üzerini sargı benimle kapatıp kenarlarını sabitle tamam mı?"

Kadın başını sallayarak elimi tuttu. "Allah senden razı olsun." dediğinde elimi elimin üzerine kapattım. "Senden de."

Kadın sedyeden kalkarken bende cebimden çikolata çıkartarak çocuğa uzattım. Çekinerek bana baktıktan sonra annesine döndüğünde aldığı işaretle birlikte çikolatayı elimden aldı. "Teşekkür edeyim." yarım yamalak söylediği cümleyle büyükçe gülümsedim. Ellerimi saçlarına götürerek okşadım. "Afiyet olsun."

Annesi çocuğun elinden tutarak acilden çıkarttığında arkalarından baktım bir süre. Çok zordu böyle yaşamak. Birinin sana sahip çıkmaması çok kötüydü. Sırf onun için bu sıkıntıya katlanıyordu. Belki de çocuğu içindi ama o çocuk bunlar yaşanırken sağlıklı bir psikolojiyle büyüyemezdi.

İç çekerek bakışlarımı onlardan çektim ve yürümeye başladım koridorda. Hastanenin bahçesine çıkmak için ilerlerken kapıdan giren Nazlı'yı görerek yanına doğru ilerlemeye başladım. Karnı hafiften belli olmaya başlamıştı, o kadar yakışmıştı ki hamilelik ona.

"Nazlı?" diyerek yanına giderken Nazlı beni görerek gülümsedi. "Hazan, naber?" bana doğru geldiğinde sarılarak selamlaştık. "İyiyim sen nasılsın asıl?"

"İyiyim bende. Kontrole geldim." diyerek elini karnına koyduğunda gülümsedim. "Emre yok mu?" dediğimde başını iki yana salladı. "Maalesef, haberin vardır yeni komutanları geliyormuş. Herkesin taburda olması gerekiyormuş falan filan."

Nazlı'nın söylediği şeyle başımı salladım. Hem yoğunluktan hem de aklıma babamın takılmasıyla unutmuştum yeni yüzbaşının geleceğini. Nazlı'ya dönerek konuştum. "O zaman ben eşlik edeyim sana, yalnız kalmamış olursun."

Nazlı tebessümle beni onayladı. "Çok sevinirim." Birlikte kadın doğum bölümüne ilerlerken konuştum. "Ee nasıl gidiyor, anlatsana biraz." dediğimde Nazlı konuştu. "Çok güzel gidiyor Hazan. Başlarda korkmuştum biliyorsun ama hiç gerek yokmuş, her şey yolunda. Emre de elinden geldiğince yardım ediyor bana." dediğinde gülümsedim.

"Böyle düşünmene çok sevindim, ben sana demiştim her şey yoluna girer diye. Sağlıkla alacağız oğlumuzu kucağımıza." dediğimde Nazlı konuştu. "İnşallah."

Nazlı'nın randevu saatine bir 10 dakika kaldığı için doktorun kapısının önünde oturarak beklemeye koyulduk. Nazlı'nın konuşmasıyla bakışlarımı ona doğru çevirdim.

"Sizde ne var ne yok?" dediğinde konuştum. "Ne olsun her şey yolunda. Güzel gidiyor." dediğimde Nazlı sırıtarak konuştu. "Sizi ne zaman evlendiriyoruz?"

Sorduğu soruya karşılık utanarak başımı eğdim. Evlilik, bunu Kerem'den sonra hiç düşünmemiştim. Ondan yediğim darbe bende büyük bir etki yaratmıştı. Ama şimdi Alparslan ile evlenmek kötü gelmiyordu bana. Hatta düşününce güzeldi bile. Biz iyi günde de kötü günde de birbirimizin yanındaydık zaten, evlilik yalnızca bir resmiyetti.

"Sessizliğinden istemediğini mi anlamalıyım?" Merakla konuşan Nazlı'nın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Hayır, hayır istiyorum tabii." dedim itiraz ederek. Nazlı benim tepkime gülerek konuştu. "Şaka yaptım canım benim. Her şey zamanla olur, bir bakmışız sizi de evlendirmişiz."

"Bakalım, kısmet." diyerek tebessüm ettim.

Kısa süre sonra Nazlı'nın isminin seslenilmesiyle birlikte doktorun odasına girdik. Doktor gerekli muayeneyi yaparak ultrasonla bebeği kontrol edip kalp atışlarını dinledi. Her şey gayet yolundaydı, Bebeğin ölçümlerinde, büyümesinde hiçbir sorun yoktu. Odadan çıktıktan sonra Nazlı direkt olarak Emre'yi aramış ve son durumu, doktorun dediklerini anlatmaya başlamıştı. Gerçekten zor bir durumdu. Eminim Emre de çok gelmek istemişti ama şartlar uygun değildi ne yazık ki.

Nazlı'yı yalnız bırakmak adına ondan biraz uzaklaşırken telefonumun titremesiyle cebimden çıkardım. Alparslan'dı arayan. Telefonu kulağıma götürerek konuştum. "Efendim sevgilim?"

"Nasılsın güzelim?" diyen Alparslan'a karşılık konuştum. "İyiyim, Nazlıyla beraberiz. Sen nasılsın? Geldi mi yüzbaşı?" dedim merakla. Alparslan konuştu. "Geldi, geldi. Onunla uğraşıyorum bende. Akşam görüşecektik ama bizim acil bir toplantımız var. Ona katılmak zorundayım. Hem haber vereyim dedim hem de sesini duymak istedim."

"Sorun değil, önemli bir şey yok değil mi?" merakla konuştuğumda Alparslan cevap verdi. "Bir operasyonla alakalı toplantı yapacağız." dediğinde tekrar konuştum. "Tamam, ilaçlarını aksatma sakın. İyileşemezsin sonra." dediğimde Alparslan'ın güldüğünü duydum. "Tamam aksatmam. Bir de dün yiyemediğimiz yemeği yarın yesek nasıl olur, sana uygun mu?"

"Olur, güzel olur." dediğimde Alparslan konuştu. "Tamam, ben seni alırım o zaman akşam 19.00 gibi." dediğinde onayladım. "Anlaştık."

"Şimdi kapatmam gerekiyor, yarın görüşürüz birtanem." Alparslan telefonu kapattığında gülümseyerek telefonu kulağımdan indirdim.

Benim telefonu kapatmamla birlikte Nazlı bana doğru gelirken konuştum. "Verdin mi güzel haberleri." dediğimde Nazlı başını salladı. "Verdim verdim, akşam bir planın var mı?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. "Hayır yok" dediğimde Nazlı konuştu. "Süper, o zaman akşam bizdesin. Emre bugün yokmuş, Alparslan abim de yok eminim. Fırat da yok, Buse'yi de çağırırız. Olur mu?"

Olumlu anlamda başımı salladım. "Olur, neden olmasın. Ama sen yorulma. Bana gelin, bende oturalım." dediğimde Nazlı kararsız bir biçimde bana bakarak onayladı. "Tamam ama yemek falan uğraşma, dışarıdan söyleriz."

Söylediği şeye gülerek onu onayladım. "Tamam, onu ayarlarız. Ben Buse'ye de haber veririm."

"Tamamdır doktor hanım, akşam sendeyiz o zaman." Nazlıyla planımızı oluşturduktan sonra beni çağırmaları üzerine ayrılmak durumunda kaldık. Ben acile doğru giderken Nazlı da eve gitmek üzere hastaneden çıktı.

 

 

 

◔◔◔

 

 

 

İşten gelir gelmez birkaç atıştırmalık hazırlamak üzere mutfağa girmiştim. Ufak tefek şeyler hazırlamış, salondaki masaya güzelce yerleştirmiştim hepsini. Üzerime de rahat şeyler giyerek odamdan çıkacağım sırada çalan kapıyla birlikte hızlı adımlarla kapıya ilerledim. Direkt olarak kapıyı açtığımda karşımdaki Buse ve Nazlı'ya gülümsedim.

"Hoş geldiniz." diyerek kapıdan çekildiğimde ilk önce Nazlı ardından da Buse içeri girdi. Onlar ayakkabılarını çıkartırlarken bende kapıyı kapattım. Sırayla Buse ve Nazlı'ya sarılarak selamlaştık. "Hoş bulduk."

Ellerindeki poşetleri bana uzattıklarında konuştum. "Ne zahmet ettiniz, ben hazırlamıştım bir şeyler." dediğimde Nazlı hafifçe kaşlarını çattı. "Ne zahmeti, asıl sen yorgun argın bizi ağırlıyorsun."

Son söylediğini duymazdan gelerek konuştum. "Hadi geçin salona bende bunları bir tabağa koyayım." Nazlı ve Buse salona doğru ilerlerken bende getirdiklerini tabaklara koyarak salona doğru ilerledim. Elimdeki tabakları masaya koyarak bende yanlarına oturdum.

"Ne iyi ettik buluşmakla, bende sıkılıyordum." diyen Buse'yi onayladım. "Bence de çok iyi oldu, arada yapmamız gerekiyor böyle buluşmalar." dediğimde Nazlı konuştu. "Tabii biraz dedikodu yapmak bizim de hakkımız."

Nazlı'nın söylediği şeylere Buse de bende gülerken Nazlı konuştu. "Ama yalan mı? Bizimkiler hep bir arada, biz ancak ayda bir görüşebiliyoruz." dediğinde Nazlı'yı onayladım. Haklıydı. Bizim pek vaktimiz olmuyordu Buse ile.

"Dur daha bebek doğsun o zaman hiç vakit bulamayız." dedi Buse gülerek. Nazlı konuştu. "Orası öyle tabii ama mutlaka ayarlarız bir gün."

Tabaklarımıza hazırladıklarımdan alırken konuştum. "Bebek sevmeye gideriz bizde sık sık. O zaman görüşürüz." dediğimde Nazlı'nın sitemli sesini duydum. "Aşk olsun, sırf bebek için geleceksiniz yani." Buse ile birbirimize bakarak alttan alttan bu alıngan haline gülerken Nazlı tekrar konuştu. "Gülün siz gülün, bende size güleceğim. Son gülen iyi güler."

"Bize sıra gelene kadar ohoo." dedi Buse gülerek. Ardından ekledi. "Yani yeni sayılırız biz. Sıradakiler düşünsün onu." İmayla bana bakarken hafifçe kaşlarımı çattım. "Bak ya, siz bugün bir oldunuz hep bir imalar bir şeyler." dediğimde bu sefer gülme sırası Nazlı ve Buse'ye geçti.

Dayanamayarak onlara katıldığımda bir süre gülerek devam etti sohbetimiz. Hazırladığım yiyecekleri yedikten sonra bulaşıkları mutfağa bırakarak masadan kalktık. Buse'nin getirdiği tatlıyı servis ettikten sonra kanepeye oturarak Nazlı ve Buse'^yi dinlemeye koyuldum.

"Yani biraz zor oluyor ama biz sevgiliyken de nişanlıyken de sık sık göreve giderdi yani evlenince bir şey değişmedi. Ama hamileyken ayrı oluyor." dediğinde onu dinlemeye devam ettim. Nazlı için ne kadar zordu kim bilir. "Siz benden daha iyi bilirsiniz hormonlar tavan yapınca duyguları daha zor yaşıyorum. Yanımda olsun istiyorum ama olmuyor. Böyle böyle zamanı deviriyoruz oğlumla. "

Oluşan kasvetli havayı dağıtmak adına konuştum. "Peki ne koyuyoruz oğlumuzun adını?" merakla Nazlı'ya bakarken Nazlı heyecanla konuştu. "Ay karar veremedik daha, aklımızda isimler var ama bakalım." dediğinde Buse konuştu. "Daha doğuma var zaten karar verirsiniz."

Nazlı Buse'yi onaylarken tekrar konuştum. "Ben intörnken bir kadın doğuma gelmişti, bebek doğdu. Karar verememişlerdi ismine. Herkesten ayrı bir ses çıkıyordu. Bebeğin annesinin beğendiği ismi kayınvalidesi beğenmiyordu, kayınvalidesinin beğendiği ismi de anne beğenmiyordu. Yazık baba da arada kalmıştı, karısına da annesine de bir şey diyememişti. Öyle tartışma çıkmıştı." dedim o anlar gözlerimin önünden geçerken.

"Evet ya öyle de oluyor, aslında buna anne babanın karar vermesi gerek, Kayınvalide ne karışıyor." diyen Buse'yi onayladım. Ama ne yazık ki bazı insanlar böyle anlayışlı olmuyordu.

"Allah'tan bizimkiler karışmıyor, şanslıyım o konuda. Emre'nin ailesi de benimkiler de kararı bize bıraktılar tabii arada fikir veriyorlar." dediğinde konuştum. "Olması gerekende o zaten."

Odada telefon zil sesinin yankılanmaya başlamasıyla birlikte Nazlı telefonunu çantasından çıkarttı. Ekrana baktıktan sonra bize bakarak konuştu. "İyi insan lafın üzerine ararmış. Feriha annem arıyor." diyerek oturduğu yerden kalktı. Telefonu açarak mutfağa doğru ilerlerken Buse ile baş başa kaldık.

"Kadının kulakları çınladı tabii." diyen Buse'ye karşılık güldüm. Haklıydı, kulakları çınlamıştı belli ki. "Şimdi seninki de arıyormuş Hazan." diyen Buse'yi onayladım. "Arar mı arar."

Buseyle gülerek sohbetimize devam ederken Nazlı kısa bir süre sonra yanımıza geldi. Sohbetimize onunla birlikte devam ederken bu sefer de Buse'nin telefonunun çalmaya başlamasıyla birlikte Buse ekrana bakarak gülümsedi. Bu gülümsemeden kimin aradığını anlamamak imkansızdı. Buse yanımızdan ayrılarak mutfağa giderken Nazlı konuştu.

"Çok seviniyorum biliyor musun? Fırat çok hak ediyor mutlu olmayı." dediğinde Nazlı'yı onayladım. "Bende çok sevindim öğrendiğimde. Buraya geldiğimde Fırat'ın bakışlarından anlamıştım Buse'yi ne kadar sevdiğini ama Buse önyargılıydı."

"Öyleydi ama o da kabullendi sonunda. İnşallah hep böyle mutlu olurlar." dediğinde onayladım. "Umarım.."

Buse'nin aramıza tekrar katılmasıyla sohbetimiz son hız devam etti. Konu konuyu açmış, herkesten ve her şeyden bahsetmiştik. Kah duygulanmış, kah gülmüştük ama güzel bir akşam geçirmiştik. En azından yalnız başıma kalıp babamı düşünüp durmamıştım. Hepimizin arada böyle buluşmalara ihtiyacı vardı gerçekten. Bundan sonra her ay vakit buldukça böyle oturmalar yapacaktık...

 

 

 

◔◔◔

Aynadan kendime bakarak boynuma kolyemi taktım. Maşa yaptığım saçlarımı sırtıma doğru atarak küpelerimi taktım. Üzerimdeki siyah elbiseye uygun bir makyaj yaparak bordo tonlarındaki rujumu sürdüm. Yemeğe gidecektik ama nereye gideceğimiz bilmiyordum. Alparslan sürpriz diyerek bana hiçbir şey söylemiyordu.

Telefonumdan saate baktıktan sonra çantama koyarak kapıya doğru ilerledim. Üzerime kısa bir ceket giyerek topuklu ayakkabılarımı giydim. Evden çıktığımda her zamanki gibi beni bekleyen Alparslan'a doğru baktım. Bugün baya uyumluyduk. O da benim gibi siyah bir gömlek ve pantolon giymişti. Her hali yakışıklıydı ama gömlekte ayrı bir yakışıyordu.

Yanına yaklaştığımda Alparslan'ın sesini duydum. "Her seferinde bu kadar etkileyici görünmeyi nasıl başarıyorsun?" iltifatına karşılık gülümseyerek konuştum. "Sizin yanınıza yakışmaya çalışıyoruz efendim zira sizde bir o kadar yakışıklısınız."

Alparslan gülerek bana doğru yaklaştı ve dudaklarıma doğru eğildi, küçük bir öpücük bırakarak geri çekildiğinde dudaklarına bulaşan ruja karşılık güldüm. Baş parmağımı dudaklarına götürerek sildim.

"İşte bu yüzden ruj sürmeni sevmiyorum, istediğim gibi öpemiyorum seni." sitemli çıkan sesine karşılık gülümsedim. "Sen istediğin gibi öpebilirsin, ben temizlerim dudaklarını." diyerek tek gözümü kapatarak göz kırptım. Elimi Alparslan'ın dudağından çekerek arabaya doğru ilerlemeye başladım. "Sen çok fenasın Hazan."

Alparslan'ın söylediği şeye gülerek arabanın kapısını açtım ve içerisine bindim. Alparslan da şoför koltuğuna geçerek arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. "Hala söylemeyecek misin nereye gittiğimizi?" dediğimde Alparslan gözlerini kısaca yoldan ayırıp bana çevirdi. "Söylemeyeceğim, yalnızca biraz şehrin dışına çıkacağız."

Bir süre dışarıyı izledikten sonra bakışlarımı Alparslan'a doğru çevirdim. Bir eliyle direksiyonu tutuyor, diğeriyle de gömleğinin yakasıyla oynuyordu. Biraz öncekine nazaran gergin görünüyordu.

"Bir sorun yok değil mi?" dediğimde irkilerek bana doğru baktı. Ardından başını iki yana salladı. "Hayır, yok." diyerek tebessüm etse de gergin olduğu epey belliydi. Fazla üstelemeden yola dönerken şehirden dışarı çıkmaya başladığımızı fark ettim. Ana yoldan çıkarak toprak bir yola girdiğimizde konuştum.

"Beni dağa kaldırıyor olabilir misin acaba?" diyerek alayla güldüğümde Alparslan ufak bir tebessüm etti. "Neden olmasın, belki de yemek bahanesiyle seni alıp kaçırıyorum. Ama itiraz etmezsin bence."

"Şuna bak ya nasıl da emin konuşuyor?" başımı cama çevirerek gülerken karşıda kulübe gibi bir yer görerek dikkatlice baktım. Şehirden epey uzaklaşmıştık. Araba kulübenin önünde durduğunda Alparslan arabadan indi. Benim tarafıma gelerek kapımı açtığında arabadan indim.

El ele tutuşarak kulübeye doğru ilerlediğimizde merakla etrafıma bakmaya devam ettim. Burası hem karanlık hem de epeyce soğuktu. Gerçekten insanın tüylerini ürpertiyordu. Kulübeye yaklaştığımızda Alparslan cebinden bir anahtar çıkardı ve kapının kilidini açtı. Ardından da kapıyı tamamen açarak bana doğru döndü.

Bakışlarım kulübenin içine kayarken şaşırmadan edemedim. Kulübenin tam ortasında beyaz örtülü bir masa, masanın üzerinde mumlar ve gül yaprakları, yiyecekler.. Masanın tam çaprazında yanan bir şömine, hafif tınıda çalan müzik. O kadar romantik bir ortam vardı ki karşımda şaşırmadan edememiştim.

"Beğendin mi?" Arkadan belime sarılarak başını omzuma yaslayan Alparslan'ın fısıltısını işittiğimde girdiğim transtan çıktım ve başımı salladım. "Beğenmek ne kelime, bayıldım." Verdiğim cevapla birlikte Alparslan başını omzundan kaldırarak elimi tuttu ve beni masaya doğru ilerletti.

Sandalyemi çekerek bana yardımcı olduktan sonra kendisi de karşıma geçerek oturdu. "Gerçekten beğendin mi?" hevesle bana bakarken büyükçe gülümsedim. "Çok güzel olmuş, sen mi hazırladın tüm bunları?" diyerek merakla Alparslan'a bakarken başını salladı. "Ben hazırladım, bugün ikimize özel olsun istedim. Yalnızca ikimiz olalım istedim."

Bakışlarımı Alparslan'dan çekerek etrafı incelemeye devam ettim, epey büyük bir kulübeydi. Ben etrafa bakarken Alparslan masadan kalkarak hemen karşımızdaki mini mutfağa ilerledi. Dolaptan çıkardığı şarap ile şaşkınca baktım. Bu zamana kadar alkollü içecek içtiğine şahit olmamıştım.

Alparslan'da bunu fark etmiş olacak ki konuştu. "Yalnızca çok özel günlerde, kutlamalarda birkaç kadeh içiyorum." dediğinde konuştum. "Bir şeyi mi kutluyoruz?" bugünün tarihini düşünerek neyi kaçırdığımı düşünürken Alparslan konuştu. "Daha önce kutlamadık ama senin cevabından sonra bugünden sonra kutlamamamız için bir sebep yok."

Ne demeye çalıştığını anlamayarak ona bakarken Alparslan şişenin kapağını açarak önce benim kadehime ardından da kendi kadehine şarapları koydu. Karşıma geçerek oturduğunda merakla ona bakmaya devam ettim.

"Bunu yapmaya bir süre önce karar verdim, karar verdiğim günden beri çok fazla düşündüm. Nasıl yapmalıyım, ne zaman yapmalıyım, erken mi diye çok düşündüm. Sonra hayatı ertelemenin gereksiz olduğuna karar vererek kafamda plan yaptım." Alparslan heyecanlı bir biçimde karşımda konuşurken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. "Kafamda defalarca tekrarladım bu sahneyi, sözlerimi, senin cevabını her ihtimali düşündüm." diyerek yutkundu.

Ellerini pantolonuna sürterek kısık sesle mırıldandı. "Allah'ım gerçekten çok zormuş." kısıkça söylese bile ne dediğini net bir biçimde anlamıştım. Alparslan tekrar bana baktığında devam etti sözlerine. "Hazan şu kısacık sürede sen benim tüm hayatım oldun. Gece yatmadan, sabah uyandığımda, gün içerisinde her an aklımda sen varsın. Kalbimde, beynimde senin ismini zikrediyor. Sen karşıma çıktıktan sonra sevmenin, aşık olmanın ne demek olduğunu anladım ben. Her şey seninle başladı ve seninle bitsin istiyorum." heyecandan titreyen sesi, dolu olan gözleriyle o kadar güzeldi ki.

Elini ceketinin iç cebine götürerek içerisinden kırmızı kadife bir kutu çıkarttığında anın heyecanı ve duyduğum güzel sözlerle gözlerimin dolmasını engelleyemedim. "Ömrümün sonuna kadar senin yanında olacağım, senin de benim yanımda olmanı istiyorum." diyerek kutunun kapağını açtı ve bana doğru uzattı. "Elimi bir ömür boyu sıkıca tutar mısın birtanem, benimle evlenir misin?"

Heyecanla ve beklentiyle parıldayan gözleriyle bana bakan Alparslan'a karşılık büyükçe gülümsedim. Mutluluktan akan gözyaşlarımı umursamadan başımı salladım. "Tutarım canımın içi, seninle evlenirim. Ben seninle her şeye varım. Yeter ki sen yanımda ol."

Alparslan rahat bir nefes vererek güldü. Oturduğu yerden ayağa kalktığında bende kalktım. Yüzüğü kutudan çıkarttığında elimi ona doğru uzattım. Alparslan yüzüğü dikkatlice yüzük parmağıma geçirerek elimin üzerini öptü. Ardından da konuştu. "Çok yakıştı."

Hayranlıkla yüzüğüme bakarken Alparslan gözümden damlayan yaşı sildi. "Gözlerinden yalnızca mutluluk gözyaşları akması için çabalayacağım, bundan sonra hep çok mutlu olacağız." diyen Alparslan'a bakarak konuştum. "Seni çok seviyorum."

"Bende seni çok seviyorum ve ömrümün sonuna kadar da seveceğim." elimi yanağına yaslayarak dudaklarımızı birleştirdim.

O kadar mutlu ve heyecanlıydım ki. Bugün resmen evliliğimiz için ilk adımı atmıştık. Bir gün Alparslan ile evleneceğimizi biliyordum ama teklif hiç beklemediğim bir anda gelmişti. İyi ki de gelmişti. Alparslan haklıydı, hayatımızı ertelememize gerek yoktu. Hele ki bu kadar kısayken...

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?

‣‣‣ Hazan ve Alparslan sahneleri nasıldı?

‣‣‣ Evlenme teklifi de edildi, bizimkiler resmi olarak evleniyorlar mı ne dersiniz?

‣‣‣ Hazan'ın babasının neden geldiğini de okuduk, sizce babasının Hazan'a söylemediği, bir gün öğreneceksin dediği şey ne? Tahminlerinizi bekliyorum..

‣‣‣ Yeni yüzbaşımız geldi, nasıl beğendiniz mi? Sizce başımıza bir şeyler açar mı yoksa kendi halinde mi takılır?

‣‣‣ Buse, Nazlı ve Hazan sahnesi nasıldı?

Yorumlarınızı merakla bekliyorum... Görüşmek üzere💖

Hazan

Alparslan

Hazan'ın yüzüğü

Loading...
0%