Yeni Üyelik
36.
Bölüm

Hazan Vakti| 35

@mutlusonsuz222

 

35.Bölüm

Yazarın anlatımından,

İnsan ölürken hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyorsa eğer Alparslan için gözlerini kapattığı an gözlerinin önüne düşen şey Hazan'ın yüzü olmuştu. Gülümseyerek ona bakan yüzü.. Onunda dudaklarında ister istemez gülümseme oluştu, belki de öyle zannetti çünkü vücudunu artık hissedemiyordu.

"Komutanım nabzı çok yavaş, hastaneye gitmesi gerekiyor." diyerek telaşla konuşan Barışla birlikte Fırat, Alparslan'ın başından kalktı. "Gideceğiz, bir şey olmayacak." biraz önce yapmaya çalıştığı telsizi alarak uğraşmaya başladı.

"Komutanım, bizi duyuyor musunuz? Ses verin ne olur." dedi Kadir telaşlı bir biçimde. Alparslan'dan ses gelmesini beklediler ama bekledikleri sesi alamadıklarında çaresizlikle birbirlerine baktılar. "Ah ben nasıl dikkatsiz davrandım, aptal kafam benim." diyerek kafasına vuran Caner'i eliyle durdurdu Emre. "Yapma kardeşim."

"Böyle sızlanmanın kimseye faydası yok, bir an önce bir şey yapmamız lazım." dedi Murat telaş içinde. Barış elindeki bezlerle yaraya baskı yaparken bir yandan da konuştu. "Çok kan kaybediyor."

Fırat telsizi yapamamanın vermiş olduğu hayal kırıklığı ile timin yanına tekrar ilerleyerek konuştu. "Biraz ilerleyelim en azından telefonun çektiği bir yer bulalım." dediğinde herkes onu onayladı. Şuan için yapılması gereken en doğru hamle buydu. Fırat çantasından kamuflaj bir örtü çıkartarak yere doğru serdi. "Komutanımızı burada bırakamayız."

"Çok fazla hareket ettirmememiz lazım. Üç deyince aynı anda kaldırıp koyalım." dedi Barış. Kadir baş ucuna geçerken Caner ayak ucuna geçti ve Barış'ın işaretiyle birlikte Alparslan'ı örtünün üzerine yerleştirdiler.

"Dönüşümlü olarak taşıyacağız ilk görevi ben ve Murat abi alalım, Emre ve Caner siz önden ilerleyin. Barış ve Kadir sizde arkadan ilerleyin, biz ortada olacağız." diyen Fıratla birlikte herkes onu onayladı. Muratla Fırat örtünün iki ucuna geçerek Alparslan'ı kaldırdılar.

Yürümeye başladıklarında Caner konuştu. "Abi bir şey olmayacak değil mi?" diyerek etrafı dikkatle incelemeye devam etti. Murat ise hızlıca devam etti. "Olmayacak tabii, Alparslan dayanıklıdır. Hatırlamıyor musunuz? Bir kere daha vurulmuştu. Sonra iki gün sonra iyileşmiş, panik yaptığımız için bize kızmıştı."

"Evet hatta oğlum ne panik yaptınız be demişti." dedi Emre. Yüzlerinde hafif bir gülümseme oluştu. İçten içe ne kadar korksalar da panik olsalardı bunun dikkatlerini dağıtmasına izin vermeyeceklerdi. İyi düşüneceklerdi.

"Abi, Hazan yengem yıkılacak." dedi Caner düşünceli bir sesle. Fırat ise örtüde yatan kardeşine bakarak konuştu. "Yıkılırsa kaldırmak bizim görevimiz, o bize Alparslan'ın emaneti." diyerek fısıldadı. Murat Fırat'ı onaylayarak başını salladı. "Aynen öyle, biz güçlü olalım ki o da güçlü olsun.

Belli bir süre daha yürüdüklerinde dinlenmek için duraksadılar. Barış hızla komutanının yanına giderek yara durumuna baktıktan sonra konuştu. "Komutanım, çok kanaması var." dediğinde Fırat konuştu. "Tamam, tamam gideceğiz. Bir yolunu bulacağız." dedi stres olmuş bir biçimde.

Dinlendikten sonra Murat ve Fırat'ın yerini Caner ve Kadir aldığında ilerlemeye devam ettiler. Köy merkezine neredeyse yaklaşmışlardı. Fırat elinde telsizle uğraşırken duyduğu cızırtılarla hızlıca konuştu. "Sesim geliyor mu?" telsizden bir süre ses beklediğinde gelmeyen sesle derin bir iç çekti.

İlerlemeye devam ederlerken Fırat tekrar telsize doğru konuştu. "Komutanım beni duyuyor musunuz? Kartal komutanım?" diyerek tekrar konuştuğunda yine ses gelmedi. Fırat pes etmeden tekrar konuştu. "Beni duyabiliyor musunuz?" O bekledikleri ses nihayet geldi. "Sesin geliyor Fırat, İyi misiniz? Neredesiniz?" diyen endişeli sesi duyuldu Kartal'ın.

Tüm tim Kartal'ın sesini duyduğuna sevinirken Fırat hızlıca konuştu. "Komutanım koordinatları gönderiyorum size hemen. Karargahla bağlantıya geçemedim henüz acil bir helikopter gerekiyor. Ağır yaralımız var."

Kartal duyduğu cümleyle birlikte büyükçe yutkundu. Aklına gelen kişinin olmaması için içinden dualar ederken konuştu. "Kim?" sorduğu soruyla birlikte Fırat bakışlarını kardeşine çevirerek cevap verdi. "Alparslan yüzbaşım."

Kartal duyduğu isimle gözlerini sıkıca kapattı Ardından merakla konuştu. "Tamam, Harun yarbayıma derhal haber veriyorum. Durumu nasıl?" diye sorduğunda Fırat cevap verdi. "Çok kan kaybediyor komutanım. İki tane kurşun yarası var."

"Allah'ın belaları. Tamam Fırat helikopterin yeri ayarlandığında sizinle iletişime geçeceğim, şimdilik güvenli bir yerde durun." Fırat onu onayladıktan sonra time doğru döndü. "Kartal yüzbaşından haber gelinceye kadar burada kalacağız. Gözünüzü dört açın."

O sırada Kartal'da telsizi yanındaki askerine uzattıktan sonra telefonunu çıkartarak Harun Yarbay ile iletişime geçti. Ona time ulaştıklarını ve Alparslan'ın yaralı olduğunu söyledikten sonra helikopter gerektiğini de ilettikten sonra Harun yarbayın onayını aldı. Helikopter onlara en yakın yere inecekti.

Telefonu kapattıktan sonra ele geçirdikleri teröristlerin yanına doğru ilerledi. "Allah belanızı versin sizin şerefsizler!" diyerek yumruğunu adamlardan birinin suratına geçirdi. Ardından diğerine yaklaşarak ayağını adamın göğsüne vurdu ve yere düşmesini sağladı. Adamı arka arkaya tekmelerken adamın acı inlemeleriyle birlikte bağırdı. "Nasılmış piç kurusu. Aslında sizi şurada öldürmek var da neyse."

Hıncını çıkardıktan sonra geri çekilerek konuştu. "İnsan rahatlıyormuş. Karargaha gidelim bir ben daha neler yapacağı size." dedi teröristlere bakarak. Ardından timine bakarak ekledi. "Kaldırın şunları. Yola çıkıyoruz, time ulaşana kadar durmak yok." dedikten sonra önden ilerlemeye başladı.

Kırk beş dakika bir yol yürüdükten sonra Alparslan ve timinin bulunduğu bölgeye geldiklerinde Caner onları görerek konuştu. "Komutanım, Kartal komutanlar geldi." Caner'in konuşmasıyla birlikte Fırat, Alparslan'ın başından kalktı ve onlara doğru ilerledi. "Hoş geldiniz komutanım."

El sıkışırlarken Kartal merakla konuştu. "Durum ne?" diyerek Alparslan'ın yanına ilerledi. Bakışları Alparslan'ın üzerinde dolanırken mırıldandı. "Dayan, sevdiğin kadın için dayan aslanım." Kimse onun ne dediğini duymazken Barış konuştu. "Çok kan kaybediyor komutanım."

"Helikopter gelmek üzeredir, yetiştireceğiz Allah'ın izniyle." dedikten sonra telsizden Harun Yarbay'ın sesi duyuldu. "Kartal duyuyor musun beni?" Tüm dikkatleri Harun yarbaya kayarken Kartal konuştu. "Duyuyorum komutanım, time ulaştık." dediğinde Harun Yarbay konuştu. "Helikopter iniş yapmak üzere, sizden 600 m ilerideki açıklığa inecek. Oraya kadar gidebilirsiniz değil mi? Alparslan nasıl?"

"Gideriz komutanım." dedi Fırat hemen. Ardından ekledi. "Komutanım çok kan kaybetti, yarası ağır." dediğinde Harun Yarbay konuştu. "Dayanacak Allah'ın izniyle. Siz hemen yola çıkın. Alparslan'ın bilgilerini hastaneye ileteceğim her şey hazırlansın."

Harun Yarbay'ın söylediği şeyle birlikte Kartal konuştu. "Komutanım Hazan Hanım'a haber verilmesin, hastanede tanıdık başka bir doktor varsa ona ulaşılsın. Ayarlamaları o yapsın." dediğinde Fırat hızlıca konuştu. "Kartal komutanım haklı, doktor Eren Bey'e ulaşabilirsiniz. O gerekli ayarlamaları yapar."

"Tamam, ben halledeceğim onu. Burada bekliyorum sizi." diyerek telsizi kapattı Harun Yarbay. Kartal telsizi kemerine taktıktan sonra her iki time hitaben konuştu. "Hızlı bir şekilde helikoptere gideceğiz. Emre ve Barış, Alparslan'ı siz taşıyın. Muzaffer, Kemal sizde teröristlerden gözünüzü ayırmayın. Diğerleri de önde ve arkada olmak üzere ikiye bölünsün."

Gerekli emirleri verdikten sonra önden Fırat ile birlikte ilerlemeye başladı. On dakika gibi bir sürede helikopterin ineceği alana vardıktan sonra Alparslan'ı dikkatli bir şekilde helikoptere bindirmiş. Helikopter havalandıktan çok kısa süre sonra Diyarbakır sınırları içerisine girerek tabura varmışlardı. Helikopter iniş yaptıktan sonra onları pistte bekleyen ambulansa Alparslan'ı yerleştirdiklerinde Barışta onunla birlikte önden hastaneye ilerlemeye başlamıştı. Tim de onların arkasından ilerlemişti, Kartal ise Harun yarbay ile gerekli bilgileri paylaştıktan sonra hastaneye gidecekti..

 

 

◔◔◔

Hazan Eraslan'ın anlatımından,

Saatlerimi büyük bir heyecanla geçirmeye çalışıyordum. Ameliyattan sonra kafeteryaya giderek kendim için bir kahve almış, zihnimin yerine gelmesi için içmiştim. Ameliyat sonrası Alparslan'dan bir arama, mesaj beklesem de gelmemişti. Muhtemelen daha gelememişlerdi. Buraya geldiğinde, ona kavuştuğumda kollarının arasına sığınacak yaşadığım korkuyu kollarında atacaktım.

Özlediğim kokusunu derince içime çekecek ve bir süre kollarında huzurla dinlenecektim. Eminim ki onun da buna çok ihtiyacı vardı. Kahvemi bitirerek bardağı çöp kutusunu attıktan sonra oturduğum yerden kalktım. Zaten mesaimin bitmesine çok az bir süre kalmıştı. Çıktıktan sonra eve giderek bizim için güzel bir yemek hazırlayabilirdim.

Odama doğru ilerlerken duyduğum ambulans siren sesleriyle birlikte acil kapısına doğru ilerlemeye başladım. Belki bana ihtiyaçları olabilirdi. Hızlı adımlarla acile ilerlediğimde ambulans kapısını açan tanıdık yüzleri gördüğüm kaşlarım çatıldı. Hepsinin yüzünde panik ve telaşlı bir ifade vardı.

Fırat, Caner, Emre, Kadir, Murat abi hepsi iyilerdi. Sadece sevdiğim adam ve Barış yoktu. İçimi büyük bir korku kaplarken endişeyle kapıya doğru yaklaştığımda ambulansın kapısı açıldı. Ambulans görevlileri arabadan indiğinde görüş açıma Barış girdi. Ardından da sevdiğim adam, kanlar içerisinde sedyeyle indirildi.

"Bilinci kapalı, kurşunlar hala içeride. Gelene kadar çok kan kaybetti. Nabzı çok yavaş." diyen Barışla birlikte Eren'in cevabını duydum. "Önden kan grubu bilgisi alındı, ameliyathaneye hemen."

Duyduklarımla girdiğim transtan çıkarak hızla sedyeye yaklaştım. "Alparslan?" dudaklarımdan dökülen cümleyi kendim bile anlamazken etrafın bulanıklaştığını fark ettim. O çok yakıştırdığım üniforması kan içindeydi, yüzü çökmüş, beti benzi solmuştu.

Ben onu kucaklamayı beklerken sedyede kanlar içinde görmeyi nasıl kaldıracaktım. Sedyeyle birlikte ilerlerken hala şoktan çıkmış değildim. Şuan yaşadıklarım rüya gibi geliyordu, sanki bu bir rüyaydı ve ben uyanıp Alparslan'ın o sıcak kolları arasına girecektim ve dudaklarıyla, sözleriyle beni sakinleştirecekti.

"Alparslan" diyerek tekrar fısıldadığımda bir cevap duymayı bekledim. 'Efendim güzelim' demesini bekledim ama hayır o sevdiğim sıcacık sesi asla duyamadım. Elimi eline yaslayacağım sırada gördüğüm fular ise benim için kırılma noktasıydı. Gerçeklik tüm gerçekliğiyle yüzüme vurulmuştu.

Sedyeyi hızlı bir şekilde ameliyathaneye götürürken konuştum. "Beni bırakma ne olursun, ben buna dayanamam." diyerek elini tuttum.

Ameliyathane kapısına kadar ona yalvararak ilerlerken ameliyathane kapısında ellerimiz mecburen ayrıldı ve Eren tarafından durduruldum. "Hazan, buradan içeri giremezsin. Ameliyata ben ve Kenan hoca gireceğiz." dediğinde hızla Eren'in kolunu tuttum. "Lütfen, lütfen kurtar onu Eren. Ben onsuz yapamam."

"Elimden geleni yapacağım Hazan, sakin ol tamam mı güçlü ol." Eren ameliyathaneden içeri girdikten sonra kapı yüzüme doğru kapandı. Algıladığım gerçeklerle titreyen dizlerim beni daha fazla taşıyamadı. Yere doğru çökerken gözyaşlarım yanaklarıma birer birer akmaya başladı.

Ben ne hayaller kurmuştum onu beklerken hiçbirinde soğuk hastane koridorlarında beklemek yoktu. Hiçbirinde onu kaybetmeye bu kadar yaklaşacağımı düşünmemiştim. Hiçbirinde kalbim bu kadar fazla acımamıştı, canım yanmamıştı. O dağ gibi adam çökmüştü.

"Hazan." diyerek yanıma gelen Fırat ile birlikte ağlamaya devam ettim. Benimle aynı boya gelmek için yere doğru çömeldiğinde kollarımdan tuttu. "Bırakma kendini böyle, bak Alparslan'ı sende çok iyi tanıyorsun. Güçlüdür benim kardeşim dayanır."

Ağlamaya devam ederken başımı usulca kaldırarak ona baktım. "Dayanır değil mi? Beni bırakmaz o." diyerek hıçkırdığımda başını salladı Fırat. "Bırakmaz tabii. Hadi gel şöyle." diyerek çöktüğü yerden kalktı. Kollarımdan tutarak beni de kaldırdıktan sonra koridordaki sandalyelere oturttu.

Kendi de yanıma oturduğunda Caner elinde suyla yanıma doğru gelerek konuştu. "Al yenge, biraz iç rahatlarsın." diyerek şişeyi bana uzattığında kapağını açarak birkaç yudum içtim. Ancak su ne rahatlatmıştı ne de boğazımdaki o yumruyu giderebilmişti. Ben Alparslan'dan iyi bir haber almadan rahatlayamazdım.

Ameliyathane kapısında insanların ağlamasına, telaşına çok şahit olmuştum. Alışıktım ama şimdi işler değişmişti. Onları o kadar iyi anlıyordum ki şuan. Ameliyathane kapısında insanın sevdiğini beklemesi ayrı yakıyordu içini. İçeriden gelecek olan iyi veya kötü haberi beklemek insanı öldürüyordu. Sanki kalbim Alparslan'ın avuçları içerisindeydi ve o çabalamayı bıraktığında benim de kalbim atmayı bırakacaktı.

Koridorda yankılanan ayak seslerini duyduğumda başımı eğdiğim yerden kaldırdım ve bize doğru yaklaşan Kartal yüzbaşını gördüm. "Durum nedir?" dediğinde oturduğum yerden kalkarak konuştum. "Her şeyin yolunda olduğunu söylemiştin bana? Sen öyle demeseydin o kadar umutlanmayacaktım." kederli bir şekilde konuşurken Kartal yüzbaşının sesini duydum. "Sana nasıl söyleyebilirdim Hazan, kolay mı sanıyorsun? Panik olmanı istemedim."

Ağlayarak yüzümü kapatırken kalktığım yere tekrar oturdum. Acıdan kime çatacağımı şaşırmıştım, bir suçlu arıyordum ama suçlu burada değildi. "Abicim yapma böyle, bak sen güçlü durmak zorundasın." diyen Murat abi ile birlikte konuştum. "Ama ben gücümü ondan alıyordum. Şimdi o olmadan ben nasıl güçlü durayım."

Murat abi beni kollarının arasına çekerken ona sarılarak gözyaşlarımı akıtmaya devam ettim. Sakin olmak zorundaydım biliyordum ama olamıyordum. Tüm sakinliğim Alparslan'ı öyle görünce uçup gitmişti.

"Hazan?" diyerek ismimi seslenen Semra ablanın sesini duyduğumda Murat abinin kollarından çıktım. Bize koşar adımlarla yaklaşırken onunda benim gibi ağlamaktan perişan olan halini gördüm. Semra abla sıkıca bana sarılırken bende ona sarıldım. "Bir haber var mı?"

Sorduğu soruyla birlikte başımı iki yana sallarken ameliyathane kapısının açılmasıyla başımı oraya doğru çevirdim. Elinde poşetlerle bana doğru bakan görevliyi gördüğümde yanına doğru ilerledim. "Hastanın üzerinden çıkan eşyalar. Ameliyat başladı, Eren bey iletmemi istedi."

Poşeti alarak görevliye teşekkür ettikten sonra poşetin içini açtım. Kanlı üniforması, fularım, cep telefonu.. Bu fuları verirken bana getirmesini söylemiştim. Elinden geleni yaparak getireceğini söylemişti, getirmişti de ama ben böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Telefonunun ekranını açtığımda ikimizin resmini gördüm, mutlu olduğumuz resimlerden yalnızca biriydi bu resim.

Bir daha bu kadar mutlu olabilecek miydik yoksa bizim aşkımız da mahşere mi kalacaktı? Bizim mutluluğumuz yalnızca fotoğraflarda mı kalacaktı? Bu ihtimal canımı çok yakıyordu.

Telefonun çekmeye başlamasıyla mesajlarım ekrana düşerken ekranı kapattım. Alparslan iyileştiğinde okuyacaktı bu mesajları, sonra da ne kadar mutlu olduğunu söyleyecekti bana.

"Anneme bir şey söyleyemedim, babama söyledim. Onlar da geliyorlar. Birkaç saate burada olurlar." dedi Semra abla burnunu çekerken. Başımı sallayarak onu onayladım. Funda teyze kim bilir nasıl üzülecekti.

Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken koridordan koşa koşa gelen Buse'nin sesini duydum. "Hazan?" oturduğum yerden ayağa kalkarken Buse kollarını sıkıca bana doğru doladı. "Geçmiş olsun canım benim, iyi olacak Alparslan abim ben biliyorum." dediğinde başımı salladım. "Olacak, iyi olacak."

Kollarımız birbirinden ayrılırken Buse'nin bakışları Fırat'a doğru kaydı. Onu iyi görmenin vermiş olduğu rahatlamayla derin bir nefes verirken tekrar bana doğru dönerek konuştu. "Sen kendini bırakma, eminim ki bugünler sizin için kötü bir anı olarak geçip gidecek." dediğinde konuştum. "İnşallah."

Bakışlarım tim üyelerinin üzerinde gezinirken hepsinin gözlerindeki keder, düşünceli halleri bana tanıdık geliyordu. Emre vurulduğu zamanda aynı kederi görmüştüm, şimdi de aynı ifade vardı yüzlerinde. Onlar içinde çok zordu. Omuz omuza çarpıştıkları kardeşleri ölüm kalım savaşı veriyordu. Beklemek çok zordu.

Ardından bakışlarım duvara yaslanmış olan Kartal yüzbaşına takıldı. Uzaktan bana bakarken bakışlarımı ondan kaçırdım. Ona da kötü davranmıştım, oysa en çok yardımı o yapmıştı bana. Alparslan'ın iyi haberini aldıktan sonra özür dileyerek teşekkürümü edecektim.

 

 

◔◔◔

Ameliyathane kapısında beklerken zamanın hiç geçmediğini söylerdi insan. Oysa bana göre ameliyatta zaman çok hızlı geçerdi. Şimdi anlıyordum ne demek istediklerini. 2 saat geçmiştir diye düşünürken aslında 30 dakikanın bile geçmediğini, bir saniyenin sanki 20 dakikaymış gibi yavaş yavaş ilerliyormuş geldiğini şimdi anlıyordum. Gerçekten burada zaman geçmiyordu.

Ameliyathane kapısı açıldığında hızla oturduğum yerden kalktım. "Ne oldu? Bitti mi ameliyat?" dedim hemşirenin yanına ilerlerken hemşire cevap verdi. "Hala devam ediyor hocam, hasta çok kan kaybetmiş elimizdeki kanlar yeterli değil. 0 Rh(+) kana ihtiyacımız var."

Söylediği şeyle hızla time doğru döndüm. Benim kanım uymuyordu. Merakla onlara bakarken başlarını öne doğru eğdiklerini gördüm. Hiç kimsenin mi uymuyordu?

"Benim ki uyuyor ben veririm." diyen Kartal yüzbaşı ile derin bir nefes aldım. Çok şükür uyan biri vardı. Minnettar bir biçimde ona bakarken hemşire konuştu. "Buyurun kan alma odasına geçelim." Kartal yüzbaşı hemşireyi onaylayarak peşinden ilerlemeye başladı.

Derin bir nefes vererek gözlerimi kapattım. İçimden kaçıncı defa söylediğimi bilmediğim ama sürekli tekrar ettiğim cümleyi geçirdim. 'Allah'ım onu bize bağışla.' Sandalyeye oturmadan koridorda bir ileri bir geri gidip gelirken ellerimi saçlarımdan geçirdim.

Bir süre sonra Kartal yüzbaşı bize doğru gelirken konuştum. Minnetle konuştum. "Teşekkür ederim." dediğimde Kartal yüzbaşı cevap verdi. "Teşekkür edilecek bir şey yapmadım." dediğinde başımı yere doğru eğerek konuştum. "Buraya geldiğinizde size kötü davrandım, özür dilerim."

"Kim olsa aynı tepkiyi verirdi, özür dilemenize gerek yok. Endişenizi anlayabiliyorum, insanın sevdiğiyle sınanması çok zor." anlayışla konuşmasına karşılık bakışlarımı ona doğru çevirdim. Sözlerinden onun da böyle bir şey yaşadığını anlamak zor değildi.

Bir şey söyleyemeden ameliyathane kapısının açılmasıyla birlikte bakışlarımı kapıya çevirdim. Eren'i ve Kenan hocayı gördüğümde yüzlerindeki ifadeyi çözmeye çalıştım. Kalbim olduğundan hızlı atmaya başlarken hızla yanlarına ilerledim.

"Durumu nasıl? Eren?" beklentiyle ikisine de bakarken ağızlarından çıkacak olan iyi cümleyi duymaya ihtiyacım vardı. Benimle birlikte burada bekleyen herkes 'Alparslan iyi' cümlesini duymayı bekliyordu. "Hocam?" diyerek bu sefer Kenan hocaya döndüğümde Kenan hoca konuşmaya başladı.

"Ameliyat başarılı geçti." dediğinde duyduğum cümleyle birlikte gülümsedim, gözyaşlarım yanaklarıma doğru akarken Kenan hoca sözlerine devam etti. " Sağ göğsünde ve abdominal bölgede iki kurşun girişi vardı, kurşunları çıkardık. Çok şanslıymış ki göğsüne giren kurşun koroner artere gelmemiş. Ancak karnındaki yara epey büyüktü. Karaciğerin sol lobunda ne yazık ki hasar vardı. Kurşun arteri parçalamış."

Eren devam etti anlatmaya. "Kurşunları çıkardık, kan takviyesine devam ediliyor. Buraya gelene kadar çok kan kaybetmiş, ameliyatta da kanamayı durdurmak epey zor oldu. İç kanama riski de devam ediyor. O yüzden yoğun bakımda izleyeceğiz." dediğinde ellerimi yüzüme kapattım.

"Kötü bir şey mi yani? İyi olmayacak mı kardeşim?" Semra ablanın ağlamaklı sesini duyduğumda Eren cevap verdi. "İyi olup olmayacağı hakkında net bir şey söylemek doğru olmaz, durumu kritik."

Elimi yüzümden çekerek gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. "İyi olacak, ben biliyorum." dediğimde Eren başını salladı. "Bende inanıyorum, iyi olacak." diyerek kolumdan tutarak desteğini gösterdi. Kenan hoca konuştu. "Ben bugün burada olacağım Hazan, gerektiğinde konuşuruz. Haberin olsun. Geçmiş olsun." diyerek bana, time ve Semra ablaya baktığında başımı salladım. "Sağ olun."

Kenan hoca bizden uzaklaşırken Kadir'in sesini duydum. "Güçlüdür benim komutanım, dayanır." dediğinde Emre onayladı. "Dayanır tabii, siz içinizi ferah tutun." bizi teselli etmek için bunları söylüyorlardı ama yüzleri tam tersini anlatıyordu.

Umudumu yitirmeyecektim. Ben ne hastalar görmüştüm yaşaması mucize olan ama yaşayıp hayatına devam eden. Alparslan da dayanacaktı, beni bırakmayacaktı. Yanımda olacağına söz vermişti ve sözünü tutacaktı buna kalpten inanıyordum.

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından Buse ve Fırat,

Alparslan'dan aldıkları haberden sonra Hazan zorla herkesi hastaneden göndermişti. Bu saatten sonra yalnızca dua etmekten başka ellerinden bir şey gelmezdi. Yalnızca yoğun bakım ünitesinin dışında, o soğuk koridorda beklemekti ellerinden gelen ve dua etmek.

Herkes giderken Buse ve Fırat hastanenin bir köşesinde, yoğun bakım ünitesine yakın bir yere geçmişlerdi. Fırat kesinlikle Hazan'ı burada yalnız bırakmazdı. Kardeşi gözlerini kapatmadan önce ona bir söz verdirmişti ve bu sözü ölse de tutacaktı Fırat. Sözleri hala zihninde yankılanıyor, güçlü durmaya çalışsa da aklına Alparslan'a bir şey olacağı gelince kendini zor tutuyordu.

Buse ise Fırat'ın durumuna ayrı, Hazan'ın durumuna ayrı üzülüyordu. Hazan'ın yerinde olsa bu kadar güçlü olup olamayacağını düşünüyordu. Hazan ağlıyordu, perişandı ama hala güçlüydü Galiba kendisi bunu yapamazdı böyle bir durumda. Bunları düşünmeyi keserek sevdiği adama baktı. Çok şükür iyiydi.

"Alparslan abi iyi olacak." dediğinde Fırat'ın bakışları kendisine doğru döndü. Başını olumlu anlamda sallayıp konuştu. "Biliyorum dayanaklıdır o, ama korkuyorum Buse. Gözlerini kapatmadan önce söylediği sözler aklımdan çıkmıyor." diyerek derin bir nefes verdi.

"Kendini tutma Fırat, güçlü durmaya çalıştığını görüyorum. Ama içinin yandığı belli. Ben senin yaslanacağın omuz olurum." dediğinde Fırat ufak bir tebessüm etti. Buse'yi kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı ve saçlarını öptü. "Zaten bir tek senin yanında gardımı indiriyorum ben." diyerek yanağını Buse'nin başına koyarak gözlerini kapattı.

Derin bir nefes alarak konuştu. "Güçlü olmam gerekiyor ama düşünmeden edemiyorum. O benim kardeşim, biz birlikte büyüdük. Okul yıllarımız birlikte geçti. Alparslan'ı kaybedersem ne yaparım bilmiyorum." dediğinde Buse hemen karşı çıktı. "Kaybetmeyeceksin kardeşini, umudunu yitirme. Allah onu bize, Hazan'a bağışlayacak."

"İnşallah güzelim, inşallah." diyerek derin bir iç çekti Fırat. Günlerin yorgunluğunu, dün gecenin stresini Buse'nin kolları arasında atıyordu. Buse de günlerin özlemini Fırat'ın kolları arasında huzurla gideriyordu.

"Sana sarılabildiğim için o kadar şanslıyım ki, bugün bir kez daha gerçeklerle yüzleştim. Eğer orada yatan sen olsaydın ne yapardım düşünmek bile istemiyorum." dedi Buse üzgün bir sesle. Fırat ise hafifçe Buse'den çekilerek gözlerine doğru baktı. "Bu ihtimal her zaman olacak ne yazık ki. Bir gün kapını rütbeli bir asker çalıp şahadet haberimi de verebilir. Bunlar ne yazık ki gerçekleşebilir."

"Öyle söyleme, lütfen." diyerek fısıldadı Buse. Düşüncesi bile kalbini acıtmıştı. Gözleri anında dolmuştu. Elini Fırat'ın yüzüne doğru çıkararak yanağını okşadı. "Sen buradasın, ben buradayım, ikimizde iyiyiz. Şimdi bunları konuşalım, onları değil." dediğinde Fırat Buse'nin elini tutarak avuç içini öptü. "Çok özledim seni."

"Ben de çok özledim. Günlerim seni düşünmekten, senden arama veya mesaj beklerken nasıl geçti bilmiyorum bile. Bu bizim en uzun ayrılığımızdı. Bir insan bir insanı her saniye özler mi bunu anladım. Özlüyormuş." dediğinde Fırat gülümsedi.

Böyle kötü bir anda bile yüzünü güldüren tek kişiydi Buse. Onunla beraber olduğu için bir kez daha şükretti Fırat içinden. Buse ise aylarca beklediği bu anın gerçekliğiyle gülümseyerek tekrar Fırat'a sarıldı sıkı sıkı.

"Sen burada mı kalacaksın?" dedi Buse, Fırat'tan ayrılmadan. Fırat cevap verdi. "Evet, Alparslan'dan güzel haber alana kadar buradayım. Hazan'ı yalnız bırakamam. Senin nöbetin var mı?" diye merakla konuşan Fırat'a karşılık cevap verdi Buse. "Yok, nöbetçi değilim ama bende kalmak istiyorum."

"Sen eve git dinlen, birimizin dinlenmesi gerekiyor." diyen Fırat ile birlikte Buse konuştu. "Ama sende çok yorgunsun, hem senin dinlenmen gerekiyor. Kaç gündür dağ taş geziyorsun." dediğinde Fırat hızla reddetti. "Alparslan'a sözüm var, onu burada bir başına bırakmayacağım."

Buse daha fazla ısrar etmeden Fırat'a sarılmaya devam etti. Aylarca yolunu gözlemişti ama ona sıkı sıkı sarılması tüm o beklemelere değerdi..

 

 

◔◔◔

Hazan Eraslan'ın anlatımından,

Aramızda yalnızca küçücük bir cam vardı. O camın arkasında yatarken ben camın diğer tarafında onun yüzünü izliyordum. Bitkin, yorgun, göz altları çökmüş, saçları dağılmış, göğsü aldığı nefesle inip kalkıyordu. Alparslan'ı uğurlarken bir camın ardından onun nefes alışverişini, hayata tutunma çabasını izleyeceğimi hiç düşünmemiştim.

Alparslan görevden gelir, beni kollarının arasına alır ve onun sevgisiyle birlikte günlerin acısını çıkartırım diye düşünmüştüm. Kokusunda dinlenirim diye hayal etmiştim. Şimdi burnumun direği sızlıyordu onu böyle yatarken görünce.

Herkesi yanımdan göndermiştim. Semra abla gitmemek için çok direnmişti ama Nazlı arayıp da Efe'nin sızlandığını söyleyince mecburen gitmek zorunda kalmıştı. Burada yapılacak bir şey yoktu ki onu izlemekten başka. Ben bile doktor olduğum halde ona yardım edemiyordum.

"Uyan can içim, beni sakın bırakma." camın ardından fısıldarken beni duymayacağını bilmek canımı çok yakıyordu. O da beni böyle beklemişti zamanında, kim bilir canı nasıl yanmıştı?

Gözyaşlarım yanaklarıma düşerken güldüm. Şimdi beni böyle görse kızardı, seni ağlatmaktan nefret ediyorum der gözyaşlarımı temizlerdi elleriyle.

Yanıma yaklaşan adım seslerini duyduğumda başımı o tarafa doğru çevirdim. Bana doğru yaklaşan Fırat elindeki kahve bardağını bana doğru uzattı. "Bu gece ikimizin de buna ihtiyacı var." dediğinde kahveyi alarak konuştum. "Teşekkür ederim."

"Afiyet olsun." diyerek kahvesinden bir yudum içti Fırat. Bende bakışlarımı tekrar Alparslan'a çevirirken kahvemden birkaç yudum aldım. Neden ona bakmayı bırakırsam sanki ellerimden kayıp gidecekmiş gibi hissediyordum. "Sen neden gitmedin?" merakla konuştuğumda Fırat bir süre cevap vermedi.

Ardından bakışlarını bana çevirerek konuştu. "Seni yalnız bırakamazdım." dediğinde başımı hafifçe ona doğru çevirerek dikkatlice yüzüne baktım. Fırat ilk önce Alparslan'a ardından bana bakarak konuştu. "Alparslan seni bana emanet etti."

Söylediği şeyle birlikte yeni gözyaşları gözlerime dolarken gözlerimi kapattım. Fırat ise sözlerine devam etti. "Daha gözlerini kapatmadan, Hazan sana emanet dedi. Bende o uyanana kadar emanetine gözüm gibi bakacağım." dediğinde sarsılarak ağlamaya başladım. O anda bile beni düşünmüştü.

"Şşt yapma ama böyle." diyen Fırat ile birlikte konuştum. "Çok korkuyorum, ona bir şey olmasından deli gibi korkuyorum Fırat." diyerek gözyaşlarımı akıtırken Fırat konuştu. "Korkma, o seni bırakıp hiçbir yere gitmez. Hele şimdi böyle ağladığını görse çok kızar bak sana. Sen onun göz bebeğisin, hiç kıyamaz."

Biliyordum, bunu o kadar güzel hissettiriyordu ki bana. Onun sayesinde ben sevildiğimi iliklerime kadar hissetmiştim. Ben onun sayesinde kimsesiz olmadığımı hissetmiştim. O benim her şeyim olmuştu. Ben daha ona yeni kavuşmuşken avuçlarımdan kayıp gitmesi beni çok korkutuyordu. Onu kaybedersem ne yapacağımı bile bilmiyordum.

"Oğlum, oğlum nerede?" Funda teyzenin yakarışını duyduğumda bakışlarımı Alparslan'dan çekerek hızla oraya doğru çevirdim. Funda teyze gözleri kıpkırmızı bir şekilde bize doğru yaklaşırken ardından gelen Osman amcanın omuzlarına binen ağırlığı, acıyı net bir biçimde gözlerinde görmüştüm.

Funda teyze yanımıza gelip Alparslan'ı camdan gördüğünde "Yavrum benim, kuzum. Annem ne yapmışlar sana? Dağ gibi oğlum çökmüş." dediğinde benim için kopma noktası bu olmuştu. Gözyaşlarım ardı ardına akmaya devam ederken Funda teyzenin sesli hıçkırıkları koridoru dolduruyordu.

"Allah aşkına yapma böyle Funda teyze." diyerek onu sakinleştirmeye çalışan Fırat ile birlikte Funda teyze ağlamaya devam etti. Dengesini kaybedip sendelediğinde Fırat ile aynı anda kolundan tutarak onu destekledik. "Gel, gel şöyle otur." diyerek koridordaki koltuklara götürürken Funda teyze ağlamaya devam etti.

Funda teyzeyi koltuğa oturttuktan sonra ellerini tutarak ona destek olmaya çalıştım. "Hazan'ım, iyi olacak oğlum değil mi? Ha?" Funda teyze umutlu bir şekilde bana bakarken başımı salladım. Gözlerimden akan yaşı silerek büyükçe yutkundum. "Olacak iyi olacak, o bizi üzmek istemez."

Funda teyze başını sallayarak beni onaylarken Fırat elinde su ile birlikte yanımıza geldi. Elindeki su bardağını Funda teyzeye uzattığında ben konuştum. "Biraz su iç, tansiyonuna bakması için birini çağıracağım ben." diyerek oturduğum yerden kalktım.

Koridorda ilerleyerek hemşirelerden birini yanımıza çağırdım Funda teyzenin tansiyonuna bakılması için. Yoğun bakım ünitesine hemşireyle birlikte gittikten sonra Funda teyzenin tansiyonu ölçüldü. Epey yükselmişti. Dil altı alması için onu odalardan birine götürdüğümüzde kalmak için dirense de bir süre sonra iyi olmadığını anlayarak mecbur kabul etmişti.

Fırat onun yanında kalırken ben adımlarımı tekrardan yoğun bakım ünitesine doğru attım. Üniteye vardığımda camın önünde dikilen, ellerini arkasında birbirine sarmış bir biçimde camdan Alparslan'ı izleyen Osman amcayı gördüm. Dağ gibi adam nasıl yıkılmıştı.

Yanına doğru ilerlediğimde direkt olarak Alparslan'a baktım. Hala aynıydı, kalp atışlarını gösteren monitör düzenli bir biçimde kalp ritmini gösteriyordu. Burnunda takılı olan solunum maskesi nefesiyle birlikte buharlanıp geri eski haline dönüyordu.

"Böyle bir camın arkasında kaç askerimi bekledim, kaç askerimi toprağa verdim saymayı unuttum bile." diyen Osman amcayla birlikte büyükçe yutkundum. "Hepsi benim evladımdı, hepsiyle gurur duyuyordum. Alparslan'ı da kaç kere bekledim böyle. Ama insan alışamıyor buna." dediğinde başımı salladım.

Doğru söylüyordu, insan acıya nasıl alışırdı ki? Alışamazdı.

"Alparslan kaç kere ölümden döndü, kaç kere yüreğimizi ağzımıza getirdi bilmiyorum. Yine dayanacak, yine bize dönecek. Hem bu sefer sen varsın. Seni bırakıp hiçbir yere gitmez o. O yüzden için rahat olsun kızım." diyerek bana doğru baktı Osman amca.

Alparslan'ın vücudundaki kurşun izlerini görmüştüm, şimdi onlara yenilere eklenmişti. Yine dayanacaktı, dayanırdı. Ama insan endişelenmeden edemiyordu.

"O bana bir söz verdi, o tüm sözlerini tutar. Bu zamana kadar hep tuttu, yine tutar değil mi?" büyük bir beklentiyle Osman amcaya bakarken Osman amca başını salladı. "Tutar tabii, tutar. Hele o sözü sana verdiyse kesin tutar."

Gözyaşlarım birer birer yanaklarıma akmaya devam ederken Osman amca kollarını bana doğru açtı. Sıkıca kolları arasına girerken gözyaşlarımı akıtmaya devam ettim. Umudumu hiç kaybetmeyecektim.

"Uyandığında o eşek sıpasına bir güzel kızacağım, gelinimi böyle ağlattı diye." diyen Osman amcayla birlikte güldüm. İyi ki yanımdalardı. Onlar olmadan bu acıyla nasıl başa çıkardım hiç bilmiyordum.

Burada yalnız başıma beklerken bir kez daha anlamıştım, insanın ailesi her şeydi. Beni her olayda yalnız, bir başıma bırakan öz ailemi hiçbir zaman affetmeyecektim. Bana aile olan adamı da asla ama asla beklemekten vazgeçmeyecektim. Sabırla onun gözlerini açmasını bekleyecektim.

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümümüzü nasıl buldunuz? Biraz hüzünlü bir bölümdü ha ne dersiniz?

‣‣‣ Tim sahnelerimiz nasıldı?

‣‣‣ Hazan'ın sahneleri nasıldı? Duyguları tam bir şekilde geçirebildim mi merak ediyorum:)

‣‣‣ Alparslan'ımız iyi olacak mı sizce, ne dersiniz?

‣‣‣ Buse ve Fırat sahnesi nasıldı?

‣‣‣ Hastane sahnelerimiz nasıldı genel olarak?

Merakla yorumlarınızı bekliyor olacağım, diğer bölümde görüşmek üzere..

Loading...
0%