@mutlusonsuz222
|
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim... 🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen.. 46.Bölüm Alparslan Türkoğlu'nun anlatımından, Aylar sonra ilk defa rahat, her şeyden herkesten uzak yalnızca birbirimizle vakit geçirebileceğimiz bir hafta geçirmek istemiştik. Yalnızca bir hafta ancak yine ve yine hiçbir şey bizim istediğimiz gibi olmamıştı. Sadece 3 gün sürmüştü bizim mutluluğumuz ve şimdi çok uzun bir süre mutlu olamayacaktık. Çünkü omzumda uyuyan kadın, kalbimin sahibi çok büyük bir yıkıma uğrayacaktı öğrendikleriyle. Ben bile sarsılmışken onun buna dayanabileceğini düşünmüyordum ve vereceği tepkiden ölesiye korkuyordum. Yeni yeni düzelmeye başlamışken tekrar yıkılacak olması beni korkutuyordu, yıkılıp tekrar toparlanamazsa ben ne yapardım hiç bilmiyordum. Her an onun yanında olurdum ama bu ona yeter miydi bilmiyordum. "Komutanım, isterseniz ilk önce sizi bırakalım." diyen Eray'ı hızla reddettim. "Hayır ilk önce Hazan'ı eve bırakacağız. Sonra siz evde onunla birlikte kalmaya devam edeceksiniz, ben geçeceğim tabura." "Emredersiniz." Gözlerimle onun eve girdiğini ve güvende olduğunu görmeden gitmeyecektim. Bugünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı o yüzden onun iyi olduğundan emin olmam gerekiyordu. Evimize yaklaştığımızda arabanın yavaşlamasıyla birlikte Hazan'ın kıpırdandığını hissederek bakışlarımı ona doğru çevirdim. "Geldik mi?" boğuk sesiyle birlikte başımı salladım. "Geldik güzelim." Araba tam olarak durduğunda ilk önce arabadan ben indim. Etrafa göz gezdirdikten sonra Hazan'ın tarafına ilerleyerek kapıyı açtım. Hazan arabadan indiğinde sesini duydum. "Ben eve girerim, sen daha fazla geç kalma." "Sen eve gir gideceğim bende. Eray, Mert ve Hamza kapının önünde olacak. Bana ulaşamazsan bile onlar sürekli buradalar tamam mı?" diyerek gözlerine baktığımda başını salladı. "Tamam." Gözlerindeki soru işaretleri hala yerli yerinde duruyordu. Soruların yanında korkuyu ve burukluğu da net bir biçimde görebiliyordum. Bende tatilimizin erkenden bitmesinden hiç memnun değildim ama durumlar bunu gerektiriyordu ne yazık ki. "Sen ne zaman geleceksin?" diyerek bana baktığında sıkkın bir nefes verdim. "Bilmiyorum, sen beni bekleme uyu olur mu?" dediğimde usulca başını salladı. Tekrar konuştum. "Hadi geç içeriye." Söylediğimi yaparak kapıya doğru ilerlerken bakışlarımı Hazan'dan çekmeden Eray'a hitaben konuştum. "Dikkatli olun, gözünüzü dört açın. Kameralar kayıtta zaten ama yine de kuş uçmasına izin vermeyin." "Merak etmeyin komutanım, emanetinize gözümüz gibi bakacağız." Bana cevap veren Eray'a doğru bakarak elimi omzuna koydum. "Teşekkür ederim." Bakışlarım tekrar Hazan'a döndüğünde kapının kilidini açtığını ve kapıda bana doğru baktığını gördüm. Elimi kaldırdığımda ufak bir tebessüm ederek bana karşılık verdi. Her şeye rağmen gülümsemesini görmek güzeldi. Kapıyı kapattığında bende kendi arabama yönelerek bindim ve tabura gitmek üzere yola çıktım. Kısa süre sonra taburdan içeriye girip karargahın bulunduğu binaya doğru ilerlerken kapıda beni bekleyen Fırat'ı gördüm. Yanına doğru ilerlerken konuştum. "Bu nasıl olur Fırat? Böyle bir şey nasıl olur?" "Bilmiyorum adam her şeyi çok güzel planlamış, kitabına uygun yapmış. Kimse şüphelenmedi. Bugün yakaladığımız adam her şeyi itiraf etmeseydi biz yine hiçbir şey bulamazdık." dediğinde derin bir iç çektim. Nasıl bu kadar kusursuz planlamışlardı her şeyi? "İfadeyi bende okumak istiyorum, her şey doğrulandı mı?" diyerek merakla konuştuğumda Fırat başını salladı. "Tüm banka hesaplarına, para giriş çıkışlarına bakıldı. Kendi hesabından yapmıyormuş zaten, başka biri isimle aktarıyormuş paraları. İfadeye göre her şey doğrulandı." "Allah kahretsin." diyerek elimi yüzüme götürerek sıvazladım. Odama doğru ilerlerken Fırat'ın sesini duydum. "Harun yarbay senin gelmeni bekliyordu, bizim tim ve Kartal yüzbaşının timi harekât merkezinde bizi bekliyorlar. Odana ifadeyi bıraktım kısaca göz at, üzerini değiştir ben seni bekliyorum burada. "Sağ ol kardeşim." Minnettar bir biçimde Fırat'a bakarken Fırat elini omzuma atarak konuştu. "Ne demek." Odama girerek ilk olarak üzerime üniformamı giydikten sonra masama ilerleyerek ifade dosyasını elime aldım. İçerisinde yazanları bir bir okudum. Her şeyi itiraf etmişti Aslan beyimizin yardımcısı. Artık her şey bitmişti. Yolun sonuna gelmişlerdi ama önemli olan onu nasıl tutuklayacağımızdı. Odadan çıktıktan sonra Fırat ile birlikte harekat merkezine giriş yaptık. İçeri girdiğimizde ilk önce Harun yarbaya ardından Kartal'a selam vererek benim için ayrılmış olan yere oturdum. Fırat da yanımdaki yerini aldığında bakışlarım oturduğumuz masanın tam karşısındaki duvara yansıtılmış olan robot resme kaydı. Hepimizin bildiği bir kişiydi bu. Hele de karımın ve benim yakından tanıdığımız biri, Faruk Eraslan. "Bu adamı tanımayanınız yoktur." diyerek sözlerine başladı Harun yarbay bakışlarını resimden ayırmadan. "İş adamı Faruk Eraslan. İsmini yaptığı başarılı yatırımlarla haberlerde sıkça duyuyorduk ama bugün öğrendiğimiz bilgilerle aslında bölücü terör örgütünün başındaki isimlerden biri olduğunu öğrendik." Harun yarbayın sesiyle birlikte büyükçe yutkundum. Odadaki tüm bakışlar beni bulurken dişlerimi sıkıca birbirine bastırdım. Çok kötü hissediyordum, hem kendim adıma hem Hazan adına. "Nasıl yani?" Murat abinin şaşkın sesine karşılık bakışlarımı yere doğru eğdim. Elimi masanın altında yumruk yaparken dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu durumdan sadece benim, Harun yarbayın ve Fırat'ın haberi olmuştu ilk önce. Diğerleri yeni öğreniyordu. "Yardımcılarından birini geçtiğimiz aylarda tutuklamıştık ancak ağzından hiçbir bilgi alamadık, lakabı dahil. Ancak şu an her bilgi elimizde mevcut ve doğrulandı. Aslan bey kod adlı teröristin kimliği belirlendi." diyerek sözlerine devam etti Harun yarbay. "Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir komutanım?" Emre'nin sesini duyduğumda Fırat benim yerime cevap verdi. "Bugün yakaladığımız adam her şeyi itiraf etti, yaptıkları her şeyi anlattı ve robot resmi çizdirdi." "Hazan hanımın bundan haberi var mı?" duyduğum soruyla birlikte başımı eğdiğim yerden kaldırdım. "Bizim bile daha yeni haberimiz oldu, nereden haberi olsun." Dedim sertçe karşımdaki askere bakarken. Kartal'ın timinden biriydi bunu soran. Cevabımla birlikte yerinde kıpırdanırken Harun Yarbayın sesini duydum. "Bunu bilemeyiz Alparslan. Hazan Hanım'ın da annesi Hülya hanımın da ifadesi alınacak." dediğinde bakışlarımı Harun Yarbay'a çevirdim. "Komutanım." İtiraz edeceğim sırada Harun yarbay konuştu. "Burada önemli olan ülkemiz, o adamla kimler temas halindeyse tabii ki ifadeleri alınacak. Hiçbir şeyi gözden kaçırmamız lazım. Zaten bilmiyorlarsa hiçbir sorun yok ama bilip de sustularsa onlar da suçlu." Duyduğum sözlerle birlikte kaşlarım çatıldı. Nasıl bir şeyle itham ediyordu benim karımı? Böyle bir şeyi nasıl düşünürdü, nasıl yüzüme karşı söylerdi. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım sakin olmak için. "Siz neyi ima ediyorsunuz?" İlk önce Harun yarbaya ardından karşımda oturan ve yargılayıcı gözlerle bana bakan askerlere baktım teker teker. "Sakin ol Alparslan, yalnızca önlemimizi alıyoruz. Yarın sabah Hazan Hanım'ı sorgu için buraya alacağız, istihbaratçılarımızdan biri ifadesini alacak." dedi Harun yarbay. Çatık kaşlarımla Harun yarbaya bakmaya devam ederken Harun yarbay tekrar konuştu. "Öğrendiğimiz şeyleri sen söylemeyeceksin, buraya geldiğinde bizden öğrenecek anlaşıldı mı?" onay bekleyen bir şekilde bana bakarken mecburen onaylamak zorunda kaldım. "Anlaşıldı." Hazmedemiyordum. Hazan'ın böyle bir şeyi bilip de sustuğunu nasıl düşünürlerdi, aklım almıyordu. Kendimi geçmiştim ama Hazan bunu öğrendiğinde ne yapacaktı kestiremiyordum bile. Teröristlerle yakın temasa geçmişti, onların yaptığı şeylere bir bir şahit olmuştu şimdi bunların arkasında baba dediği adam varken ne yapacaktı bilmiyordum. Harun yarbay oturduğu yerden kalktığında hepimiz aynı anda ayağa kalktık. "Yarın hepimiz için zor olacak, iyice dinlenin. Aslan beye bir sürpriz de biz yapalım bakalım. Detayları yarın konuşuruz." Hep birlikte harekat merkezinden çıkarken Kartal'ın sesini duydum. "Alparslan, senin bildiğin bir şey var mı bu adamla ilgili? Hazan belki bahsetmiştir." Bakışlarımı Kartal'a çevirdiğimde kaşlarım çatıldı. "Ne gibi bir şey?" "Yani hakkında bildiklerimiz sınırlı, böyle onunla ilgili spesifik bir şeyler." Dediğinde başımı iki yana salladım. "Yok, siz ne biliyorsanız aynısını biliyorum." diyerek önden ilerlemeye başladım. Arkamdan gelen adım sesleriyle birlikte duraksayarak beni takip eden timime doğru döndüm. Hepsinin yüzlerine birer birer baktım, hiçbirinde yargılayıcı bir bakış görmezken derin bir nefes verdim. Onlar da bana öyle baksa ne yapardım, nasıl baş ederdim bilmiyordum. "Komutanım, çok zor olacak biliyoruz ama biz sizin yanınızdayız." diyen Caner ile birlikte küçük bir tebessüm ettim. Caner'in ardından Barış'ın sesini duydum. "Hazan yıkılacak ama sizin desteğinizle üstesinden gelecek. O yüzden siz dirayetli olun." Destekleri benim için her şeyden önemliydi. Elimi Caner'im omzuna doğru atarak konuştum. "Sağ olun. Yarın hepimiz için zor olacak, sizde dinlenin. Görüşürüz." Hepsinden geri dönüt alarak odama doğru ilerledim. Yarın gerçekten çok zor bir gün olacaktı hele de benim ve Hazan için.
◔◔◔ Hazan Eraslan Türkoğlu'nun anlatımından, Eve girdikten sonra üzerimi değiştirip rahat bir şeyler giymiştim. Saat çoktan gece yarısını geçmişti ve sabaha az bir vakit kalmıştı biz eve geldiğimizde. Neler oluyordu hiçbir şey anlamıyordum. Salondaki kanepeye uzanmış Alparslan'ın gelişini beklemeye koyulmuştum. Beni bekleme, uyu demişti ama nasıl beklemeyecektim ki? Onun o gergin halini düşündüğümde önemli bir şeyler olduğunu anlamıştım. Belki eve döndüğünde bana bir şeyler anlatır umuduyla bekliyordum. Saatler geçerken ne zaman içimin geçtiğini anlamadığım bir anda yattığım yerden havalanmam ile birlikte panikle gözlerimi araladım. Bakışlarım anında beni kucaklayan adama kaydığında rahat bir nefes verdim. "Alparslan?" "Uyu güzelim, dağıtma uykunu." dediği şeyi yaparak gözlerimi tekrar kapattığımda kısa süre sonra yumuşak bir şeye bırakıldığımı ve üzerimin pike ile örtüldüğünü hissettim. Gözlerimi usulca araladığımda Alparslan'ın yanımdan uzaklaştığını gördüm. "Nereye gidiyorsun?" "Geliyorum hemen." Dediği gibi çok kısa bir süre sonra yatağın diğer tarafı çökerken Alparslan'ın sıcaklığını hissettim. Arkam ona doğru dönük olsa da koluyla beni kendine doğru çekip sırtımın göğsüne yaslanmasına neden oldu. Burnunu saçlarımın arasına daldırıp derin bir nefes aldığını hissederken mırıldandım. "Her şey yolunda mı?" "Sen bunları düşünme, güzelce uyu." dediğinde üstelemedim. Alparslan'ın kollarında olmanın huzuruyla dediğini yaparak hiçbir şeyi düşünmeden kendimi uykunun kollarına bıraktım. Hissettiğim huzursuzlukla gözlerimi aralarken bakışlarım hızla yan tarafıma doğru kaydı. Alparslan'ı yanımda göremeyince yattığım yerden doğrularak komodindeki telefonuma uzandım. Saat daha çok erkendi. Muhtemelen birkaç saat uyumuştum. Banyoya gidip işlerimi hallettikten sonra mutfağa gitmek için merdivenlerden inerken evin içindeki sessizlikle ürperdim. Evlendiğimizden beridir Alparslan ile yan yana olmaya o kadar alışmıştım ki şimdi tek başıma bu ev ıssız geliyordu. Mutfakta Alparslan'ı göremediğimde hayal kırıklığına uğrayarak derin bir nefes verdim. Bakışlarım masanın üzerindeki kahvaltı tabağına kayarken masaya doğru ilerleyerek masanın üzerindeki peçeteliğe yaslanmış olan not kağıdını elime aldım. "Benim erken çıkmam gerekti, bu yüzden seni uyandırmadım. Güzelce kahvaltını yap, uyanınca beni ara ki benim de günüm güzel geçsin." Tebessüm ederek notu eski yerine bıraktım ve telefondan Alparslan'ın numarasını bularak aradım. Kulağıma götürdüğümde telefon iki çalışta açıldı ve aşık olduğum adamın sesi duyuldu. "Günaydın güzelim." "Günaydın, çok erken çıkmışsın. Hiç dinlenemedin." dedim düşünceli bir sesle. Gece eve kaçta gelmişti bilmiyordum ama neredeyse sabaha karşı olduğuna emindim. Çok az dinlenmişti, onun için endişeleniyordum. "Ben iyiyim, seninle azıcıkta olsa uyumak iyi geldi. Kahvaltını yaptın mı?" dediğinde hızla cevap verdim. "Yeni geldim mutfağa, şimdi yapacağım." dediğimde Alparslan'ın sesini duydum. "Tamam güzelce kahvaltını yap, hazır olduğunda Eray seni benim yanıma getirecek." "Neden?" merakla vereceği cevabı beklerken Alparslan'ın sıkkın nefesini duydum. "Buraya gelince her şeyin nedenini öğreneceksin. Şimdi kapatmam lazım benim, görüşürüz." Vedalaşarak telefonu kapattığımızda ekrana baktım bir süre. Nedense içimdeki ses öğreneceğim şeylerin hiç hoşuma gitmeyeceğini söylüyordu. Bu kadar önemli, benim de işin içine karıştığım ne olmuştu artık düşünmekten çıldıracaktım. Bu bilinmezlik, gizem beni daha çok korkutuyor ve geriyordu. Alparslan'ın hazırladığı şeylerin birazını yiyerek bulaşıkları toparladım. Yaşadığım stresten canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Üzerimi değiştirerek evden dışarı çıktığımda Eray'ın kapıda beklediğini gördüm. "Günaydın Hazan hanım." dediğinde küçük bir tebessüm ederek cevap verdim. "Günaydın." Eray eliyle diğer iki askeri gösterirken konuştu. "Bunlar Hamza ve Mert, benimle birlikte sizin güvenliğinizden sorumlular. Telefon numaralarını size gönderiyorum." dediğinde hem Hamza'ya hem de Mert'e dönerek konuştum. "Memnun oldum." "Bizde memnun olduk Hazan hanım." Bakışlarım bana numaraları gönderen Eray'a kaydığında parmağındaki yüzük dikkatimi çekti. Geçtiğimiz aylarda böyle bir şey görmediğime emindim. "Hayırlı olsun." Söylediğim şeyle birlikte Eray kastettiğim şeyi anlayarak yüzüğüne baktı. Küçük bir tebessümle cevap verdi. "Sağ olun." Kısa bir bekleyişten sonra telefonuma gelen bildirim sesiyle konuştum. "Teşekkür ederim." Eray telefonunu cebine koyarken cevap verdi. "Rica ederim, buyurun arabaya." Arka koltuğa bindiğimde Eray benim yanıma oturdu. Mert şoför koltuğuna geçerken Hamza da yanındaki koltuğa geçti. Tabura doğru ilerlerken bakışlarımı yoldan çekip ortaya doğru konuştum. "Neler oluyor siz biliyor musunuz?" merakla üçüne de bakarken dikiz aynasından birbirlerine baktıklarını fark ettim. Biliyorlardı ve tabii ki bana söylemeyeceklerdi. Baştan sormam hataydı zaten. Ama sormadan da yapamıyordum, bu kadar önlem nedendi? Başımızda nasıl bir bela vardı ki herkes bu kadar gergindi? Umuyordum ki bu soruların cevabını Alparslan'ın yanına gittiğimde öğrenecektim. Kısa süre sonra tabura giriş yaptığımızda bakışlarım binanın girişindeki kocama doğru kaydı. Gergin ve sinirli bakışları uzaktan bile belliydi. Elini cebine sokmuş benim ona doğru gidişimi izliyordu. Adımlarım tam onun önünde durduğunda bakışlarımız buluştu. "Hoş geldin güzelim" dediğinde ufak bir tebessüm ettim. "Hoş buldum. Neler oluyor?" Alparslan belimden tutarak beni binanın içine doğru götürürken koridordaki birkaç askerin bize doğru baktığını gördüm, daha doğrusu bana doğru. Alparslan'ın onlara doğru attığı bakışlarla gözlerini benden çekerlerken artık daha da gergin hissediyordum kendimi. "Hazan, şimdi sana bazı sorular sorulacak." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Nasıl sorular?" merakla Alparslan'a bakarken o büyükçe yutkundu. "Bunu söyleyemem, içeri girdiğinde öğreneceksin." "Sende yanımda olacak mısın?" diye sorduğumda Alparslan başını iki yana salladı. "Olmayacağım ama şu kapının arkasında seni bekleyeceğim. İçeride ne olursa olsun, ne öğrenirsen öğren senin yanında olacağım tamam mı?" Neden böyle konuşuyordu anlamıyordum. Ellerimi gergince saçlarıma götürerek derin bir nefes aldım. "Neden öğreneceklerim hiç hoşuma gitmeyecek gibi hissediyorum." dediğimde Alparslan dudaklarını birbirine bastırdı. "Hazan hanım geldiniz mi? Buyurun sizi şöyle alalım." diyen askerle birlikte bakışlarımı Alparslan'dan çektim. İşaret edilen odaya girmeden önce son kez Alparslan'a baktım. Onun da bakışları üzerimdeydi ama anlamadığım ifadeler vardı bakışlarında. Loş ışığın aydınlattığı odaya girdiğimde ister istemez iyice gerildim. Ortada bir tane masa ve masanın iki ucunda sandalyeler vardı. Aynı filmlerde gördüğüm sorgu odalarındandı. Peki ben neden buradaydım? "Şöyle oturun lütfen." diyerek eliyle sandalyeyi işaret eden askerle birlikte gergince sandalyeye oturdum. Ellerimi masanın üzerine çıkartarak birbirine yasladım. Asker karşıma oturduğunda merakla konuştum. "Neden buradayım acaba, öğrenebilir miyim?" "Tabii öğreneceksiniz ancak ilk önce sorduğumuz sorulara dürüstçe cevap vermenizi istiyoruz." dediğinde başımı salladım. "Tabii, buyurun." Adam önündeki kâğıda baktıktan sonra tekrar bana dönerek konuştu. "Babanız Faruk bey ile en son ne zaman görüştünüz?" duyduğum isimle kaşlarım çatılırken büyükçe yutkundum. Babam ne alakaydı şuan? "En son hastaneye beni ziyarete gelmişti, galiba 7-8 ay oldu, tam bilmiyorum." dediğim şeyle birlikte adam usulca başını salladı. "Hastanede herkesin olduğu bir ortamda görüştünüz yani." Sorduğu soruyla başımı salladım. "Evet, hatta Alparslan'da bizimleydi." "Tamam, ona da sorarız o zaman." diyerek başını kağıtlara çevirdiğinde bu sefer soru soran ben oldum. "Neden soruyorsunuz bunları?" Adam başını kağıttan kaldırıp yüzüme doğru baktı. "Öğreneceksiniz, azıcık sabredin." Gergince ellerimi ovuştururken adam tekrar konuştu. "Annenizle babanız ne zaman ayrıldı? Yani siz babanızla ne zamandan beri görüşmüyorsunuz?" Sorduğu soruyla birlikte şaşırdım. Babamla görüşmediğimi nereden biliyorlardı? Bu kadar bilgiye ulaştıklarına göre ortada gerçekten büyük bir şey vardı. Yine de bunu sorgulamayı bırakarak soruyu cevapladım. "Ben çok küçüktüm boşandıklarında. Boşandıkları günden sonra babamla görüşmedik hiç, yıllar sonra yalnızca hastaneye geldiğinde görüştük. Sonra da bir daha görüşmedik." dediğimde adam merakla bana baktı. "Peki neden bunca yıl sonra sizinle görüşmek istedi, sizden bir şey mi istedi?" "Ne gibi bir şey?" dedim sorgularcasına adama bakarken. Karşımdaki adam elini benim gibi birbirine kenetleyerek gözlerime baktı. "Önemli, herkesten gizli bir şeyler. Alparslan'dan da dahil." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ne ima ediyorsunuz?" Adam gayet rahat bir tavırla yüzüme bakmaya devam etti. "Bir şey ima etmiyorum, sadece soruyorum." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ben ona bunca yıl sonra karşıma neden çıktın diye sordum o da bana anlatacağım şeyler var, bana hak vereceksin dedi ve gitti." "Bu kadar yani?" dediğinde başımı salladım. "Bu kadar. Bir daha da hiç görüşmedik." Dediğimde asker kollarını göğsünde bağlayıp sırtını sandalyeye yasladı. "Peki size anlatacağı şeyi merak etmediniz mi? Neden bir daha aramadınız babanızı?" Artık sinirlenmeye başlıyordum, bu kadar ince ayrıntısına kadar sorgulamasını anlamıyordum. Onlara neydi ki benim babamla olan meselemden? "Babam beni bırakıp gitti hangi açıklama yıllarca beni yalnız bırakmasını açıklardı ki? Bu yüzden aramadım, herhangi bir açıklama da beklemiyorum. O benim hayatımdan çıkalı yıllar oldu, bundan sonra da olmasının manası yok." "Peki, işbirliğiniz için teşekkür ederiz. Verdiğiniz ifadeleri gerekli şekilde doğrulayacağız." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Bunları neden sordunuz bana? Artık bir açıklama yapabilir misiniz?" Söylediğim şeyden sonra karşımdaki adam derin bir iç çekti. Bana bir şeyler söylemesini beklerken odanın kapısının açılmasıyla birlikte bakışlarım kapıya kaydı. Alparslan'ı ve Harun yarbayı görmemle birlikte merakla onlara baktım. Karşımdaki adam elindeki dosyayı bana doğru uzattığında merakla dosyaya baktım. "Bu öğrendiğiniz şeyleri kimseye söylemeyeceğinize dair imzalamanız gereken bir belge. Herhangi birine söylediğiniz takdirde hakkınızda yasal işlem başlatılacak." Kalemin kapağını açıp bana doğru uzattığında tereddütle Alparslan'a doğru baktım. Başını sallayıp gözlerini kapatıp açarak bana onay verirken kalemi alarak ismimin altına imzamı attım. Alparslan adımlarını yanıma doğru atarken kendimi biraz daha güvende hissettim. Hala çok gergindim ama yine de onun burada, yanımda olması çok güven vericiydi. "Hazan hanım, dün edindiğimiz bilgilere göre babanızın terörle bağlantısı ortaya çıktı." Harun yarbayın söylediği sözlerle afalladım. Sözler zihnimde yankılanırken gülerek başımı iki yana salladım. "Hayır." Mümkün değildi böyle bir şey. O bana babalık yapmamıştı ama özünde iyi biriydi, imkansızdı bu. "Hayır, bir yanlışınız var." Odadaki duvarların üstüme üstüme geldiğini hissederken Alparslan ellerini omuzlarıma koydu bana destek olduğunu belirtmek istercesine. "Her şey belgelendi, kazandığı paranın çoğuyla terörü finanse etmiş ve birçok terör saldırısının arkasında ismi geçiyor." Kulaklarım uğuldamaya başlarken başımı iki yana sallayıp reddetmeye devam ediyordum. Olmazdı, olamazdı böyle bir şey. Bu kadarını yapmazdı. Gözlerimin önünden şehit olmuş bir çok askerin resmi geçerken kulaklarımda haberlerde gördüğüm annelerin feryatları çınlamaya başladı. Her şeyin arkasındaki isim benim babam mıydı yani? Onca hainliği yapan, anaların yüreklerini yakan, kaç çocuğu annesiz babasız bırakan kişi babam dediğim adam mıydı? Gözyaşları yanaklarıma akmaya başladığında Alparslan'ın sesini duydum. "Tamam, yeter bu kadar. Hadi güzelim gidelim artık." Kolumdan tutularak kaldırıldığımda adım atamıyordum bile. "Hazan bana bak güzelim." Alparslan'ın sesi kulağıma o kadar uzaktan geliyordu ki duyamıyordum. Yüzünü net bir şekilde göremiyordum. Yalnızca yüzümdeki ellerin varlığını hissedebiliyordum. Ayaklarım artık beni taşıyamazken kararan gözlerimle birlikte kendimi yere doğru bıraktım ve karanlığa hapsoldum.
◔◔◔ Gözlerimi araladığımda gördüğüm tek şey beyaz bir tavandı. Kendimi o kadar bitkin ve yorgun hissediyordum ki sanki üzerimden kocaman bir tır geçmişti. Duyduklarım çok ağır gelmişti bana, sindiremiyordum. Ne hissetmem gerektiğini şaşırmıştım. Çaresizlik ve koskocaman bir utanç duygusu hissediyordum. "Allah'ım çok şükür, çok korkuttun beni güzelim." Alparslan'ın sesini duyduğumda bakışlarımı ona çeviremedim. Nasıl çevirebilirdim, utanmadan yüzüne nasıl bakabilirdim ki? Gözyaşlarım şakaklarımdan yastığa akarken tavana bakmaya devam ettim. "Nasıl hissediyorsun kendini? Stresten tansiyonun yükselmiş." Söylediği şeyle büyükçe yutkundum. Elimin üzerinde elini hissederken diğer eliyle akan gözyaşlarımı temizledi Alparslan. Bana böyle ilgi gösterince sevinçten içimde kelebekler uçuşurken şimdi kocaman bir boşluk vardı sanki. Ben bu ilgiyi hak etmiyordum. Ben bir teröristin kızıydım, benim baba dediğim adam vatan hainiydi. Katildi, masum insanların katiliydi. "Hazan'ım bana bak, konuş benimle ne olursun." Sesiyle birlikte elimi elinden çekerek yatakta yan döndüm. Böylece sırtım ona doğru dönmüştü. Bacaklarımı kendime çekerek karşımdaki duvara bakarken hareketlenme hissettim. Bacaklarımın olduğu yerdeki kısımdaki baskı ile Alparslan'ın yatağa oturduğunu hissederek gözlerimi kapattım. Yüzüne bakamazdım, onun arkadaşlarının katili benim babamdı. Onun vücudundaki izlerin sebebi babamdı, ölümden dönmesinin nedeni babamdı. Çok utanıyordum. Ben Alparslan'ı hak etmiyordum. Elini omzumda hissederken gözlerimi sıkıca kapatmaya devam ettim. Ben nasıl baş edecektim bununla? Nasıl hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edecektim? İnsanların yüzüne nasıl bakacaktım? Burada olduğum süre boyunca onca şeye şahit olmuştum bir asker benim masamda şehit olmuştu, kaç asker yaralanmıştı da ben tedavi etmiştim. Terör örgütü yüzünden kaç sivil şehit olmuştu, kaç yerde patlama olmuştu hepsinin sebebi o şerefsizdi. "Tamam yalnız kalmak istiyorsun anladım ama ben buradayım, her zaman senin yanında olacağım." dediğinde derin bir iç çektim. Alparslan askerdi, benim baba dediğim kişi ise teröristti. Alparslan'ın ne düşündüğünü tahmin edemiyordum bile. Onu da utandırmıştım, benim yüzümden duymaması gereken şeyler duymuştu eminim ki. O ve onun ailesi beni en değerli insanmış gibi hissettirirken benim ailem tam bir hayal kırıklığıydı, buna dayanamıyordum. Odanın kapısının örtüldüğünü duyduğumda gözlerimi usulca araladım. Gözyaşları yastığa akmaya devam ederken boşluğa bakmayı sürdürdüm. İçimdeki bu duyguyla baş edemiyordum, gözlerimi kapatmak ve mümkünse tekrar açmamak istiyordum. Dün birlikte ne kadar mutluysak bugün o kadar mutsuzduk. Yaşam sevincimi kaybetmiştim sanki. Ölsem bu kadar büyük bir yıkım yaşayacağımı düşünmezdim. Herkesin yaptığı şeylerle toparlanıp ayağa kalkmasını bilmiştim ama bu sefer kalkamazdım, ben bununla baş edemiyordum. Kendimi çıldıracak gibi hissediyordum. İçimdeki acıya daha fazla dayanamayarak yattığım yerden doğruldum ve odanın camına doğru ilerledim. Nefes alamıyordum. Camı açarak derin derin nefesler alırken elimle yüzümü sıvazladım. Canım çok yanıyordu. Camın önünden çekilip yatağa geri oturdum ve komodindeki bardağı alıp birkaç yudum su içtim. Geçmiyordu içimdeki yangın. Ne yaparsam yapayım da geçmeyecekti. Bardağı duvara fırlatarak kırılmasını sağladım. Yere dağılmış parçalara bakarken güldüm. Bugünden sonra bende bu kırılan parçalar gibi bir daha eskisi gibi olmayacaktım. Kırıkları umursamayarak ayağa kalktım ve odadaki banyoya ilerleyerek duş kabininin içine girdim. Musluğu soğuk akan kısmın en sonuna doğru çevirirken duş başlığının altına geçtim. Soğuk su tüm vücudumu ıslatırken suyun soğukluğunu bile hissedemiyordum. İçimdeki yangından su bile bana soğuk gelmiyordu. "Allah belanı versin senin, Allah belanı versin." Hem ağlayıp hem kendi kendime söylenirken artık hıçkırıklarımı bile tutamıyordum. Ben bu vicdan azabıyla nasıl yaşayacaktım? İnsanların bana acıyan gözlerle bakmasına dayanamazdım. Hıçkırıklarımın arasında Alparslan'ın panik sesini duyduğumda umursamadım. "Hazan, iyi misin?!" Arkamdan kollarını bana doğru doladığında ağlamaya devam ettim. Bana şefkat göstersin istemiyordum. Ben ona bakmaya bile utanırken böyle yaptıkça içimdeki azap daha da büyüyordu sanki. Ama ona sığınmadan da yapamıyordum. Kafam çok karışıktı. Uzun süre Alparslan'ın kolları arasında ağladıktan sonra yorgun düştüğümde beni duş kabininden çıkartıp odaya getirmişti. Uyuşmuş gibi hissediyordum, hiçbir şeyi yapacak gücüm yoktu. Alparslan da bunu anlamış gibi üzerimi değiştirmiş ve beni kucaklayarak salona getirmişti. Kendi de ilk yardım çantası ve havlu almaya gitmişti. Kırılan camdan ayağım kesilmişti ama onun acısını bile hissetmiyordum, belki de kalbimin acısı ona ağır bastığı için kesiğin acısı çok ufak geliyordu. Alparslan odaya girip tam önümde diz çöktüğünde ayağımı kaldırıp dizine doğru yasladı. Ayağımın altındaki kesiğe bakıp yüzünü buruşturdu. "Ah be güzelim niye dikkat etmiyorsun?" Bakışlarımı duvardan çekip Alparslan'a doğru çevirdim. Dikkatle ayağımın altına bakıyordu. Muhtemelen herhangi bir cam parçası olup olmadığını kontrol ediyordu. Bir şey olmadığına karar vermiş olacak ki tentürdiyodu pamuğa dökerek yaramın üzerine sürdü. Yüzü buruşurken yarama doğru üflemeye başladığında gözlerimin dolmasına engel olamadım. "Çok mu acıyor canın?" diyerek bana baktığında gözlerimiz buluştu. Başımı iki yana sallayarak onu reddettim. Üzgün gözlerle bana bakarken bakışlarını kaçırıp yaranın üzerine merhem sürdü. Sonrada yara bandı yapıştırarak ayağımı yavaşça yere indirdi. Salondan çıkarken bakışlarımı duvara doğru çevirip erin bir iç çektim. Adım sesleri tekrar salonda duyulmaya başlandığında geldiğini anladım. Tam arkama geçip havluyla saçlarımı kurulamaya başladığında sesini duydum. "Kurulayalım da hasta olma." Kendimi çok suçlu hissediyordum. Alparslan'a karşı, hayatını kaybeden askerle karşı, evlatlarını kaybeden ailelere karşı çok vicdan azabı çekiyordum. Evet onlara bunu yapan ben değildim ama benim kanımdan biriydi. Sanki onun yaptığı şeyleri ben yapmış gibi hissediyordum, tüm ağırlık benim üzerime çökmüş gibiydi. Omuzlarım tekrardan sarsılmaya başladığında Alparslan'ın önüme doğru geldiğini fark ettim. Tam yanıma oturarak beni kendine doğru çektiğinde bir kez daha ona sığındım. "Böyle için için ağlıyorsun ya benim içim daha da hırsla doluyor. Elimden hiçbir şey gelmiyor, yapabildiğim tek şey senin yanında olmak ama o da yetmiyor. Konuş benimle ne olursun, sesini duymama izin ver." Acı içindeki sesini duyduğumda gözyaşlarım daha da akmaya başladı. Yüzümü omzuna gömerken Alparslan'ın sesini tekrar duydum. "Çok çaresizim Hazan. Bağır çağır, kır dök ama böyle sessizce, içine atarak ağlama. Çok zor biliyorum, için yanıyor. Benim de öyle ama sana destek olmama izin ver. Birlikte üstesinden gelelim bunun." Elleri saçlarımın arasında dolanırken başımı usulca kaldırdım göğsünden. Bakışlarımız buluşurken Alparslan iki elini de yüzüme çıkartarak parmaklarıyla gözyaşlarımı sildi. Gözbebeklerinin titrediği, benim için ne kadar endişelendiği belliydi. "Alparslan" dediğimde belli belirsiz tebessüm etti. "Söyle güzelim." Bu söyleyeceğim şeyle bana çok kızacaktı ama yapmam gerekiyordu. Ben bu öğrendiklerimden sonra onun yüzüne bakamazdım artık. "Boşanalım." "Ne?" kaşları anında çatılırken ciddi olup olmadığımı sorgularcasına gözlerime bakmaya devam etti. "Ne diyorsun sen Hazan?" "Boşanalım, hemen şimdi boşanma davasını açalım. Anlaşmalı bir biçimde olursa hemen boşanırız." dediğimde Alparslan yüzümdeki ellerini çekerek alayla güldü. "Sen ne saçmalıyorsun?" İnanmaz gözlerle bana bakarken büyükçe yutkundum. Bu karar her ne kadar zor olsa da olmak zorundaydı. Bu böyle gitmezdi. Ben bir terörist kızıydım, o şerefli bir Türk askeri olarak bir terörist damadı olamazdı. Olmazdı. Herkes ona yargılayıcı bir gözle bakardı. Alparslan mesleğine aşıktı bunu kaldıramazdı. "Boşandıktan sonra ben buradan giderim. Beni bir daha görmezsin." dediğimde Alparslan oturduğu yerden kalktı bir anda. Elini saçlarının arasından geçirirken sesini duydum. "Şu an ne dediğini bilmiyorsun sen. Nasıl söylersin böyle bir şeyi?" "Bak düşününce sende anlayacaksın beni hatta hak vereceksin." dedim gözyaşlarımı akıtmaya devam ederken. Alparslan başını iki yana salladı. "Nasıl kolay söylüyorsun bunu böyle?" Söylediği şeyle birlikte bende oturduğum yerden ayağa kalktım. "Kolay mı? Öyle mi görünüyor gerçekten. İçim yanıyor Alparslan. Ben adi bir şerefsizin kızıyım, senin yanında nasıl dururum? Yüzüne nasıl bakarım ben? Onun elinde bunca askerin kanı varken ben nasıl senin yüzüne bakayım?" Yanıma gelip ellerimi tutarken konuştu. "Bunların hiçbirini sen yapmadın, hiçbirinden haberin yoktu. Sen o adam değilsin, onun yaptıklarının bedelini ödemek senin görevin değil. O bunun bedenini çok ağır ödeyecek zaten." Söylediği şeyle birlikte başımı salladım. "Yapamam, hiçbir şey olmamış gibi yapamam. Yaşadığımız şeyler gözümün önünden gitmiyor. Kulaklarımda annelerin feryadı var hala daha, ben dayanamam anlıyor musun?" Çıldırmış gibi konuşurken Alparslan beni kendine çekip sıkıca sarıldı. "Atlatacaksın, ben her zaman yanında olacağım atlatacağız bunu. O adam yakalandığında her şey daha kolay olacak, sana söz veriyorum onu kendi ellerimle yakalayıp teslim edeceğim." "Ölmek istiyorum." Yaşadığım çaresizlikle ne söylediğimi bilmezken Alparslan kollarını benden çekti ve eliyle yüzümü tuttu. "Sakın dile getirme bunu bir daha sakın." Sesinin titrediğini duyarken gözlerine doğru baktım. Hafifçe gözlerinin dolduğunu gördüğümde yutkundum. Alparslan ise tekrar konuştu. "Bunu bir daha ağzından duymayacağım, tamam mı? Sen pes etsen ben kaldırırım seni."
Elini yüzümden çekip ensemden tutarak beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Gitmemden korkar gibi sıkı sıkı beni sararken gözlerimi kapattım. Ben ondan asla vazgeçemezdim, bir gün gitsem de kalbimi onunla burada bırakırdım yine de ondan vazgeçmezdim. Sabaha kadar uyumamıştım. Düşünmekten gözüme uyku girmemişti, onun yerine başıma büyük bir ağrı saplanmıştı. Alparslan'da benimle uyumamıştı. İki gündür uykusuzdu neredeyse azıcık dinlenmesi gerekiyordu ama gözünü kırpmıyordu, bakışları üzerimdeydi. Odada yankılanan telefon zil sesiyle irkilirken Alparslan yattığı yerden doğrularak telefonunu aldı ve kulağına götürdü. "Efendim Fırat?" dediğinde bakışlarımı ona doğru çevirdim. O adi pislikten bir haber olup olmadığını merak ediyordum. Alparslan'ın bakışları üzerimdeyken konuştu. "İyi değil ama olacak." dediğinde benden bahsettiğini anlayarak gözlerimi kaçırdım. Nasıl iyi olacaktım hiç bilmiyordum. "Tamam geliyorum." dediğinde gideceğini anlayarak hiç ses çıkarmadım. Alparslan telefonu kapattığında merakla konuştum. "Bir haber mi var?" Alparslan başını iki yana salladı. "Bir şeyler bulmuşlar yeriyle ilgili ama tam belli değil. Gidince öğreneceğim." Başımı sallayarak onu onayladığımda Alparslan yatakta bana doğru gelerek dudaklarını şakaklarıma bastırdı. "Her şey yoluna girecek, hadi biraz uyumaya çalış." dediğinde Alparslan'a bakarak konuştum. "Sende dinlenmedin benim yüzümden, eğer vakit bulursan sende dinlen." Ufak bir tebessüm ederek konuştu. "Dinlenirim." Yataktan kalkıp gardıroba ilerlerken onu izlemeye devam ettim. Üzerini değiştirip odadan çıkarken son kez bana doğru baktığında fısıldadım. "Seni seviyorum." Bunu ben bile zor duymuştum ama Alparslan dediğimi anlayarak cevap verdi. "Bende seni çok seviyorum." Odadan çıktığında gözlerimi kapattım. Çok süre geçmeden dış kapının da sesini duyduğumda gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim. Bir süre böyle uyumaya çalışsam da gözlerimi her kapattığımda aklıma gelen gerçeklerle gözlerimi bir kez daha açtım. Yattığım yerden doğrularak banyoya doğru ilerledim. Yüzümü yıkadıktan sonra aynaya baktığımda gördüğüm kadını tanıyamadım. Göz altlarım çökmüş, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olmuş ve şişmişti. Tabii buna uykusuzluk da eklenince berbat görünüyordum. Ama umurumda bile değildi. Odadan çıkıp mutfağa ilerleyerek kendim için sert bir kahve yaparak mutfak masasına oturdum. Kafam hala allak bullaktı. Dün biraz saçmalamıştım biliyordum ama içimdeki acıyla baş edemeyip ne yapacağımı şaşırmıştım. Hala daha da nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Evde boş boş oturamazdım. Oturduğum sürece aynı şeyleri düşünüp kafayı yerdim. Bunun olmasını istemiyordum. O yüzden kahvemi bitirerek hızlıca odama çıktım ve üzerimi değiştirdim. Başka hiçbir şey yapmadan aşağı inerek evden dışarı çıktım. Kapıda bekleyen Eray'ın yanına ilerlerken konuştum. "Hastaneye gideceğiz." "Hazan hanım isterseniz bu halde gitmeyin." Diyerek endişeyle yüzüme bakan adama kaçamak bir bakış attım. "Ben iyiyim, hadi." Bir şey söylemesini beklemeden arabanın arka koltuğuna geçtiğimde onlar da beklemeden arabaya bindiler. Dün ki gibi oturarak hastaneye doğru giderken başımı dizlerimdeki ellerimden kaldırmadım. Belli bir süre onların yüzüne bakacağımı sanmıyordum. Arabanın ani bir şekilde fren yapmasıyla birlikte başımı kaldırdım. "Geri geri çık çabuk!" Hamza'nın telaşlı sesini duyduğumda ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bizim arabanın önünü kesen siyah bir araba gördüğümde daha ne olduğunu anlamadan Eray'ın sesi kulaklarıma doldu. "Allah kahretsin." Bu sefer bakışlarım arka camdan dışarı bakan Eray'a döndüğünde onun gibi arka cama baktım. Arkamızda da aynı önümüzdeki gibi bir siyah araba vardı. Tam ne yapacağımızı sormak için konuşacağım sırada duyduğum cam kırılma sesi ve ona eşlik eden silah sesleriyle birlikte hızla başımı eğerek kollarımı başıma sardım. İki koltuğun arasına hafifçe eğildiğimde aklımda yalnızca bu beladan nasıl kurtulacağımız vardı.
◔◔◔ Alparslan Türkoğlu'nun anlatımından, Arabadan inerek Harun yarbayın odasına gitmek için binaya girerken aklım Hazanda idi. Onu evde düşünceleriyle yalnız bırakmayı hiç istememiştim ama ne yazık ki şartlar buna izin vermemişti. Aklı yerinde değildi, uyumuyordu ve sürekli ağlıyordu. Daha da içine kapanmış boş boş duvara bakıyordu. Sanki yanımdaki kadın Hazan değildi, tüm yaşama sevinci bir günde uçup gitmişti karımın. Buna sebep olan kişinin öz babası olması da ayrı bir konuydu. Onu anlamaya çalışıyordum, ben babamın terörist olduğunu öğrensem nasıl tepki verirdim diye düşünüyordum ki muhtemelen ben o adamı bulup kafasına sıkar öldürürdüm. Ama Hazan'ın böyle bir şansı yoktu. Elinden gelen tek şey ağlamaktı. Ama o ağladıkça ben kahroluyordum. Ölmek istiyorum demişti, sadece iki kelimeydi ama benim için dünyaya bedeldi. Hazanla o kelimeyi yan yana anmak bile kalbimin sıkışmasına neden olurken bunu bir de onun ağzından duymak benim için ölümdü. Onu kaybetsem ben de yaşayamazdım, belki bedenen yaşardım ama ruhum, kalbim onunla giderdi. İki damla gözyaşı için dünyayı yakardım ben onun. Öyle de yapacaktım. O adi şerefsizi bulup ya leşini serecektim ya da burada en ağır şartlarda cezalandırılmasını sağlayacaktım. Belki ikimizin içi ancak o zaman soğurdu. İlk önce kendi odama gidip üzerimi değiştirdikten sonra Harun yarbayın odasına ulaştım ve kapıyı çalarak içeri girdim. "Yüzbaşı Türkoğlu." diyerek asker selamı verdiğimde içerideki birden fazla rütbeli insana baktım. "Gel Alparslan, otur şöyle." Eliyle karşısındaki kanepeyi işaret ettiğinde oturdum. Bakışlarım odadaki herkeste teker teker gezinirken Harun yarbay konuştu. "Hazan hanımın ifadesi doğrulandı. Annesi de yıllardır görüşmüyormuş Faruk denen adamla. İkisinin de bir şey bildiği yok." Hiçbir tepki vermeden Harun komutanın yüzüne bakmaya devam ettim. Ben zaten buna emindim, hiçbir zaman da şüphem olmamıştı. "Onun bulunabileceği birkaç yer tespit ettik. Epey korunaklı mekanlar o yüzden hem senin timin hem Kartal'ın timi gidecek. Birlikte plan yaparak timinize anlatın." dediğinde mecburen onayladım komutanımı. "Çıkabilirsin." Oturduğum yerden kalkarak odadan çıkarken aklım çok karışıktı. Hazan'ın yanında olmam mı onun için daha iyi olacaktı yoksa o adamı bulup yakalamak mı onun içini ferahlatacaktı bilmiyordum. Kartal'ın odasına doğru ilerlerken arkadan adımı seslenen Kadir ile ona doğru döndüm. "Komutanım?" Kadirle birlikte gelen Caner , Barış ve Emre'yi gördüğümde olduğum yerde onları beklemeye devam ettim. Yanıma geldiklerinde ilk konuşan Caner oldu. "Yengem nasıl oldu?" "İyi değil." dedim sıkıntılı bir nefes vererek. Zaten yeni yeni düzelirken her şey bir anda sarpa sarmıştı. "Bizim bir yardımımız dokunur mu bilmiyoruz ama elimizden gelen her şeyi yaparız komutanım." diyen Kadirle birlikte burukça gülümsedim. "Ben bile ona yardım edemiyorum, gözümün önünde kendini yiyip bitiriyor. Elimden hiçbir şey gelmiyor." dediğimde Emre cevap verdi. "Kolay değil komutanım, aylardır burada çalışıyor. Onlarca olay gördü, bütün bunların başındaki kişi babası. Kabullenmesi zor olacak." Emre'yi onayladım. Hem de çok zor olacaktı. Onu ilk defa böyle görmüştüm. "Hazan güçlü biri bunu da atlatacak." dediğinde başımı salladım iç çekerek. "Bugün bir operasyona çıkma ihtimalimiz var, Kartal'ın timiyle birlikte çıkacağız. Detayları ayarladıktan sonra size bildiririm" dediğimde hepsi beni onayladı. Yanlarından ayrılıp Kartal'ın odasına doğru ilerlerken koridorda İrem üsteğmeni gördüm. Elini alnına koyup asker selamı verirken başımı aşağı eğip kaldırdım. "Kartal odasında mı?" "Yok, Harun yarbayımın odasında. Ama siz içeri geçip bekleyebilirsiniz." dedikten sonra elindeki dosyayı bana doğru uzattı. "Bunu Kartal komutanımın odasına götürüyordum, yeni operasyonun detayları, buyurun sizde bakın." "Sağ ol." Başka bir şey söylemeden Kartal'ın odasına girdim ve masanın karşısındaki sandalyeye geçerek oturdum. Elimdeki dosyanın kapağını açarak mekanların fotoğraflarını incelemeye başladım. Büyük bir yerdi, burada bulunma ihtimali yüksek sayılırdı. İyi bir plan yapıldığında işimiz hızla biterdi. Ayağa kalkarak elimdeki dosyayı masanın üzerine bıraktıktan sonra gözüme çarpan isimle birlikte kaşlarım çatıldı. Hazan'ın isminin yazılı olduğu dosyayı elime aldığımda üzerindeki kağıda göz gezdirdim. Kişisel bilgileri, okuduğu okullar, yaptığı dereceler gibi onunla ilgili her şey yazıyordu. Bu neydi şimdi? Kağıdın bulunduğu poşet sayfanın arkasını çevirdiğimde ayrı bir poşet dosya içerisinde olan fotoğrafları gördüm. Hızla fotoğrafları dosyadan çıkarttığımda teker teker hepsine bakmaya çalıştım. Benimle, ailemin diğer üyeleriyle, Nazlıyla, Buseyle ve birçok yalnız çekilmiş fotoğraflarını gördüğümde kan beynime sıçradı. Bunların Kartal da ne işi vardı? Hazan'ın her adımının fotoğraflanmasının açıklaması neydi çok merak ediyordum. Odanın kapısı açıldığında sorularımın muhatabıyla göz göze geldik. Bakışları elimdeki fotoğraflara kayarken bakışlarındaki panik anında fark ediliyordu. Bu durum daha da sinirlenmeme neden olurken konuştum. "Bütün bunların ne demek olduğuyla ilgili umarım mantıklı bir açıklaman vardır."
Bölüm Sonu ‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Ben yazarken birazcık duygulandım, Hazan'ıma kıyamadım.. ‣‣‣Hazan ve Alparslan sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz? ‣‣‣ Bu bölüm bol bol Alparslan'ımızın ağzından okuduk, nasıldı? ‣‣‣ Aslan beyin kimliğini öğrendik, tahmin edenleri tek tek tebrik etmek istiyorum. Sizce bundan böyle ne olacak? ‣‣‣ Hazan'a ne olacak sizce? ‣‣‣ Siz Hazan'ın yerinde olsaydınız ne yapardınız? Neler hissedersiniz? ‣‣‣ Kartal'ın sakladığı şey, Hazan hakkında yaptığı açıklama hakkında ne düşünüyorsunuz? Tahminlerinizi az çok biliyorum:) Yorumlarınızı bekliyorum, diğer bölümde görüşmek üzere.. |
0% |