Yeni Üyelik
48.
Bölüm

Hazan Vakti| 47

@mutlusonsuz222

 

47.Bölüm

Hazan Eraslan Türkoğlu'nun anlatımından,

Silah sesleri, buraya geldiğimden beri duymaya alıştığım seslerden biriydi. Kaç kere bir çatışmanın ortasında kalmıştım saymıyordum bile. Bu sefer tek fark bu çatışmalara girmemin nedeni olan adamı biliyordum, Faruk Eraslan. Yıllardır neden beni arayıp sormadı, neden benden vazgeçti dediğim adamdı. O kendi ülkesinden vazgeçmişti benden mi vazgeçmeyecekti?

"Bizimkileri ara hemen." diyerek Hamza'ya seslenen Eray ile düşüncelerimden sıyrıldım. Silahını çıkartarak bana doğru döndüğünde tekrar sesini duydum. "Sakın başınızı kaldırmayın." başımı sallayarak Eray'ı onayladığımda Eray tekrar seslendi arkadaşlarına doğru. "Kapıyı açıp karşılık vereceğim."

Az da olsa yavaşlayan silah sesleri onların kapıyı açmasıyla hızlanırken gözlerimi sıkıca kapattım. Korkuyordum ama bana bir şey olmasından değil, yanımda beni korumak için görevlendirilmiş olan askerlere bir şey olmasından korkuyordum. Bir de bana bir şey olması durumunda Alparslan'ın hissedeceklerinden korkuyordum.

"Bizim tim yardıma gelecek ancak gelmeleri en az 20 dakika sürer. O zamana kadar karşılık vermemiz gerekiyor." dedi Hamza.

"Mühimmatımız yeterse karşılık veririz." diyen Mert ile sıkıntıyla nefes verdim. Tek umudum bir an önce hiç kimseye bir şey olmadan bu işkencenin bitmesiydi. Neden burada olduklarını tahmin etmek zor değildi, muhtemelen beni istiyorlardı.

Eray, Mert ve Hamza onlara karşılık verirken koltuktaki çantamı alarak içinden telefonumu çıkardım. Alparslan ne olursa olsun gelirdi ve bizi kurtarırdı. Bir umut diğerlerinden önce gelirdi belki. Telaşla numarasını tuşladığımda bir süre açmasını bekledim ama telefon açılmadı.

Tekrar tekrar ararken telefonun açılmamasıyla içimdeki korkunun büyüdüğünü hissettim. Timden başka birinin numarasını tuşlayacağım sırada Eray'ın vurulduğunu gördüğümde elimdeki telefonu bırakarak ona doğru baktım. "Eray iyi misin!?"

Telaşla ona doğru seslenirken başımı kaldırmadan çöktüğüm yerden Eray'a doğru ilerlemeye çalıştım. "Gelmeyin buraya, iyiyim ben." diyen Eray ile birlikte korkuyla yutkundum. Omzundan burulmuştu, umarım ki kötü bir yere gelmemişti kurşun.

"Kardeşim iyi misin?" Mert'in sesini duyduğumda Eray ona hızla cevap verdi. "İyiyim, çok kalabalıklar. Mühimmat ne durumda?" Eray'ın hem gergin hem acı dolu sesiyle gözlerimi kapattım. İçimde kocaman bir suçluluk duygusu vardı. Bunlar benim yüzümden oluyordu.

"Bitmek üzere." diyen Hamza aile gözlerimi araladım anında. Umutsuzluk tüm bedenimi sararken Mert'in sesini duydum. "Sikeyim böyle işi." Arabaya tekrar girdiğinde elindeki silaha baktım, şarjörü bitmişti.

"Taramalıyla gelmişler orospu çocukları." Hamza'nın sesiyle birlikte umudumu bir kez daha kaybettim. Onun şarjörü de bitmişti. Bakışlarım Eray'a kaydığında onun da şarjörünün bittiğini ve pes etmişlikle kendini yere bıraktığını görerek korkuyla yutkundum. Tim gelmezse biz ne yapacaktık?

Karşı taraftan gelen silah sesleri kesilirken başımı hafifçe kaldırdım. Üzerime giydiğim ince beyaz hırkayı hızla çıkartarak arabadan indim ve Eray'ın yanına doğru gittim. Hırkayı kanayan omzuna bastırarak konuştum. "İyi olacaksın."

"Hazan hanım, arabaya geri dönün." diyen Eray'ı reddettim başımı iki yana sallayarak. Ne olacaksa olacaktı zaten, en azından onun hayatını kurtarabilirdim.

Birkaç adım sesinin bize doğru yaklaştığını durduğumda bakışlarımı Eray'dan çekip bize doğru yaklaşan adamlara çevirdim. Uzun boylu, yapılı üç kişiydi bize yaklaşanlar. Onları gördüğümde zihnime dolan görüntüyle şaşırdım, plajda gördüğüm adamlardı bunlar. Demek ki orada bile bizi takip etmişlerdi. Onların ardında ise birçok kişi daha vardı. İki araba gelmişlerdi, neredeyse 15 kişi varlardı. Üç kişinin onlarla baş etmesi zordu.

"Aslan bey seni görmek istiyor." diyen adamla bakışlarımız buluştuğunda net bir biçimde bana söylediğini anlayarak bakışlarımı adamdan çektim. Elimdeki hırkayı Eray'ın koluna bastırırken Hamza ve Mert'in bizim önümüze doğru geçtiklerini fark ettim. "Onu almak için bizi öldürmen gerekiyor."

"Bunu seve seve yaparız." diyerek bellerindeki silahları çıkartan adamlarla birlikte tüm korkunun bedenimi ele geçirmesine izin verdim. Mert'in ve Hamza'nın alnına yaslanan namlular ve Eray'a doğru uzatılmış namlu ucuyla korkuyla onlara baktım.

"Ya bizimle kendi isteğinle gelirsin ya da onları gözünün önünde öldürdükten sonra seni zorla alırız. Seçim senin doktor hanım." biraz önce Aslan beyin beni görmek istediğini söyleyen adam konuşmuştu yine. "Hazan hanım sakın inanmayın ona."

Eray'ın acı çeken sesiyle birlikte bakışlarımı ona çevirdim. Başını iki yana sallayarak bana yapmamamı söylerken dudaklarımı birbirine bastırdım. Benim yüzümden ölmelerine izin veremezdim. Bir kişinin daha o adi şerefsiz yüzünden ölmesini izleyemezdim.

Eray'ın yerde duran elini tutarak hırkanın üzerine koydum bastırması için. Oturduğum yerden ayağa kalkarken karşımdaki adamlara baktım. "Adamlarınızı geri çekin, sizinle geleceğim." dediğimde benimle konuşan adam işaret verdi yanındakilere.

Mert, Hamza ve Eray'ı hedef almış olan silahlar yere doğru inerken beni bekleyen üç adama birkaç adım yaklaştım. Bakışlarımı bana bakan Eray'a çevirdiğimde sesini duydum. "Yapma."

Ben Eray'a bakarken daha ne olduğunu anlamadan Mert karşısındaki adamın silahını çevik bir hareketle eline alarak onlara doğrulttu. Omuzlarımdan tutularak bir yere doğru çekilirken başıma yaslanan namluyla birlikte irkildim. "İndir o silahı yoksa kız ölür."

Mert hem bana hem de beni rehin alan adama bakarken gözlerimin dolmasına engel olamadım. Onlara doğru birçok silah doğrultulmuştu, beni rehin alan adamı burduğu takdirde delik deşik olacaklardı. Bu manzarayı izleyemezdim. Aklımı kaçıracak gibi hissediyordum.

Ölmekten korkmuyordum ama onlara bir şey olmasından deli gibi korkuyordum. Bir de ardımda benim acımı çekecek birilerini bırakmak beni korkutuyordu. Dün ölmek istiyorum derken korkuyla bana bakan kocamı bu acıyla baş başa bırakmak istemiyordum.

"İndir o silahı lütfen." dedim mırıldanarak. Mert bana doğru bakarken tekrar konuştum. "Onlarla gideceğim, lütfen engellemeye çalışmayın." dedim zorlukla.

Bu kararı vermek kolay değildi, orada nelerle karşılaşacağımı bilmiyordum. Geçen sefer yaşadıklarım hala aklımdaydı ve yine onları yaşamaktan ölesiye korkuyordum ama benim yüzümden birilerinin ölmesine de müsaade edemezdim. O yüzden bu kararı vermek zorundaydım.

Mert silahı indirirken derin bir nefes vererek konuştum. "Onları bırakın, geleceğim sizinle." dediğimde tekrar onlara doğrultulan silahlar yere doğru indi. Silahları bellerine takarlarken beni rehin alan adam başımdaki silahı çekmeden kolumdan tuttu.

Beni tutan adamın emriyle birlikte diğer teröristler arabalarına binerken son kez Mert, Hamza ve Eray'a baktım. Hala bakışlarında yapmamamı söyleyen ifadeler olsa da yapacaktım. Biliyordum yaptığım şey belki de doğru değildi. Bu yaptığım şey yüzünden Alparslan'dan çok büyük bir azar yiyecektim ancak ellerinden kurtulabilirsem bu mümkün olabilirdi..

 

◔◔◔

Alparslan Türkoğlu'nun anlatımından,

Karşımdaki adam sözlerimle birlikte ardı ardına yutkunurken birbirimize bakmaya devam ediyorduk. Ancak o sessiz kalıp bana baktığında aklımda daha çok senaryolar oluşmasına ve sinirlenmeme neden oluyordu.

Amacı neydi? Semih gibi Hazan ile mi uğraşıyordu, bunun için planlar mı yapıyordu? Zira elimde duran fotoğrafların hiçbir masum açıklamasının olduğunu düşünmüyordum. Gizli gizli Hazan'ın fotoğraflarını çekerken veya çektirirken ne düşünüyordu acaba?

"Alparslan, önce sakin ol." diyerek kapıyı kapatan Kartal ile birlikte burnumdan sertçe nefes verdim. "Sakin olayım, nasıl sakin olayım? Karımın bilgileri, fotoğrafları sende ne arıyor? Bana cevap ver!"

Kartal yanıma doğru yaklaşarak tekrar konuştu. "Açıklayacağım her şeyi." dediğinde kaşlarım iyice çatıldı. "Açıkla hadi bekliyorum. Her adımını takip ettirmişsin açıklamanı çok merak ediyorum. Hadi."

"Otur şöyle." diyerek eliyle sandalyeyi işaret ederken gözlerimi kapattım sakinleşmek için. İşaret ettiği yere oturduğumda gözlerimi açarak Kartal'a bakmaya devam ettim. Karşıma geçerek oturduğunda elimdeki fotoğrafları sertçe sehpaya bıraktım.

Kartal'ın bakışları fotoğraflara doğru kaydıktan sonra tekrar bana bakıp konuştu. "Dışarıdan nasıl göründüğünü biliyorum, çok haklısın." dediğinde gözümü gözünden çekmeden sertçe bakmaya başladım. O sustukça tahammül seviyem daha da düşüyordu. "Anlatacak mısın yoksa böyle bakışmaya devam mı edeceğiz?"

"Buraya gelmeden 2 ay önce, yani babam vefat ettikten sonra bana bir not geldi." diyerek oturduğu yerden kalktığında merakla Kartal'a bakmaya devam ettim. Masasına giderek çekmeceyi açtı ve içinden küçük bir not kağıdı çıkardı. Ardından birkaç belge daha çıkartarak yanıma gelerek tam karşıma oturdu.

Küçük not kağıdını bana doğru uzattığında elime alarak kağıda baktım. Bize gelen notlardaki el yazısına çok benziyordu yani bunu gönderen de Aslan beydi. Notu dikkatlice okuduğumda ise okuduklarımla birlikte kaşlarım çatıldı.

"Bir kardeşin olduğunu biliyor muydun yüzbaşı? Hadi sana bir iyilik daha yapıp adını da söyleyeyim. Hazan, Diyarbakır'da bir hastanede cerrahlık yapıyor."

"Bu ne demek?" dedim şaşkınlıkla. Kartal sırtını oturduğu koltuğa yaslarken konuştu. "Bu notun peşine düştüm günlerce. Kim göndermiş, dedikleri doğru mu? Bir yandan bunu araştırırken bir yandan da gerçekten bir kardeşim olabilme ihtimali var mı onu düşündüm."

Aklımda bin bir çeşit soru dönmeye başlamıştı. Hazan ve Kartal kardeş miydi? Nasıl oluyordu? Bunca zaman Kartal neden susmuştu? Hazan bunu öğrenince ne yapacaktı?

"Diyarbakır'daki tüm hastaneleri araştırdım gerçekten böyle biri var mı diye. Vardı. Sonra babamın avukatı bana ulaştı, babamın mirasıyla ilgili. Bir de babamın yazmış olduğu bir mektup." dediğinde taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Kartal ise sözlerine devam etti. "Mektupta annemi Hazan'ın annesi Hülya hanımla aldattığı yazıyordu, bunun sonucunda da bir kardeşim olduğu. Hazan Eraslan'ın benim kardeşim olduğu yazıyordu. Babam bir kızının olduğunu bilmiyormuş aslında."

Hazan'ın annesi kocasını aldatmıştı ve muhtemelen bundan dolayı boşanmışlardı. Faruk Eraslan, Hazan onun kızı olmadığı için bırakıp gitmişti ve bir daha aramamıştı. Şuan o kadar rahatlamıştım ki anlatamazdım. Evet çok kötü bir durumdu, Hazan öz babasını yıllarca tanımadan büyümüştü ve daha tanımadan kaybetmişti ama babasının bir terörist olmasından iyiydi bu durum. Öğrenince üzerindeki tüm baskı ortadan kalkacaktı, rahatlayacaktı.

"Babam ölmeden 3 gün önce öğrenmiş Hazan'ın onun kızı olduğunu, Hülya hanım lütfedip söyleyebilmiş. DNA raporu ve Hazan'ın doğum tarihine bakıldığında onun gerçekten benim kardeşim olduğu doğrulanmış oldu. Babam miras bölüşümü içinde avukatına talimat vermiş." diyerek elindeki diğer belgeleri bana doğru uzattı.

Elimdeki DNA raporunda Levent Candemir ile Hazan'ın DNA'sının %99,9 oranında uyuştuğu yazıyordu. Diğer bir kağıt ise el yazısıyla yazılmıştı. Muhtemelen Levent beyin yazısıydı bu. Yıllar sonra Hülya hanımın gerçekleri söylemesi, Faruk Eraslan ile Levent bey yüzünden boşanmaları ve bir kızının olduğunu öğrendiği yazıyordu. Tahminim doğruydu.

Bakışlarımı kağıttan çekerek sertçe Kartal'a doğru baktım. İçimdeki sinire engel olamıyordum. "Peki sen bunu açıklamak için neden bu kadar bekledin? Dün Hazan gerçekleri öğrenirken neden sustun? Deseydin ya o senin baban değil diye." dedim sertçe.

Hazan yaşadığı şoktan bayılırken, kendini suçlarken neredeydi? Neden susmuştu öğrendiğinden beri?

"Alparslan yıllar sonra bir kardeşimin olduğunu öğrenmek benim için yeterince zordu, Hazan'ın burada çalıştığını öğrenir öğrenmez tayinimi buraya aldırdım. Ailemden kalan son kişi için buraya geldim. Mutluydu, seninle çok mutluydu. Mutluluğunu bozmak istemedim. Öğrendiklerinden sonra üzülecekti." dediği şeyle birlikte başımı iki yana salladım. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi.

"Mutluydu ama her zaman ailesinin eksikliğini hissetti. Keşke en baştan söyleseydin onun abisi olduğunu. Hazan dışarıdan mutlu görünüyor evet ama değildi. Annesinin babasının eksikliği onu çok yıprattı. En mutlu gününde yalnız olduğunu hissetti, bunca zaman bilip de ona söylemediğin için sana çok kızacak." dedim gözlerimin önüne Hazan'ın yüzü gelirken.

Kartal elini yüzüne götürerek sıvazladı. "Biliyorum çok kızacak hele ki dün ona gerçekleri söylemediğim için. Daha iyi mi?" diyerek merakla yüzüme baktığında başımı iki yana salladım. "İyi değil, kendini sorumlu tutuyor o adamın yüzünden ama şimdi iyi olacak. O adamın babası olmadığını öğrenince toparlanacak, senin de desteğinle."

"Bundan sonra onu tek başına bırakmam zaten, her zaman onun yanında olacağım. Günlerce uzaktan yabancıymış gibi izledim onu, şimdi ona sarılmak için her şeyimi veririm." dediği şeyle derin bir iç çektim.

Hazan başta kabullenmeyecekti bu durumu. Bunu iyi biliyordum. Neredeyse 30 yıldır bir abisi olduğunu bilmiyordu, yıllar sonra bu durumu kabullenmesi zor olacaktı. Ama babasının bir terörist olmasındansa bu daha iyi bir durumdu. En çok bunun için seviniyordum. Gözlerindeki hüzün, acı azalacaktı. Evet yine üzülecekti ama ölmeyi isteyeceği kadar değildi.

"Bugün akşam bize gel, Hazan'a tüm gerçekleri anlat. Onun daha fazla acı çekmesini istemiyorum." dediğimde Kartal bana bakarak başını salladı. "Gelirim, sence nasıl bir tepki verecek?" beklentiyle bana bakarken duraksadım. "Kabullenmesi biraz zor olacak bu durumu ama eminim ki sevinecek, zamanla da sana alışacak."

"Ben ona nasıl yaklaşmam gerektiğini bilmiyorum. Neleri sevdiğini, neleri yapmaktan hoşlandığını bilmiyorum. Mesela en sevdiği yemek ne?" dedi burukça. Ardından ekledi. "O kadın bizden yıllarımızı çaldı, belki her şey çok farklı olacaktı şimdi."

"Merak etme her şeyi öğreneceksin, birlikte çok zamanınız var daha." dedim küçük bir tebessümle. Kartal ise derin bir nefes alarak bana doğru baktı. "Gerçekleri öğrendiğinde senin desteğin daha önemli olacak onun için, bana yardım et olur mu?"

Başımı olumlu anlamda salladım. "Hazan'ın mutlu olması için her şeyi yaparım ben." dediğimde Kartal ufak bir tebessüm etti. "Bunun için sana minnettarım, onun en zor günlerinde yanında oldun. Birbirinize sahip olduğunuz için çok şanslısınız."

"Çok şanslıyım evet, o benim bu hayattaki en değerlim." dediğimde Kartal hafifçe kaşlarını çattı. Gözlerini kısarak bana bakarken gülerek başımı iki yana salladım. Şimdiden abilik triplerine girmişti anlaşılan.

Oturduğum yerden ayaklanırken tekrar konuştum. "O zaman akşam bekliyoruz seni." dediğimde Kartal da oturduğu yerden kalktı. "Tamamdır." elini elime doğru uzattığında tereddüt etmeden elini tutarak tokalaştım. Bu günden sonra aramızda yalnızca iş arkadaşlığı yoktu, bir akrabalık da vardı.

Ellerimiz ayrıldığında elimi cebime soktum. Akşam için bir misafirimizin olduğunu Hazan'a söyleyerek onun da onayını almam lazımdı. Telefonu çıkardığım an gördüğüm birden fazla cevapsız çağrıyla kaşlarım çatıldı. Hazan bir çok kez aramıştı.

Hızla Hazan'ın numarasını aradığımda uzun uzun çaldı telefon açan olmadı. "Bir sorun mu var?" diyen Kartal ile birlikte konuştum. "Hazan aramış ama telefonum sessizde kaldığı için duymamışım. Şimdi de açmıyor." dedim dudaklarımı yalayarak.

Telefonu tekrar aradığımda yine uzun uzun bekledim, en sonunda açılma sesini duyduğumda hızla konuştum. "Güzelim, iyi misin? Merak ettim seni." Hazan'ın güzel sesini beklerken duyduğum sesle birlikte kaşlarım çatıldı. "Komutanım."

"Eray, Hazan nerede? O neden açmadı telefonu?" telaşla ondan gelecek cevabı beklerken Eray'ın söyledikleri dünyamın başına yıkılmasına neden oldu. "Komutanım, emanetinize sahip çıkamadık." telaşlı ve nefes nefese kalmış sesiyle birlikte nefes almaya çalıştım.

"Ne demek sahip çıkamadık? Hazan'a bir şey mi oldu?" kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başlarken Kartal'ın da telaşla bana doğru gördüm. "Konuşsana Eray! Bir şey mi oldu karıma?"

"Komutanım, Hazan hanımı aldılar. Plakasını aldık arabanın. İstihbarata gönderdik. Eray omzundan yaralandı. Telefonu ben aldım o yüzden." diyen Hamza'nın sesini duyduğumda gözlerimi kapattım. "Allah kahretsin."

Telefonu kapatarak nefes almaya çalıştım. Elimi saçlarımın arasından geçirirken aklımdan bin bir türlü olasılık, düşünce geçmeye başlamıştı bile. Kimin aldığı belliydi, Aslan bey denen o herif almıştı.

Kartal'ın telaşlı sesiyle kendime geldim. "Hazan'a bir şey mi olmuş Alparslan konuşsana!" dediğinde hızla cevap verdim. "Kaçırmışlar, o Aslan bey denen şerefsizin işi bu. İstihbaratla arabanın plakasını paylaşmışlar. Harekete geçmemiz lazım."

Kartal'ın bir şey söylemesini umursamadan odadan çıkarken koşar adımlarla timin toplandığı odaya ilerlemeye başladım. Odadan içeri girdiğim an hepsinin bakışları bana döndüğünde benim bakışlarım direkt olarak Fırat'ın üzerindeydi.

"Hazan'ı almışlar, Fırat istihbarattan bilgileri al çabuk. Hazırlanın siz de Erayların yanına gidiyoruz." dedim nefes nefese.

Beni aramıştı, defalarca beni aramıştı. Yardım istemek için aramıştı beni. Ama ben Harun Yarbayımın odasına giriyorum diye telefonumu sessize almıştım. Eğer açsaydım telefonu anında giderdim yanına, böyle bir şey olmasına izin vermezdim. Sakin olmam gerekiyordu, Hazan'ı kurtaramazdım öteki türlü biliyordum ama sakin olamıyordum. Aklımı yitirecek gibi hissediyordum.

"Allah'ım yardım et bana." diyerek elimle yüzümü sıvazladım. Hata yapmıştım, onu yalnız bırakmamam gerekiyordu. Ama ben buraya gelmiştim.

Operasyon için hazırlanmaya çalışırken kapının açılmasıyla birlikte bakışlarımı kapıya çevirdim. "Plakadan haber yok şimdilik." diyen Fırat ile gözlerimi kapattım. Haber yoktu, haber olmaması demek Hazan'dan da haber yoktu demekti.

O adam onun babası değildi, her kötülüğü yapabilirdi Hazan'a. Bunu düşünmek endişemin, korkumun daha da büyümesine neden oluyordu.

"Merak etme bulunacak Hazan, sen sakin ol." Fırat elini koymuş bana destek vermeye çalışırken gözlerimi usulca araladım. "Olamıyorum, ona olacakları düşündükçe sakin falan olamıyorum Fırat. Geçen sefer yaşadıklarımızı düşün, ya yine ay-"

Sözlerim Fırat'ın sözleriyle kesildi. "Olmayacak, aynı şeyleri yaşamayacaksınız. Sende buna inan, şimdi Hazan'ın kocası olarak böyle düşünüyorsun ama bir asker olarak mantıklı düşünmen lazım. Harekete geçmen lazım yüzbaşım."

Beni kendime getirmeye çalışır gibi konuşan Fırat ile birlikte başımı salladım. Haklıydı, endişelerimi korkumu bir kenara bırakıp mantıklı düşünmem gerekiyordu. Korkularımın beni esir etmesine izin veremezdim.

"Komutanım hazırız biz." diyerek odadan giren Caner ile birlikte hızla cevap verdim. "Tamam, yanlarına gidelim hemen. Belki bir iz buluruz." dediğimde Caner ve Fırat beni onayladı. Odadan birlikte çıkarken hızlıca bizim için hazırlanan araca bindik.

 

◔◔◔

Yolun ortasında Hazan'ın taranan arabasını gördüğümde burnumdan sert bir soluk verdim. Kim bilir nasıl korkmuştu, nasıl bir korkuyla beni aramıştı? Ambulansın kapısı kapanıp Eray hastaneye götürülürken Hamza da onunla birlikte gitmişti. Mert arabanın yanında dururken beni gördüğü gibi başını aşağı doğru eğdi.

Yanına doğru adımlarken Mert'in sesini duydum. "Komutanım," diyerek sessiz kaldığında söylemek istedikleri net bir biçimde anlaşılmıştı. Özür dileriz, karını koruyamadık. Ama onların bir suçu yoktu, suç benimdi. Hazan'ı yalnız bırakan bendim. Evde durmayacağını bilmem gerekiyordu.

"Kaldır kafanı, senin hiçbir suçun yok." dedikten sonra ekledim. "Neden evden çıktınız?" dediğimde Mert kafasını usulca kaldırdı. "Hazan hanım hastaneye gitmek istedi." akıl etmem gerekiyordu, düşünmemek için işine sarılacağını akıl etmem gerekiyordu ama yapmamıştım.

"Yolda önümüzü kestiler, geri geri çıkamadım arkamızı da kapatmışlar. Zaten direkt ateş etmeye başladılar. Bizde onlara karşılık verdik" dediğinde dişlerimi sıkmaya başladım. Çok korkmuştu eminim ki. Daha yeni yeni toparlanırken o silah seslerinden kim bilir nasıl etkilenmişti.

"Şarjörümüz bittiğinde ateşi kestiler, zaten Eray da yaralanmıştı. Daha sonra arabanın yanına gelerek Hazan hanıma Aslan beyin onu istediğini söylediler." dediğinde doğru çıkan tahminimle birlikte elimle yüzümü sıvazladım. Kim bilir ne istiyordu Hazan'dan.

"Hiç mi engel olmaya çalışmadınız oğlum? Nasıl aldılar kızı?" Fırat'ın sert sesini duyduğumda bakışlarımı Mert'e doğru çevirdim. Mert bir bana bir Fırat'a bakarak konuştu. "Eğer onlarla gitmezse bizi öldüreceğini söylediler. Adamın silahını alıp engellemeye çalıştım komutanım, onlarda bize silah çekince Hazan Hanım gideceğini söyledi."

Duyduğum sözlerle bir kez daha yutkundum. Kimseye bir şey olmasın diye kendini tehlikeye atmış ve bile bile gitmişti. Tam Hazan'ın yapacağı bir hareketti. Ama arkasında kalan benim ne hissedeceğimi düşünmemişti. Notlar geldiğinden beri yüreğim ağzımda yaşarken şimdi öyle elim kolum bağlı olmak beni deli edecekti.

Elimi saçlarımdan geçirerek Mert'ten uzaklaştım. Sırf babası sandığı adamlar yüzünden kimsenin canına bir şey olmasın diye gitmişti, kendini koskocaman bir tehlikenin içine atmıştı. Şimdi neredeydi, ne haldeydi kafayı yiyecektim. Ona bir şey olursa ben dayanamazdım.

"Komutanım, bunlar arabadan çıktı." Kadir'in çekingen sesiyle birlikte başımı ona doğru döndürdüm. Hazan'ın çantasını ve telefonunu bana doğru uzattığında dişlerimi birbirine bastırdım gözlerimin dolmaması için.

Çantayı ve telefonu alarak kaldırım kenarına doğru ilerledim ve oturdum. Ben nasıl bulacaktım karımı? Elimizde bir şey yokken nasıl bulacaktım? Telefonun ekranını açtığımda gördüğüm resimle canım daha çok yanmaya başlamıştı. Bugün evden çıkarken onun ağzından duyduğum seni seviyorum cümlesinin son kez duyacağımı bilsem onu bırakır mıydım hiç? Onu öperken son olacağını bilseydim gitmezdim.

Arabanın yanına doğru bakarken gördüğüm hırka ile hızlıca oturduğum yerden kalktım. Hazan'ın hırkasıydı bu. Hırkaya doğru giderek elime aldığımda gördüğüm kanla birlikte aklımın başımdan gittiğini hissettim. "Kimin kanı bu? Hazan'ın mı?"

Telaşla Mert'e bakarken sesini duydum. "Eray vurulunca kanamayı durdurmak için müdahale etti. Hazan Hanım iyiydi, bir şeyi yoktu." dediğinde ufacık da olsa içimin rahatladığını hissettim. İyiydi.

Telefonumun çaldığını duyduğumda hızla ekrana baktım. Arayan Kartal'dı. "Bir haber var mı?" telefonu açar açmaz sorduğum soruyla birlikte Kartal'ın sesini duydum. "Araba dağlık bir yola girmiş, ondan sonrası da yok."

Söylediği şeyle bir kez daha umudumu kaybettim. Ama yılmayacaktım, Hazan'ı ne pahasına olursa olsun bulacaktım. "Tamam, diğer bulduğumuz yerlere gidelim. Oraya götürmüşlerdir belki." dedim sertçe.

"Biz depolardan birine gitmek için yola çıkıyoruz, sizde diğerine gidin. Harun Yarbay'ın haberi var." dediğinde hızla onayladım. "Tamam." Benim gibi onun sesi de epey gergin ve endişeli geliyordu.

Telefonu cebime koyarak hızla konuştum. "Tim toplanın." Herkes yanıma doğru gelirken konuşmaya başladım. "Aslan beyin ulaştığımız depolarından birine gideceğiz, şuandan itibaren bakılmadık yer bırakmayacağız anladınız mı?"

"Emredersiniz komutanım."

 

◔◔◔

Hazan Eraslan Türkoğlu'nun anlatımından,

Gözlerim, ellerim ve ayaklarım bağlıydı. Sadece arabanın sallanarak gidişinden taşlı bir yolda ilerlediğimizi anlamıştım. Uzun bir süre yolda ilerlemiştik ya da sadece bana öyle gelmişti. Belli bir süreden sonra arabadan indirilmiş ve bir yere götürülmüştüm. Sandalyeye oturtulmuş, ellerim, ayaklarım ve gözlerim bağlı tutulmaya devam edilmişti.

Burnuma sadece iğrenç bir nem ve rutubet kokusu geliyordu, bir de sigara. Birkaç kişinin konuşmasını duymuştum. Aslan beyin birazdan geleceğiyle ilgili. Gelmesini dört gözle bekliyordum. Yüzüne tükürerek en azından biraz da olsa canımın acısının geçmesini istiyordum.

Çoktan Alparslan'a haber gitmişti biliyorum. Beni bulacaktı, her ne olursa olsun beni bulurdu o. Bana kızacaktı biliyordum ama bunu yapmam gerekiyordu. Kendimi bunu yapmak için zorunlu hissediyordum. Sanki o şerefsizin yaptıklarını bu yaptığım şeyle telafi edip rahatlayacağımı düşünmüştüm ama olmamıştı. Alparslan'ı düşünürken için daha da çok acıyordu.

Adım seslerinin yanıma doğru yaklaştığını duyduğumda düşüncelerimden sıyrıldım. Gözlerimdeki kumaş parçası açılırken gözlerimi kırpıştırarak görüşümün netleşmesini sağladım. Camdan içeri giren ışıkla etraf aydınlanıyordu. Odada iki kişi daha vardı.

"Nerede sahibiniz? Hadi gelsin karşıma, beni görmek istiyordu ya." dedim ikisine birden bakarak. Adamlar hiçbir şey söylemeden bana bakmaya devam ederken etrafımı incelemeye devam ettim.

Arkamdan gelen adım seslerini duyduğumda karşımda dikilen adamların hazır ola geçtiğini gördüğümde o pisliğin geldiğini anlayarak yerimde kımıldandım. Adımlar bana doğru iyice yaklaştığında baba dediğim o adamın iğrenç suratını gördüm. Bakışlarımız buluşurken yüzümü buruşturdum. Midem bulanıyordu onu görünce.

"Nihayet görüşebildik." dediğinde yüzüne baktım. "Ne istiyorsun benden?" dediğimde Aslan bey denilen adam konuştu. "Hem seninle konuşacağım şeyler var hem de bana lazımsın kızım."

Söylediği şeyle birlikte bağırdım. "Bana kızım deme, benim senin gibi adi şerefsiz bir babam olamaz. İğrençsin, nefret ediyorum senden." dediğimde yüzünde bir gülümseme oluştu. Bu gülümsemeyle sinirim daha da bozulurken dişlerimi sıkmaya başladım.

Ellerim açık olsa bana ne olacağını hiç umursamaz üzerine atılıp boğarak öldürürdüm onu. "Ne şanslısın ki bu adi adam senin baban değil." dediği şeyle birlikte kaşlarım çatıldı. "Ne?"

"Ah be Hazan, çok safsın." dediğinde sertçe yüzüne doğru baktım. Ne saçmalıyordu bu adam?"

"Yanına geldiğimde sana her şeyi anlatacağım ve beni anlayacaksın demiştim. Neden yıllarca seni hiç aramadığımı öğrenmek istemiştin, şimdi öğreneceksin." dediğinde merakla ona baktım. Ne anlatacaktı ki?

Aslan bey eliyle yanındaki adama işaret verdiğinde bakışlarım adama doğru döndü. İşaret verdiği adam yanımıza gelerek cebinden bir kağıt çıkardı ve Aslan beye doğru uzattı. Ardından eski yerine tekrar geçti.

Aslan bey bana tekrar dönerek konuştu. "Annenle ben birbirimizi severek evlenmedik, mantık evliliği gibiydi. Onun babası ve benim babam ortaktı, bu ortaklığın pekişmesi için bizim evlenmemizi uygun gördüler ve bizi evlendirdiler. Başta birbirimizi sevmiyorduk evet ama zamanla ben anneni sevdim, annenin de beni sevdiğini sandım."

Bu anlattıklarından sonra ne gelecekti çok merak ediyordum. Merakla onu dinlerken Aslan bey devam etti sözlerine. "Bana hamile olduğunu öğrenince epey sevindim bir çocuğumuz oluyor diye, sonra da sen doğdun. O kadar tatlıydın ki Hazan. İşten yorgun argın gelsem bile sürekli seninle ilgilenirdim sen benim tüm yorgunluğumu geçirirdin."

Dolan gözlerimi saklamak için gözlerimi kırpıştırdım. O adamın bana verdiği sevgiyi biliyordum, zaten onun için çok şaşırmıştım onun terörist olduğunu öğrendiğimde. Beni o kadar severken başka çocukların babasız, annesiz kalmasını nasıl istedi ki?

"Ta ki gerçekleri öğrenene kadar." dediğinde kaçırdığım bakışlarımı ona tekrar çevirdim. Hangi gerçeklerden bahsediyordu? "Sen benim kızım değilmişsin. Buna inanmadım ilk başta ama annen her şeyi itiraf etti. Beni aldattığını ve senin benden olmadığını."

Duyduğum cümlelerle bir yandan dünyamın karardığını hissederken bir yandan da bütün vücudumda bir rahatlama hissetmiştim. Karşımdaki adam benim babam değildi, ben bir teröristin kızı değildim. Ama bir yandan da bunca yıl gerçek babamı tanımamıştım, babam beni neden bıraktı diye düşünmekten kafayı yerken annem bunları benden saklamış, öz babamla yaşayacağım zamanları çalmıştı benden.

Kendimi çıldırmış gibi hissediyordum, iki gün içerisinde ne kadar çok duygu yaşamıştım. Öfke, hayal kırıklığı, acı derken şimdi de içimde anneme karşı yoğun bir öfke ve gerçekleri öğrenmenin biraz da olsa sevinci vardı. Benim babam bir terörist değildi.

Yüzümde gülümseme oluşurken derin bir nefes verdim. "Çok hoşuna gitti bakıyorum söylediklerim?" öfkeyle konuşan Aslan bey ile daha da güldüm. "Hem de çok gitti, babamın bir terörist olmasından iyidir."

Öfkeden kaşları çatılmış, sert bir biçimde bana bakan adama bakmaya devam ettim. "Beni çok büyük bir yükten kurtardın." dediğimde burnundan sert bir nefes verdi. "Seninle hiçbir derdim yoktu, hiçbir şeyden haberi olmayan bir kızdın. Ama ben de kendi kanımdan olmayan birine babalık yapmak istemedim ve seni terk ettim. Bu zamana kadar kendi halinde büyüdün, bir gün mutlu bir evlilik yapacağını düşünmüştüm ama sen gidip bir askerle evlenmeyi tercih ettin ve büyük bir hata yaptın."

Benim verdiğim en doğru karar Alparslan gibi bir adamı sevmek ve onunla evlenmekti. Bunu hiçbir zaman hata olarak görmemiştim ve görmezdim de.

"Bir askerin zaafı oldun bu da benim işime geldi açıkçası, senin hayatına karşılık hem benim yardımcımı bırakacaklar hem de benim yurt dışına çıkmama izin verecekler." dediğinde alayla güldüm. "Böyle bir şeyi kabul edeceklerini mi düşünüyorsun? Hayatta böyle bir şeyi kabul etmezler."

Verdiğim cevap her ne kadar benim canımın yanmasına neden olsa da durum böyleydi. Asla böyle bir şeyi kabul etmezlerdi ve etmemelilerdi de zaten. Her ne olursa olsun Alparslan bir yolunu bulup beni kurtarırdı.

"Onu göreceğiz, şimdiden çıldırmaya ve fellik fellik seni aramaya başlamıştır ama bulması imkansız." dediğinde alayla gülmeye devam ettim. O öyle sanıyordu ama Türk askeri için imkansız diye bir şey yoktu.

Aslan bey bakışlarını benden çekerek arkamızdaki adama çevirdi. "Hazan hanımı misafir edeceğiz bir süre, iyi bakın ona." yamuk bir gülüşle söylediği şeyle birlikte adam hafifçe tebessüm etti. "Merak etmeyin efendim."

Aslan bey başka bir şey söylemeden yanımdan uzaklaşırken bakışlarım adama doğru kaydı. Uzaktan alaylı bir gülüşle bana bakarken korkuyla yutkundum. Bakışları gerçekten korkunçtu. Bakışlarımı ondan çekerek yere doğru çevirdim. Adımların bana doğru yaklaştığını görerek korkuyla gözlerimi kapattım. Bana ne yapacaklarını bilmiyordum ve bu bilinmezlik beni daha çok korkutuyordu.

 

◔◔◔

Alparslan Türkoğlu'nun anlatımından,

Saatlerdir hiçbir haber yoktu. Adresine ulaştığımız hiçbir depoda Hazan yoktu. Bomboştu her yer. Onu bulamadıkça ölecek gibi hissediyordum, nefesim kesiliyordu. Saatler olmuştu, neredeyse sabah olmak üzereydi bir haber yoktu. İyi miydi? Aç mıydı? Bir şey yapmışlar mıydı? Düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum.

Aldığım nefes artık ciğerlerimi yakıyordu. Onu göremedikçe, kokusunu alamadıkça daha da korkuyordum. Aynı şeyleri yaşamaktan, Hazan'ı tekrar kanlar içinde bulmaktan ve onu kaybetmekten çok korkuyordum. Koruyamamıştım ben karımı. Koruyamamıştım. Beni aramıştı yardım istemek için ama ben görmemiştim aramasını.

Yardıma ihtiyacı olan anda yanında olamamıştım. Kalbim çok acıyordu. Şuan bir yerde ağladığını, korktuğunu, aç olduğunu düşündükçe canım çok yanıyordu. Beni bekliyordu biliyordum ama elimden hiçbir şey gelmiyordu, çok çaresizdim.

Kara kara düşünmeyi bırakıp odamdan çıkarak harekat merkezine doğru ilerlemeye başladım. Kartal oradaydı, her yeri didik didik arıyordu. Yorulmuştu, o dinlenirken ben arayacaktım biraz da. Böyle çaresizce oturmak bana yakışmazdı.

İçeri girdiğim an Fırat, Murat abi ve Kartal'ın bir bilgisayarın başında kafa kafaya vermiş olduklarını gördüğümde bir umut konuştum. "Bir şey mi buldunuz?" hızlı adımlarla yanlarına yaklaşırken Fırat önüme doğru geçti. "Hayır, bulamadık."

Hüzünlü sesiyle birlikte ne olduğunu anlamaya çalışırken bakışlarım Kartal'a doğru kaydı. Gözlerindeki gözyaşının vermiş olduğu parıltıyı gördüğümde kaşlarım çatıldı. Bir şey olmuştu. Onların bu hale gelmesine neyin neden olduğunu bilmiyordum ama konunun Hazanla ilgili olduğunu duymaktan çok korkuyordum.

"Ne oluyor?" üçüne aynı anda bakarken Fırat'ın sesini duydum. "Bir video gönderildi." dediğinde telaşla konuştum. "Hazanla mı ilgili." bilgisayara bakmak için yöneleceğim sırada Murat abi kolumdan tuttu. "Sen görmesen daha iyi olur."

Söylediği şeyle kalbim ağzımda atmaya başlamıştı sanki. Ne olmuştu karıma? Bir şey mi yapmışlardı? Ölmüş müydü? Ne olmuştu?

"Çekil, bakacağım." dedim sertçe. Bu video onu son kez görme şansım olabilirdi bunu asla riske atamazdım. Her ne olursa olsun görmek istiyordum.

Önümden çekildiklerinde korkuyla ekrana doğru baktım. Ekranda Hazan'ı gördüğüm an boğazımda büyük bir yumru meydana geldi, yutkunamadım. İçime çektiğim nefes ciğerlerime gidemeden boğazımda düğümlendi. "Hazan?"

Dokunmaya kıyamadığım yüzü ne haldeydi, dudağı patlamıştı. Kaşı yarılmıştı. Burnundan akan kan kurumuş ve üzerine damlamıştı. Elmacık kemiklerinde gördüğüm kızarıklığı saymıyordum bile. Yüzü çökmüştü. Ben ona dokunmaya kıyamazdım ne hale getirmişlerdi benim karımı?

Video oynatılmaya başladığında Hazan'ın sesini duydum. "Çok çirkin gözüküyorum değil mi? Oysa sen beni hep güzelim diye severdin. Şimdi o sıfata layık değilim sanırım." diyerek tebessüm etmeye çalıştı ama canı yanmış olmalıydı ki yüzünü buruşturdu. O yüzünü buruşturduğu an benimde canımdan can gitti, onun acısını kalbimin en derinliklerinde hissettim.

"Alparslan bana kızgınsın biliyorum, neden kendi başına iş yapıyorsun diye düşündün. Ama benim babam bir teröristken ve bunca insanın katiliyken ben zaten bunun vicdan azabıyla ölüyordum, daha fazla kişinin ölmesine hele ki benim yüzümden ölmesine izin veremezdim." dediğinde onunla bir kez daha gurur duydum. Hazan sözlerine devam etti. "Ama gerçekleri öğrendim, şimdi içim biraz daha rahat."

Söylediği şeyle birlikte Kartalla bakışlarımız buluşurken Hazan'ın sözleriyle başımı tekrar monitöre çevirdim.

"Bana ne olacak bilmiyorum ama seni çok sevdiğimi bil ve hiç unutma lütfen." diyerek gözlerini kırpıştırdığında yanaklarına birkaç damla gözyaşı aktı. Yanağına düşen gözyaşlarını gördüğümde ellerimin uyuştuğunu hissettim, o ağlarken ben onun gözyaşlarını temizlemeden duramazdım.

"Sen bu hayatta bana cenneti yaşattın." ağlamalarının arasında söylediği sözle bende kendimi tutamadım ve gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Bana veda ediyordu. Kulaklarım uğuldamaya başlarken Hazan sözlerine devam etti. "Bir insanın bu kadar güzel sevilebileceğini bana sen öğrettin, düştüğümde kaldırdın. Bana hep dağ oldun, ağlayacak omuz oldun sana minnettarım."

Gözyaşlarımı elimle temizlerken başımı iki yana salladım. "Bana bunu yapma." onun duymayacağını bile bile mırıldanırken omzumda bir el hissettim ama umursamadan ekrana bakmaya devam ettim.

"Sana bunları söylüyorum diye bana kızma, ben inanıyorum sen beni kurtaracaksın ama ikimizden birine bir şey olma ihtimali hep var bir tanem. O yüzden duygularımı bil istiyorum. Seni ölene kadar seveceğimi bil, bana bir şey olursa bunu unutma."

"Olmayacak, sana bir şey olmayacak." dedim kendimi ikna etmek için. Hazan videoda gülümserken ben ağlamaya devam ettim. Onu kaybedemezdim, onu kaybedersem buna dayanamazdım.

Kadrajdan Hazan çıktığında gözyaşlarımı elimle temizledim. Hazan'ın yerine ekranda Aslan bey belirdiğinde kaşlarım çatıldı.

"Ne yalan söyleyeyim çok duygulu bir konuşmaydı, size böyle bir vedalaşmayı sunduğum için bana ayrı teşekkür edersiniz ama şimdi size söylemek istediğim başka şeyler var. Hazan'ın halini gördünüz biraz nazik davrandık ama bundan sonrası için söz veremiyoruz."

Adamın söylediği şeylerle birlikte konuştum. "Ben seni bir elime geçireyim var ya ona dokunan elini kopartmazsam namerdim."

"Hazan'ı bırakmak için sizden istediğim iki şey var; birincisi yardımcım Kesik'i serbest bırakmanız, ikincisi ise Türkiye'den çıkıp yurt dışına kaçmama izin vermeniz. Bu kadar basit. Olumsuz bir karar verdiğinizde Hazan'ın leşini kapının önünde bulacağınızı da unutmayın."

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bu bölüm fazlaca gerçekleri öğrendiğimiz bir bölümdü. Nasıl buldunuz?

‣‣‣ Hazan'ın anlatımından olan kısmı beğendiniz mi?

‣‣‣ Alparslan'ın anlatımından olan kısımlar nasıldı?

‣‣‣ Kartal'ın kim olduğunu öğrendik, Kartal Hazan'ın abisi diye ilk başta kim tahmin etti merak ediyorum. Bir de nereden anladınız? Yorumlarınızı bekliyorum.

‣‣‣ Aslan beyin aslında Hazan'ın babası olmadığını da öğrendik. Nasıldı sahneler?

‣‣‣ Sizce diğer bölümde neler olacak? Nasıl bir karar verecek bizimkiler?

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum:)

Loading...
0%