Yeni Üyelik
50.
Bölüm

Hazan Vakti| 49

@mutlusonsuz222

 

🖇️Herkese selamlar, nasılsınız?

 

🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim..

 

🖇️ Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın..

 

49.Bölüm

Patlamadan dakikalar önce;

Hazan Eraslan Türkoğlu'nun anlatımından,

Umutlarımı tükendiği anda o sevdiğim koyu kahverengi gözlerle buluşmuştu gözlerim. Artık öleceğim dediğim anda sevdiğim adam çıkıp gelmişti. Yine beni düştüğüm bu karanlıktan kurtarmıştı. Onu gördüğüme her ne kadar sevinsem de sandalyemin arkasına bağladıkları bomba tüm sevincimi alıp götürmüştü. Alparslan'a, canımın içine git değiştim ama biliyordum ki o beni bırakıp hiçbir yere gitmezdi.

Tim odadan çıktığı an Alparslan'ın yanıma yaklaşıp "Bitti güzelim, biraz sonra kollarımda olacaksın" demesi ve dudaklarını saçlarımda hissetmem çok iyi hissettirmişti. Onu çok özlemiştim, buradan kurtulduğumda istediğim ilk şeylerden biri onun kolları arasına girip kokusunda uyumaktı.

"Allah kahretsin." Alparslan'ın panik dolu sesini duyduğumda ne olduğunu anlayamadım. Caner adamı etkisiz hale getirmişti, sorun neydi? Yanlış kabloyu mu kesmişti?

Hızla önüme doğru gelerek Emre'nin yarım bıraktığı işi tamamlamaya çalışırken ilk defa ellerinin titrediğini görüyordum. "Alparslan ne oluyor?" sorduğum soruyla birlikte Alparslan hızla zinciri kırmaya devam ederek cevap verdi. "Sayaç çalışmaya başladı. 4 dakika var. Patlayacak."

Duyduğum sözlerle birlikte korkunun bedenimi sarmasına izin verdim. Alparslan zinciri kırmaya çalışırken bağırdı. "Açıl artık, açıl, açıl!"

"Alparslan, çık buradan." dedim gözyaşları gözlerime dolmaya başlarken. Tekrar ekledim. "Çık, yalvarırım çık." dediğimde Alparslan sert bir biçimde bana bakış atarak zinciri açmaya devam etti. "Seni burada bırakmam anlıyor musun? Asla ama asla seni almadan buradan çıkmam. Öleceksek beraber öleceğiz."

Söylediği sözlerle ağlamaya başladım. Benim yüzümden ona bir şey olsun istemiyordum. Ama o da beni bırakıp gitmeyecekti, bunu gözlerindeki kararlılıktan anlayabiliyordum.

"Sikeyim böyle işi." Sert bir biçimde zinciri kırmaya uğraşırken hissettiğim gevşeme ile birlikte içimde tekrar umut yeşermeye başladı. Başarmıştı. "Hazan, kalk!" Daha ben ne olduğunu anlamadan oturduğum yerden kalkarken Alparslan ile ellerimiz birbirine kenetlendi.

Depodan dışarıya koşarken arka kapıdan kendimizi dışarı doğru atıp biraz da olsa uzaklaştığımız anda kulakları sağır edecek kadar büyük bir gürültü koptu. Patlamanın etkisiyle bedenimin nereye savrulduğunu anlamazken tek hissettiğim sert bir zemine düştüğüm olmuştu.

Burnuma dolan iç yakıcı kokuyla öksürürken etrafa yayılan gri dumanlarla önümü görmeye çalıştım. Ben iyiydim, peki Alparslan iyi miydi? Öksürerek yattığım yerden gökyüzüne bakarken Alparslan'ın endişeli sesi kulaklarıma doldu. "Hazan, iyi misin?!"

Çok şükür iyiydi, bana doğru yaklaşıp tam yanıma diz çöktü. Bakışları tüm vücudumda dolaşırken tekrar sesini duydum. "İyi misin? Bir yerinde bir şey var mı?" hem öksürüp hem konuşmaya çalıştım. "İyiyim, sen iyi misin?"

Derin bir nefes vererek konuştu. "İyiyim."

Elini enseme yaslayarak beni oturur konuma getirdikten sonra kendine doğru çekerek başını omzuna doğru yaslamama neden oldu. Alparslan'ın bir eli saçlarımdayken bir eli de sırtımdaydı. "Çok korktum, sana bir şey olmasından çok korktum. Ömrümden ömür gitti sanki." dediğinde büyükçe yutkundum.

"Bende çok korktum, seni bir daha göremeyeceğim sandım." dediğimde Alparslan geri çekilerek yüzümü avuçları arasına aldı. "Ben seni bırakır mıyım hiç?" bakışlarımız birbirinden ayrılmazken küçük bir tebessüm ettim. "Bırakma."

Alparslan ellerini yanaklarımdan çekerek diz çöktüğü yerden kalktı. Elini bana doğru uzattığında elimi avuçlarına koyarak oturduğum yerden kalktım. Ancak daha adım atamadan ayağımın acısıyla birlikte yüzümü buruşturdum.

"Ne oldu?" Alparslan'ın panik olmuş sesini duyduğumda hızla başımı ona doğru çevirdim. "Ayağım acıdı bir an için ama iyiyim. Gidelim hadi." dediğimde Alparslan eğilerek kollarından birini dizlerimin altından geçirerek beni aniden kucakladı.

Ben daha itiraz edemeden yürümeye başladığında konuştum. "Ben yürürdüm." dediğimde Alparslan bana doğru baktı. "Ayağını zorlama, belki önemli bir şey vardır."

Alparslan'ın kucağında ilerlemeye devam ederken deponun biraz uzağında gördüğüm kişilerle rahatladım. Onlar da iyiydi. Bir sorun yoktu. Birinin daha benim yüzümden yaralanmasını istemiyordum.

"Eray nasıl? Mert ve Hamza'ya bir şey olmadı değil mi?" aklıma gelen şeyle panikle konuşurken Alparslan bana doğru baktı. "İyiler, merak etme. Eray omzundan ameliyat oldu. Şimdi hastanede." dediğinde derin bir nefes verdim. Çok şükür iyiydi. Durumu kötü olsaydı bu vicdan azabıyla nasıl başa çıkardım hiç bilmiyordum.

Zaten duygularım birbirine girmişti. Öfke, mutluluk her biri birbirine karışmıştı. Artık ne düşünmem gerektiğini bile şaşırmıştım.

"Komutanım iyisiniz çok şükür." diyen Barış ile birlikte Alparslan cevap verdi. "İyiyiz, siz iyi misiniz?" dediğinde Barış kafasını salladı. "Hepimiz iyiyiz komutanım." dediğinde Alparslan beni yere doğru indirerek yavaşça oturmamı sağladı. Ardından Barış'a bakarak konuştu. "Hazan'ın ayağı acıyor, bir bakar mısın?"

Barış, Alparslan'ı onaylayarak tam ayağımın ucuna doğru eğildiğinde Caner'in sesini duydum. "Çok geçmiş olsun yengem, iyisin değil mi?" dediğinde Caner'e doğru baktım ve başımı salladım. "İyiyim."

"Komutanım, içeride neler oldu? Bomba nasıl patladı?" diyen Murat abi ile birlikte bakışlarım Murat abiye döndü. Alparslan gözlerini benim üzerimden çekip Murat abiye döndüğünde cevap verdi. "Kırmızı kabloyu kesince birden sayaç çalışmaya başladı, ucu ucuna çıktık."

O patlama olduğunda biz içeride olsaydık ne olacağını düşünmek bile istemiyordum. Şuan hiçbir parçamız bile bulunamayacaktı. Bu düşünce tüylerimin diken diken olmasına neden olurken Alparslan'ın sesini duydum.

"Fırat kiminle konuşuyor?" Bakışlarım bizim biraz ilerimizde telefonla konuşan Fırat'a kaydığında Emre'nin sesini duydum. "Patlamadan hemen önce Kartal komutanım aramıştı, onunla konuşuyor. Patlama sesini duyunca epey panik oldu."

Alparslan ve Emre'nin arasında sözsüz bir bakışma olurken bana doğru seslenen Barışla bakışlarımı onlardan çektim. "Böyle yapınca acıyor mu?" Barış ayağımı hareket ettirirken hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum.

"Ne oldu? Kötü bir şey var mı?" Alparslan'ın konuşmasıyla birlikte Barış ona cevap verdi. "Yok komutanım, burkulmuş. Tabii bilekleri bağlandığı içinde acıyordur. Ben saracağım şimdi." dediğinde Alparslan başını sallayarak onayladı.

Kadir'in sesini duymamla birlikte bakışlarımı ayaklarımdan çektim. "Komutanım böyle bir şey nasıl oldu anlamadım." dediğinde Alparslan'a doğru döndü bakışlarım. Alparslan Kadir'e doğru bakarak konuştu. "O bomba her halükarda patlayacaktı. Dışarıdaki adamı imha edeceğimizi biliyorlardı. Bu yüzden sayacı aktifleştirmek istediler."

Alparslan'ın bakışları bize doğru yaklaşan Fırat'a doğru döndüğünde devam etti sözlerine. "Fırat içerideki bilgisayarlardan bahsetmişti, onları yok etmek istediler. İçinde önemli bilgiler vardı belli ki." dediğinde benimde bakışlarım Fırat'a doğru döndü.

"Bilgisayarlar açıktı, içindeki bilgileri silmişler çoktan. Ama mutlaka bir şeylere ulaşırdık." dediğinde bakışlarımı onlardan çektim ve ayak bileğimi saran Barış'a çevirdim. Barış bileğimi sardıktan sonra konuştu. "Geçmiş olsun."

"Teşekkür ederim." dediğimde Alparslan'ın sesini duydum. "Hadi, gidelim artık şuradan." diyerek beni kucaklamak için eğildiğinde konuştum. "Ben yürüyebilirim."

Alparslan da yorgundu biliyordum. Hiç uyumamıştı, gözlerinden belliydi. Yüzü solmuştu. Bir de beni taşıyarak iyice yorulsun istemiyordum. O yüzden ondan destek alarak yürüyebilirdim.

Alparslan benim söylediklerimi umursamadan beni kucağına aldığında sesini duydum. "Üzerine basmaman senin için daha iyi olur." dediğinde dayanamayarak konuştum. "Sende yorgunsun ama." Alparslan ufak bir tebessüm ederek yüzüme doğru baktı. "İnan bana seni buldum ya tüm yorgunluğum uçtu gitti."

Hep birlikte yürümeye başladığımızda çok kısa bir süre sonra arabaya ulaştık. Alparslan ile yan yana oturduğumuzda başımı omzuna yaslayarak gözlerimi kapattım. Çok özlemiştim onu. Kollarında kendimi o kadar güvende ve huzurlu hissediyordum ki tüm derdim uçup gitmişti sanki.

 

◔◔◔

Evimizden içeri Alparslan'ın kucağında girdiğimde Alparslan beni salondaki kanepeye oturtarak yanımdan ayrıldığında bakışlarım etrafta gezindi. Bir gün olmuştu ama ben evimi çok özlemiştim.

Alparslan'ın ayak seslerini duyduğumda bakışlarım ona doğru döndü. Ben üzerini değiştirmeye gittiğini sansam da elindeki ilk yardım çantası ve üzerindeki kamuflaj yanıldığımı gösteriyordu.

"Ne vardı sanki hastaneye gitseydik, ikimizin de içi rahat ederdi." Söylediği şeyle birlikte derin bir iç çektim. Tam karşıma geçip oturduğunda bakışlarımı Alparslan'dan ayırmadım. Benim yaram dışarıda değildi ki, hastanede hiçbir müdahale edemezlerdi.

"Tek istediğim ılık bir duş alıp senin kollarının arasında uyumak, bunu bana çok görme lütfen." dediğim şeyle birlikte Alparslan'ın gözlerindeki hüzne şahit oldum. Dizlerimin üzerinde duran elimi tutup gözlerimin içine doğru baktı. "Hazan, belki şimdi konuşmak anlatmak istemiyorsun ama ben senin yanındayım."

Başımı olumlu anlamda salladım. Biliyordum, iyi ki benim yanımdaydı. Ama benim şimdi konuşmaya mecalim yoktu. Öğrendiğim şeyler ağır geliyordu bana. İlk önce babamın bir terörist olduğunu öğrenmiştim. Sonra aslında öz babamın başka biri olduğunu öğrenmiştim. Annemin ne kadar kötü biri olduğuyla bir kez daha yüzleşmiştim.

Bunların hepsini Alparslan ile paylaşacaktım. Ama şimdi değildi. Şimdi tek isteğim biraz uyumak ve kafamı toplamaktı. Eminim ki uyandıktan sonra kendimi daha iyi hissedecektim.

"O zaman sizi rahatlatalım Hazan Hanım." diyerek oturduğu yerden kalktı Alparslan. Bir bakışımdan konuşmak istemediğimi anlamıştı yine. Beni kucağına alırken merdivenlere doğru ilerleyerek odamıza doğru çıkmaya başladı. Odamıza girdikten sonra banyoya sokarak kapağı kapalı olan klozetin üzerine oturmamı sağladı.

Ardından banyoda bulunan küvetin tıpasını kapattıktan sonra musluğu açarak içine su doldurmaya başladı. Onu izlerken bana doğru döndü. "İçine senin sevdiğin şu kokulu sabunlardan da atarız, bir güzel rahatlarsın." diyerek göz kırptığında tebessüm ettim. Ben bu adamı hak edecek ne yapmıştım acaba?

Oturduğum yerden kalkarak aynaya doğru yaklaştığımda yüzümde gördüğüm izler ve morarmalarla yutkunamadım. Canım çok yanmıştı ama bu kadar kötü görüneceğini de tahmin etmemiştim. Gözlerim dolarken Alparslan'ın aynadan bana doğru baktığını gördüm. Onun da gözlerinde benimkine benzer bir acı vardı.

Belki de benimkinden daha büyük bir acı vardı kalbinde. Beni böyle gördüğünde kim bilir ne hissetmişti? Kendini suçlamıştı biliyordum.

"Çok kötü görünüyorum." diye fısıldadığımda Alparslan yanıma doğru yaklaştı. Beni kendine doğru çevirerek yüzümü avuçları arasına aldı. "Hayır, hala benim için dünyanın en güzel kadınısın." dediğinde bakışlarımı yere doğru eğdim. Alparslan ona bakmamı sağlamak adına çenemden başımı doğru kaldırdığında tekrar konuştu.

"Geçecek, bunların geçecek. Hiç merak etme." dediğinde gözyaşlarımın yanaklarıma akmasına izin verdim. "Geçer değil mi?"

Alparslan başını olumlu anlamda salladı. Baş parmağıyla yanağımdaki gözyaşını silerken mırıldandı. "Geçer, geçmesi için her şeyi yapacağım. Birlikte bunların üstesinden geleceğiz." dediğinde bende başımı salladım. Geçecekti, ben bunlarında üstesinden gelecektim. Buna inanıyordum.

"Hadi, bak su hazır sayılır. " diyerek ortamdaki duygusal havayı dağıtırken bakışlarım suya doğru kaydı. Alparslan bana doğru dönerek konuştu. "Sen rahat rahat duşunu al, bende senin için yiyecek bir şeyler hazırlayayım." dediğinde itiraz ettim. "Gitme, beni yalnız bırakma."

"Tamam, gitmiyorum." diyerek olduğu yerde duraksadı Alparslan. Onun burada olmasının vermiş olduğu güvenle üzerimdeki kıyafetleri bir bir çıkartarak suyun içerisine girdim. Hissettiğim rahatlamayla gözlerimi kapatırken birkaç hışırtı sesiyle birlikte gözlerimi araladığımda Alparslan'ın üzerindeki tişörtü çıkarttığını gördüm.

Yanıma doğru yaklaşarak musluğu açtı ve saçlarımı özenle ıslatmaya başladı. Ardından eline şampuanımı alarak bir miktar eline sıktı ve saçlarımı köpüklemeye başladı. Parmakları saç diplerime masaj yaparken gözlerimi kapatarak derin bir nefes verdim. Çok iyi geliyordu. Şimdiden rahatlamaya başlamıştım.

"Nasıl, iyi geldi mi?" Alparslan'ın sesini duyduğumda başımı salladım yavaş yavaş. "O kadar iyi geldi ki anlatamam. Parmakların büyülü sanki." dediğimde Alparslan saçlarımın arasında parmaklarını gezdirmeye devam etti. Ardından saçlarımı durulayarak aynı işlemleri tekrar uyguladı.

Kendimi daha iyi hissettiğimde mırıldandım. "Gerisini ben hallederim, teşekkür ederim." Alparslan boynumla çene kemiğimin birleştiği yere dudaklarını bastırarak cevap verdi. "Mutfakta seni bekliyorum."

Alparslan banyodan çıkarken hızlıca işlerimi halletmeye çalışarak banyodan çıktım. Benim için yatağımızın üzerinde hazırlanmış olan pijamaları gördüğümde tebessüm ederek üzerime giydim. Saçlarımın ıslaklığını havluyla aldıktan sonra merdivenlerden inerek mutfağa doğru ilerledim.

Mutfağa girdiğim an burnuma gelen tarhana çorbası kokusuyla birlikte bakışlarım Alparslan'ı buldu. Ocağın başında çorbayı karıştırırken bakışlarını bana döndürerek konuştu. "Hadi hemen masaya geç, çorba hazır."

Söylediğini yaparak masaya oturduğumda Alparslan çorbayı kaselere koyarak ilk önce benim önüme ardından kendi önüne kaseyi bırakarak yerine geçti. "Çorbanı içtikten sonra pansumanını hallederiz sonra doğrudan yatağa."

Kaşığımı çorbaya daldırarak bir yudum içtim. Tadı gerçekten çok güzeldi ama benim hiç iştahım yoktu, midem hala bulanıyordu ve muhtemelen bu birkaç gün daha böyle sürecekti.

"Hadi ama o kadar mı kötü olmuş, ondan mı içmiyorsun?" Alparslan'ın alaylı sesini duyduğumda bakışlarımı çorbadan kaldırdım. Bakışlarımız buluştuğunda konuştum. "Aksine çok güzel ama benim iştahım yok."

"Ama yemen gerekiyor güzelim, kaç saattir açsın. Midene biraz bir şeyler girsin." dediğinde başımı iki yana salladım. "Midem bulanıyor." Alparslan ikna olmayarak tekrar konuştu. "Açlıktan bulanıyor, en azından birkaç kaşık daha iç. Kendini daha iyi hissedeceksin."

Onu kırmamak için birkaç kaşık daha içtim çorbadan. Alparslan da beni daha fazla zorlamadan içmek istemediğimi kabullendiğinde bulaşıkları tezgaha koyarak yatak odamıza çıktık tekrardan.

Yatağa oturmuş Alparslan'ın pamuğa tentürdiyot döküşünü izlerken mırıldandım. "Annemler benim kaçırıldığımı biliyor mu?" Alparslan bakışlarını kısaca bana çevirerek cevap verdi. "Hayır, kimsenin döndüğümüzden haberi yok ama yarın olacak."

Pamuğu ilk önce kaşıma bastırdığında yüzüme doğru bakarak canımın acıyıp acımadığını anlamaya çalıştı. "Acımıyor, rahat olabilirsin." dediğimde pamuğu yavaş yavaş kaşımdaki yarada gezdirdi. Ardından dudağımın kenarındaki yaraya da aynı işlemi yaptıktan sonra merhem sürdü.

Elmacık kemiğimdeki mor izlere de krem sürerken sesini duydum. "Çok canın yandı mı?" çaresizlik dolu ses tonu kulaklarıma ulaştığında büyükçe yutkundum. Canım yanmıştı ama bunu ona söylersem onun da canını yakmış olacaktım.

Başımı iki yana salladığımda Alparslan bakışlarını yanağımdan gözlerime çıkartarak mırıldandı. "Hiç yalan söyleyemiyorsun. Acını kalbimde hissediyorum ben." birbirimize bakmaya devam ederken bakışlarımı yere doğru eğdim. "Ellerim bağlıydı, karşı çıkamadım. İlk defa bu kadar umutlarımın tükendiğini hissettim."

"O yüzden bana veda ettin değil mi?" Alparslan'ın acı dolu sesini duyduğumda gözlerine doğru baktım. Usul usul başımı sallarken Alparslan dudaklarını birbirine bastırdı. Bakışlarını benden kaçırırken gözlerini kapattı. "Seni bir daha göremeyeceğim sandım, son kez ağzımdan duy istedim seni çok sevdiğimi, beni dünyanın en mutlu kadını yaptığını."

Alparslan gözleri kapalı bir biçimde sözlerimi dinlerken titreyen sesini duydum. "Ama o cümleleri duyduğumda ne hale geleceğimi düşünmedin. Ben zaten seni koruyamamamın acısını yaşarken bir de seni kaybetme ihtimaliyle yüzleştim."

"Senin suçun değildi, sen elinden geleni yaptın zaten" diyerek itiraz ederken Alparslan başını iki yana salladı. "Benim suçumdu. Sen aradığında açmadım o lanet telefonu. Açsaydım yetişebilirdim, seni kurtarırdım o orospu çocuklarının elinden."

O kendini suçluyordu ama ben hiçbir zaman onu suçlamamıştım. Burada suç benimdi, belki de evden çıkmamam gerekiyordu ama çıkmıştım. Ben çıkmasaydım belki de başımıza bunlar gelmeyecekti.

Ellerimi Alparslan'ın yanaklarına yerleştirdim. "Bu konuda asla kendini suçlamanı istemiyorum. Böyle olacağını ikimizde bilemezdik." dedim gözlerinin içine bakarak. Ardından tekrar devam ettim sözlerime. "Bana kızgın mısın?"

Bu konuyu konuşmamıştık. Kendi isteğimle onlarla gittiğimi öğrendiğinde ne düşünmüştü, ne hissetmişti merak ediyordum. Merakla ona doğru bakarken Alparslan belli belirsiz başını salladı.

"Kızgınım, onlarla gitmemen gerekiyordu. Ama sana hak da veriyorum. Senin yerinde ben olsam bende giderdim." dediğinde içim rahatlamıştı. Bana kızgın olmasından korkmuştum. Ama o her zaman ki gibi beni anlamıştı. "Ama bu yine de yaptığının yanlış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Seni bulamayabilirdik Hazan, o zaman hiç kimse bunun vicdan azabıyla yaşayamazdı."

Biliyordum, başımı sallayarak Alparslan'ı onayladım. "Biliyorum, kimsenin benim yüzümden zarar görmesini istemedim. Nasıl bir psikolojide olduğumu sen biliyorsun, sağlıklı düşünemiyordum. Hala da öyleyim."

"Biliyorum, bunun için kızamıyorum ya zaten." diyerek yanağında duran elimi tutarak avuç içime dudaklarını bastırdı. Ardından tekrar konuştu. "Hadi, biraz dinlen." dediğinde elini tutarak konuştum. "Sende benimle dinlen."

Yatağın ucundan kalktığımızda Alparslan pikeyi çekerek yatağı açtı. Yatağa girdiğimde Alparslan'da benim gibi yatağa girerek sırt üzeri uzandı. Sol kolunu benim için açarken ona doğru yanaşarak başımı sol göğsüne yasladım. Alparslan'ın elini belimdeki yerini alırken derin bir nefes aldım.

Ne çok özlemiştim onun kollarında olmayı, benim için atan kalbini duymayı. Kokusunu solumaya başladığım an tüm vücudumun gevşemişti. Gözlerim istemsizce kapanmıştı yorgunlukla. Yaşadığımız şeyler hiç kolay şeyler değildi, hele ki o depodan patlamadan kurtulmamız mucizeydi. Daha dün öleceğimi düşünerek sevdiğim adama veda ederken şimdi o adamın kolları arasında olmak büyük bir lütuftu benim için.

 

◔◔◔

Alparslan Türkoğlu'nun anlatımından,

Hava bulutluydu, gökyüzü yağmur yağacağının sinyalini etraftaki grimsi bulutlarla veriyordu. Boş bir sokakta yürüyordum, dakikalar sonra sevdiğim kadını görecek olmanın heyecanıyla birlikte yürürken elimdeki lale buketine baktım. Görevden yeni dönmüştüm, Hazan'a haber vermemiş sürpriz yapmak istemiştim. Aylar olmuştu onu görmeyeli. Kokusu burnumda tütüyordu.

Bugün evdeydi, izin günüydü. Bunu bilmenin rahatlığıyla eve gidiyordum ve sabırsızlıkla karımı görmek istiyordum. Evimizin bahçesine girdiğimde büyük bir heyecanla kapının zilini çaldım, anahtarım vardı ama kapıyı açtığı anda yüzündeki ifadeyi görmek istiyordum. O yüzden kapının açılmasını beklerken yerimde sabırsızca kımıldandım.

Kısa süren bir bekleyişin ardından zile tekrar basarken içimdeki olumsuz düşünceleri bir kenara bırakmaya çalıştım. Yemek yaparken hep şarkı dinlerdi, belki o yüzden duymuyordu ya da kırk yılda bir olan izin gününde kitap okumaya dalmıştı, kitap okurken de uyumuştu.

Kapının açılmayacağını anlayarak anahtarımı cebimden çıkardım ve kapıyı açtım. İçeri girdikten sonra kapıyı kapatarak ayakkabılarımı çıkardım. "Güzelim, ben geldim."

İlk işim mutfağa doğru gitmek olurken evin içindeki ölüm sessizliği gerilmeme neden oluyordu. Mutfakta gördüğüm boşlukla kaşlarım çatılırken mutfaktan çıkarak kitaplarımızı yerleştirdiğimiz odaya doğru ilerledim. Burası da boştu.

Evden çıkmayacaktı bugün biliyordum, attığı mesajlarda her gün ne yaptığını anlatıyordu. Bugün evde olacağını ve dinleneceğini yazmıştı. Herhangi bir plan değişikliği olsa bana haber verirdi çünkü onu merak edeceğimi bilirdi.

Adımlarım salona doğru giderken orada da gördüğüm boşlukla birlikte elimdeki laleleri masaya bıraktım. Hızlı adımlarla yatak odamıza ulaştığımda odaya girer girmez yatakta uyuyan güzel karım dikkatimi çekti. Yaşadığım rahatlamayla derin bir nefes verirken yanına doğru yaklaştım.

Yan bir şekilde yatmıştı, arkasına geçerek ilk önce saçlarını yüzünden çekmek için elimi yüzüne götürdüğümde hissettiğim soğuklukla duraksadım. Hazan hiçbir zaman bu kadar soğuk olmazdı ki. "Hazan?"

Saçlarını yüzünden çektiğimde bembeyaz olan yüzü açığa çıktı. "Hazan?" Onu kendime doğru çevirdiğimde açılan üstüyle birlikte gördüğüm kan gölü nefesimi kesti. Açık renkli çarşaf kandan görünmüyordu bile. "Hayır."

Yüzünü avuçlarımın arasına alarak konuştum. "Hazan'ım ben geldim aç gözünü hadi." yalvararak Hazan'a seslenirken ne gözünü açtı, ne de konuştu. "Ben geldim, aç gözünü ne olursun." Gözyaşlarından yüzünü net bir biçimde göremezken üzerindeki örtüyü kaldırdım iyice.

Örtünün kalkmasıyla vücudundaki 3 kurşun izi gözler önüne serilmişti. Bu gerçek olamazdı, gerçek değildi. "Hayır, hayır, hayır." Ellerim tekrar yüzüne doğru giderken konuştum. "Hayır, yalvarırım aç gözünü. Hazan bırakma beni." hissettiğim acıdan kelimeler ağzımda yuvarlanırken tanıdık bir ses duydum.

"Ben sana söylemedim mi benim kaçmama izin vermezsen Hazan'ın ölüsünü bulursun diye. Sen dediğimi yapmadın yüzbaşı." Başımı geriye doğru çevirerek sesin geldiği yöne çevirirken kapının önünde dikilen adamı gördüm.

Hazan'ın başını nazikçe yastığa geri bıraktıktan sonra belimde takılı duran silahı alarak hızlı bir şekilde karşımdaki adama doğru doğrulttum. Hiç beklemeden şarjördeki kurşunların neredeyse yarısını boşaltırken Aslan denen adamın yere yığılmasını izledim.

Bakışlarımı korka korka arkama doğru çevirdiğimde Hazan'ı tekrar aynı biçimde görmenin acısıyla gözlerimi kapattım. Dizlerimin üzerine çökerek kendimi yere bırakırken gözlerimi tekrar aralayarak bir daha baktım Hazan'a. "Koruyamadım, yine koruyamadım."

"Alparslan uyan canımın içi." tanıdığım ve aşık olduğum ses kulaklarıma dolarken hızla gözlerimi araladım. Tam baş ucumda duran ve endişeyle bana doğru bakan kadını gördüğümde derin bir nefes verdim. Yaşıyordu.

Yattığım yerden aniden doğrulurken bir yandan da Hazan'ı kendime doğru çekerek sıkıca sarıldım. "Allah'ım çok şükür sana." Sıcacıktı, kabusumdaki gibi değildi. Ellerini sırtımda hissederken gözlerimi kapattım. Çok korkmuştum. Öleceğim sanmıştım.

Ellerini saçlarımda hissederken meraklı sesini duydum. "Rüya mı gördün?" gözlerimi usulca aralayarak Hazan'dan ayrıldım ve gözlerine baktım. "Rüya değil çok kötü bir kabustu." dediğimde Hazan başını salladı usulca. "Anlatmak ister misin?"

Hızla başımı iki yana salladım. Onun öldüğünü gördüğümü dillendiremezdim. Kalbim buna dayanmazdı. Hazan'ın yataktan kalktığını gördüğümde elini tutarak konuştum. "Nereye gidiyorsun?"

"Sana su getireceğim, yüzün bembeyaz." dediğinde reddettim. "Gitme, tek ihtiyacım senin yanımda olman. Başka bir şeye gerek yok." Hazan yatağa tekrar girerken bende onunla birlikte yatağa uzandım. İkimizde yana doğru dönmüş birbirimize bakıyorduk.

Hazan elini yanağıma yaslayıp okşamaya başladığında derin bir iç çektim. Çok korkunçtu, onu o halde görmek çok korkunçtu. Şimdi yanımdaydı, nefes alıyordu, hayattaydı. Ama o adam yakalanmadan bize rahat yüzü yoktu. O yakalanana kadar yaşadığım korkular devam edecekti.

 

◔◔◔

Hazan Eraslan Türkoğlu'nun anlatımından,

Gece Alparslan'ın sayıklamalarıyla gözlerimi aralamıştım. Birkaç kez adımı sayıklamış ardından koruyamadım demişti. O an gördüğü kabusun benimle ilgili olduğunu anlamıştım. İkimizde kolay yollardan geçmemiştik ve birbirimizi kaybetmekten korkuyorduk. Yaşadığımız şeyler psikolojimizi alt üst etmişti.

Gece tekrar ne zaman uyumuştum bilmiyordum ama uyumadan önce Alparslan'ın uyumadığından adım kadar emindim. Arkam ona dönük bir biçimde yatarken beni kendine doğru çekip sarıldığını hissetmiştim. Sonrası ise kocaman bir karanlıktı.

Gözlerimi araladığımda onu yanımda bulamamıştım. Yataktan kalkarak banyoda işlerimi hallettikten sonra merdivenlerden aşağı inerken salonda biriyle konuştuğunu duyarak yanına doğru ilerlemeye başladım.

"Onu bir an önce bulmamız gerekiyor ama ondan önce senin yapman gereken bir şey var biliyorsun. Daha fazla ondan bunu saklayamazsın."

Alparslan'ın kiminle konuştuğunu anlamaya çalışarak yanına doğru ilerledim. Arkası dönük camdan dışarı doğru bakıyordu ama muhtemelen benim geldiğimi çoktan anlamıştı. Ona rağmen yanına ilerleyerek kollarımı arkadan beline doğru sararak sıkıca sarıldım. Alparslan eliyle ellerimi tutarken tekrar konuştu.

"Bugün bu işi halledeceğiz, bekliyoruz seni. Hadi görüşürüz" dediğinde kaşlarım çatıldı. Kimi bekliyorduk? Alparslan telefonu kapatarak bana doğru döndü. "Günaydın güzelim. İyi uyuyabildin mi?"

Alparslan'ın gözlerine doğru baktığımda gece uyuyamadığını anladım. Başımı olumlu anlamda sallarken konuştum. "Uyudum ama sen uyumamışsın." dediğimde Alparslan küçük bir tebessüm etti. "O kadar uyku yeterli geldi bana."

Söylediği şeye tabii ki inanmamıştım ama üsteleyip onu sıkmak istemediğim için konuyu değiştirmek için merakla konuştum. "Kimi bekliyoruz?" dediğimde Alparslan büyükçe yutkundu. "Kartal'ı." Kaşlarım çatıldığında merakla ona doğru baktım. "Neden? Önemli bir şey mi var?"

"Bir şeyler var ama önce senin karnını doyuralım bir güzel. Kartal zaten öğlene doğru gelecek. O gelmeden bizim konuşmamız gereken başka şeyler var." dediğinde başımı salladım. Evet konuşmamız gerekiyordu mesela benim ona babamla ilgili gerçekleri anlatmam gerekiyordu.

Alparslan kolunu omzuma doğru atarak yürümeye başladı. Ona ayak uydurarak yürürken sesini duydum. "Ne yemek istermiş benim güzelim? Ne hazırlayayım?" dediğinde küçük bir tebessüm ettim. "Sen böyle yapınca ben şımarırım ama."

Alparslan'ın gülüşünü duydum. "Şımar bir tanem, biz hala balayında sayılırız. Seni şımartmak benim görevim." dediğinde burukça güldüm. Biz hala balayında sayılırdık ama yaşadığımız şeyler neredeyse onu unutturacaktı.

Mutfağa girdiğimizde Alparslan kolunu omzumdan çekip beklentiyle bana baktığında cevap verdim. "O zaman Alparslan şefin spesiyalinden istiyorum ama bende yardım edeceğim." dediğimde Alparslan başını salladı. "Hay hay güzelim, sen nasıl istersen."

Bugün düne göre daha iyiydim ve karnımın acıktığını net bir biçimde hissediyordum. "Haydi o zaman iş başına." diyerek dün ki bulaşıkları kaldırmak üzere tezgaha doğru yaklaştım. Alparslan buzdolabına giderek gerekli malzemeleri çıkartırken bende ilk önce çay suyunu ocağa koyarak bulaşıkları kaldırmaya başladım.

Alparslan sayesinde bende çayı sevmeye başlamıştım. Kahveyi de içiyordum ama çayı daha çok içiyordum galiba.

Kısa süre içinde kahvaltımızı hazırladığımızda keyifli bir kahvaltı yapmaya başladık. Yaşadıklarımız ağırdı hele ki öğrendiklerim ama üzerime galiba babamın bir terörist olmadığını öğrenmemin sevinci vardı. Yine de gerçek kimliğini bilmemek beni korkutuyordu. Merak ettiğim diğer şeyse benden haberi olup olmadığıydı.

Benden haberi olduğu halde bana sahip çıkmayan bir baba ile uğraşmaya hiçbir şekilde gücüm yoktu. Ben zaten birinden daha yeni kurtulmuştum. Annem olacak o kadına ise diyecek sözüm yoktu, yıllarca beni kandırmıştı ve öz babamdan ayırmıştı.

Kahvaltımızın ardından birlikte yediklerimizi toplayıp bulaşıkları da hallettikten sonra odamıza çıkarak üzerimizi değiştirmiştik. Malum bir misafir bekliyorduk. Üzerimizi değiştirdikten sonra salona geçtiğimizde artık konuşmanın tam vaktiydi. Bildiklerimi Alparslan'a anlatacak ve ondan akıl alacaktım.

"Alparslan." Dikkatini çekmek için ona doğru seslendiğimde telefonda olan bakışlarını bana doğru çevirdi. "Efendim güzelim?" Merakla bana bakmaya devam ederken büyükçe yutkunarak konuştum. "Ben bir şey öğrendim."

Alparslan tüm ilgisini bana vererek yüzüme doğru bakarken sözlerime devam ettim. "O Aslan denen adam benim öz babam değilmiş." verdiği tepkiyi görmek için yüzüne bakarken yüzünde hiçbir mimik oynamamasıyla birlikte afalladım. Biliyor muydu?

Anlamam gerekiyordu aslında. Benim neden bu kadar rahat olduğumu sormamıştı hiç. Videoda öğrendiğim şeyler olduğundan bahsetmiştim ne öğrendin diye sormamıştı. Her şeyi biliyordu. Peki ne zaman öğrenmişti, nasıl öğrenmişti?

"Hiç şaşırmadığına göre sen zaten bunu biliyorsun." dedim kaşlarımı çatarak. Alparslan dudaklarını birbirine bastırıp başını belli belirsiz sallarken tekrar konuştum. "Ne zaman öğrendin?"

"Sen kaçırılmadan hemen önce." dediğinde iyice şaşırdım. Alparslan sözlerine devam etti. "O gün akşam sana da söyleyecektim bunu. Ama bu mümkün olmadı." dediğinde bakışlarımı gözlerinden çekmeden konuştum. "Nereden öğrendin? Daha da önemlisi babamın kim olduğunu biliyor musun? Bana bir şey söylemedi çünkü."

Alparslan derin bir iç çekerek başını salladı olumlu anlamda. "Nereden öğrendiğimi birazdan anlayacaksın, babanın kim olduğunu da öğreneceksin güzelim. Sadece birazcık beklemen gerekiyor."

Neyi bekleyecektim ki? Tam bunu sormak için dudaklarımı aralayacağım sırada evde yankılanan zil sesiyle birlikte oturduğum yerden kalkmak istedim ancak Alparslan beni engelledi. "Sen dur güzelim, ben açarım."

Muhtemelen gelen Kartal'dı. Peki öğreneceğim şeylerin onunla ilgisi neydi hala anlamamıştım. Buraya neden geldiğini de anlamamıştım ama Alparslan'a sorduğumda da net bir cevap alamamıştım. Şimdi bunların cevabını öğreneceğim için birazcık heyecanlı hissediyordum.

Adım seslerinin buraya doğru geldiğini anlayarak oturduğum yerden ayaklandım. Salon kapısından giren Kartal'ı ve onun arkasından gelen Alparslan'ı gördüğümde küçük bir tebessüm ettim. "Hoş geldin."

Kartal tam önüme yaklaştıktan sonra gözlerime bakarak cevap verdi. "Hoş buldum, geçmiş olsun. İyisin değil mi?" sesindeki sıcaklıkla birlikte başımı salladım usul usul. "İyiyim, daha da iyi olacağım. Geçsene."

Kartal koltuklardan birine geçip oturduğunda Kartal'a ve Alparslan'a bakarak konuştum. "Çay içer miyiz? Ya da kahve de yapabilirim." merakla Kartal'a bakarken o da bana bakarak cevap verdi. "Hiç zahmet etme, zaten yeteri kadar yorgunsun." dediğinde başımı iki yana salladım. "Olmaz, ilk defa evimize geliyorsun bir şey ikram etmeden bırakmam."

Kartal küçük bir tebessüm ettiğinde bakışlarında bu sefer farklı bir şeyler vardı. Sanki daha sıcaktı bana karşı. Yine de bu sıcaklığa rağmen gerginliği uzaktan bile belli oluyordu. Bunun nedenini merak ediyordum.

"O zaman çay alırım." dediğinde onaylayarak mutfağa doğru ilerledim. Demlediğimiz çayın altını yakarak evimizi düzenlerken aldığımız hazır kurabiye paketini açarak üçümüz için tabak hazırladım. Evimize gelen ilk misafirdi o, daha özenli olmasını isterdim ama durumlar buna elvermiyordu ne yazık ki.

Çay kaynadıktan sonra çay bardaklarına doldurup salona götürdüğümde sehpaların çoktan hazırlanmış olduğunu görerek tebessüm ettim. Çayları sırayla Kartal ve Alparslan'a verdikten sonra hazırladığım tabakları da getirip sehpaların üzerine bıraktım.

Alparslan'ın yanındaki yerime geçip otururken bakışlarım Kartal'a doğru döndü. Ama onun bakışlarının salondaki konsolun üzerinde duran Alparslan'ın ailesiyle hep birlikte çekindiğimiz aile fotoğrafında olduğunu gördüm.

Genzimi temizlediğimde ikisinin de bakışları bana doğru dönerken lafa nasıl girmem gerektiğini bilmiyordum. Bakışlarımı Alparslan'a çevirdiğimde Alparslan bana doğru bakarak konuştu.

"Eminim içinden konuşacağımız şeyler Kartal'ı neden ilgilendirsin diyorsun." diyerek duraksadıktan sonra devam etti sözlerine. "Ama inan bana Kartal bu işin tam ortasında." Alparslan'ın söylediği şeyle birlikte kaşlarım çatılırken bakışlarımı Kartal'a doğru çevirdim. Sanki tepkimi ölçüyormuş gibi bana bakıyordu.

"Nasıl yani?" Bakışlarımı tekrardan Alparslan'a çevirdiğimde Alparslan büyükçe yutkundu. "Biraz önce babanın kim olduğunu sormuştun." dediğinde başımı salladım. Alparslan devam etti sözlerine. "Baban Levent Candemir."

Levent Candemir. Benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Kimdi, nasıl biriydi? Hiçbir şey bilmiyordum bu yüzden ne hissetmem gerektiğini de bilmiyordum. Ama Candemir soyadı tanıdıktı. Bir yerde görmüştüm ya da duymuştum emin olamıyordum.

"Candemir, tanıdık geliyor." dediğimde bakışlarım Kartal ile buluştu. O an zihnime görüntüler düşmeye başladı. Kartal'ın üniformasının üzerindeki yazan kelimeydi Candemir. Yani Kartal'ın soyadıydı.

Aklıma gelen ihtimal ile duraksarken bakışlarımı Kartal'dan çekemedim. Böyle bir şey olabilir miydi? Şaşkınlık tüm bedenimi ele geçirirken Kartal'ın yutkunduğunu gördüm. Bana doğru bakarken konuştu. "Aklından geçen şeyi tahmin edebiliyorum, doğru tahmin ediyorsun." diyerek duraksadı. Ardından tekrar ekledi. "Ben senin abinim Hazan."

Abi, bu sözcük benim için yabancıydı. Bir abi sıcaklığını buraya geldiğimde tatmıştım, ne demek olduğunu burada öğrenmiştim. Şimdi öz bir abimin olduğunu öğreniyordum. Nasıl bir tepki vermem gerekiyordu, ne yapmam gerekiyordu beynim durmuştu sanki.

Bunca zaman yanı başımdaki adamın aslında benim abim olması çok garipti. Bakışlarındaki derinlik, bana destek olma çabaları her şey şimdi oturmuştu yerine. En başından beri onun kardeşi olduğumu biliyordu ama bana neden söylememişti? Ben bir aile hasreti çekerken neden buna göz yummuştu?

"En başından beri biliyordun." diyerek fısıldadığımda gözlerini kapattı. Bu hareketi tahminlerimi doğrularken dudaklarımı birbirine bastırdım. "En başından beri biliyordun ama bana hiçbir şey söylemedin."

"Söyleyemedim, vereceğin tepkiden korktum. Öğreneceklerinden sonra mutluluğun bozulacaktı, bozulmasın istedim." diyerek kendini savunurken kaşlarımı çattım. "Bir abim olduğunu öğrendiğimde mutlu olurdum çünkü ben zaten bir ailenin sıcaklığını aradım herkeste."

Kartal söylediğim şeyle büyükçe yutkunurken başımı iki yana salladım. "Ne zamandır biliyorsun? Ne zamandır biliyorsunuz?" dedim merakla. Kartal biliyorsa mutlaka öz babamda biliyordu bunu. "Buraya gelmeden hemen önce öğrendim. Seni öğrenir öğrenmez buraya geldim Hazan."

Buraya gelmişti ama bana yakın olmayı değil uzaktan bakmayı seçmişti. Sessiz kalırken Kartal tekrar konuştu. "Sana her şeyi anlatacağım en başından. Ama önce şunu bilmen gerekiyor. Babamızı 8 ay önce kaybettik."

Ne yani ben babamı tanıyamadan kayıp mı etmiştim. Ben yine bir babanın hasretini mi çekecektim. Yıllar sonra bir babanın sıcaklığını hissedeceğimi düşünürken onu hiç tanıyamadan kaybettiğimi öğreniyordum. Bugün nasıl bir gündü böyle? Alparslan'ın elini elimin üzerinde hissederken gözyaşlarımın akmaması için gözlerimi kapadım.

"Babamız vefat etmeden birkaç gün önce öğrenmiş senin onun kızı olduğunu." Duyduğum şeyle gözlerimi araladım. Hülya hanım nasıl bir insandı ki bir çocuğu babasından ayırıp böyle bir hayat yaşamasına göz yummuştu. Ona olan nefretim gün geçtikçe artıyordu.

"Avukatına talimat vermiş mirasının ikiye bölünmesi için. Babamız öldükten iki ay sonra öğrendim ben seni. Öğrenir öğrenmez de buraya geldim. Ailemden kalan tek kişi sensin, senin yanında olmak istedim."

Gözümden akan yaşı silerek burukça gülümsedim. "Ama uzaktan baktın bana, yanıma hiç gelmedin. İçimdeki aile özlemini görmedin." dediğimde Kartal'ın da gözlerinin dolduğunu gördüm. "Çok pişmanım, yanına gelmem gerekiyordu."

"O zaman gelmedin, bana gerçekleri anlatmadın. Peki ben babamın terörist olduğunu düşünürken niye gelmedin? Ben onları yaşarken de yanımda yoktun." dediğimde Kartal başını yere doğru eğdi. Gözlerindeki pişmanlığı görüyordum ama bunu hazmedemiyordum.

"Benim içinde zordu Hazan, yıllar sonra bir kardeşimin olduğunu öğrendim. 30 yıldır tek çocuğum sanarken aslında canımdan, kanımdan birinin daha olduğunu öğrendim. Babamın annemi aldattığını öğrendim. Bunları hazmetmek benim içinde kolay olmadı, senin için de zor olacaktı."

Haklıydı, zor olacaktı. Ama o anlarda, ailemin eksikliğini en çok hissettiğim anlarda o benim yanımda olsaydı kabullenmem daha kolay olacaktı. Zor şeyler yaşamıştım, ailemden birinin benim yanımda olması o süreçleri daha kolay atlatmamı sağlayacaktı. Düğünümü saymıyordum bile, ailemden biri yok diye içim kan ağlarken herkese gülmüştüm.

"Ben bunu kabullenemiyorum." dediğimde Kartal başını salladı. "Çok haklısın, ne desen haklısın. Sen göremedin yanında olduğumu ama ben uzaktan uzağa sana destek olmaya çalıştım. Acını, mutluluğunu paylaştım." dediğinde başımı iki yana salladım. "Keşke yanımda olsaydın. İnan bana o zaman her şey daha kolay olurdu."

"Özür dilerim." dediğinde bakışlarımı kaçırarak başka tarafa doğru çevirdim. Ben bunu nasıl kabullenecektim şimdi? Kartal devam etti sözlerine. "Tüm bunları telafi edilmeme izin ver lütfen. O çektiğin aile özlemini sana unutturmam için izin ver. Yemin ederim elimden gelen her şeyi yaparım bunun için."

Söylediği cümlelerle birlikte Kartal'a doğru baktım, cümlelerinden ne kadar samimi olduğu belliydi. Yaptığı hatadan ne kadar pişman ve üzgün olduğunu da anlayabiliyordum.

Ama ben ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Yıllar sonra bir abim olduğunu ve babamın öldüğünü öğrenmiştim. Hem kazanmıştım hem kaybetmiştim. Bundan sonra nasıl olacaktı her şey? Kartalla benim aramda koskocaman yıllar vardı, biz bunu telafi edebilecek miydik? Aramızdaki o soğukluğu kırıp güçlü bir bağ oluşturabilecek miydik hiçbir şey bilmiyordum. Düşünmeye, bazı şeyleri sindirmeye ihtiyacım vardı.

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz?

‣‣‣ Alparslan ve Hazan sahneleri nasıldı? Bir şey olmadı çok şükür çiftimize.

‣‣‣ Alparslan'ın rüyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Var mı bir anlamı sizce.

‣‣‣ Hazan gerçekleri öğrendi, siz Hazan'ın yerinde olsanız nasıl bir tepki verirdiniz? Hemen kabullenebilir miydiniz bu durumu?

‣‣‣ Sizce Hazan ve Kartal arasındaki buzlar eriyecek mi? Nasıl bir abi kardeş ilişkileri olacak?

Yorumlarınızı bekliyorum, diğer bölümde görüşmek üzere..

Loading...
0%