@mutlusonsuz222
|
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur. Keyifli okumalar! 🖇️Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum... 5.Bölüm Hazan Eraslan'ın ağzından, Alparslan üsteğmenin ağzından çıkan kelimelerle birlikte gözlerim şaşkınca aralandı. Onun gibi bakışlarımı dikiz aynasına çevirdiğimde tam arabanın arkasında bir araba görmüştüm. Farları aynadan yansıdığı için içerisini göremiyordum. Panik içinde bakışlarımı aynadan çektim. "Ne yapacağız?" dedim bakışlarımı Alparslan üsteğmene çevirirken. O benim aksime çok daha rahattı. Tabii mesleğinin getirisi olarak böyle şeylere alışıktı ama bu benim ilk defa başıma geliyordu. Bakışları kısaca bana doğru çevrildi. Ardından da yola tekrar baktı ancak çözüm yolu düşündüğü dalgın bakışlarından belliydi. Daha konuşamadan silah sesine eşlik eden cam kırılma sesiyle ağzımdan çığlık kaçtı. "Eğ kafanı eğ! Sakın kaldırma!" diye bağırarak elini kafama bastırarak eğilmemi sağladı Alparslan üsteğmen. Dediğini yaparak kafamı eğdim. Alparslan üsteğmen hızlı bir şekilde arabayı kullanmaya devam ederken biraz önce benden aldığı telefonu tekrar bana doğru uzattı. "Fırat yazan numarayı arayıp hoparlöre al!" Elinden telefonu alıp Fırat yazan numarayı buldum ve dediğini yaptım. Hala ateş etmeye devam ediyorlardı. "Efendim komutanım?" diye bir ses işittiğimizde Alparslan hızla konuştu. "Saldırıya uğradım, yanımda bir sivil var. ... yolundan çıktım, boş olan bir araziye gireceğim. Kaç kişiler bilmiyorum lojmandan beridir peşimizdeler." Telefondan hışırtılı sesler ve birkaç fısıltı şeklinde ses işittik. Ardından da Fırat denilen adamın sesini. "Geliyoruz komutanım, dayanın." Alparslan üsteğmen son bilgileri aktardıktan sonra telefonu kapattım. Ateş etmeyi kesmişlerdi ama takip etmeye devam ediyorlardı. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Hayatımda ilk defa yaşadığım bu olay da ne yapacağımı şaşırmıştım. "Arabayı durdurduğum anda hemen aşağı in tamam mı!?" diyerek gergince konuşan Alparslan üsteğmeni onayladım. Emniyet kemerimi çözdüm hazır olmak adına. O da benim gibi kemerini çözdü. Ana yoldan farklı bir yere girdiğimizde dikiz aynasından arkamıza baktım. Biraz öncekine kıyasla aramızda mesafe oluşmuştu. Bu bizim için artıydı. Alparslan üsteğmenin aniden el frenini çekmesiyle hızla kapımı açtım. Benimle eş zamanlı olarak Alparslan üsteğmen de aşağı indiğinde ileride bulunan boş olduğu belli binaya doğru işaret etti. Koşarak oraya doğru ilerlerken fren yapan diğer arabanın sesini duydum. Ardından da yeniden başlayan silah sesleri. Tek fark bu sefer Alparslan üsteğmende onlara karşılık veriyordu. Birden elimin kavranmasıyla hızımı azaltmadan bakışlarımı kenetlenen ellerimize çevirdim. Ardından da Alparslan üsteğmenin sesini işittim. "Bu taraftan." Dediği yönde ilerledikten sonra güvenli olduğuna emin olduğumuz yerde duraksadık. Sırtımızı duvara verdiğimizde bakışlarımı etrafta gezdirdim. Hızlı hızlı nefes alıp verirken bakışlarımı yavaşça Alparslan üsteğmene çevirdim. O benim aksime bakışlarıyla etrafı tarıyordu. Peşimizden gelen teröristleri atlatmış sayılmazdık. Sadece biraz vakit kazanmıştık. Yan profilinden yüzünü incelerken bana doğru olan omzundaki kan lekesi dikkatimi çekti. Parçalanan tişörtünden onun yaralandığını anlamak zor olmamıştı. "Yaralan-" derken ağzımın üzerine kapanan elle gözlerimi kırpıştırdım. Alparslan üsteğmen tam önümde durmuş daha doğrusu aramızda mesafe olmayacak şekilde bedenlerimizi birleştirmiş ve eliyle ağzımı kapatmıştı. Diğer elinin işaret parmağını kendi dudaklarına götürerek sus işareti yaptığında yaptığım hatanın farkına vardım. Yaralandığını gördüğümde telaşla sesimi ayarlayamamıştım. Elini dudağından indirdiğinde bende bakışlarımı dudaklarından çekerek gözlerine çevirdim. Elini yavaşça ağzımdan çektiğinde ağırca yutkundum. Bakışlarımı ondan kaçırarak elimi boynumda duran fulara götürdüm. Yarasına şimdi müdahale edemezdim ama biraz olsun kanamasını durdurabilirdim. Alparslan üsteğmen de hafifçe önümden çekilmişti ancak yüzü hala bana dönüktü. Elimdeki fuları omzuna bastırdığımda bakışları tekrar beni buldu. Konuşamıyorduk ama bakışlarımdan ne yapmak istediğimi anladığını biliyordum aynı o hafifçe başını eğip kaldırdığında bunun teşekkür olduğunu benim anladığım gibi. Fuları yarasına sarıp sıkıca bağladım en azından kan akışı azalırdı. Hemen yakınımızda duyduğumuz adım sesleriyle bakışlarımız ayrılırken Alparslan üsteğmen bana arkasını dönerek iyice önüme geçti. Onun cüssesinin ardında benim cüssem küçücük kalmıştı. Gizlendiğimiz duvarın hemen yanından elinde tüfek bulunan biri girdiği anda elimle ağzımı kapadım. Benim en ufak sesim bizim hayatımıza sebep olabilirdi. Adam bizi göremeden Alparslan üsteğmen çevik bir şekilde adamı arkasından yakaladı boynunu sıkarak adamı etkisiz hale getirdiğinde hayranlıkla onu izliyordum. Kolundaki yaraya rağmen kolaylıkla adamı alt etmişti. Yanıma tekrar gelirken gökyüzünde bulunan ay ışığının yüzüne yansımasıyla alnında biriken terleri gördüm. Yarası onu zorlamış olmalıydı. Buradan kurtulur kurtulmaz ona müdahale etmeliydim. Ne garip ki onun yanında kendimi güvende hissediyordum. Bunun sebebi kişisel değildi, askerlerimize sonsuz güvendiğimiz içindi. Yine de böyle bir durumda sakin kalmam kendimden hiç beklemediğim şeylerden biriydi. Göz göze geldiğimizde düşüncelerimden sıyrıldım ve bakışlarımı ondan kaçırdım. Etrafta duyduğumuz silah sesleriyle irkilirken Alparslan üsteğmen kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "Bizimkiler geldi." Derin bir nefes verirken gözlerimi kapattım. Saklandığımız yer büyük olduğundan bizi bulmaları zor olmuştu teröristlerin. O yüzden şanslıydık. "Temiz." diye bir ses işittik hemen yakınımızdan. Muhtemelen Alparslan üsteğmenin askerlerinden biriydi. Bu sesle birlikte Alparslan üsteğmeninde gerilen bedeninin gevşediğini hissettim. Bir asker için pusuya düşmek korkulacak bir şey değildi. Vatan aşkıyla, Allah yolunda şahadet şerbetini içmek için bile isteye bu mesleği seçmişlerdi. Yani böyle bir şey onları korkutmazdı. Ama yanında bir sivilin bulunmasıydı onu endişelendiren. Onu çok iyi anlıyordum. Biraz önceki teröristin girdiği yerden şimdi üniformalı bir asker girdiğinde içim iyice rahatlamıştı. "Komutanım, iyi misiniz?" karşımdaki askerin bakışları bir beni bir de komutanını bulurken Alparslan üsteğmenin sesini işittim. "İyiyiz aslanım, tam zamanında yetiştiniz." Telsizden 'temiz' sözcüğünü arka arkaya duyduğumuzda karşımızdaki asker telsize cevap verdi. Üçümüz birlikte arabanın olduğu yere ilerlerken bizi kurtaran askerin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. İlerledikçe görüş açıma giren askerlere kısaca baktığımda onların da bakışları benim üzerimdeydi ve epeyce şaşkın görünüyorlardı. Neden böyle baktıklarını pek anlayamamıştım. "Buyurun, su için." Diye nazikçe bana su şişesini uzatan uzun boylu, kumral askere ufak bir tebessüm ettim ve onu geri çevirmeyerek şişeyi aldım. Kapağını açıp birkaç yudum içerken bizim yanımıza gelen kişinin sesini duydum. "Komutanım, biz 3 kişiyi imha ettik. Siz kalanını halletmişsiniz." Kaçarken onlara doğru ateş emişti Alparslan üsteğmen demek ki kurşunları doğru yere isabet etmişti. "Hiç sağ yok mu Fırat? Kim olduklarını öğrenmemiz lazım." diye cevap veren Alparslan üsteğmenden bakışlarımı çektim. "Sizi de ifade için almamız gerekiyor, komutanımın yanındaydınız." diyen başka bir askeri başımla onayladım. Aklıma gelen şeyle yanımda duran askerlere bakışlarımı döndürdüm. "Yanınızda ilk yardım çantası falan var mı? Komutanınız yaralandı." İki asker birbirlerine bakarken biraz önce ifade için benimle konuşacağını söyleyen asker başıyla kumral olana işaret verdi. Asker hızlı bir şekilde arabaya gidip elinde ilk yardım çantasıyla geldi ve elindeki çantayı bana uzattı. "Teşekkür ederim." dediğimde o da aynı Alparslan üsteğmen gibi başını aşağı eğip tekrar yukarı kaldırdı. Bu hareketine kaşlarım hafifçe çatılırken dudaklarımı yaladım. Acaba bu hareketi eğitimlerde falan mı öğretiyorlardı. Karşılıklı konuşan Fırat ve Alparslan üsteğmene ilerledikten sonra yanlarına yaklaşarak konuştum. "Kusura bakmayın bölüyorum ama yaranıza bakmam gerekiyor." diyerek Alparslan üsteğmene hitaben konuştuğumda ikisinin de bakışları bana döndü. "Ufak bir sıyrık, bakmaya gerek olduğunu düşünmüyorum." diye konuşan Alparslan üsteğmene karşılık tek kaşımı kaldırdım. "Hadi ya, burada doktorun ben olduğunu sanıyordum. Hangi üniversiteden mezundunuz acaba?" Yanı başımızda bekleyen Fırat adındaki askerden kıkırtıyı andıran bir ses çıktığında ikimizin bakışları da ona doğru döndü. Fırat hızla genzini temizlerken mırıltı şeklinde konuştu. "Ben sizi yalnız bırakayım." Fırat'ın yanımızdan uzaklaşmasıyla bakışlarım tekrar Alparslan üsteğmene düştü. O ise biraz önce askerinin yanında ona söylediğim şeyler yüzünden epeyce bozulmuş gibiydi. Başını hafifçe eğerek bana yaklaştırdığında konuştu. "Tıp fakültesinden mezun değilim ama gerektiğinde her şeyi yaparım. Ameliyat bile." dedi Meydan okurcasına. Sertçe söylediği şeyin ardından kaşlarımı çattım ve tersçe ona doğru baktım. İki dakika aramız düzelse bile hemen birbirimize çatmaya başlıyorduk nedense. Sert bakışlarımı ondan çekerek derin bir nefes çektim ve yanaklarımı şişirdim. Ardından da oturmak için bir yer aramaya koyuldum. Malum boyu benden epey uzundu ve ona yetişip yarasına bakmam zordu. Gözüme kestirdiğim yerin ardından bakışlarımı tekrar Alparslan üsteğmene çevirdim. "Şuraya oturalım, yaranıza bakayım." dedim eski resmiyetimize dönerken. O ise itiraz etmedi ve gözlerimle gösterdiğim yere ilerlemeye başladı. Bende peşinden ilerleyip başında dikildim. İşaret ettiğim yere oturduğunda ilk önce koluna bağladığım fularımı çözdüm ardından da tişörtünü çıkarmadan kolunu hafifçe sıyırdım ve yaraya baktım. Allahtan kurşun sadece sıyırmıştı ve yalnızca dikiş atılması gerekiyordu. Ancak elimdeki malzemelerle bu şuan mümkün değildi. O yüzden yarayı temizleyerek üzerini bandajla kapattım. "Kurşun sıyırmış, dikiş atılması gerekiyor ancak şuan burada onu yapmam mümkün değil. Hastaneye gidersek hızlıca hallederim." diyerek açıklama yaptım. Alparslan üsteğmense ben sana demiştim der gibi alttan alttan bana baktı. Ardından konuştu. "İfade vermeniz gerekiyor. O yüzden revirde halledebilirsiniz." Söylediği şeyle sessiz kalarak başımı sallamakla yetindim. Ardından da bakışlarımı bizi izleyen askerlere doğru çevirdim. O kadar dikkatli bakıyorlardı ki açık bir yerim mi var diye düşünmeden edemiyordum. Alparslan üsteğmen ayağa kalktığında birlikte askerlerin yanına ilerledik. Alparslan üsteğmenin arabası hasarlı olduğundan timin buraya geldiği arabayla topluca gidecektik. Arabanın ön tarafına ben, Alparslan üsteğmen ve arabayı sürmek için başka bir asker oturmuştu. Arkaya ise diğerleri binmişti. Geçtiğimiz yolları izlerken düşünmeden edemiyordum. Buraya geleli çok az bir süre olmuştu ve şimdiden böyle bir şey yaşamak beni üzmüştü. Dışarıdan korkmamış gibi görünebilirdim ama içten içe korkmuştum. Sadece ilk defa yaşadığım olayı dışarıya nasıl lanse edeceğimi bilememiştim. Beni tek dinleyen, tek merak eden arkadaşımla da bunları paylaşamıyordum. Konuşabileceğim, dertleşebileceğim kimsem yoktu. Normalde beni üzmeyen bu şey böyle zamanlarda beni çok rahatsız ediyordu. Camdan dışarıyı izlerken bakışların üzerimde olduğunu fark edebiliyordum. Tim üyeleri bir yana Alparslan üsteğmende dikkatle yüzüme bakıyordu. Sanki ne düşündüğümü ne hissettiğimi anlamak istercesine bakıyor gibiydi. Ama anlaması zordu. Ben hislerimi, duygularımı hiçbir zaman dışarıya yansıtmak istemezdim ve bunun için uğraşırdım. O yüzden bakışlarımı ona çevirip göz göze gelmemizi sağladım. Sessizce birbirimizin suratına bakarken gözlerimi kaçıran ben oldum. Açıkçası bu kadar uzun süre incelenmek hiç hoşuma gitmemişti. Tabura girdiğimizde düşüncelerimden sıyrıldım. Araba durduğunda kapıyı açarak aşağı indim. Benden sonra da Alparslan üsteğmen indi. O sırada karargâh olduğunu düşündüğüm binanın merdivenlerinden inen kişi dikkatimi çekti. Hastanede tanıştığım Semih yüzbaşıydı gelen kişi. O da beni gördüğüne şaşırmıştı. Yüz ifadesinden bunu çıkarmak gayet kolaydı. Bakışlarını ilk olarak Alparslan üsteğmene çevirdi ve konuştu. "Geçmiş olsun, üsteğmenim." "Sağ olun komutanım." dedi Alparslan duymaya alışık olduğum ciddi ses tonuyla. Semih yüzbaşının bakışları bana doğru çevrildi ve sorgularcasına ikimize baktı. "Siz, Hazan Hanım?" "Saldırı olduğunda benim yanımdaydı." dedi Alparslan üsteğmen benim yerime. Bakışlarımı ona çevirerek sert bir bakış gönderdim. Benim yerime cevap vermesi hoşuma gitmemişti. Salih yüzbaşı anladığını belirtircesine başını salladı. "O zaman sizin de ifadenizi alalım." dedi bana hitaben. "Seve seve ifade veririm ancak ilk önce üsteğmenin yarasına bakmak istiyorum müsaadenizle." dediğimde Semih yüzbaşı bakışlarını tekrar Alparslan üsteğmene çevirdi ve kolundaki yarasına bakarak bizi onayladı. "Tamam, işiniz bittiğinde Alparslan sizi odama getirir." Semih yüzbaşı yanımızdan uzaklaşırken bakışlarımı bizi izleyen askerlere çevirdim. Alparslan bir süre uzaklaşan yüzbaşının ardından bakmış sonra da benim gibi askerlerine dönmüştü. "Hepinize teşekkürler, dinlenebilirsiniz arkadaşlar." dediğinde askerler hep bir ağızdan 'Sağ ol!' diye bağırmış ve yanımızdan uzaklaşmaya başlamışlardı. Revirin nerede olduğunu bilmediğimden nereye gitmem gerektiğini bilmiyordum bu yüzden bakışlarımı Alparslan üsteğmene çevirdim. Ondan herhangi bir yönlendirme beklerken onun da bakışları üzerimdeydi. Beklentiyle ona bakmaya devam ederken elini merdivenlere doğru uzatarak konuştu. "Bu taraftan doktor hanım." İşaret ettiği yere yönelerek merdivenlerden çıkmaya başladım. Hemen arkamdan gelen adım sesleriyle peşimden ilerlediğini anlayabiliyordum. İçeri girdiğimizde arkamdan sesini işittim. "Dümdüz ilerliyoruz. Sağdan ikinci oda." Söylediğine uyarak ilerlemeye devam ettim. Odaya vardığımızda ilk olarak içeri ben girdim ardımdan ise Alparslan üsteğmen. Elimle sedyeyi işaret ederek konuştum. "Üzerinizi çıkartıp şuaraya oturur musunuz?" dedim gözüme çarpan malzemelerin olduğu masaya doğru ilerlerken. Ardımdan gelen hışırtılı seslerle dediğimi yaptığını anlayarak elime eldivenlerimi giydim. Ardından da kolunu uyuşturmak için kullanacağım ilacı enjektöre çektim. Arkamı döndüğümde bakışlarım ilk önce çıplak vücudunu buldu. Kasları spor yaptığını açıkça belli ediyordu. Ufakça genzimi temizleyerek adımlarımı ona doğru yönlendirdim. Koluna ilacı enjekte ettikten sonra bir süre beklemeye başladım. Sağ göğsünde büyük bir kurşun izi vardı. Kim bilir ne zaman olmuştu bu. Rahatsız olmaması için bakışlarımı oradan çekerken dikme işlemi için hazırlanmaya başladım. "Böyle bir şey yaşadığınız için özür dilerim." dediğinde bakışlarımı yaptığım işten çekmeden konuştum. "Sizin suçunuz değildi, böyle olacağını bilemezdik. Yani özür dilemenize gerek yok." dedim samimi bir sesle. "Var, hayatınızı tehlikeye attım." dedi itiraz dolu sesiyle. Göz ucuyla ona doğru baktığımda onun bakışlarının çoktan bende olduğunu fark ettim. Bakışlarımı çekerek tekrar yaraya döndüğümde işimi bitirerek dikişi tamamladım ve konuştum. "Evet ama bana bir şey olmadı. Üstelik yaralanan sizsiniz. O yüzden benim için sorun değil. Kendinizi suçlamayın. Hem böyle şeylere alışmam gerekir değil mi?" dedim hafifçe tebessüm ederken. Başını iki yana salladı usul usul. "Alışma, bazen alışmak iyi bir şey değildir." dediğinde ne söylemek istediğini anlayamamıştım. Kaşlarım çatıldığında Alparslan üsteğmen tekrar konuştu. "Teşekkür ederim, size bir fular borcum var." diyerek lafı değiştirdi. Söylediği şeyle kaşlarımı düzeltmiş sedyenin üzerinde duran fulara gözlerim takılmıştı. Fular epeyce kanlanmıştı ama önemi yoktu. İşimizi görmüştü ve önemli olan buydu. O yüzden başımı iki yana salladım. "Hayır, hiç önemli değil. Sizin kanamanı durdurdu ya gerisi önemli değil benim için." dediğimde gözlerinden geçen başka bir duygu yakaladım ancak o kadar kısa süreli bir şeydi ki doğru görüp görmediğimden emin bile olamıyordum. O yüzden bakışlarımı ondan çekip tekrar koluna çevirdim. Kolunun üzerini sargı beziyle güzelce sardıktan sonra bakışlarımı ona çevirdim. "Birkaç gün pansuman yaptırırsanız sizin için iyi olur." dediğimde yalnızca başını salladı. İşimin bitmesiyle yanından uzaklaştım ve elimdeki eldivenleri çıkardım. Eldivenleri çöp kutusuna attıktan sonra bakışlarımı ona döndürdüm. Üzerine tişörtünü giymiş ve oturduğu yerden ayaklanmıştı. "Gidelim mi?" dediğimde başıyla beni onayladı. Yan yana koridorlarda ilerlerken üst kata çıkmış ve biraz daha ilerleyerek Semih yüzbaşının odasına varmıştık. Kapıyı çaldığında içeriden gerekli komu duyduktan sonra kapıyı açmış ve içeri girmiştik. Semih yüzbaşı bizi gördüğünde oturduğu yerden ayaklanmıştı. Alparslan üsteğmenle ikimiz yan yana dikilirken Semih yüzbaşı konuştu. "Sen çıkabilirsin Alparslan. Hazan hanım sizde şöyle buyurun." dediğinde işaret ettiği koltuğa oturdum. Alparslan üsteğmen odadan çıkıp ardından da kapıyı kapatmıştı. Semih yüzbaşı telefona uzanmış bir numarayı tuşladıktan sonra bir askeri çağırmıştı. Ardından da yerine oturmuş ve bakışlarını bana doğru çevirmişti. Bölüm Sonu ‣‣‣Bölümü nasıl buldunuz? ‣‣‣Alparslan ve Hazan birbirlerine yavaş yavaş ısınıyorlar, sahneleri nasıl buluyorsunuz? ‣‣‣Bölümlerde beğenmediğiniz yerler var mı? ‣‣‣ Anlatım tarzımı beğeniyor musunuz? Sizce eksikler var mı? ‣‣‣Bölümlerin uzunluğu hakkında düşünceleriniz neler? Fikirlerinizi bekliyorum.. Görüşmek üzere:) |
0% |