Yeni Üyelik
59.
Bölüm

Hazan Vakti| 58

@mutlusonsuz222

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim..

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın..

Bu bölümü yazarken dinlediğim şarkıyı yukarıya bıraktım dinlemek isterseniz diye.. Murat Başaran- Gülümse Anne

58.Bölüm

Hazan Candemir Türkoğlu'nun anlatımından,

Haftalar geçmişti, ben yalnızca bir kere sesini duyabilmiştim sevdiğimin. Abimle bir kere Alparslan ile bir kere konuşabilmiştim. İyi olduklarını öğrenmiştim, içim az da olsa rahatlamıştı. Haberlerde yaptıkları operasyonun başarılı olduğunu dinliyordum, içim gururla doluyordu. Evet ayrılık zordu ama bu ayrılığın sonucunda olan şeyler insanın gururlanmasına neden oluyordu.

Alparslan gittiğinde yalnız kalmamam için Funda annem gelmişti yanıma. Benimle birlikte kalmış, bana destek olmuştu. Kendi annemin yapmadığı şeyi yine o yapmıştı. Sabahları ben işteyken elleriyle bana yemekler yapmış güzelce bakmıştı. Akşamları karşılıklı oturup sohbet etmiştik. O torununa yelek örerken bende onu izleyerek bir şeyler öğrenmeye çalışmıştım. Kısacası çok güzel vakit geçirmiştim. İyi ki gelmişti ve beni yalnız bırakmamıştı.

Sırtımı kanepeye yaslamış ayaklarımı uzatmıştım. Kendime meyve tabağı hazırlayıp kanepeye oturmuştum. Meyvelerimi yerken bir yandan da bebeğimle konuşmayı ihmal etmiyordum. "Annecim, sende babanı özledin mi?"

Elimi karnımın üzerinde gezdirirken hissettiğim hareket ile büyükçe gülümsedim. Çok büyümüştü, artık 20 haftalık olmuştu. Hareketlerini çok net bir şekilde hissedebiliyordum artık. İlk hareketini hissettiğimde Alparslan'ın yanımda olmasını çok isterdim ama şartlar uygun değildi. Kontrollerde her şey normal çıkıyordu, tek eksiğimiz babamızın yanımızda olmayışıydı.

Tekmesini hissettiğim ilk tarih, detaylı ultrason görüntüleri ve karnımın ay ay büyüyüşü gibi birçok şeyi defter haline getirmiştim. Alparslan geldiğinde ona verecektim. Böylece o anları kaçırsa da biraz olsun kendini iyi hissedecekti. Bebeğimizin cinsiyeti belli olmuştu ama öğrenmeyi ertelemiştim. Alparslan geldiğinde birlikte öğrenelim istiyordum. Elimden ancak bu kadarı geliyordu.

"Bende çok özledim babanı ama yakında gelecek, sende onunla tekrardan tanışacaksın. Bu sefer ona karşılık da verebileceksin. Eminim buna çok mutlu olur." diyerek karnımı okşadım. Ardından devam ettim sözlerime. "Senin baban dünyanın en merhametli, en düşünceli, en şefkatli babası. Çok şanslısın onun gibi baban olduğu için."

Elimin altında hareketlerini hissetmeye devam ederken meyvelerimi yemeye koyuldum. Bugünlerde çok hareketliydi ama onun hareketlerini hissetmek paha biçilmezdi. "Sonra amcaların var, dayın var. Teyzelerinle, halanla, kuzeninle tanıştın zaten. Diğerleriyle de en yakın zamanda tanışacaksın."

Duyduğum zil sesiyle birlikte irkilirken kanepeden dikkatlice kalktım. Alparslan dönmüş müydü? Heyecanlı bir şekilde kapıya doğru ilerleyerek kapının kilitlerini teker teker açtım ve kapıyı araladım.

Gördüğüm yüzle birlikte şaşkınlığa uğrarken endişeyle konuştum. "Alparslan, ne oldu sana böyle?" Yüzünde belli noktalarda çizikler ve morluklar vardı. Zayıflamıştı, yüzü çökmüştü. Gözleri kıpkırmızıydı.

Hiçbir şey söylemeden eve girdiğinde büyük bir endişeyle ona bakmaya devam ettim. Konuşmuyordu, neden konuşmuyordu? Şimdi beni kolları arasına alıp çok özlediğini söylemesi gerekiyordu. Yüzüme bakmıyordu, neler oluyordu böyle?

"Alparslan, neler oluyor? Neyin var senin?" dayanamayarak yanına yaklaştığımda elimle yüzünü kaldırıp bana bakmasını sağladım. Aklımdan bin bir düşünce geçiyordu ve o sessiz kalarak bana hiç yardımcı olmuyordu. "Birine bir şey mi oldu ha? Abime mi bir şey oldu?"

Panikle aklımdaki sözleri sıralarken duyacağım şeylerden korkarak yüzüne bakmaya devam ettim. "Hazan.." diyerek sustuğunda gözlerim dolmaya başladı. Çok korkutuyordu beni. "Kim?" diye nefes almakta zorlandım.

Alparslan'ın gözleri dolarken zorla konuştu. "Fırat." dediğinde şokla elimi ağzıma kapattım. Alparslan'ın sesini tekrar duydum. "Koruyamadım kardeşimi." Duyduğum sözlerle canımdan can gittiğini hissettim. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken Alparslan'a baktım.

Gözlerindeki acı canımı çok yakıyordu. Acının yanında intikam alma arzusunu da görüyordum ama şuan acı daha ağır basıyordu. Onu kendime çekip sıkıca sarılırken Alparslan kollarını belime sardı. Burnunu çektiğini, gözyaşlarının boynuma aktığını hissederken daha da ağlamaya başladım.

"Kurtaramadım onu." Boğuk çıkan sesiyle birlikte yere doğru çökerken onunla birlikte bende çöktüm. Kollarını benden çekip eliyle yüzünü kapattı. Omuzları sarsılırken kollarımı ona sarmaya devam ettim. Yanında olmak istiyordum ama ne yapacağımı bilmiyordum.

Buse'yi düşündüm, haberi aldığında yıkılacaktı. Her şey güzel olacak, sağ salim dönecekler ve düğün yapacaklar diye beklerken şimdi Fırat aramızda değildi. Ardında gözü yaşlı bir kadın bırakarak o kutsal mertebeye ulaşmıştı. Haberleri izlerken gördüğümüz o acılı insanlar bu sefer bizdik, bu sefer ateş bizim evimize düşmüştü.

 

 

 

◔◔◔

Alparslan Türkoğlu'nun anlatımından,

Bu zamana kadar birçok şehit haberi almıştım, yanımda birçok arkadaşım şehit olmuştu. Birçok askerin şehit haberini vermiştim. Ama bu farklıydı, hep hayalimiz olan o kutlu mertebeye ulaşan kişi bu sefer benim kardeşimdi. Yıllarımız birlikte geçmişti, birbirimizin her anında yanında olmuştuk. Ama artık yoktu. Anne ve babasına kavuşmuştu benim kardeşim. Sevdiğini bize emanet ederek bu hayata gözlerini kapatmıştı.

Her şey bitti, sevdiklerimize kavuşacağız derken pusuya düşürülmüştük. Tüm gücümüzle onlara direnirken atılan bir roket hayatlarımızı altüst etmişti. Caner bacağından, Kadir kolundan yaralanmıştı, Kartal'ın timinden biri göğsünden vurulmuştu, özel harekat polislerimizden biri karnından yaralanmıştı, terörle mücadele polislerimizden biri de şehit düşmüştü ve Fırat..

En çok darbeyi alan oydu, yanına ulaştığımda gördüğüm manzara canımı çok yakmıştı. Patlamanın etkisiyle savrulmuştu, vücudunda birçok yara vardı, hiç görmediğim kadar kan vardı. Biz birçok kez yaralanmıştık, birçok kez tatmıştık bunu ama bu sefer ki farklıydı. Ona her ne kadar iyi olacağını söylesem de bu sefer farklı olduğunu ikimizde biliyor gibiydik.

Barış kanını durdurmaya çalışırken Fırat'ın son sözlerini hepimiz duymuştuk. "Buse size emanet, gözüm arkada değil. Arkamdan ağlayacak biliyorum, ağlamasın. Odamda çekmece de onun için bir zarf var. Onu Buse'ye ulaştırın."

Sözlerinden sonra kelime-i şehadet getirip gözlerini yummuştu bu hayata. O an hiçbirimiz bir şey hissedememiştik. İçimiz acıyla kavrulmuştu ama aklımızda Fırat'ı bizden alan o kancıkların leşlerini yere sermek vardı. Ki yapmıştık da. Onun ve diğer şehitlerimizin kanını yerde bırakmazdık, bırakmayacaktık. Bunun bin misliyle karşılık verecektik.

Dolabımda ütülü olan hariciyi üzerime geçirmiş, Harun Yarbay'ın yanında tim komutanı olarak kardeşimin haberini vermek için yola çıkmıştım. Yarın taburda yapılacak cenaze töreninden sonra Ankara'ya gömülecekti. Annesinin ve babasının yanındaki yerini alacaktı.

Anne ve babası vefat ettiği için tek yakınına yani Buse'ye verecektik haberini. Bugün nöbetçi değildi, biliyorduk. Oturduğu apartmanın önünde bir ambulans ve bizim bindiğimiz siyah resmi araç dururken insanlar çoktan balkonlara çıkmıştı. Harun komutanım önden apartmana girerken peşinden ilerledim. Buse'nin kaldığı dairenin önüne geldiğimizde zile bastım.

Kapı çok beklemeden açıldığında yüzünde gülümsemeyle kapıyı açan Buse'yi gördüm. Yüzündeki gülümseme bizi görünce solarken ne olduğunu anlamaya çalışarak bana doğru baktı. Art arda yutkunurken gözyaşlarının gözlerini doldurduğunu gördüm. Ellerini kulaklarına götürürken başını iki yana salladı. "Duymak istemiyorum."

"Başımız sağ olsun, Üsteğmen Fırat Başer bugün teröristlerle girdiği çatışma sonucunda şehit düştü." Harun Yarbay'ın sözleriyle birlikte Buse başını iki yana sallamaya devam etti. "Hayır, Fırat bırakmaz beni. Söz verdi bana, döneceğim dedi." Çıldırmış gibi başını sallarken bana doğru baktı. "Bir şey söyle, Fırat bırakmaz seni desene."

Güçlü durmaya çalışarak yutkundum. "Çok üzgünüm." Verdiğim cevapla birlikte hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarken bir yandan da mırıldanmaya devam etti. "Hayır, olamaz böyle bir şey." Hala kabullenemiyordu, bir süre de kabullenemeyecekti. Yaşadığı acıyı hiç unutmayacaktı, bu sahne aklının köşesinde sürekli dönüp duracaktı. Gurur duyacaktı ama yaşadığı bu acı geçmeyecekti.

Hıçkırıklarının yavaşlayarak gözlerinin kaydığını gördüğümde hızla içeri girerek yere düşmeden yakaladım. Ambulans görevlileri hızla yanımıza gelirken usulca yere doğru yatırdım. Gerekli müdahaleleri yaparlarken bakışlarım salondaki aynalı konsola takıldı. Konsolun üzerindeki çerçevede gördüğüm resimle boğazımda büyük bir yumru oluştu. Geride bu fotoğraflar, güzel anılar ve mahşere kalan bir sevda vardı..

 

 

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından,

Bayrağa sarılmış bir tabut, tabutu taşıyan ve en önde Fırat'ın resmini taşıyan askerler.. Törene katılan tüm askerlerin elleri alınlarında arkadaşlarına selamlarını verirken hepsinin içinde aynı gurur, aynı acı, aynı istek vardı.

Askerlerin biraz önünde sakinleştiricilerle ayakta duran bir kadın, yanında arkadaşları vardı. Destekle ayakta duruyor, sevdiğine son kez veda etmek için bekliyordu.

Tabut alanın en ortasına koyulurken Fırat'ın resmi tabutun ön tarafına yerleştirildi. Buse koşar adımlarla tabuta yaklaşırken gözyaşları yanaklarını ıslatmaya devam ediyordu. Hissettiği şeyleri anlatacak kelimeleri yoktu, her şey rüya gibi geliyordu. Yaşadığı her şey rüya gibi geliyordu. Sanki Fırat çıkıp gelecekti onun için. Kabullenemiyordu, inanamıyordu.

Elini tabutun üzerine koyarak sanki Fırat'ın yüzünü okşarmış gibi okşadı, artık tek yapabileceği buydu. "Ben senin kollarına atlamayı beklerken şimdi tabutuna mı sarılacağım." Hıçkırıklarının arasından konuşmaya çalışırken başını tabutun üzerine yasladı Buse. "Sen benim ağlamamı hiç istemezsin, çık gel sevgilim. Bırakma beni."

Omuzları sarsıla sarsıla ağlarken konuşmaya çalıştı. "Gelinliğimi seçmiştim sana sürpriz yapacaktım, sen bana sürpriz yaptın. Seni damatlıkla göreceğim sanırken al bayrağa sarılı tabutunu mu görecektim?" Kollarını tabuttan çekerken tabutun hemen önündeki fotoğrafa baktı. Artık onu fotoğraflarda görecekti yalnızca, bir de rüyasına girerse orada.

Buse'nin sözleri herkesin ciğerini yakmıştı. Onun yanında olup kollarına giren Nazlı, Hazan ve Semra'nın içlerini parçalamıştı. Bir gün onlarında aynı şeyleri yaşayabilecekleri ihtimali gözyaşlarına boğulmalarına yetiyordu.

Törenden sonra Fırat askeri uçakla memleketine götürülürken herkes onunla birlikte Ankara'ya ulaşmıştı. Buse'nin anne ve babası aldıkları haberle birlikte yıkılırken kızlarına destek olmak için Ankara'ya gelmişlerdi. Osman bey aldığı şehit haberiyle Ankara'ya nasıl geldiğini bilememişti, Funda hanım ise aldığı haberle yıkılmıştı. Fırat kendini kimsesiz görse de onun gidişiyle birlikte birçok kişi perişan olmuştu.

Caner ve Kadir yaralı olsalar bile cenazeye katılmışlar, kardeşlerine karşı olan son görevlerini yerine getirmişlerdi. Hiçbiri dışarıdan ağlamamıştı ama içleri kan ağlıyordu. Yıllarca omuz omuza çarpıştıkları arkadaşlarına veda etmek hepsi için zordu ama gurur da duyuyorlardı. Uğruna savaştıkları vatan için şehit olmak onlar için gurur vericiydi.

Defin işlemi tamamlandığında herkes giderken Fırat'ın yanında kalan kişi Buse olmuştu. Buse hala vedalaşamamıştı onunla. Buse'nin anne ve babası uzaktan onu izlerken Buse mezarın yanına oturdu. Eliyle toprağı severken gözyaşlarını akıtmaya devam etti.

Alparslan'ın verdiği zarfı cebinden çıkartarak zorla katlanmış sayfaları açtı. Fırat'ın yazısını görünce gülümsedi. Fırat'tan ona kalan şeylerden biriydi bu mektup. Gözü gibi bakacaktı artık buna Buse.

Yıllarca yolunu gözlediğim güzel sevgilim,

Sen bu mektubu aldıysan eğer ben artık yanında değilim demektir. Biliyorum çok canın yanacak haberi aldığında, çok üzüleceksin. Seni en iyi ben anlarım, babam şehit olduğunda yaşadığım acının tarifi yoktu, annemin günden güne eriyişinin şahidi olarak seni en iyi ben anlarım. Arkamdan gözyaşı dökme diyeceğim ama biliyorum bunu engellemek çok zor. Ağla sevgilim ama benimle gurur duy. Bir şehit çocuğu olarak en büyük hayallerimden birini gerçekleştiğimi bilerek benimle gurur duy.

Ben ne şanslı bir adamım ki tüm dileklerim gerçekleşti. Seni diledim, biraz zorlu olsa da sana kavuştum. Şehit olmayı diledim ve o kutlu mertebeye ulaştım.

Seni ardımda bıraktığım için bana kızma, demek ki bizim kaderimizde kavuşamamak varmış. Ben seni beklerken de bunu kabullenmiştim. Bana geldiğinde bizim için mutlu sonun olmayacağını biliyordum, belki de içime doğdu bilmiyorum ama her anımı seninle dolu dolu geçirdim.

Sana çok teşekkür ederim, bana bir şans verdin. Kalbinde bir yerim oldu. Benimle evlenmeyi kabul ettin, bana bir yuvanın hayalini kurdurdun. Sen bana bu kadar güzel hayaller kurdururken ben senin kalbinde hiç kapanmayacak yara açtım, özür dilerim. Ben seni hep çok sevdim Buse'm. Ölene kadar da çok sevmeye devam ettim. Biliyorum sende beni çok sevdin, korkuların vardı ama buna rağmen beni çok sevdin. Korkularını gerçekleştirdiğim için senden bir kez daha özür dilerim.

Eğer bir gün tekrar sevgiyi bulursan, sana değer veren, seni kırmayacak, ağlatmayacak, sana gözü gibi bakan birini bulursan beni düşünme ben ancak senin mutluluğunla mutlu olurum. Asıl kalbini aşka kapatırsan beni üzmüş olursun.

Aramızda hiç aşamayacağımız mesafeler oluştu biliyorum. Ama emin ol ben burada iyi olacağım, sende iyi ol. Hayata küsme sevgilim, ben kalbinin köşesinde seninle birlikte olmaya devam edeceğim. Seni çok seviyorum, bana bu hayatta yaşattığın tüm mutluluklar için minnettarım. Kendine dikkat et birtanem. Belki şimdi değil ama bir gün fotoğraflarımıza bakarken doyasıya gülümse. Anılarımızı mutlulukla hatırla. Çünkü benim sana bırakabildiğim tek şey onlar.

 

 

 

Seni daima çok seven sevgilin, Fırat

Buse gözyaşlarını umursamadan mektubu kalbine doğru bastırdı. Çok pişmandı, yıllarca Fırat'ın ona karşı olan duyguları sezmişti ama reddetmişti. Bir askerle yapamam demişti, babasının önyargılarıyla büyümüşken Fırat'a evet diyememişti. Şimdi o kadar canı yanı yanıyordu ki, birlikte geçirecekleri güzel zamanları çalmıştı ondan.

Kendine çok kızgındı, bu kadar korkak olmasına kızgındı. Salaklığına kızgındı. Pişmanlıktan kavruluyordu. Hiçbir şeyi geri alamazdı, yalnızca Fırat'ın toprağına sarılarak ağlamak geliyordu elinden.

Toprağa sarılarak gözyaşlarını akıtmaya devam etti. "Ben özür dilerim senden, korkak gibi davrandım. Sana olan hislerimi kabul edemedim. Mutlu olacağımız zamanları çaldım bizden." Hıçkıra hıçkıra ağlarken pişmanlığını geçirmeye çalışıyordu ama başarılı olamıyordu. Olamayacaktı da, bu pişmanlık ömür boyu onun içini parçalamaya devam edecekti.

"Kızım, kalk artık annem." Sevda hanım ağlayarak kızını kaldırmaya çalışırken Buse onu duymuyordu bile. Son konuşmaları aklında dönüp duruyordu, Fırat hissetmişti. Vedalaşmıştı onunla ama Buse bu ihtimali aklına bile getirmemişti. Doya doya yüzüne bakamamıştı.

"Düğünümüz olacaktı bizim, birkaç ev beğenmiştim. Sana gösterecektim. Sonra eşyalarımızı alacaktık. Şimdi yarım kaldı her şey. Bir daha hiçbir şey tam olmayacak. Fırat, çıkıp gel şuradan ne olur." Buse yalvarırcasına konuşup ağlarken Sevda hanım kızına sarılarak onunla birlikte ağlamaya devam etti.

"Harap ettin kendini kızım, kalk artık şuradan." Buse babasının sesini duyduğunda başını usulca yasladığı topraktan kaldırdı. Babasıyla bakışları buluştuğunda hırsla oturduğu yerden doğruldu ve babasının üzerine doğru ilerledi. "Senin yüzünden, senin yüzünden!"

Kazım bey ne olduğunu şaşırırken Buse bağırmaya devam etti. "Senin yüzünden, senin beni büyütürken aklıma soktuğun şeyler yüzünden ben onu tanımadan reddettim. Senin yüzünden ben ona geç kaldım!" Kazım bey kızının dedikleriyle içinin acıdığını hissetti. O da böyle olacağını tahmin edemezdi.

"Kızım." diyerek Buse'nin kollarından tutmak isterken Buse onu itti. "Ben onunla geçireceğim mutlu anları elimin tersiyle ittim! Ona acı çektirdim! Hepsi senin yüzünden." içindeki tüm kini dökse de içi ferahlamıyordu Buse'nin. Acıdan kavrulmaya devam ediyordu yüreği.

"Oldu mu şimdi istediğin! Mutlu olamayacaksınız deyip durdun, bak neredeyiz şimdi? Bak etrafına bak! Şuraya bak!" Buse eliyle Fırat'ın mezarını gösterirken Kazım bey gözlerinin dolmasını engelleyemeyerek konuştu. "Böyle olacağını bilemedim, kızım."

Buse başını iki yana salladı gülerek. "Bende bilemedim, onunla geçireceğim sürenin bu kadar kısa olacağını bilemedim. Yıllarca beni bekledi yılmadan. Ben ne yaptım, onu çok kırdım. Ama bana hiç bunu göstermedi. Sen ne yaptın, sözlerinle onu çok yaraladın. Çok ağır laflar ettin, o saygısını hiç bozmadı." Buse gözünde canlanan anılarla çıldıracak gibi hissediyordu.

"Özür dilerim kızım." Kazım beyin dediği şeyle birlikte Buse babasına baktı boş bakışlarla. "Senin özür dilemen onu geri getirmeyecek, o yüzden dileme." dedikten sonra tekrardan Fırat'ın mezarına doğru ilerledi.

Dizlerinin üzerine çökerek mezara doğru baktı. "Seni asla yalnız bırakmayacağım, sürekli geleceğim yanına. Bu kalp bu bedende atmayı bırakmadığı sürece asla seni unutmayacak sevgilim. Asla seni sevmekten vazgeçmeyeceğim." diyerek son kez eliyle toprağı okşadı. Bir süre toprağa bakarak gözyaşlarını akıtmaya devam etti.

Ardından annesinin de desteğiyle diz çöktüğü yerden doğruldu. Mezarlığın çıkışına doğru ilerlerken birkaç kere dönüp arkasına baktı. Fırat'ın bir yerlerden çıkmasını bekledi ama bu imkansızdı. Birçok şehitte olduğu gibi onlarında sevdası mahşere kalmıştı. Vatan sağ olsun diye yine birileri yarım kalmıştı...

 

 

 

◔◔◔

Hazan Candemir Türkoğlu'nun anlatımından,

Kapının ucundan içeriye doğru baktığımda Buse'nin annesi Sevda hanımla göz göze geldim. Buse yatakta uzanmış duvara doğru bakarken bir yandan da Fırat'ın ona bıraktığı mektuba sarılmıştı. Burnunu çekmesinden ağlamaya devam ettiğini anlayarak içeri girmedim. Böyle anlarda yalnız kalması mı iyiydi insanın, yoksa biriyle birlikte mi olması iyiydi bilemiyordum.

Burnumu elimdeki peçeteye silerken merdivenlerden inmeye başladım. Ankara'dan döndükten sonra herkes bizim evimizde toplanmıştı. Fırat, Alparslan'ın hem askeriydi hem de kardeşiydi. O yüzden bizim evde Kuran okutulmasını uygun bulmuştuk.

Salonun önünden geçerek ilerlerken evin içinde yankılanan kuran sesiyle gözyaşlarım istemsizce akmaya devam ederken mutfağa girdim. Funda annemi ocağın başında helva kavururken gördüm. Bir yandan tencereyi karıştırıyor bir yandan da peçeteyle akan gözyaşlarını silmeye devam ediyordu.

Mutfaktan içeri girdiğimde Semra abla bana doğru döndü. "Hazancım, bir şey mi istedin canım?" Başımı iki yana sallarken kısık bir sesle konuştum. "Hayır, içeride duramadım daha fazla." dediğimde Semra abla burukça bana baktı. Hepimizin içi yanıyordu, ağlamaktan helak olmuştuk. Gerçekten bu acı anlatılmazdı.

"Yavrum biraz uzanıp dinlen sen. Bak kaç saattir ayaktasın, Ankara'ya gidip geldin bir de. Bu kadar yorgunluk iyi gelmez sana." dedi Funda annem bana bakarak. "İyiyim, biraz bahçeye çıkıp hava alayım." dediğimde Funda annem başını salladı. "Nasıl istersen."

Mutfaktan bahçeye doğru çıktığımda derin bir nefes aldım. Rüzgar ıslak yanaklarımı okşarken elimi karnıma doğru bastırdım. Bebeğim için kendimi üzmemem gerekiyordu ama bunu yapamıyordum. Fırat daha evlenecekti, belki bizim gibi çocukları olacaktı, daha gencecikti. Evet o kutlu mertebeye ulaşmıştı, şehit olmuştu ardında bıraktıkları onun için gururlanmalıydı ama olmuyordu. İnsanın içi yanıyordu.

Fırat benim olmayan kardeşim gibi olmuştu. Birbirimizi çok iyi anlıyorduk. Oturup dertleşmiştik. Alparslan yanımda yokken o benim yanımda olmuştu ama artık yoktu. Bizim için çok değerli birinin şehit olması ölümün ne kadar yakın olduğunu hatırlatıyordu bana.

Buse'nin o halini gördükçe içimdeki ağlama isteği daha da artıyordu. Çok zordu, bu acıya nasıl katlanılır, nasıl baş edilir bilmiyordum ve tek duam bu duyguyu hiçbir zaman yaşamamaktı. Her zaman risk vardı, her zaman korkuyla kocamı göreve gönderiyordum ama şimdi farklıydı. Çok yakınımızı kaybetmiştik ve bu beni çok sarsmıştı.

Omuzlarıma bırakılan şalla birlikte bakışlarımı şalı getiren kişiye, kocama doğru çevirdim. Bitmişti. Bir günde çökmüştü. Güçlü durmaya çalışıyordu ama içinin yandığını ben biliyordum. Kardeşini kaybetmişti, bu dayanması çok zor bir acıydı. Dün eve geldiğinde gördüğüm halini unutamıyordum, onu daha önce böyle yıkılmış görmemiştim.

"Salonun önünden geçerken gördüm seni, iyisin değil mi?" Bakışları tüm yüzümde dolaşırken büyükçe yutkundum. "İyiyim, biraz hava almak istedim sadece." Alparslan aldığı cevapla birlikte başını salladı. "İyi ol, aklım sende kalıyor." diyerek bakışlarını benden çekip bahçeye doğru baktı.

O bakışlarını gözlerimden başka bir yere çevirirken ben ona bakmaya devam ettim. Yan profilinden onu izlerken gözyaşlarımın yanaklarıma akmasına izin verdim. Dişlerini sıkıyordu ağlamamak, ayakta güçlüce durmak için. Fırat onun kardeşiydi, dostuydu, can yoldaşıydı ama aynı zamanda askeriydi de. Gurur duyuyordu onunla bunu görebiliyordum ama gözlerinde gururun yanında yıkılmışlık ve büyük bir acı vardı.

Kendimi Buse'nin yerine koyduğum her an canımdan can gidiyordu. Böyle bir durumda sabırlı olmak, ağlamamak çok zordu. Dayanmak çok zordu. Hele ki böyle bir şeyi yaşama ihtimalimin yüksek olması canımdan can gitmesine neden oluyordu.

Bakışlarını bana çevirdiğinde mırıldandı. "Hadi içeri girelim, hasta olma." elini sırtıma koyarak beni kapıya doğru yönlendirirken kasıklarımda hissettiğim kasılma ile duraksayarak elimi karnıma doğru yasladım.

"Noldu?"Alparslan'ın telaşlı sesi kulaklarıma dolarken sancının geçmesi ile birlikte cevap verdim. "Küçük bir sancı girdi ama iyiyim." Alparslan endişeyle elini karnıma yaslarken konuştu. "Hastaneye gidelim."

"Hayır, gerek yok. Gelip geçici bir şeydi. İyiyim." dediğimde Alparslan dikkatle yüzüme baktı. "Normal değil böyle bir şey, ya bebeğimize bir şey olursa?" Korkuyla söylediği şeyle birlikte başımı iki yana salladım. "Biz iyiyiz, ufacık bir şeydi. Tekrar olursa gideriz. Tamam mı?"

Alparslan sıkıntılı bir nefes verdi. "Hazan." diye itiraz edeceği sırada sözünü kestim. "Gerçekten şuan iyiyim, tekrarlarsa söz veriyorum gideceğiz." dediğimde Alparslan ikna olmak zorunda kaldı.

"Tamam, ayakta kalmıyorsun daha fazla, odaya çıkıp dinleniyorsun o zaman." dedikten sonra ekledi. "Tekrar sancı hissedersen bana söyle hemen, hastaneye gideceğiz. Size de bir şey olursa dayanamam ben artık, gücüm kalmadı." Söylediği şeyle birlikte dudaklarımı birbirine bastırdım gözyaşlarımı akıtmamak için.

Başımı sallayarak onayladım. "Tamam, çıkıyorum odaya." dedim zorla konuşarak. Alparslan elini belime sararak beni mutfaktan içeri soktuktan sonra birlikte odaya doğru çıkmaya başladık. "Ben kendim çıkardım." dediğimde Alparslan başını iki yana salladı. "Gözlerimle göreceğim uzandığını."

İtiraz etmeden onu onayladım. Odaya girdiğimizde yatağa doğru oturdum ve yavaşça uzandım. Alparslan üzerime doğru eğilerek saçlarımı öptükten sonra mırıldandı. "Kalmıyorsun buradan, biz misafirlerle ilgileniriz."

"Tamam." dediğimde Alparslan odadan çıktı. Bakışlarımı tavana çevirerek düşünmeye devam ettim. Biz bunu nasıl atlatacaktık, Buse nasıl atlatacaktı hiç bilmiyordum. Elimi karnıma doğru götürerek okşadım. Bugün daha az hareket etmişti. O da anlamıştı bir şeyler olduğunu.

Yaklaşık on dakika sonra kapının tıklanıp açılmasıyla birlikte Nazlı'yı gördüm. Elindeki helva tabağıyla birlikte içeri girerken yüzüne doğru baktım. Onun durumu da benden farksız değildi, hepimizin gözleri ağlamaktan şişmişti.

Helva tabağını bana doğru uzatırken sesini duydum. "Kokmuştur şimdi, canın çeker." dediğinde minnettarca ona doğru baktım. Güzel kokmuştu ama bunun Fırat'ın helvası olduğunu bilmek yeme isteğimi alıp götürüyordu.

Nazlı odadaki tekli berjere ilerleyerek oturduğunda peçeteyle burnunu sildi. "Buse'ye baktım buraya gelmeden, nasıl toparlanacak bilmiyorum." Nazlı'nın gözyaşları yanağına akarken dayanamayarak bende ağlamaya başladım. "Yanında olacağız ama bunu kabullenmesi çok zor olacak."

"Fırat ya, tanıdığımız bildiğimiz Fırat. İnanamıyorum ki hala." dediğinde başımı salladım. Bende inanamıyordum. Daha biz inanamazken Buse'nin kabullenmesini beklemek saçmalıktı.

Nazlı gözlerini silerken bana doğru baktı. "Kendini üzme diyeceğim ama nasıl olacak bilmiyorum. Bu işin ucunda bizde varız." dediğinde iç çektim. Nazlı ise elimdeki tabağı işaret etti. "Hadi ye tatlını, Alparslan abi seni bana emanet etti. Ağladığını görürse kızar vallahi." dediğinde bir kaşık helvadan aldım.

Saatler ilerlediğinde herkes yavaştan gitmeye başlamıştı. Alparslan'ın arkadaşlarını da uğurlarken abimin bana doğru geldiğini fark ettim. "Gidiyor musun?" dediğimde abim başını salladı. "Gidiyorum, sende dinlen. Çok yoruldun." dediğinde başımı salladım.

Kollarımı sıkı sıkı abime dolayarak derin bir nefes aldım. Şuan Buse'nin yerinde ben olsam ne yapardım bilmiyordum. Hem abim hem Alparslan'ı uğurluyordum her defasında. Yavaş yavaş bu duruma alışmışken şimdi onları göndermek benim için çok zor olacaktı.

Kollarından ayrılarak konuştum. "Görüşürüz." dediğimde abim cevap verdi. "Dikkat et kendine."

Abimin uzaklaşmasını izledim. Arabasına bindiğinde kapıyı kapatarak arkama döndüm. Odamıza çıkmak için ilerlerken mutfağa doğru baktığımda Alparslan'ın mutfaktaki sandalyelerden birine oturmuş elindeki su bardağına bakarak dalmış olduğunu fark ettim. Onu yalnız mı bıraksam yoksa yanına gitsem mi kestiremiyordum.

Zihninde neler dolaşıyordu kim bilir. Tek başına uğraşsın istemiyordum, yanında olmak istiyordum. Kapıya yaslanmış ona doğru bir süre baktım. Normalde onu izlediğimi anında fark ederdi ama şimdi epey dalgındı. Belki de fark etmişti ama konuşmak istemiyordu.

Kapıda beklemeyi bırakarak mutfağa girdiğimde Alparslan'ın bakışları bana doğru döndü. Elindeki su bardağını masaya bırakırken mırıldandı. "Annemler odalarına geçtiler." dediğinde başımı salladım. Oturduğu yerden kalkarak tekrar konuştu. "Bizde geçelim odamıza, saat epey geç oldu. Dinlenmen gerekiyor."

Onaylayarak mutfaktan çıktım ve merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Bu durumda bile beni düşünmesi çok güzeldi ama kendinin farkında değildi. Operasyondayken zaten yeteri kadar yorulmuştu, dün bütün gece uyumamıştı ve bugün tüm gün koşturmuştu. Dayanıklıydı biliyordum ama endişeleniyordum. Biraz uyuması gerekiyordu.

Odaya çıktığımızda gardırobuma yönelerek pijamalarımı çıkardım. Üzerimdeki siyah kazağı çıkartarak pijamalarımı giyerken Alparslan'ın eline aldığı tişört ve eşofmanla banyoya ilerlediğini görerek kaşlarımı çattım. Normalde hiçbir zaman böyle bir şey yapmazdı.

Düşünceli bir şekilde işimi bitirip yatağa oturduğumda kapının açıldığı gördüm. Bakışlarım Alparslan'ın üzerinde dolaşırken bakışlarını benden kaçırdı. Bu hareketi bir şeyler olduğunu bariz açıklıyordu. Muhtemelen vücudunda görmemi istemediği bir yara vardı. Endişelenmemi istemiyordu ama o böyle yapınca ben daha çok endişeleniyordum.

"Tişörtünü çıkartır mısın?" dediğimde bakışları aniden bana doğru döndü. "Neden?"

"Bakmak istiyorum." dedim büyükçe yutkunarak. Dün o halde geldiğinde ve Fırat'ın haberini verdiğinde aklımdan çıkmıştı. Ama şimdi merak ediyordum. "Bakacağın bir şey yok." dediğinde kaşlarımı çattım. "Alparslan, yaranı görmek istiyorum."

Benim vazgeçmeyeceğimi anlayarak iç çekti. Tişörtünün ucunu kaldırdığında gördüğüm sargı bezi ile birlikte oturduğum yerden ayağa kalktım ve yanına doğru ilerledim. Bakacağın bir şey yok diyordu bir de.

Sargı bezini hafifçe kaldırıp yaraya baktığımda Alparslan'ın sesini duydum. "Ufak bir bıçak yarası, önemli değil." dediğinde bakışlarımı endişeyle ona doğru çevirdim. "Hastaneye gittin mi?" Eminim ki gitmemişti, daha doğrusu vakit bulamamıştı. "Revire yeni gelen doktor, Büşra Hanım baktı."

En azından bir doktor görmüştü. İçim rahatlayarak derin bir nefes verdim. Küçük birkesikti ama dikiş atılmıştı. İyileşmesi için dikkat etmesi gerekiyordu. Eliyle yüzümü avuçlayarak gözlerime baktı. "Endişelenmeni istemedim, kızma bana." dediğinde başımı salladım. "Kızmadım ama sende benden saklama bir daha. Endişelenecek olsam da bana söyle."

Alparslan başını sallayarak beni onaylayarak konuştu. "Hadi gel, yatalım artık." dediğinde onayladım. Yatağa girdiğimizde sırtımı yatak başlığına yaslayarak oturdum. Alparslan'da benim gibi otururken ikimizde sessizdik.

Bakışlarımı Alparslan'a doğru çevirdiğimde yatağa doğru baktığını gördüm. "Alparslan, konuş benimle ne olur. İçine atma." dediğimde bakışları bana doğru döndü. Ağlasın, içindekileri atsın istiyordum. Biliyordum çünkü bir şeyler kurcalıyordu aklını.

"Ben ne hissedeceğimi bilemiyorum. Fırat benim kardeşimdi, ben yıllarımı onunla geçirdim. Daha dün onunla sohbet ederken şimdi onu toprağa koymak çok zor." dediğinde gözlerimi kapattım acıyla. Alparslan ise devam etti sözlerine. "Canım çok yanıyor Hazan, son anları gözümün önünden gitmiyor."

Akan gözyaşlarımı temizleyerek ona doğru baktım. Nasıl teselli versem, ne desem bilmiyordum. Hangi teselli onun içini soğuturdu ki? Hiçbiri soğutmazdı.

"Babası gibi şehit olmayı istiyordu, oldu da. Hayallerine kavuştu. Bunu bilmek içimi rahatlatıyor ama ona bunu yapanlara ne yaparsak yapalım içim soğumayacak. Bunu yanlarına bırakmayacağız." dediğinde başımı salladım. Elbette bırakmazlardı, bundan hiç şüphem yoktu.

Yataktaki elini tutarak ona yanında olduğumu hissettirmeye çalıştım. Alparslan elimi sıkıca tutarak bana doğru baktı. "Kardeşimin şehit olması düşüncelerimin, korkularımın artmasına neden oldu. Biz seninle daha en başında konuştuk, bir gün benim haberimi de böyle alabilirsin demiştim, sende gurur duyarım demiştin. Hala öyle mi düşünüyorsun?"

Sorduğu soruyla birlikte derin bir iç çektim. ihtimali bile canımı çok yakıyordu, ciğerimi parçalıyordu. Gözyaşlarım yanaklarıma akarken cevap verdim. "Öyle düşünüyorum, evet yıkılırım, bir süre toparlanamam, perişan olurum ama gurur da duyarım." dediğimde Alparslan bakışlarını benden çekti.

"Ama ben korkuyorum. Arkamda seni ve bebeğimizi bırakmaktan çok korkuyorum. Hamile olduğunu öğrendiğimde ilk düşündüğüm şey bu olmuştu, şimdi en yakınımızı kaybettiğimizde bu korkum daha da yüzeye çıktı." dediğinde yatakta ona doğru döndüm. Bundan korktuğunu biliyordum. Ona haberi verdiğimde gözlerinden geçen bu düşünceyi görmüştüm.

Elimle yüzünü avuçlayarak bana bakmasını sağladım. "İhtimal her zaman olacak canımın içi, biz her zaman bu ihtimalle yaşayacağız. Evet korkmakta çok haklısın, bende çok korkuyorum ama bu ihtimalin bizim mutluluğumuz önüne geçmesine izin vermeyeceğiz." dedikten sonra boğazımdaki yumruyu geçirmek için büyükçe yutkundum. "Olur da bir gün senin şahadet haberini alırsak ona senin nasıl bir kahraman olduğunu anlatırım, benim gibi o da seninle gurur duyar. Sen bedenen yanımızda olmasan da her daim kalbimizde olursun."

Dolu gözlerle bana bakarken kollarımı boynuna doladım. O kadar özlemiştim ki ona sarılmayı. Kollarını belime sıkıca sararken sesini duydum. "İyi ki yanımdasınız." Boynunu öperken mırıldandım. "Sende iyi ki bizim yanımızdasın."

Kollarımı boynundan çekerken karnımda hissettiğim hareketlenmeyle burukça gülümsedim. Alparslan'ın elini tutarak karnıma doğru götürerek konuştum. "Bak o da sana iyi ki yanımdasın diyor." Alparslan kaşlarını çatmış karnıma doğru bakarken hissettiğimiz hareketlerle birlikte şaşkınca bana doğru baktı. " Hazan, tekme mi atıyor bu çocuk?"

Verdiği tepkiyle gülüşüm büyürken başımı salladım. "Babasına hoş geldin diyor." dediğimde Alparslan iki elini de karnıma yaslayarak başını karnıma doğru eğdi. "Hoş buldum babacım. Bende sizi çok özledim."

Dudaklarını karnıma bastırırken mırıldandı. "Çok büyümüş, baksana ne kadar hareketli." Heyecanlı bir şekilde konuşurken onayladım. "Büyüdü babası, baksana senin sesini duyunca nasıl hareketlendi." diyerek elimi elini yanına koyarak gülümsemeye devam ettim.

"Cinsiyeti? Cinsiyeti belli oldu değil mi?" merakla bana bakarken başımı salladım. "Seni bekledim öğrenmek için, birlikte öğrenelim istedim." dediğimde Alparslan başını omzuna doğru eğerek bana baktı ve burukça gülümsedi. "Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim."

Bana bakarken parıldayan gözleri, heyecanlı bakışları görülmeye değerdi. Onun bu halini görünce ne kadar doğru bir karar verdiğimi bir kez daha anlamıştım. Hayat çok garipti, birilerini toprağa verirken yenileri yoldaydı. Fırat her zaman kalbimizde olacaktı, onu asla unutmayacaktık. Belki bizim çocuğumuzda belki de başka birinin çocuğunda ismi yaşatılmaya devam edilecekti.

Vatan sağ olsun diye, insanlar yataklarında rahat uyusun diye biri daha hayatından vazgeçmişti. Hüseyin Nihal Atsız'ın da dediği gibi '...İnsan büyür beşikte, mezarda yatmak için. Ve.. Kahramanlar can verir Yurdu yaşatmak için...'

 

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bu bölüm yazmakta en zorlandığım bölümdü, nasıldı?

‣‣‣ Bana kızacaksınız Fırat'ı şehit ettiğim için biliyorum ama kitabı yazmaya başladığım ilk andan beri aklımda bu vardı. Buseyle hiçbir zaman kavuşamayacaklarını bilerek yazdım hep. Zaten sahnelerde de ufacık spoiler vermiştim.

‣‣‣ Bu bölümü Buse'nin ağzından okumak isterdiniz büyük ihtimalle ama ben yazamazdım. Onun yaşayacağı acıyı tarif edemezdim çünkü. Yine de umarım beğenmişsinizdir.

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%