@mutlusonsuz222
|
🖇️Herkese selamlar, umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur💖 🖇️Satırlar arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın..<3 🖇️Keyifli okumalar❤️ 13.Bölüm Yazarın anlatımından, Genç adam gözlerini etrafta gezdirirken herhangi bir sese karşı dikkat kesilmişti. Dün geceden beri durmaksızın kuru topraklar üzerinde ilerleyerek teröristleri etkisiz hala getirmekle uğraşıyorlardı. Timinin yorulduğunun farkındaydı ancak ne kadar ara vermeden işlerini hallederlerse sevdiklerine o kadar erken kavuşurlardı. Bunun bilincindeydi Alparslan. Yine durup dinlenmek onların da hakkıydı. O yüzden arkadaşlarına haber vermek için konuştu. "Burada bir süre istirahat edelim. İlk nöbeti ben devralıyorum." dedikten sonra sırtındaki yaklaşık 35 kilogram kadar olan çantayı çıkartarak yere bıraktı. Su matarasını çıkartarak birkaç yudum su içti. "Sonu gelmiyor kancık şerefsizlerin." dedi Caner bıkkın bir sesle. Timin içinde en genç olan oydu. Doğal olarak operasyona çıkma sayısı diğerlerinden azdı ve biraz daha sabırsızdı. "Gelecek aslanım gelecek, biz bunun için buradayız." dedi Murat yatıştırıcı bir sesle. Aralarında en büyük oydu. Alparslan arkadaşlarını dinlerken sırtını büyük olan kaya parçasına yasladı ve derin bir soluk aldı. Göreve çıktığından beri aklını kurcalayan biri vardı. Onu taburda yalnız bırakıp göreve çıkmak zorunda kalmıştı. Hazan'ın iyi olup olmadığını merak ediyordu. Genç kadının yaşadığı şey kolay değildi. Acaba atlatabilmiş midir diye düşündü Alparslan. Çünkü bu öyle herkesin kaldıracağı kadar kolay bir olay değildi. Yine de karşısındaki kadının güçlü olduğunun bilincindeydi Alparslan. Tanıştıkları ilk gün büyük ayıp etmişti önyargılı davranarak ama şimdi Hazan'ı tanıdıkça onun bu güçlü hallerini görünce pişmanlıkla kavruluyordu söylediği sözlerden dolayı. Telefonunu çıkartarak arama kayıtlarına girdi. Ablası, annesi, babası ve Hazan'ın numarası vardı en son konuştuğu kişilerde. 'Doktor Hanım' yazan numaraya bir süre baktı. Saat geç değildi. Ama yine de izinli olduğundan belki bu saatte uyumuştur diye düşündü Alparslan. Arasa açardı belki Hazan. Nasıl olduğunu sorardı, içi rahat ederdi. Ama yapmadı. Ne diyecekti ki seni çok merak ediyorum mu? Kadın neden böyle düşündüğünü sormaz mıydı? Daha Alparslan bile kendine verecek cevap bulamıyordu ki kadının sorusuna cevap versin. Bir süredir aklını kurcalıyordu Alparslan'ın. Sürekli onu düşünürken buluyordu kendisini. Aralarında iki yabancının diyaloglarından başka hiçbir şey yoktu. Ama Alparslan düşünmeden edemiyordu. Bir çift kahve gözün ardında nelerin olduğunu merak ediyordu. Hazan neşeli görünse bile derinlerinde canını yakan bir şeylerin olduğunu anlamıştı Alparslan. Birkaç kez kızın burukça bakan gözlerine ve tebessümüne şahit olmuştu. Onun böyle olmasına sebep olanın kim olduğunu merak ediyordu. Merak ediyordu etmesine ama soramıyordu. Soramazdı. Daha aralarında yeni yeni samimiyet oluşurken birden böyle konulara giremezdi. Kız kendi anlatmak isterse anlatırdı ona göre. Bir de kokusu vardı kızın. Dünden beri Alparslan'ın burnundan gitmeyen kokusu. Kısa bir süre sarıldıkları an Hazan'ın saçlarından gelen koku içinin huzurla dolmasına neden olmuştu. Burnunu kızın saçlarına yerleştirerek derince nefes almamak için zor tutmuştu kendini. Yalnızca saçlarını okşamakla yetinmişti o an için. Aynı kokuyu birlikte saldırıya uğradıkları günde almıştı. Kız yüksek sesle konuştuğunda onu susturmak için elini ağzına kapadığında aralarındaki mesafe azalmış kıza bir nefes kadar yakın olmuştu Alparslan. İşte o zamandan beri aklı karışmaya başlamıştı Alparslan'ın. "Arasana." diye yanı başından gelen sesle düşüncelerinden sıyrıldı Alparslan. Fırat yanına gelmiş Alparslan'ın telefonuna bakıyordu. Alparslan telefonunun ekranını kapatarak Fırat'a doğru döndü. "Sen dinlensene niye geldin yanıma." "Oturduğumuzdan beri kara kara düşünüyorsun. Merak ettim üsteğmeni kim bu hale getirmiş diye. Tam tahmin ettiğim gibi." dediğinde kaşlarını çattı Alparslan. Bu kadar mı belli ediyordu? O her şeyi kendi içinde yaşar, dışarıya belli etmezdi. Bir anda nasıl düşürmüştü gardını? Fırat devam etti sözlerine. "Hiç öyle bakma bana. Bunca yıllık dostunum ben anlamayacağım da kim anlayacak." dediğinde derin bir nefes verdi Alparslan. Daha kendi içindekilere anlam veremezken başkalarıyla konuşmak istemiyordu. "Anlayacağın bir şey yok ortada." dedi mırıldanarak. "Sen öyle san." Dedi Fırat alttan alttan gülerek. Onların sohbetini bölen Murat abilerinin sesi oldu. "İyiyiz Semra, sim nasılsınız?" Alparslan kulak kesildi konuşmalara. Ablasını, yeğenini merak ediyordu. Murat devam etti sözlerine. "Ya demek Hazan'a gittiniz. Selam söyle." Murat abisi telefonu kapattığında merakla ona bakmayı sürdürdü. Murat ise konuştu. "Nazlı ile birlikte Hazan'a yemeğe gitmişler." dediğinde Alparslan derin bir nefes verdi. Demek ki Hazan iyiydi misafir ağırlayacak kadar. İçi rahatlamıştı Alparslan'ın. "Çok iyi olmuş, Nazlı en azından beni düşünüp durmayacak." dedi Emre rahatlamış bir halde. Ardından ekledi. "Hazan'ın gelmesi iyi oldu en azından Nazlı ile arkadaş oldular." "Aynen öyle benim oğlanın da ağzından düşmüyor." dedi Murat Emre'ye katıldığını belirtircesine. Alparslan tebessümle dinledi bu sohbeti. Murat abisi haklıydı. Efe'nin yanına ne zaman gitse Hazan abla lafını duyuyordu. Sanki evren ona bir mesaj gönderiyordu. Hiçbir zaman böyle bir şeyle karşılaşmamıştı Alparslan. Bu defa karşına çıkan bu kadının farklı olduğunu biliyordu. Ama ne yapacağını bilmiyordu. İlk defa yaşadığı bu duygulara nasıl anlam yüklemesi gerektiğini bilmiyordu.
◔◔◔ Hazan Eraslan'ın anlatımından, Gördüğüm saçma kâbusun ardından nefes nefese gözlerimi araladım. Yattığım yerden doğrulmadan nefesimin düzelmesini bekledim tavanı izleyerek. Rehin alındığımdan bu yana her gün olmasa da aynı sahneleri yaşıyordum kâbus olarak. İlk gün etkisini göstermemişti ancak şimdi gösteriyordu. Daha çok küçükken kâbus gördüğümde babamın yanıma geldiğini anımsıyordum. Yanıma gelerek beni sakinleştirir, birkaç yudum su içirerek yatağıma yatırır ve ben uyuyana kadar başımdan ayrılmazdı. Her ne kadar işiyle çok meşgul olsa da en azından bazı zamanlar bana vakit ayırırdı. Akşam yemeklerinde ne annem ne de babam benimle olurdu. İkisi de eve geç gelirdi. Üçümüzün birlikte yemek yediği anlar hep sınırlı olmuştur. Basına mutlu olduğumuzu kanıtlamak için çıktığımız göstermelik yemekler... Babam işten geldikten sonra kısa sürede olsa benimle ilgilenir, gün boyunca evde neler yaptığımı dinlerdi. Aslında ilgili bir babaydı ama ne olduysa annemle boşandıkları gün beni de bir kenara atmıştı. O zamanlar çok küçüktüm. Babamın gidişinden sonra çok üzülmüştüm. Günlerce onu aramıştım telefondan ama açan olmamıştı hiçbirinde. Anneme sorduğumda ise hep aynı cevabı almıştım. "Baban bir daha gelmeyecek." Büyüdükçe bu durumu kabullendim. Babamı aramaktan vazgeçtim. Onu yalnızca şirketinin başarılarını anlatan TV programlarında veya dergilerinde gördüm. Bensiz mutluydu. Düşüncelerimden sıyrılarak yataktan kalktım. Başka şeyler düşünmek en azından korkumu geçirmişti. Mutfağa giderek çaydanlığa su doldurdum çay demlemek için. Bugün akşamüzeri hastaneye gidecektim. Sabaha kadar da nöbetçi olacaktım. Ondan sonraki iki gün ise izin almıştım. Nazlı ve Emre'nin düğünü iki gün sonraydı. Ancak Emre henüz dönememişti operasyondan. Nazlı telaş içindeydi. Emre gelmeden düğün yapılamazdı sonuç olarak. Semra abla operasyonun birkaç gün daha uzadığının haberini almıştı Alparslan'dan. Ve bunu söylediğinde Nazlı epey üzülmüş, ağlama krizlerine girmişti. Ama ben emindim Alparslan bir yolunu bulup Emre'yi gönderirdi. Benim ona inancım tamdı. Çayı demledikten sonra kahvaltımı yaparak mutfağı topladım. Kendime Nazlı'nın aldığı kupayla kahve yaparak salonuma ilerledim ve kitaplığımın başına geçtim. Gözlerim Alparslan ile birlikte aldığımız kitaplara değdiğinde içimi garip bir hüzün kapladı. Onu merak ediyordum. İyi miydi? Yaralanmış mıydı? Bunlar aklımı kurcalıyordu. Semra abla onunla konuşsa da iyi olduğunu gözlerimle görmeden rahatlayamıyordum. Eminim ki çok yorgundu. Yağmur, çamur ve hatta kar demeden dağda taşta günlerdir dolanıyorlardı. Bunları düşündükçe derin bir nefes verdim. Umarım ki sağ salim sevdiklerine kavuşurlardı. Yeni aldığım kitaplardan birini alarak kanepeye oturdum ve ayaklarımı uzatarak kitabımı okumaya başladım. Ancak çalan telefonum keyfimin kısa sürmesine neden oldu. Hemen uzanarak telefonu aldığımda arayan kişinin numarasının kayıtlı olmadığını gördüm. Merakla telefonu açarak kulağıma götürdüm. "Efendim?" dediğimde karşı taraftan tanıdık bir ses duydum. "İyi günler Hazan Hanım. Ben Yüzbaşı Semih Kara." dediğinde kaşlarımı çattım. "Buyurun Semih Bey?" "Hazan Hanım sizi rehin alan teröristle ilgili birkaç gelişme var. Harun Yarbay sizinle görüşmek istiyor sizde müsaitseniz." "Tamam, bir saate kadar gelmiş olurum size de uygunsa." dediğimde karşı taraftan cevap gecikmedi. "Uygundur. Görüşmek üzere Hazan Hanım." Ben cevap verdikten sonra telefon kapandığında bir süre ekrana bakakaldım. Nasıl bir gelişme olmuştu ki koskoca yarbay benimle görüşmek istiyordu? Büyük bir panikle oturduğum yerden ayağa kalktım ve üzerimi değiştirmek için odama doğru ilerledim.
◔◔◔ Tabura geldiğimde taksiye ücretini ödeyip arabadan indim. Kapıdaki nöbetçinin yanına ulaştığımda Harun Yarbayla görüşeceğimi söyleyerek beklemeye başladım. Gerekli kontroller yapıldıktan sonra kapıdan içeri girdim. Harun Yarbay'ın odası Semih yüzbaşının odasının birkaç kapı yanındaydı. Yarbay'ın odasına vardığımda bir asker karşıladı beni. Benim geldiğimi Harun Yarbay'a bildirdiğinde odanın kapısını girmem için açtı. Odaya girdiğimde içeride yalnızca Semih yüzbaşı ve Harun Yarbay vardı. "Hoş geldiniz Hazan Hanım." dedi Yarbay samimi bir şekilde. Tokalaşmak için elini uzattığında ona uyum sağlayarak elimi ona uzattım ve tokalaştım. "Hoş buldum." Aynı şekilde Semih yüzbaşıyla da tokalaştıktan sonra Harun Yarbay'ın işaretiyle Semih yüzbaşının karşısındaki sandalyeye oturdum. "Size bir şeyler ikram edelim?" dedi Harun Yarbay. Başımı olumsuz anlamda sallayarak reddettim. "Teşekkür ederim. Aslında direkt konuya girsek daha iyi olur. Merak ediyorum takdir ederseniz." Söylediğim şeyle Harun Yarbay anlayışlı bir biçimde beni onayladı. "Haklısınız. Sabahın erken saatinde sizi arayarak endişelendirmiş olmalıyız." dediğinde küçük bir tebessüm ettim. "Önemli değil." Merakla oturduğum yerde kıpırdanırken Harun Yarbay başıyla Semih yüzbaşına onay verdi. Bu hareketle Semih yüzbaşı konuşmaya başladı. "Ele geçirilen terör örgütü mensubu her şeyi itiraf etti Hazan hanım. Sizinle bir ilgisi yokmuş olayın. Teröristin ifadesini hastanenin kamera kayıtları da doğrular nitelikte. Ayrıca tüm gün Alparslan ile birlikte olduğunuzu da teyit ettik. Bunu haber vermek istedik size." Semih yüzbaşının söylediği şeyler içime su serpmişti. Suçlanmanın vermiş olduğu panikle günlerimi geçirmiştim. Şimdi böyle bir sonuç almak içimdeki tüm endişeyi yerle bir etmişti. "Sizi de buraya kadar yorduk ancak bu bilgileri yüz yüze almanızın daha doğru olduğunu düşündük." dedi Harun Yarbay açıklama yaparak. "Sağ olun, peki kimin yardım ettiğini öğrenebildiniz mi?" dedim hem Semih yüzbaşına hem de Harun Yarbay'a bakarak. "Kim olduğunun bilgisi elimizde ancak bu gizli bir bilgi. Sizinle paylaşamayız Hazan Hanım." dedi Harun Yarbay. Anlayışla başımı salladım. Biz de hasta gizliliği olduğu gibi onlarda da gizlilik esastı. O yüzden fazla üstelemeden konuştum. "O zaman benim başka bir işim kalmadı." dediğimde Harun Yarbay beni onayladı. Oturduğum yerden ayaklanarak tekrar konuştum. "Her şey için teşekkür ederim o halde." diyerek elimi Harun Yarbay'a uzattım. Harun Yarbay ile tokalaştıktan sonra elimi Semih yüzbaşına uzattım. Onunla da tokalaştıktan sonra odadan çıkarken Semih yüzbaşının sesini duydum. "İzninizle komutanım." Odadan çıktığımda arkamdan gelen adım sesleriyle kafamı arkaya doğru çevirerek omuzumun üzerine seslerin sahibine baktım. Semih yüzbaşıydı. Anlamaz bir biçimde ona bakarken Semih yüzbaşı konuştu. "Size çıkışa kadar eşlik edebilir miyim?" sorduğu soruya başımı sallayarak cevap verdim. Semih yüzbaşına beni suçlamasından dolayı epey kızmıştım ancak yine de nazikçe sorduğu soruyu reddedecek değildim. Binadan dışarı çıktığımızda olduğumuz yerde duraksadık. Tam vedalaşmak üzere konuşacağım sırada Semih Yüzbaşı benden önce davrandı. "Geçen gün size fazla çıkıştım biliyorum. Ama o soruları sormak zorundaydım." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. Neden bana açıklama yapıyordu ki? "Önemli değil, herkese uygulamanız gereken bir prosedür. Anlıyorum." dedim yalnızca. Bu konuda haklıydı ancak onu ilgilendirmeyen konular hakkında söz sahibi olması konusunda haklı değildi. Yani benim için gözümde düştüğü yer hala değişmemişti. Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. "Anlayışınız için teşekkür ederim." dediğinde gözlerim Semih yüzbaşının arkasından bize doğru yürüyen elinde tüfek, sırtında sırt çantası ve kamuflaj kıyafetleriyle olan askerlere çarptı. Tek sıra halinde yürüyen askerlerin en önünde gördüğüm yüz afallamama neden oldu. Dönmüşlerdi! Bize yaklaştıkça uzayan sakallarını, yorgun bakan gözlerini ve üzerinin çamur olduğunu net bir şekilde görebiliyordum. Ama bunların dışında kimsede bir şey yoktu. Yüzlerinde ufak tefek çizikler vardı ancak bunlar küçücük bir şeydi kurşun yarasına kıyasla. Bakışlarımız buluştuğu an onunda yüzünde afallama meydana geldi. Yüzümde küçük bir tebessüm oluştuğunda onun ağırca yutkunduğunu gördüm. Bize doğru ilerlemeye devam ederlerken Alparslan gözlerini birkaç saniye benden ayırdı ve yanımda dikilen Semih yüzbaşına çevrildi. Kaşları hafifçe çatıldı ancak tekrar eski haline döndü ışık hızıyla. Yüzünü dikkatle izlemesen kaşlarının çatıldığını bile fark edemezdim. Aramızda kısa bir mesafe kaldığında yan yana dizildiler karşımıza. Elleriyle asker selamı verirken Alparslan'ın sert bir o kadar da yüksek çıkan sesini duydum. "Kıdemli Üsteğmen Alparslan Türkoğlu! Bozkurt Timi hiçbir zayiat vermeden emirlerinize hazırdır komutanım!" Semih Yüzbaşı başını aşağı eğip kaldırarak selam verdi. "Aferin asker! Bir sonraki göreve kadar dinlenebilirsiniz!" Semih yüzbaşının sert sesiyle birlikte askerler yanımızdan ayrılmaya başladı. Bense gözlerimi Alparslan'dan çekemiyordum. Adımlarını yanımıza atarken sorgulayan bakışlarını fark etmemek mümkün değildi. "Gel Alparslan bizde Hazan Hanımla sohbet ediyorduk." dediğinde bakışlarımı aniden Semih yüzbaşına çevirdim. Biz sohbet falan etmiyorduk oysa ki. O benden özür diliyordu. Gözlerimi devirmemek için kendimiz zor tutarken konuştum. "Konuşmamız siz gelmeden bitmişti." dedim Alparslan'a hitaben. Başımı Alparslan'dan çekerek Semih yüzbaşına çevirdim. "Söyleyeceğiniz başka bir şey yoksa müsaadenizle." dedim imalı bir biçimde bizi yalnız bırakması için. Semih yüzbaşı da bunu anlayarak başını salladı. "Görüşürüz Hazan Hanım." Söylediği şeye bir cevap vermediğimde Semih yüzbaşı bu sefer bakışlarını Alparslan'a çevirdi. "Harun Yarbay operasyon bilgilerini almak için seni bekler Türkoğlu, çok bekletme komutanı." Alparslan başını sallayarak onu onayladı. "Merak etmeyin komutanım." dedi sert sesiyle. Bakışları ona karşı o kadar sertti ki. Ben bile ürperiyordum. Semih yüzbaşı yanımızdan uzaklaşırken bakışlarımı Alparslan'a çevirerek tüm vücudunda gözlerimi gezdirdim herhangi bir yarası var mı diye. Ancak görünürde hiçbir şey yoktu. "İyi misin? Yaran var mı?" dedim heyecanlı bir şekilde. Alparslan başını iki yana salladı. "İyiyim, ufak tefek sıyrıklar dışında bir şeyim yok." dediğinde derin bir nefes verdim. "Bugün geleceğinizi hiç tahmin etmemiştim. Semra abla yarın gelirler diyordu." dediğimde Alparslan cevap verdi. "Emre'nin düğününe geç kalamazdık." dediğinde güldüm. "Nazlı çok sevinecek." Alparslan da beni onaylarcasına başını salladı. Ardından konuşmak için ağzını araladı ancak tekrar kapattı. Sanki bir şey söyleyecekmiş gibiydi de söyleyemiyordu. Kısa süre bu böyle devam ettiğinde Alparslan cesaretini toplamış olacak ki konuştu. "Sen burada ne yapıyorsun?" dedikten sonra elini ensesine doğru götürerek tekrar konuştu. "Yani seni burada gördüğüme şaşırdım, hiç beklemiyordum. Bir sorun mu oldu?" dedi gözbebekleri yüzümün her yerinde dolaşırken. "Terörist ifade vermiş benim suçsuzluğum kanıtlanmış onu söylemek için çağırmış Harun Yarbay ve Semih yüzbaşı." dedim açıklama yaparak. Alparslan dikkatle beni dinleyerek başını salladı. "Anladım." Aramızda bir kez daha sessizlik oluşurken bu sefer sessizliği ben bozdum. "Sen çok yorgunsun, dinlen biraz. Bende gideyim." dedim yüzüne bakarak. Alparslan söylediğime hiçbir cevap vermeden yüzüme bakmaya devam etti. Ardından da konuştu. "Hazan, o günden sonra" diye söze başladığında gülümsedim. "Merak etme her şey yolunda." Birinin beni düşünmesi, sorması çok hoşuma gidiyordu. Bunu soran kişinin Alparslan olması da ayrı güzeldi. Kabuslar görüyordum ama bunu atlatacaktım o yüzden Alparslan'a söylemek gibi bir düşüncem yoktu. Benim cevabım üzerine Alparslan'ın da yüzünde bariz bir rahatlama meydana geldi. "Sevindim." dedi bana cevap olarak. Onun ardından saatime bakarak konuştum. "Ben artık gideyim, düğünde görüşürüz." "Görüşürüz." dedi Alparslan. Yanından uzaklaştıktan kısa süre sonra arkamı dönerek tekrar Alparslan'a baktım. Tam tahmin ettiğim gibi hala olduğu yerde durmaya devam ediyordu. Elimi havaya kaldırarak selam verdiğimde her zamanki gibi başını aşağı eğip kaldırdı. Aldığım selamla önüme tekrar dönerek taburun çıkışına doğru ilerledim. Hastaneye gitmeme daha çok vardı. O yüzden taksiye binerek evime gitmeye başladım.
◔◔◔ Üzerime giydiğim siyah, kolları tülden oluşan, boyu dizlerimin bir karış üzerinde olan ve bedenimi sanki kendi derimmiş gibi saran elbisemle aynanın karşısına geçmiştim. Nasıl bir kıyafet giyeceğim konusunda biraz tereddütte kalmış en son bu elbiseyi giymekte karar kılmıştım. Ayakkabı olarak dizlerime kadar uzanan, uzun topuklu bir bot seçmiştim. Bu soğukta ancak böyle giyinebilirdik. Genelde spor ayakkabı giymeye alışıktım ancak annem sağ olsun zorla götürdüğü davetlerle topuklu ayakkabı giyme alışkanlığı kazandırmıştı. Elbisenin kumaşı boynumu da sardığından kolye takma gereksinimi duymayıp zirkon taşlı zarif bir küpe takmıştım. Saçlarıma ufak dalgalar vermiş omuzlarımdan geriye iterek sırtıma dökülmelerine izin vermiştim. Gözlerime çok abartı olmayacak şekilde buğulu makyaj yapmış, maskarayla yoğunluk katmıştım. Aynı şekilde dudaklarıma ise bordo bir ruj sürerek makyajımı tamamlamıştım. Evden çıkmadan evvel üzerime uzun siyah kabanımı giymiş ve beni bekleyen taksiye doğru adımlamıştım. Düğün saatine bir saatten fazla bir süre vardı ancak ben gidip Nazlı'nın yanında olmak istiyordum. Düğün salonuna vardığımızda taksiye ücretini ödeyerek salona giriş yaptım. Nazlı gelin odasında olduğundan oraya doğru ilerledim. Kapıyı çaldığımda içeriden Nazlı'nın heyecanlı sesiyle "gir." Dediğini duyarak kapıyı açtım. Beyaz gelinliğin içerinde çok güzel görünüyordu Nazlı. Kapıyı ardımdan kapatarak tamamen içeri girdiğimde Nazlı konuştu. "Ay Hazan iyi ki geldin. Çok heyecanlıyım." "Çok güzel olmuşsun." dedim bende ona karşılık olarak. Nazlı aynadan kendine bakıp tekrar bana döndü. "Olmuşum değil mi? Sanki gelinliğin şurası bol gibi." dediğinde eliyle tuttuğu kısma baktım. Gayet güzel duruyordu. "hayır gayet güzel duruyor." dedim. Ardından içeride bulunan orta yaşlı kadına doğru baktım. Bu kadın Nazlı'nın annesi olmalıydı. Çok benziyorlardı. Ona doğru yaklaşarak konuştum. "Merhaba, ben Hazan." dediğimde kadın memnunca gülümsedi. "Hoş geldin Hazan, bende Nazlı'nın annesi Nazan. Çok memnun oldum. Nazlı senden bahsediyordu." Kadının yanına yaklaşarak elini öptüm ve alnına yasladım. Sonuçta karşımdaki kadın benden kat be kat büyüktü. Biz Nazan Hanımla sohbet ederken kapı tekrar çalınarak açıldı. Merakla kimin geldiğine bakarken Semra abla ve tanımadığım iki orta yaşlı kadının da içeri girdiğini gördüm. Oturduğum yerden ayağa kalkarken kadınlardan biri Nazlı'ya hitaben konuştu. "Çok güzel olmuşsun güzel kızım." dediğinde Nazlı tatlı bir tebessümle cevap verdi. "Sağ olun Feriha anne." dediğinde kadının Emre'nin annesi ve Nazlı'nın kayınvalidesi olduğunu anladım. "Hazancığım bu ne güzellik." diyerek yanıma doğru gelen Semra ablaya karşı gülümsedim. "Teşekkür ederim, sende çok şıksın Semra abla." dedim üzerini süzerken. Lacivert bir elbise giymişti üzerine. Gerçekten çok şık duruyordu. Semra abla yanında duran kişiyi işaret ederek konuştu. "Tanıştırayım Hazan, annem Funda Türkoğlu." dedi. Ardından da beni annesine göstererek konuştu. "Sana bahsetmiştim anne şehrimizin güzeller güzeli doktoru Hazan Eraslan." Semra ablanın söyledikleriyle utanarak gülümsedim. Ardından da Funda hanımın eline uzanarak aynı Nazan Hanım'a yaptığım gibi elini öperek alnına yasladım. "Memnun oldum efendim." "Bende memnun oldum güzel kızım." dedi Funda Hanım memnun bir şekilde. Elimi elinden çekerken Funda Hanımın bakışları hala üzerimde dolaşıyordu. Bunu umursamadan Semra ablaya yönelik konuştum. "Efe nerede?" "Dayısıyla birlikte Emre abisinin yanına gitti." dediğinde onu onayladım. Ayak üstü sohbetimize devam ederken Nazlı'nın annesi Nazan Hanımın sesini duydum. "Misafirler gelmeye başlamıştır biz aşağıya inelim dünürüm." dedi Emre'nin annesine hitaben. Feriha Hanım onu onaylarken kapıdan çıktılar birlikte. Bende koltuğun kenarındaki el çantamı ve kabanımı alarak ortadan konuştum. "Bende aşağı ineyim, zaten nikah saati de geliyor." dediğimde onaylayan sesler geldi. Semra abla da konuştu. "Aynen, hadi bizde inelim anne. Babam aşağıda tek kaldı." Annesi onu onaylarken odadan çıktılar. Bende son kez Nazlı'nın yanına giderek heyecanını almak için konuştum. "Sevdiceğine kavuşmana az kaldı." dediğimde Nazlı güldü. "Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik." dediğinde onu onayladım. "Gelinimizi yalnız bırakalım şimdi damat beyde gelir." Nazlı beni onayladığında odadan çıktım. Salona inmek için merdivenlere ilerlerken arkamdan duyduğum sesle duraksadım. "Hazan abla!" Efe'nin sesiyle birlikte arkamı dönerek ona baktım. Dayısının elini bırakmış bana doğru geliyordu. Yanıma yaklaştığında Alparslan da arkasından geliyordu. Bakışları ayaklarımdan yüzüme doğru çıkarken gözlerindeki şaşkınlığı görmemek imkansızdı. Birkaç kez yutkunduğunda gözlerim aşağı yukarı hareket eden âdem elmasına kaydı. Onu hiç bu kadar dikkatli incelememiştim şimdiye kadar. Boynundan vücuduna kaydı gözlerim. Onu ilk defa beyaz bir gömlek ve siyah takım elbiseyle görüyordum. Gömlek vücudunu öyle güzel sarmıştı ki. Gömleğinin birkaç düğmesi açıktı ve esmer teni görünüyordu. Bakışlarımı kaçırarak hemen yanı başımda bana bakan Efe'ye döndüm. "Hazan abla çok güzel olmuşsun." diyen Efeyle gülümseyerek elimi yanağına koydum ve okşadım. "Sende çok yakışıklı olmuşsun." dedim üzerindeki takım elbiseye bakarken. "Olmuş muyum gerçekten? Beğendin mi?" dedi hevesli bir biçimde. Gülerek başımı salladım. "Olmuşsun tabii. Hatta şuan burada olan herkesten daha yakışıklı olmuşsundur." dediğimde Efe dayısına doğru döndü. "Duydun mu dayı senden bile yakışıklı olmuşum." Efe'nin söylediği şeyle Alparslan'ın dudaklarından ilk defa sesli bir gülüş meydana geldi. İster istemez bakışlarım ona kaymıştı ve gözlerimin ilk takıldığı yer güldüğünde meydana çıkan gamzesi olmuştu. Alparslan ise Efe'ye bakıyordu. "Duydum tabii, eminim tüm kızlar sana aşık olur." Efe memnun bir şekilde dayısına bakarak konuşmaya devam etti. "Sende çok yakışıklısın dayı bence bütün kızlar sana aşık olur." dedi bilmiş bilmiş konuşarak. Ardından bana doğru döndü. "Değil mi Hazan abla?" Topun birden bana gelmesiyle şaşkınca kaşlarım havalandı. Hayır böyle şeyler nereden geliyordu bu çocuğun aklına. Kaçamak bir şekilde Alparslan'a baktım. Bana bakarak cevap bekliyordu. Hayretle bir Efe'ye bir de Alparslan'a baktım. Ardından yutkunarak bakışlarımı kaçırdım. Soruya cevap vermekten kaçınarak Efe'nin elini tuttum. "Annen aşağıda hadi bizde inelim. Nazlı ablanla Emre abinde gelirler birazdan." diyerek merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Efe biraz benle yürüdükten sonra duraksadı ve elini arkaya doğru uzattı. "Dayı sende tut elimi." Alparslan Efe'nin dediğini yaparak elini tuttu. Böylece Efe'nin bir elini ben diğer elini Alparslan tutuyorduk. Merdivenlerden inerken Efe'nin sesini tekrar duydum. "Dayı sence de Hazan abla çok güzel değil mi?" dediğinde şaşkında Efe'ye baktım. Ardından da göz ucuyla Alparslan'a. "Evet, çok güzel." Alparslan'ın verdiği cevapla gözlerim şaşkınca aralandı. Bu beklenmedik iltifat karşısında ne diyeceğimi şaşırmıştım. Bir süre Alparslan'ın yüzüne bakakaldıktan sonra konuştum. "Teşekkür ederim." Merdivenlerden birlikte indikten sonra salona girdik. Misafirler gelmeye başlamıştı hatta salon neredeyse dolmuştu. Salona girdiğimiz an Efe ikimizin de elini bırakmış koşarak annesinin yanına ilerlemeye başlamıştı. Onun arkasından bakarken nereye oturacağımı merak ediyordum açıkçası. Sahneye yakın bir masada Alparslan'ın tim arkadaşları tam kadro bir şekilde oturuyorlardı. Hemen onların yan masasında ise Semra Abla, Murat Abi, Funda Hanım ve Alparslan'a çok benzediğinden dolayı babası olduğunu düşündüğüm bir adam oturuyordu. Onların karşılarında ise Semih yüzbaşı ve tanımadığım birkaç askeri gördüm. Masalara bakmaya devam ederken belimde hissettiğim temasla irkildim. Başımı Alparslan'a doğru çevirdiğimde belime temas eden elin onun eli olduğunu anladım. Alparslan ise hiç bozuntuya vermeden konuştu. "Bu taraftan doktor hanım." Masaya gidene kadar elini belimde tutmaya devam etmiş masaya geldiğimizde bırakmıştı. Masadaki bakışlar bizi bulduğunda genzimi temizleyerek konuştum. "İyi akşamlar." "İyi akşamlar Hazancım gel otur şöyle." dedi Semra abla yanındaki boş olan yeri işaret ederken. Bakışlarımı Alparslan'a çevirdiğimde gözlerini kapatıp açarak onay verdi. Sonuçta bu masa ailesinin masasıydı ve buraya oturmak isteyebilirdi. Kabanımı sandalyenin arkasına asarken Alparslan'ın yanımdaki yere oturduğunu fark ettim. Oturmak için hamle yaparken Semra ablanın sesini işittim. "Oturmadan seni babamla da tanıştırayım Hazan." dediğinde onu kırmadan işaret ettiği yere doğru baktım. Karşımdaki adam neredeyse Alparslan'ın tıpatıp aynısıydı. Yalnızca onun yaş almış haliydi. Bakışlarının sertliği, yüz hatları.. Adamın yanına ilerlerken biraz çekinmiştim açıkçası. Semra abla ellerini babasının omuzlarına koyarak konuştu. "Babacım işte Efe'nin anlata anlata bitiremediği doktorumuz Hazan." dediğinde karşımdaki adam hatırlamış gibi kaşlarını kaldırdı. "Hatırladım. Memnun oldum. Bende Osman." dedi görüntüsüne ters olan yumuşak sesiyle. "Memnun oldum efendim." dediğimde adamın eline uzandım ve öperek başıma koydum. Yüzünde küçük bir tebessüm oluşan adam konuştu. "Nasıl gidiyor? Alışabildin mi buralara?" dedi ilgili bir şekilde. "Alışıyorum yavaş yavaş." dedim nazik bir şekilde. Osman Bey başını salladı. "Burada görev yapmak zordur, senin de başına gelen olayları duydum. Kaç hemşire kaç doktor tanıdım buraya geldiği gibi giden. Ama sen pes etmemişsin. Aferin sana kızım." dediğinde gururla gülümsedim. Bunları başka birinden duymak ne iyi gelmişti bana. "Teşekkür ederim." dediğimde başını aynı Alparslan gibi eğip kaldırdı. Ardından da konuştu. "Çok ayakta kaldın, daha fazla tutmayalım seni. İyi eğlenceler." Osman Bey'e aynı şekilde karşılık verip benim için ayrılmış olan yere oturdum. Benim oturmamla birlikte gelin ve damadın giriş müziği yankılanmaya başladı salonda. Nazlı ve Emre içeri girdiğinde salonda alkış tufanı meydana geldi. Salonun içerisinde yürüyerek nikah masasına ulaştılar ve oturdular. Şahitlerin huzurunda nikah için gerekli sorular sorulup cevaplar alındığında nikahları kıyıldı. Hayranlıkla ikisini izlerken kulağımın dibinde hissettiğim nefes ve onun ardından gelen sesle irkildim. "Telefonun çalıyor." Alparslan'a teşekkür edercesine bakarak masanın üzerinde titreyen telefonu elime alarak ekrana baktım. Arayan yine annemdi. Aramayı reddederek telefonu masaya geri bıraktığımda bakışlarımı direkt Nazlı ve Emre'ye çevirdim. Onlar için ilk dans şarkısı çalmaya başlamıştı bile. İlk danslarını bitirdiklerinde diğer çiftler için dans şarkısı çalmaya başladı. Bizim masadan Semra abla ve Murat abi dansa kalkarken birkaç kişi daha çıkmıştı dans pistine. Hayranlıkla onları izlerken önüme tutulan el ile bakışlarımı elin sahibine çevirdim. "Bu dansı bana lütfeder misiniz doktor hanım?" bu nazik daveti reddetmek olmazdı. O yüzden elimi Alparslan'ın avuçları arasına bırakarak konuştum. "Seve Seve üsteğmenim." Ayağa kalktığımda Alparslan ile birlikte sahneye doğru adımladık. Ellerimiz hala birbirinden ayrılmamıştı. Sahneye ulaştığımızda tuttuğu elimi omuzuna bıraktı. Ardından da ellerini belime sarmadan evvel gözlerime baktı izin alırcasına. Küçük bir tebessüm ederek diğer elimi de omuzunun üzerine koyduğumda o da elini belime sararak beni kendisine doğru çekti. Topuklu bir bot giydiğimden dolayı boylarımız birbirine yaklaşmıştı. Böylelikle birbirimizin gözlerini daha net bir şekilde görebiliyorduk. Şarkının ritmine uygun bir şekilde dans ederken gözlerim onun kahverengi harelerine takılmıştı ve sanki içinde kayboluyordum. Ben daha önce hiç kimsenin gözlerinde bu denli kaybolmamıştım. Kalbim olduğundan hızlı atarken ellerim terliyordu. Ama ne ondan gözümü alabiliyordum ne de aramızdaki teması kesip yerime oturabiliyordum. Ne kadar şikâyet etsem de onun sıcak kollarında olmak benim güvende hissetmeme neden oluyordu. Alparslan'ın koyu kahverengi gözleri usulca dudaklarıma kaydı. Ağırca yutkunarak bakışlarını tüm yavaşlığıyla tekrar gözlerime çıkardı. Anın büyüsünden olsa gerek yüzlerimiz hafiften birbirine yaklaştığında gözlerimi kapattım ve omuzlarında duran ellerimi ensesinde birleştirdim. Belki yaptığım hareket yanlıştı ama bu yanlış bana yapmam gereken tek doğruymuş gibi geliyordu. Alınlarımız birbirine değecek kadar yakına geldiğini yüzüme değen nefeslerle anlamamak mümkün değildi. Ancak müziğin bitmesi ve ardından gelen alkış sesleri gözlerimi aralamama ve Alparslan'ın kollarından aniden çıkmama neden olmuştu. Biraz önce yaptığım hareketin utancını şimdi yaşıyordum. Alparslan'ın kollarından aniden çıkmam onu da şaşkına uğratmış olacak ki kolları öylece kalmış beni anlamaya çalışıyordu. Onu ardımda bırakarak salondan dışarı çıktım. Bir dansla bu kadar kendimden geçmem pek normal değildi. İçimde anlamlandıramadığım şeyler vardı. Biraz hava almak için salonun terasını çıktım. Diyarbakır'ın buz gibi havası suratıma çarptığında gelebildim ancak kendime. Ellerimi terasın demirlerine yaslayarak derin birkaç nefes aldım ve gökyüzüne baktım. Ben daha önce başka bir adamı sevmiştim ancak onda yaşadığım duygular şimdi hissettiğim kadar yoğun muydu bilemiyordum. Açıkçası bu yaşadığım şeylerin ne olduğunu bile tam çözememiştim. Bu yüzden kıyaslamak doğru olmayabilirdi ama benim de bazı şeyleri çözmem gerekiyordu. Bana temas ettiğinde, kokusunu soluduğumda, onunla konuştuğumda hissettiğim heyecanın bir nedeni olmalıydı. Daha ne kadar olmuştu ki tanışalı ben ona karşı bir şeyler hissedecek kıvama gelmiştim. Belki de beni etkileyen yalnızca ona karşı duyduğum güven duygusuydu. Kimseden tadamadığım güven duygusu... Terasın kapısının açılma sesini duyduğumda arkamı dönmedim. Tanıdık biriyse yanıma gelirdi, değilse de durup durup giderdi. Adım sesleri yavaş yavaş yaklaşırken gelen kişi tam yanımda durdu. Kokusundan kim olduğunu anlamak zor değildi. "Telefonun biz dans ederken çalmaya devam etmiş, ben buraya getirirken de çaldı." dedi Alparslan telefonu bana uzatırken. Göz ucuyla ona bakarak telefonu elinden aldım. "Teşekkür ederim." Ekrana baktığımda annemin 5 kereden fazla aradığını görerek kaşlarımı çattım. Ne istiyordu bu kadın benden? Açmıyordum işte telefonu, konuşmak istemiyordum onunla. Telefon elimde birkaç kez daha titrediğinde meşgule alarak ekranımı kapattım. "Bu kadar aradığına göre önemli bir mesele olabilir." dedi Alparslan. Başımı ona çevirerek kaşlarımı çattım. Normalde başka biri bana bunu söylese burnunu sokmaması gerektiğini söylerdim ancak konu Alparslan olunca böyle bir şey söyleyemezdim. Alparslan da yanlış konuya parmak bastığını anlayarak ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Bir şey söylemedim." Yaptığı harekete küçük bir tebessüm ederken onun da dudaklarının kıvrıldığına şahit oldum. Onu incelemeye başlamadan evvel hemen gözlerimi kaçırdım. Elimdeki telefon tekrar çalmaya başladığında ekrana baktım. Arayan yine annemdi. Daha fazla dayanamayarak telefonu açtım ve kulağıma götürdüm. "Efendim Hülya Hanım?" kullandığım hitap sonrasında Alparslan'ın kaşlarının çatıldığını gördüm. Ancak onu umursamadan karşıdan gelen sesi dinlemeye koyuldum. "Hazan?" "Bu kadar aradığına göre önemli bir şey söyleyeceksin herhalde?" dedim merakla. Annem bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu. "Oraya gideli neredeyse 4 ay olacak Hazan. Sana verdiğim süre bitiyor." dediğinde gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. "Sana geri dönmeyeceğimi net bir şekilde anlattığımı sanmıştım." "O gün ağzından çıkanlar sinirden oldu diye varsayıyorum. Yarından sonra İstanbul'a dönersen aramız eskisi gibi olur kızım." dediğinde alayla güldüm. Eskisi gibi olmak isteyen kimdi? Ben burada çok mutluydum. "Gelmeyeceğim." "Son kararın mı?" dedi annem biraz önceye nazaran sert bir ses tonuyla. "Evet, son kararım." Dediğimde annemin alaylı gülüşünü duydum. "O zaman yarın miras ret işlemleri için avukatımla evrakları gönderirim." dediğinde gözlerimin dolmasına engel olamadım. Bir insanın evladını silmesi bu kadar kolay mıydı? Biz hiç anlaşamamıştık annemle, hiç vakit geçirmemiştik ama ben onun kızıydım. Bir insan kızının mutluluğunu düşünmez miydi hiç? O istiyor diye kendi doğrularından vazgeçmez miydi? "Bekliyorum. Merak etme imzayı hemen atarım, seni daha fazla uğraştırmam." dedim büyükçe yutkunarak. Bu yutkunma boğazımdaki yumrunun geçmesi içindi. Sözlerime devam ettim. "Bunca zaman ne benimle ilgilendin, ne isteklerime saygı duydun ne de bana annelik yaptın. Benim hiçbir zaman annem olmadı ki zaten. Şimdi senden gelen hiçbir şeyi istemiyorum." Anneme karşı bu cümleleri sesim titremeden kurarken gözyaşlarım bir bir yanaklarımdan aşağı kayıyordu. Engelleyemiyordum. Telefon suratıma kapandığında burukça gülümsedim. Her şeyi silerek buraya gelmiştim, yaşadığım her şeyin üzerine çizik atmıştım. Yeni yeni kurmaya çalıştığım hayatıma alışmaya çalışıyordum ama annem her zaman yaptığı gibi yine mutluluğumu baltalamıştı.
Bölüm Sonu ‣‣‣Bölümümüzü nasıl buldunuz? ‣‣‣Bölümün başında Alparslan'ın düşüncelerini okuduk. Ne düşünüyorsunuz bizim oğlanın düşünceleri hakkında? ‣‣‣ Alparslan'ın duygularını okumayı seviyor musunuz? ‣‣‣Hazan'ın babası bir anda neden Hazan'ı arayıp sormadı sizce? Bir fikriniz var mı? ‣‣‣Semih yüzbaşı ne yapmaya çalışıyor sizce? ‣‣‣Hazan ve Alparslan sahnelerini nasıl buldunuz? Bunlar birbirinden baya etkileniyorlar gibi gibi. Sizce? ‣‣‣Hazan'da duygularına yavaş yavaş isim vermeye başlıyor. Sizce ne zaman tam anlamıyla birbirlerine açılırlar? ‣‣‣Hazan'ın annesinin neden aradığını da öğrenmiş olduk. Sahne hakkında neler düşünüyorsunuz? ‣‣‣Alparslan'ın anne ve babasını sevdiniz mi? ‣‣‣Efe, Hazan ve Alparslan üçlüsünün sahneleri nasıldı? Efe sağ olsun ilk iltifatımızı onun sayesinde aldık. Bölümle ilgili yorumlarınızı merakla bekliyorum.. Diğer bölümlerde görüşmek üzere💖 -Hazan'ın giydiği elbiseyi aşağıya bırakıyorum. Ben böyle düşündüm ancak siz farklı elbiseler de hayal edebilirsiniz.. |
0% |