Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Hazan Vakti|14

@mutlusonsuz222

🖇️Merhabalar, nasılsınız?

🖇️Umarım beğenerek okuduğunuz bir bölüm olur:) Keyifli okumalar💖

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın🙏

14.Bölüm

Bir insanı ailesinin bir üyesinin bile sevmemesi dünyanın en zor şeyiydi galiba. Hayatımda ilk defa kendim için bir şey yapmıştım ve karşılığı benim için büyük bir hayal kırıklığı olmuştu. Annemin beni kızı olarak görmediğini biliyordum ama bunu şimdi tekrar ve unutamayacağım bir şekilde anlamıştım. En azından beni anneme karşı savunacak biri olsun isterdim. Arkamda duracak birini...

Telefonu kulağımdan indirdikten sonra hiç umursamadan yere bıraktım. Ardından da avuçlarımı yüzüme yaslayarak yere çömeldim. Beni izleyen Alparslan'ı umursamadan hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ben böyle bir muameleyi hak edecek hiçbir şey yapmamıştım. Çok zoruma gidiyordu.

Kollarımdan aniden kavrandığımda ellerimi yüzümden çekemeden ayağa kaldırıldım. Alparslan iki elimi bileğimden kavrayarak yüzümden aşağı indirdi. Gözlerimiz buluşurken hemen kaçırdım bakışlarımı. Onun karşısında böyle dağıldığım için çok utanıyordum. Gözyaşlarım akmaya devam ederken ona yaklaşarak başımı omzuna yasladım. Bu sıralar ağlarken sığınabileceğim tek kişi Alparslan idi.

Ellerinden biri saçlarıma yaslanırken diğeri sırtımda durdu. Kollarıyla beni sıkıca sararken bende kolumu beline doladım ve sessizce gözyaşlarımı akıtmaya devam ettim. Çenesini başıma yasladığını hissettiğimde bunu umursamadım. "Sen böyle ağlayınca ne yapacağımı bilemiyorum. " ondan ilk defa bu ses tonunda, bu kelimeleri duymak sarsılmama neden olmuştu.

Başımı omzundan kaldırıp şaşkınca gözlerine doğru baktığımda Alparslan büyük avucunu yanağıma yasladı. Baş parmağı ile yanağımdan akan yaşı silerken gözbebekleri tüm yüzümde dolanmaya devam ediyordu. O yanaklarımı siliyordu ama daha geçmeden yerini yenileri alıyordu. Daha yeni tanıdığım bir yabancıdan böyle ilgi görmekse kalbimin hızla çarpmasına neden oluyordu.

"Ben, buna şahit olduğun için ö-" sözlerime devam edemeden Alparslan'ın sesini işittim. "Özür dileme. Yalnızca seni bu kadar hırpalamalarına izin verme." dedi gözlerimin içine bakarken. Diğer elini de yanağıma yaslayarak yüzümü avuçladı ve sözlerine devam etti. "Sen benim bu hayatta tanıdığım en güçlü kadınlardan birisin Hazan. Ne badireler atlattın hepsinde sapasağlam ayakta durdun. Şimdi seni yıkmalarına izin verme."

Söylediği sözlerle ağırca yutkundum. Böyle şeyleri duymaya ne kadar da ihtiyacım varmış meğerki. Haklıydı. Ben güçlüydüm. Bunca zaman nelerin üstünden gelmiştim, bunun mu gelemeyecektim. Alparslan'ın yanımda olması, bana destek olması şanstı benim için. O burada olmasaydı ben burada ağlayarak kendimi kaybedecektim belki de. Birinin aklıma başıma getirmesi çok iyi olmuştu.

"Teşekkür ederim." dedim burnumu çekerek. "İyi ki yanımdasın." dedim gözlerine samimi bir biçimde bakarken. Alparslan küçük bir tebessüm etti. "Sende, sende iyi ki benim yanımdasın."

O tebessüm ettiğinde bende dudaklarımdaki kıvrılmaya engel olamadım. Gözlerim hala dolu doluydu ama artık gözyaşı akmıyordu ve bu Alparslan sayesinde olmuştu. Ona bir kez daha minnettar kalmıştım. Yanaklarımdaki ellerini çekmezken ikimizde birbirimizin yüzüne bakmayı sürdürüyorduk. Ne ben çekiliyordum ne o ellerini çekiyordu.

Kapıya yakın bir yerden geniz temizleme sesi gelirken aniden ikimizin bakışları da sesin geldiği yere yöneldi. Kapıda gördüğümüz Fırat ile Alparslan ellerini kavradığı yanaklarımdan çekti. Bense ondan birkaç adım geriye giderek aramızdaki mesafeyi açtım.

"Gelmeyince merak ettim." dedi Fırat Alparslan'a bakarken. Ardından bakışları beni bulduğunda kaşları çatıldı. "Bir sorun mu var doktor hanım?" sorduğu soruya karşılık başımı olumsuz manada iki yana salladım. "Hayır."

Tabii bu söylediğime kimse inanmazdı eminim ki. Ağladığım için kızaran gözlerim, burnum ve bozulan makyajım bir şey olduğunu avaz avaz bağırıyordu.

Bakışlarımı usulca Alparslan'a çevirirken konuştum. "Ben aşağı insem iyi olacak, tekrar teşekkür ederim." daha Alparslan'ın bir şey söylemesini beklemeden kapıya doğru ilerledim. Kapıda bizi izleyen Fırat'a baş selamı vererek kapıdan çıktım.

Hızlı bir şekilde lavaboya ilerleyerek içeriye girdim. Aynanın karşısına geçtiğimde gördüğüm kişi hiç bana benzemiyordu. Ben kimsenin yanında duygularımı belli etmezdim. Ya kendi içimde cebelleşirdim ya da tek başıma yaşardım duygularımı. Alparslan'ın yanında kendimi açmam ona olan güvenimin kanıtıydı...

Lavaboda kendimi toparlayıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra salona geri dönmüştüm. Masaya vardığımda birkaç bakışı üzerimde hissetsem bile umursamadım. Alparslan ve Fırat hala gelmemişti salona. Bakışlarımı etrafta gezdirirken Semra ablayla gözlerimiz buluştu. Ne olduğunu anlamak için kaşlarını çatmış bana bakarken ben başımı iki yana sallayarak küçük bir tebessüme ettim iyi olduğumu anlatmak ister gibi.

Semra abla ikna olmasa da başıyla beni onaylamıştı. Bende bundan istifade ederek bakışlarımı sahnede oyun havası oynayan kişilere çevirdim. Takımı taktıktan sonra bir an önce buradan ayrılmak, eve giderek kendimi uykuya vermek istiyordum. Belli ki bu saatten sonra beni kolay şeyler beklemiyordu.

Sahneye odaklanmışken hemen yanımdaki sandalye çekildi ve Alparslan oturdu. Bakışlarımı ona çevirmesem de geldiğini net bir biçimde anlamıştım. Elindeki telefonu bana doğru uzattığında şaşkınca ona baktım. Telefonumu orada bıraktığımı bile hatırlamıyordum.

"Teşekkür ederim." dediğimde bakışları dudaklarıma düştü. Muhtemelen sesten dolayı dudaklarımı okuyarak anlamıştı ne söylediğimi. Yalnızca gözlerini kapatıp açarak bana cevap verdiğinde gözlerimi ondan ayırdım.

Oyun havaları ve halaylardan sonra takılar takılmış ardından da pasta kesilmişti. Sağ olsun annem bende iştah bile bırakmamıştı.

"Hazan abla pastanı yiyor musun?" diyerek yanıma yaklaşan Efe ile düşüncelerimden sıyrıldım. Kendi pastasını yediği her halinden belliydi, ağzını yüzünü hep çikolata yapmıştı. Onun bu haline gülümserken Alparslan'ın sesini duydum. "Aslanım gel sen yanıma, ben vereyim pasta."

Efe yanımda konuşan dayısına bakıp tekrar bana döndüğünde kollarımı açarak onu yanıma çağırdım. Efe kollarımın arasına girdiğinde kucaklayarak dizime oturttum. Ardından da sorun olmadığını söylemek üzere Alparslan'a döndüm. "Biz Efe ile yeriz pastayı, merak etme dayısı."

Alparslan fazla üstelemeden önüne döndüğünde masadaki peçetelikten peçete alarak Efe'nin yüzüne bulaşan pastayı sildim. Ardından da masadaki çatalı ona vererek pastasını yemesine müsaade ettim.

"Ananecim gel sen kucağıma, ablanı rahatsız etme." dedi Funda hanım kucağımdaki Efe'ye bakarak. Efe omuz silktiğinde gülümsedim ve konuştum. "Rahatsız olmuyorum Funda Hanım." dediğimde Funda Hanım hafifçe kaşlarını çattı. "Hanım da ne demek, sen bana teyze de güzel kızım."

Funda teyzenin samimi konuşmasına karşılık gülümsedim. "Sen nasıl istersen Funda teyze." dediğimde onun da yüzü güldü. "Bak ne güzel yakıştı ağzına." İster istemez gülüşüm büyürken Efe'nin kucağımda kıpırdanmasıyla başımı ona doğru çevirdim.

Efe yüzünü dayısına doğru kollarını uzatmış, benim kucağımdan onun kucağına geçmeye çalışıyordu. Dayısının kucağına geçtiğinde sitemle konuştum. "Aşk olsun, ne çabuk sıkıldın benden?"

"Sıkılmadım ama pastam bitti. Dayım hala yememiş." dediğinde güldüm. Sıra dayısının tabağına gelmişti anlaşılan. "Bunu yiyemezsin." diyerek Alparslan'ın önündeki tabağı çeken Semra abla ile Efe hayal kırıklığına uğramıştı. "Ama anne!"

İtiraz dolu bir sesle bağırdığında annesi kaşlarını çattı. "Hem kendininkini yedin hem de Hazan ablanınkini. Şimdi de sıra dayınınkine mi geldi. Bu kadar çikolata çocuklar için zararlı."

"Hiçte bile değil." diye annesiyle inatlaşan çocuğa gülmeden edemedim. Çok tatlıydı. Bir süre onların çekişmelerini izledikten sonra telefonumu çıkartıp ekrana baktım. Saatin epey ilerlediğini fark ettiğimde oturduğum yerden ayaklandım.

Masadaki çoğu kişinin bakışı bana döndüğünde sandalyeye astığım paltomu ve çantamı aldıktan sonra herkese hitap edecek şekilde konuştum. "İyi akşamlar."

"Hazancım gidiyor musun?" Semra ablanın sorusunu başımı sallayarak onayladım. Onunla sarıldıktan sonra Murat abi ile tokalaştım. Ardından da Funda Teyzeye ve Osman amcanın yanlarına giderek ellerini tekrar öptüm ve onlara hitaben konuştum. "Tanıştığıma çok sevindim, görüşmek üzere."

"Görüşürüz yavrum, Allah'a emanet ol." dedi Funda teyze bana sarıldıktan sonra. Osman amca ise söylediklerime karşılık tebessümle baş selamı verdi. Onların ardından beni bekleyen Efe'nin yanına giderek sarıldım ve veda ettim.

Sıra Alparslan'a geldiğinde ayağa kalkmış bir biçimde beni beklediğini gördüm. Elimi tokalaşmak için uzattığımda elimi kavradı. "Seni ben bırakayım."

"Teşekkür ederim, burada arkadaşının yanında olmalısın. Beni merak ediyorsan ben iyiyim." dediğimde söylediğime inanmadığını belli edercesine yüzüme baktı. Bense tekrar üsteledim. "Gerçekten iyiyim." dedim daha fazla üstüme gelme iması yaparak.

"Hiç yalan söyleyemiyorsun." dediğinde alayla güldüm. Alparslan ise sözlerine devam etti. "Tamam, fazla üstüne gitmeyeceğim. Ama sende gidince bana haber vereceksin. Anlaştık mı?"

"Anlaştık." diyerek elimi aşağı yukarı hareket ettirdim. Ardından elimi avuçlarından çektim.

Salondan çıkmadan evvel gelin- damat masasında oturan Nazlı ve Emre'nin yanına giderek onları tebrik etmiş ardından da daha yeni tanıştığım Nazan Teyze ve Feride Teyze'yi de tebrik ederek salondan çıktım. Düğün salonunun kapısında bekleyen taksilerden birine binerek evimin adresini verdim.

 

 

◔◔◔

Sabah gözlerimi yoğun bir baş ağrısıyla aralamıştım. Saç diplerimden başlayan ağrı gözlerimin üstüne kadar gelmiş neredeyse tüm başımı sarmıştı. Kendimi halsiz hissetmem de cabasıydı. Hafiften ağrıyan boğazımla birlikte şifayı kaptığım gayet net bir biçimde belli oluyordu. Dün terasa kabanımı almadan çıkarsam böyle olurdu. Alparslan haklıydı. Benim bünyem alışık değildi buranın havasına.

Yatakta gözlerim kapalı bir şekilde uzanırken tek amacım baş ağrımın geçmesiydi. Ancak beynimde dolanıp duran düşünceler başımın daha fazla ağrımasına neden oluyordu. Neyse ki bugün izin günlerimden biriydi. Ancak yarın ne yapacağım hakkında bir fikrim yoktu.

Komodinin üzerinde duran telefonumdan yükselen zil sesiyle yüzümü buruşturdum. Gözlerimi açarak telefona uzandım ve kimin aradığına baktım. Arayan Semra ablaydı. Telefonu açarak kulağıma götürdüm. "Efendim?" dedim boğuk bir sesle.

"Hazan günaydın, uyuyor muydun canım?" dediğinde cevap verdim. "Yok uyumuyordum abla." diyerek yatakta sırt üstü yatarak tavanı izlemeye başladım.

"Dün moralin bozuktu, her zaman ki gibi mutlu değildin. Merak ettim. Eğer yardım edebileceğim bir şey varsa bana söyle lütfen." dediğinde küçük bir tebessüm ettim. "Sağ ol abla, benim bile yapabileceğim bir şey yok." dedim burukça. Artık bir şeyler için çabalamaktan yorulmuştum.

Söylediğim şeyden sonra aramızda biraz sessizlik oluştu. Ardından da Semra ablanın sesi duyuldu. "Sen hasta mısın? Sesin bir garip geliyor." dediğinde tam cevap verecekken Semra ablanın sesini tekrar duydum. "Alparslan, Efe sana sesleniyor ablacım. Duymuyor musun?"

Karşı taraftan birkaç hışırtı sesinden sonra Semra ablanın sesi duyuldu. "Kusura bakma canım benim. Lafını böldüm." dediğinde cevap verdim. "Sorun değil, ben biraz soğuk almışım galiba."

"Yapma ya tüh, bak annem ne diyor. Nazar değmiştir kızımıza diyor. Haklı vallahi. Dün o kadar güzeldin ki." Söyledikleri şeylerle utanmıştım. O yüzden bir şey diyemedim. Benim yerime Semra abla konuştu. "Ben sana çorba yapıp göndereceğim tamam mı ablacım? Bak itiraz etmeye kalkma."

Söyleyeceğim şeyler ağzıma tıkılırken mecburen onaylamak durumunda kaldım. Semra ablayla vedalaştıktan sonra telefonu kapattım ve yataktan zorla ayağa kalktım. Lacivert pijamamın üzerine hırka giydikten sonra banyoya giderek aynadan kendime baktım. Bir gecede bu kadar çökmem inanılır gibi değildi. Tabii eve gelip bir süre ağladığımdan kaynaklıydı bu durum. Gece de pek uyuyamamıştım. Böyle olmam normal sayılırdı aslında.

Saçlarımı tepeden dağınık topuz şeklinde toplayarak banyodan çıktım. Hiçbir şey yapacak halim yoktu. O yüzden kendimi yatağa bırakarak gözlerimi kapattım. Uyumak iyi gelirdi belki.

Gözlerimi çalan kapı ziliyle araladığımda biraz daha iyi hissediyordum kendimi. Yataktan kalkarak kapıya doğru ilerledim. Deliğe bakmadan kapıyı araladığım an gördüğüm yüz karşısında şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım. Semra abla gelecek diye ne üzerimi değiştirmiştim ne de kapıyı açmaya gelirken ne halde olduğuma bakmıştım. Böyle düşünerek çok büyük yanılmıştım çünkü gelen Alparslan'dı.

Alparslan'ın bakışları yüzümde dolanırken o da benim gibi şaşkın sayılırdı. Tabii beni bu halde ilk defa görüyordu. "Ben çorba getirmiştim." diyerek elindeki poşeti gösterirken ağırca yutkundum. "Ben, kusura bakma seni görünce şaşırdım." dedim heyecanla.

Alparslan elindeki poşeti bana doğru uzattığında poşeti kavradım ve konuştum. "Kapıda kaldın, içeri gelsene." dediğimde tereddütle bana baktı. "Hasta halinle sana zahmet vermek istemem." dedi düşünceli bir sesle.

Hızla başımı iki yana salladım. "Buraya kadar sen zahmet ettin asıl, seni öylece geri yollayamam." dedim kapıdan biraz çekilerek. Benim bu hareketimle birlikte Alparslan kapıdan içeri girdi.

Ayakkabılarını çıkartırken bende ayakkabı rafında bulunan erkek terliğini önüne koyarak onu izlemeye başladım. Ayakkabılarını çıkardıktan sonra koyduğum terlikleri giydi. Üzerindeki montu çıkardığında hemen ona doğru uzandım almak için. Ancak o benden önce davranarak konuştu.

"Ben asarım." Dediğini yaparak montunu portmantoya asarak bana doğru döndü. Bense elimle salonu göstererek işaret ettim. "Bu taraftan geç sen, ben bunu bırakıp geliyorum." diyerek hızlıca mutfağa ilerledim. Poşeti masanın üzerine bırakarak elimi yanaklarıma bastırdım.

Rezil olmuştum adama. Üzerimdeki pijamalardan tut saçıma kadar her tarafım paspal haldeydi. Yapacak bir şey yoktu artık. Sonuç olarak görmüştü. Yani olanla ölene çare yoktu. Bunu düşünmeyi bırakarak hızlıca çaydanlığa su koyarak ocağın altını yaktım çay demlemek için. Alparslan çay seviyordu.

O sırada ne zaman geldiğini bilmediğim Alparslan'ın sesini işittim. "Hazan, gel kendini yorma. Bak zaten hastaymışsın." dediğinde başımı ona çevirerek gülümsedim. "Yormuyorum, merak etme. Hem bir çay içmeden bırakmam seni."

Alparslan elini ensesine götürüp hafifçe orayı sıvazlarken bir şey söylemedim ama mahcup olduğunu hissetmiştim. Ona bir şey söylemeden demliğe birkaç kaşık çay atarak hazırlamaya başladım. Alparslan ise konuştu. "Annem çorba soğumadan içsin diye tembihlemişti. Gerçi buraya gelene kadar soğumuş olabilir."

Söylediği şeyle gülümseyerek poşete doğru yöneldim. Poşetin içindeki küçük tencereyi çıkartarak kenarına elledim. Tencere epey sıcaktı. Alparslan'a döndüğümde kapının pervazına yaslanmış beni izlediğini gördüm. Utanarak dudaklarımı birbirine bastırdım ve konuştum. "Öyle ayakta kaldın, ben çayı demledikten sonra gelecektim yanına."

"Bence önce çorbanı içmelisin. Sonra da ilaç alıp bir güzel dinlenmelisin." dediğinde kaşlarım hafiften çatıldı ve gülerek konuştum. "Öyle mi diyorsunuz üsteğmenim. Burada doktor olan benim sanıyordum."

Alparslan omuz silkti. "Doktor olan sensin ama terzi kendi söküğünü dikemezmiş." Verdiği cevapla birlikte başımı iki yana salladım gülerek. Ardından da konuştum. "O zaman sende bana eşlik edeceksin çorba içerken."

Bu sefer gülme sırası ona geçmişti. Hafifçe gülümseyerek başını salladı. "Seve seve doktor hanım."

Alparslan mutfaktaki masaya yaklaştığında bende bizim için birer çorba kasesi çıkardım. Tencerenin kapağını açtığımda mutfağı tavuk suyu çorbasının kokusu doldurdu. Gözlerimi kapatarak kokuyu içime çektiğimde bile iştahım açılmıştı. Kaselere çorbaları koyduktan sonra ilk önce Alparslan'ın önüne sonra da kendi önüme bıraktım kaseleri.

Masaya oturmadan önce ekmeklikten birkaç parça ekmek getirip masaya bıraktım. Ardından da ocakta kaynayan suyu demliğe dökerek çayı demledim.

"Hazan, çorban soğuyor. Hadi gel artık." diye bana seslenen Alparslan'a dönerek konuştum. "Geldim." diyerek masaya yaklaştım ve Alparslan'ın karşısına oturdum. Ona bakarken Alparslan gözleriyle önümdeki kaseyi işaret etti yemeğe başlamam manasında.

Dediğini yaparak kaşığımı çorbaya daldırdım ve bir kaşık alarak ağzıma götürdüm. Çorbanın tadı gerçekten çok güzeldi. Birkaç kaşık daha çorbadan içerken çorbanın damağımda bıraktığı tat beni geçmişe götürmüştü.

Dadım ben küçükken hasta olduğumda bu çorbayı çok yapardı. Küçükken pek fazla sevmezdim. O da bana zorla içirirdi ilaç içmem gerektiği için. Büyüdükten sonra ise sevmeye başlamıştım ve hiç zorluk çıkarmadan çorbayı içerdim. Bu çorbayı kaç defa kendim yapmayı denemiştim ancak hiçbiri bana yediğim o çorbanın tadını vermemişti.

Ta ki bugüne kadar. Bu çorba aynı o zaman içtiğim çorbalara benziyordu. Belki de yapan kişinin bir anne olmasından kaynaklıydı bu. İçine sevgisini katmıştı..

"Hazan?" bana seslenen Alparslan'ın sesini duyduğumda hızlıca dolan gözlerimi sildim ve bakışlarımı ona çevirdim. "Efendim?" Bakışları gözlerimde dolanırken kaşları hafifçe çatıldı. "Sen iyi misin?" dediğinde başımı salladım hızlıca. "İyiyim."

İyi olmadığımın o da farkındaydı ancak daha fazla üstelememek için bir şey söylemeden çorbasını içmeye devam etti. Bense gülümseyerek konuştum. "Gerçekten çok güzel olmuş. Semra ablanın ellerine sağlık." dediğimde Alparslan konuştu. "Çorbayı annem yaptı, Efe biraz mızmızlanınca ablam ona bakmak zorunda kaldı."

"O zaman Funda teyzeme teşekkürlerimi iletirsen sevinirim." dediğimde başını olumlu anlamda salladı Alparslan.

Çorbalarımız bittiğinde Alparslan'ı salona göndermiş bardaklara Alparslan için çay kendim için ıhlamur doldurup salona ilerlemeye başladım. Tepsideki çayı Alparslan'a uzattığımda Alparslan çayı alarak konuştu. "Seni de yordum böyle gerçekten hiç içime sinmedi."

"Yorulmadım. Aksine biriyle birlikte olmak bana iyi geldi." dedim onun söylediğine karşılık. Ardından ekledim. "Sen gelmeseydin tüm gün bir orada bir burada yatıp kendimi daha çok hasta edecektim." dedim düşünceli bir sesle. Şimdi o yanımdaydı ve ben onun yanında kötü şeyler düşünüp kendimi yormuyordum.

"Öyle olsun." dedi Alparslan. Çayından bir yudum alırken bende ıhlamurumdan içtim. Çorbanın ardından ağrı kesici de içmiştim. Yarına bir şeyim kalacağını pek sanmıyordum.

Bakışlarımı Alparslan hariç her yerde dolandırırken televizyondan yansıyan görüntümüze baktım. Aslında yan yana güzel duruyorduk. Bakışlarım ikimizin arasında gidip gelirken üzerimdeki pijamaları görüp utançla gözlerimi kapattım. Üzerimi değiştirmeyi unutmuştum.

Aniden ayağa kalktığımda Alparslan şaşkınca bana baktı. Bense açıklama yapmak adına konuştum. "Ben senin yanına böyle çıktım kusura bakma, hemen değiştirip geliyorum."

Odaya ilerlemek için önünden geçerken bileğimden kavrayarak beni durdurdu. Ardından da konuştu. "Bence değiştirme, pijama yakışmış." dediğinde şaşkınca ona baktım. O ise yüzünde gülümsemeyle devam etti konuşmasına. "Yani her zamanki gibi güzelsin."

Söylediği şeyle yutkundum. Aynı iltifatı onun ağzından tekrar duymak kalbimi hızlandırıyordu. İstemsizce gülümseyerek kanepedeki eski yerime doğru ilerledim. Alparslan ise bileğimdeki elini çekerek kolumu serbest bıraktı.

Yerime tekrar otururken Alparslan bardağındaki çayı bitirdi. Tekrar ayağa kalkmak istediğimde ise eliyle beni durdurarak konuştu. "Ben alırım, sen bir şey istiyor musun mutfaktan?"

Başımı olumsuz anlamda salladığımda Alparslan bardağını alarak salondan çıktı. O sırada masanın üzerine bıraktığım telefondan zil sesi yükseldiğinde oturduğum koltuktan kalkarak oraya doğru ilerledim. Ekrana baktığımda yine arayan numara kayıtlı değildi. Telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Efendim?" dediğimde karşı taraftan tanıdık bir ses duydum. "Hazan Hanım?" Semih yüzbaşının sesini işittiğimde şaşkınca kaşlarımı kaldırdım. "Semih Bey?" dediğim sırada Alparslan salonun kapısından içeri giriyordu. Ağzımdan Semih Bey lafını duyduğunda ise kısa bir süre duraksadı ve kaşlarını çattı.

Semih Bey'in konuşmasıyla bakışlarımı Alparslan'dan çektim. "Hazan Hanım hastanede misiniz?" dediğinde cevap verdim. "Hayır hastanede değilim. Bir sorun mu var?" dediğimde bakışlarım tekrar Alparslan'a kaydı. Gözlerimiz buluşurken Alparslan gözlerini kaçırdı.

"Bugün timlerimizden biri göreve çıkmıştı. Maalesef askerlerimizden biri yaralanmış. Hastanedeyseniz sizden bilgi alacaktım. Ben operasyondayım, hastaneye gidemiyorum." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırarak derin bir iç çektim. "Anlıyorum, hastaneyi ararsanız bilgi vereceklerdir."

"Kusura bakmayın, rahatsız ettim sizi de. Görüşmek üzere." dediğinde cevap verdim. "Hayırlı görevler."

Telefonu kapattığımda masanın üzerine bıraktım tekrardan. Alparslan'ın yanına ilerleyip kanepeye oturdum ve konuştum. "Kusura bakma, beklettim seni."

Alparslan önemli değil manasında başını iki yana salladı. Bakışları bana döndüğünde kaşlarının hala az da olsa çatık olduğunu fark ettim. Tamam Semih yüzbaşını sevmiyordu ama ben ne yapabilirdim ki. Beni aramasını ben söylememiştim sonuçta.

"Ne diyormuş Semih?" dediğinde ona doğru döndü bakışlarım. Bakışları öncesine göre biraz daha sertti. "Hastanede olup olmadığımı sordu, galiba askerlerinden biri yaralanmış. Ondan bilgi alacakmış." dediğimde Alparslan'ın göz devirdiğine şahit oldum. Verdiği tepkiye şaşkınca bakarken mırıltısını duydum. "Sanki başka doktor yok koskoca hastanede." dedi ters ters

Söylediği şeyle şaşkınlığım daha da artarken "Ne?" dedim. Alparslan bakışlarını tekrar bana çevirirken konuştu. "Neyse, sen daha iyisin değil mi?"

Konuyu ışık hızında değiştirmesiyle hafifçe kaşlarımı çattım. Başımı olumlu anlamda salladığımda Alparslan oturduğu kanepede bana biraz daha yaklaşarak avuç içini alnıma yasladı. Bir süre ateşimin olup olmadığını kendi içinde değerlendirirken ben şaşkın gözlerle onu izlemeye devam ediyordum.

Alparslan ile böyle yakın anlar yaşamaya henüz alışmış değildim. Sonuçta ilk geldiğim zamanlar benden hoşlanmadığını net bir biçimde hem sözleriyle hem de hareketleriyle belli etmişti. Şimdi böyle arkadaş gibi takılmak hiç onluk değil gibiydi. Yine de bu yakınlıktan hoşlanmadığımı söyleyemezdim.

Alparslan değerlendirmesinin ardından konuştu. "Ateşin yok, güzel." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Ondan gelen en ufak temas vücudumun karıncalanmasına, heyecanlanmasına neden oluyordu. Ondan usulca uzaklaşarak gülümsedim. "İyiyim."

Benim çekilmemle birlikte Alparslan da biraz önce oturduğu yere kayarak genzini temizledi. Bakışlarımı ondan çekerek tekrar etrafta gezdirmeye başladığım sırada kapı zilinin evin içinde yankılanmasıyla irkildim. Bugün ne çok arayanım ve gelenim olmuştu. Normalde hiç çalmayan kapımın bugün çalacağı tutmuştu.

Ayağa kalkarak kapıya ilerledim ve açtım. Postacı olduğu her halinden belli olan adam konuştu. "Hazan Eraslan?"

"Buyurun, benim." dediğimde postacı elindeki zarfı bana uzattı. "Şurayı imzalar mısınız?" Postacının eliyle işaret ettiği yeri imzaladıktan sonra zarfı elime alarak konuştum. "Teşekkür ederim."

Postacı kapıdan uzaklaşırken bende kapıyı ardımdan kapatarak salona doğru ilerledim. Bir yandan da elimdeki zarfın arkasını çevirerek kimden geldiğini öğrenmeye çalışıyordum. Arkasında yazan gönderenin adresi kısmında annemin hastanesinin ismini gördüğümde dudaklarımdaki kıvrılmaya engel olamadım. Beklediğim an gelmişti. Dediği gibi hiç beklemeden göndermişti.

Zarfın kenarını yırtarak içinden kağıdı çıkardım.

Kâğıdın içeriğini okurken gözlerim dolmaya yemin etmiş gibi anında dolmaya başlamıştı. Evler, yazlıklar, hastaneler, arabalar ve daha birçok şeyden bahsediyordu miras olarak. Annem hiçbir şeyi atlamamıştı. Tebrik etmek gerekiyordu. Sinirle elimdeki kâğıdı masaya bıraktım sert bir şekilde. Ardından portmantoda duran çantamı alarak salona geri döndüm.

Çantanın içinden kalemi ararken gözyaşlarından görmekte zorlanıyordum ama bir an önce o şeyi imzalayıp kurtulmak istiyordum. Çantanın içini ne kadar karıştırsam da kalemi bulamıyordum. Çantayı ters çevirip içindekileri dökerken Alparslan'ın sesini işittim. "Hazan dur!"

Onu umursamayıp çantayı yere boşalttım sertçe. Çantadan düşen defterin kenarında takılı olan kalemi bularak hırsla elime aldım. Masadaki kâğıtta adımın ve soyadımın yazılı olduğu yere imzamı attım. İşte şimdi eksik olan tek şeyde tamamlanmıştı. Kurtulmuştum. Kâğıdı tekrar katlayarak çalışma odama ilerledim. Çekmeceden zarf çıkartıp içine katladığım kâğıdı koydum. Arkasına annemin hastanesinin adresini yazdım. Aynı onun yaptığı gibi.

Zarfı masaya bırakarak arkama doğru döndüm ve bakışlarımı Alparslan'a çevirdim. "Annemin istediği oldu, her şey bitti." dedim gülerek. Alparslan'ın endişeli bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Gülüşüm yavaş yavaş solarken mırıldandım. "Artık gerçekten kimsem kalmadı."

"Gel buraya." diyerek beni kendine doğru çekti Alparslan. Başım omzundaki yerini alırken bu sefer sıkıca sarıldım. Ona sarılmak bana çok iyi geliyordu. Daha yeni yeni alışmaya başladığım bu hisse karşı koyamıyordum. "Sen kimsesiz değilsin, ben varım. Ben hep senin yanında olacağım." dedi kulağıma doğru, beni inandırmak ister gibi.

Ona zaten inanıyordum. Ben ona ilk tanıştığımız andan beri hiç koşulsuz inanmıştım zaten.

Sakinleşmem için fısıldadığı sözcükler, saçlarımı okşayan elleri.. Beni ne kadar rahatlattığı hakkında bir fikri var mıydı acaba? Ya da onun yanında hızla atan kalbimin farkında mıydı? Çünkü ben farkındaydım. Şu an onun kolları arasındayken, ona sıkı sıkı sarılmışken kalbinin normale göre daha hızlı attığının farkındaydım.

Başımı yavaşça kaldırarak yüzüne baktığımda konuştum. "Alparslan." Ellerini yüzüme getirerek akan birkaç damla gözyaşını parmağıyla temizledi ve konuştu. "Bir şey söyleme, yalnızca sen istediğin sürece senin yanında olmaya devam edeceğim. Sana dün sen güçlüsün, seni yıkmalarına izin verme dedim. Ama şunu bil sen ne zaman düşsen ben seni kaldırırım. Hiçbir şeyi kendin halletmek zorunda değilsin Hazan. Ne zaman ağlamak istersen sana yaslanacağın omuz olurum."

Sözleri benim için o kadar kıymetliydi ki. Her şeyle tek başıma başa çıkmaktan yorulmuştum artık. Birinin bana yardım etmesine çok ihtiyacım vardı ve bu kişinin Alparslan olması beni daha da rahatlatıyordu. Canım bu denli acırken tek başıma olmayacağımı bilmek bana iyi geliyordu...

 

 

◔◔◔

Elinde bir bardak su ile kapıdan içeri giren Alparslan'dan gözlerimi çekerek oturduğum kanepeden yere bakmaya devam ettim. Biraz önce yaşadığımız andan sonra biraz utanmıştım sanırım. Sarılmamızdan sonra Alparslan beni buraya oturtmuş, su getireceğini söyleyerek mutfağa gitmişti. Elindeki bardağı bana uzattığında bardağı alarak birkaç yudum su içtim. Bardağı sehpanın üzerine bıraktıktan sonra bakışlarımı Alparslan'a çevirdim.

Anında bakışlarımız buluşurken dudaklarımı yalayarak konuştum. "Neler olduğunu merak ediyorsun değil mi?" Kim olsa merak ederdi. Sonuçta dünden beri benim dertlerimle ne olduğunu bilmeden ilgileniyordu. Az çok annemle ilgili bir sorun olduğunu anlamıştı muhtemelen ama bana sormaktan çekiniyor olabilirdi.

"Senin buruk bakışlarının ardında kimin olduğunu merak ediyorum evet." dediğinde derin bir iç çektim. Ben duygularımı ne kadar gizlemeye çalışsam da Alparslan bir şekilde anlamıştı demek ki. Ya da ben yalnızca onun yanında duygularımı açmaya başlamıştım kim bilir.

Anlatmaya başlamadan önce Alparslan'ın getirdiği sudan birkaç yudum daha içerek genzimi temizledim. "Aslında nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum." dedim bakışlarımı Alparslan'a çevirirken. Dikkatle beni izliyordu. Ardından devam ettim sözlerime. "Buraya gelmek doktor olduğumdan beri hayallerimden biriydi. Doktor olup yardıma ihtiyacı olan kişilere yardım etmek istiyordum. O yüzden birden başvuru yaptım çalışma yerimin değişmesi için. Annemi zorda olsa ikna ettim ama doğu taraflarını tercih listeme eklediğimi hiçbir şekilde söylemedim. O benim İstanbul'da başka bir hastanede görev yapacağımı düşünüyordu.."

Bakışlarım hala Alparslan'ın üzerindeyken yüzünde herhangi bir mimik aradım. Çünkü tanıştığımız ilk gün bana sarf ettiği sözler in haksızlığını anlamış oluyordu. Onu dikkatle izlediğimi fark ettiğinde gözlerini hafifçe benden kaçırdı. Onun da aklına o an gelmiş olmalıydı.

Konuyu dağıtmadan devam ettim sözlerime. "Tayin sonuçları açıklandığında büyük bir kıyamet koptu. Çünkü onun istediği ayağının dibinde olmamdı. Ondan sonra hastanenin başına geçmemdi. Onu bırakıp buraya gelmeden önce bana gidersem bir daha dönemeyeceğimi söyledi. Bir dakika bile düşünmeden kabul ettim ve yeni hayatıma başladım. İşte şimdi dediği oldu. Artık onun sahip olduğu hiçbir şeyin sahibi değilim." dedim gözlerimi masanın üzerindeki belgeye çevirirken.

"İçinden soruyorsundur oradaki mükemmel hayatı bırakıp neden geldin diye?" dedim gözlerine bakarak. Alparslan başını iki yana sallasa da konuşmaya devam ettim. "Bizim hiçbir zaman anne- kız ilişkimiz olmadı. O benim sahibimdi. Emir verirdi sürekli. Şunu yap, şuraya git, şunu giy, bunu yapma. Aramızdaki tek iletişim buydu. Canımı acıtan şey neydi biliyor musun? Hiçbir zaman benim fikirlerimi önemsemedi. Zaten gördüğün belgeden anlamışsındır." dedim burnumu çekerek.

Alparslan söylediklerimden sonra ağırca yutkundu. "Peki baban?" dedi çekimser bir sesle.

Sorduğu soruya acıyla gülümsedim. "Babam, babam ünlü iş adamı Faruk Eraslan. Mutlaka bir yerlerden haberine denk gelmişsindir." dedim gözlerimi ondan kaçırarak. Ben onu yalnızca haberlerde görebildiğim için herkesi de kendim gibi sanıyor olabilirdim. "Babamla annem ben 6-7 yaşlarında iken boşandılar. Boşandıkları günden sonra onu bir daha görmedim. Ulaşamadım hiçbir şekilde."

Kafamı yukarı kaldırarak tavana doğru baktım. Daha yeni toparlanmıştım. Tekrar ağlamak istemiyordum. Normalde bunları düşünürken o kadar canım yanmıyordu. Belki de düşündüklerimi sözlere aktarmak kimsesiz olduğumu bir kez daha kanıtladığı için istemsizce duygulanıyordum.

Gözlerimi kapatıp bir süre öyle kaldıktan sonra iyi olduğuma karar verip kafamı Alparslan'a çevirdim. Alparslan'ın kucağında birleştirdiği elini yumruk yaptığını görsem bile umursamadan konuştum. "Şimdi anlamışsındır o buruk bakışların, gülüşlerin nedenini."

Alparslan yumruk yaptığı elini gevşeterek benim elimin üzerine koydu. "Hazan, sen hayatımda gördüğüm en güçlü kadınsın." dedi hayranlık dolu sesle. Ardından ekledi. "Böyle küçük şeyler seni yıkamaz. Yıksa bile birlikte toparlarız." dedi beni ikna etmek için yüzüme bakarken. Tebessüm ederek konuştum. "Biliyorum."

Bakışlarımızı birbirimizin üzerinden çekmezken ben elimi onun elinin altından çekerek tekrar konuştum. "Artık buraya neden geldiğimi ve korkarak kaçmayacağımı geçte olsa anlamış oldun." dedim alaylı bir biçimde. Asıl amacım konuyu dağıtmaktı.

Alparslan gözlerini kapatıp sıkıntılı bir nefes verdi. "O konuyu hallettik sanıyordum."

"Şaka yapıyorum üsteğmenim." dedim gülümsemeye devam ederken. Ardından ekledim. "Kafanı şişirdim senin de. Resmen tüm gün dertlerimle sık boğaz ettim." dedim duvardaki saate bakarak.

Alparslan hafifçe kaşlarını çattı. "O ne demek?" dedi sorgularcasına. Ardından tekrar konuştu. "Ben halimden gayet memnunum doktor hanım, insan sevdiği kişilerle sohbet ettiğinde ancak mutlu olur. Bende gayet mutluyum."

Söylediği sözle ağırca yutkundum. Utanarak bakışlarımı ondan çektiğim sırada Alparslan'ın telefon zil sesi odada yankılandı. Alparslan elini cebine götürerek telefonunu çıkardı. Ekrana bakarak kaşlarını hafifçe çattığında ben onun tepkilerini izlemeye devam ettim. Telefonu açarak kulağına götürdü. "Buyurun komutanım?"

Komutanı aradığına göre önemli bir mesele vardı belli ki. Galiba tekrar göreve gideceklerdi. Biraz önce yaşadığım rahatlığın yerini yine bir kasvet kaplarken merakla konuşmalarını dinlemeye devam ettim.

"Tamam komutanım, arkadaşların çoğu taburda idi. Olmayanlara ben haber veririm." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Alparslan telefonu kapattıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. "Gitmem gerekiyor."

Başımı olumlu anlamda salladığımda Alparslan oturduğu koltuktan ayağa kalktı. Bende onun ardından koltuktan kalkarak kapıya doğru ilerlemeye başladım. Alparslan portmantodaki montunu alıp üzerine geçirdiğinde konuştum.

"Bugün için teşekkür ederim." dediğimde Alparslan bakışlarını tüm yüzümde gezdirdi. "Seni böyle yalnız bırakmak içime sinmiyor, ablamlara götüreyim istersen." dediğinde nazik düşüncesine karşılık gülümsedim.

"Biraz yalnız kalmak bana iyi gelecek." dediğimde kararsız bakışları yüzümde dolaştı. Bense tekrar konuştum. "İyi olacağım, gerçekten." dedim güven veren bir sesle.

"Bir şeye ihtiyacın olursa beni aramaktan çekinme." dediğinde başımı salladım. Kapıyı açtığımda Alparslan ayakkabılarını giyerek tekrar bana doğru döndü.

"Kendine dikkat et olur mu?" dediğimde bu sefer Alparslan başını salladı. "Olurum."

Kısa bir süre birbirimize baktıktan sonra Alparslan bahçe kapısına doğru ilerlemeye başladı. Gidişini izlerken boğazıma tekrar bir yumru oluşmuştu. Kapıdan çıkmadan evvel bana doğru döndüğünde elimi kaldırarak gülümsemeye çalıştım. Alparslan başını eğip kaldırdıktan sonra kapının önündeki arabasına binerek uzaklaşmaya başladı. Kapının önü boşaldığında kapıyı kapatarak sırtımı kapıya yasladım. "Allah'ım onu ve arkadaşlarını koru, sevdiklerine bağışla." dedim elimi kalbime bastırarak.

 

 

Bölüm Sonu

‣‣‣Bölümü nasıl buldunuz?

‣‣‣Alparslan ve Hazan sahnelerimiz nasıldı? Bu bölüm en çok onların sahnesi vardı.

‣‣‣Kızımız hislerini kabullenmeye başladı. Darısı oğlumuza inşallah. O da yakında kabullenir gibi sizce?

‣‣‣Hazan'ın annesi dediğini yaptı, kızını mirastan men etti. Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında? Sizce annesi pişman olur mu?

‣‣‣Alparslan ve Hazan bu bölümde daha da yakınlaştılar, vuslat yakın mı sizce?

‣‣‣Bölümlerle ilgili tavsiyeleriniz varsa yazmaktan çekinmeyin lütfen. Bölümle ilgili yorumlarınızı merakla bekliyorum..

Görüşmek üzere<3

Loading...
0%